“Hikâyesi kendinden derin bir yara izi olsun isterdim yüzümde. Her bakanın tekrar tekrar bakacağı şaşkınlıkla örülü. Mucizelerden ziyade marifetlere inanarak süregelen. Şarapnelden mütemmim bir parça kadar derinliği olan, asırlar boyu sürecek yastan kalmış ve hiç dinmeyecek bir öfkeyle kanlılarımı hatırlatırcasına mühürlenmiş gibi… Küskün kaşımın arasından, gözkapağımdan geçerek elmacık kemiğimde duracak ve yanağıma erişmeyecek o yarığa neler neler sığdırırdım.”
General Şıvasko, had ve hudut arasında yaşayan köylülerin var olma çabalarının, şairin peşinden, geçmişin izinden gidenlerin ve onların peşini bırakmayanların romanı.
Ali İpek, yara kabuğuna saklanacak kadar küçük ama onları var edecek kadar da büyük hikâyeleriyle birlikte geçmişlerini katırlarla taşıyanların zorlu yolculuğunu anlatıyor.
*
Zeko’ya…
Yolun sonunu bilsen, daha az yorulursun.
– Hor Kullanma Tarihi, “Bayır
O suçtan masumdum
Beni çekmeye çok gölge gerek.
Kıymık sanmıştım içimdeki elemi.
Sürdüğüm at değil ki kapkara bir engerek.
Ne kış bitti ne güzergâh ne de öfke matemi.
– ŞURURİ, Tuz Divanı
Devasa bir yılanın geçtiği kavisli güzergâhı yol belledikleri sınır boylarında vakit gece yarısıydı. Açık havayı fırsat bilen yıldızlar fener gibi aydınlatıyordu geceyi. Köylülerin Ferş Dağı dedikleri yerden kaya uçlarına çarpıp oyuklardan geçen serinlik, yer yer ıslık çalarcasına ilerliyor, yedi zelzele görüp istifini bozmayan dağın eteklerinden ovaya yayılıyordu. Sıralı ve sarp kayalıkların boydan boya uzandığı yamaçtan yuvarlanan taş parçaları toprağa erişmekte acele ederken hışırtıların bozduğu sessizlik de yamaç boyunca hükmünü sürdürüyordu. Dolunayın şavkı, ince ve simli tül örtülmüş gibi toprağa serili duruyordu. Gündüz güneşi görmeyen kayalık dipleri yabankekiği, çördük ve biberiye kokuyordu. Yorulmak nedir bilmeyen karıncalar reçineye bulanmış kuru yaprağı öteye taşıyor, oyukların yumuşak toprağını eşeleyen gelengi ise üç gün evvel gömdüğü meşe palamudunu sivri taşlar arasında arıyordu. Boz bir eşeğin yol gösterdiği üç katır, patikanın sonunda ağır ağır yürüyordu. Birbirine kalın iplerle bağlı katırların sağında ve solunda üç adam vardı.
Yola çıkışlarından takriben yedi saat geçmesine rağmen susuzluk ve kısmi açlık baş göstermiş, yer yer yorgunluk emareleri de belirginleşmişti. Yol boyunca görmeyi arzuladıkları dere yataklarından, suyla birlikte huzurun da aktığı akarsulardan, insanoğlunun ölmeyi düşlediği yemyeşil bahçelerden, asıllarının öte âlemde olduğuna inanılan mayhoş meyvelerle bezenmiş ağaçlardan eser yoktu. İlerledikleri kurak topraklarda siyah taşlar arasında gözüken ölü hayvan kemiklerinden başka hiçbir şey kalmamıştı geriye. Sınırları çizen dağ ve nehirlerin denetimi zor olduğundan mayınlanmış yolları bilenlerle yola çıkan köylüler bile mecbur kalmadıkça bu güzergâhtan geçmiyordu. Menzile giden en kısa yolu ondan başka bilen olmadığı kanaatiyle kendileriyle götürmek zorunda kaldıkları boz eşek, kokusuna kapıldığı yemyeşil yaprağı ağzında sağa sola çevirerek ilerliyordu.
Eşeğin, istifini bozmadan ilerleyişine alışmış olsalar da, muhtemelen son işiydi. Çuvallarda taşıdıkları erzakları teslim ettikten sonra belki köye bakan bir yol ayrımında, uğrak sapakların birinde ya da eski değirmen başında onunla da yollarını ayıracaklardı. Katırların yönünü dağ eteğine çevireli fazla olmamasına rağmen soluklanmak için bakındığı ağaç diplerini kafasında eleyen adam çapaklı, yorgun ve uykusuz gözlerini yol kenarında yetim duran dağdağan ağacına çevirerek kafasıyla işaret etti. Eşeğin yönünü çevirdikleri yere katırlar da sorgusuz sualsiz yönelince ağaç dibinde kim bilir ne vakitten beri akan suya doğru ilerlediler.
Öndeki adam herkes tarafından “Fücur” lakabıyla çağrılıyordu. Yol boyunca uğradığı yerlerde kimin dul kaldığını, kimin çerçiden dantelli çamaşırlar aldığını, kimin hangi rengi çok sevdiğini, kimin kime meylettiğini bilirdi. Konuştuğu yaşlı kadınları bile körpe halleriyle tahayyül eder, onlarla aynı döneme denk gelmediğine hayıflanarak köyleri, kasabaları gezerdi. Çoğu vakit takas ettiği çuvalların içine bakmadan dolaşırdı. Onu tanıyanlar eşlerini, kız kardeşlerini hatta analarını ona göstermekten imtina ederken kendi gibi olanlar tarafından hürmet görür, önüne envaiçeşit sofralar serilir, getirdiği hikâyeler sözün kesilmesi vebal sayılırcasına pürdikkat dinlenirdi. O meclislerden çoğu vakit mahcubiyetle uğurlanırdı. Kıçının sol yanağından yediği mermiden dolayı yüzükoyun yatmaya alıştırdığı bedeninde dolaştığı yerlerden izler biriktirmişti.
Bir keresinde sürülmüş tarlalar arasından bata çıka kaçarken yorgun mermilerden birine denk gelip üç gün boyunca düştüğü yerde kalmış, kendisini evlatlık alıp büyüten babalığı Hakkı Efendi’nin Demirkazık dediği kutupyıldızını yeryüzünde arar olmuştu. Boynunda taşıdığı muska olmasa çoktan ölürdüm dediği yerler günden güne artsa da, emanet bedenine uzunca bir müddet ölümün uğramayacağı kanaatine varmıştı. Ecelini beklemek yerine belasını köy köy arar olmuştu. Helalinden kazanacağı rızkın bereketli olmadığına inandığından hatta yer yer tatbik ettiğinden kaçakçılık illetine bulaşmıştı. Paranın itibar kısmıyla tanışmış, yanından ayırmadığı iblisle tez vakitte hemhal olmuştu. Yüzünün karalığı esmerliğinden bilinse de nursuz kalışındandı. Alnı secde görmediği gibi küfre ortak dudakları arasından ne bir dua ne bir salavat duyulmuştu; nadiren de olsa besmele işiten bile olmamıştı. Yardımları sırf hayır hasenattan sayılmasın diye bu vakte değin karşılığını almadan hiçbir şey yapmamıştı. Niyazi olabilecek yolları iblisle mümkün mertebe işaretlemiş, ucu salih kullara temas etmeyen yollarda kendince istikamet belirlemişti. Mühürlü evraklarda gazi sayılmasa da kudretinin yetmediği durumlarda eksikliğinden dem vurup hafif ya da ağır işleri her seferinde başkalarına yaptırıyordu. Bu durum o kadar sürmüştü ki neredeyse bir tümene…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap AdıGeneral Şıvasko
- Sayfa Sayısı127
- YazarAli İpek
- ISBN9789750537455
- Boyutlar, Kapak13,5 x 21 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİletişim Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Rüzgar Kanatlılar ~ Ekrem Güneş
Rüzgar Kanatlılar
Ekrem Güneş
“Başak rengi saçları kıvır kıvırdı. Işık ışıktı gök mavisi gözleri. Yavru kuş kanatlan gibiydi kıvrımlı kirpikleri. Bakışlarından hep bir gülümseme dökülür dururdu. Ele avuca...
- Benim Hiç Suçum Yok ~ Saba Altınsay
Benim Hiç Suçum Yok
Saba Altınsay
“Dünya kurulalı beri düşmanlık, öç, kin, kötülük, savaş ve kıyım, anneler çocuklarını yeterince sevmediğinden oluyordu; neden olmasın?” Aynı kadına, Behice Hanım’a, “Ne yazık ki...
- Susacak Var ~ Kahraman Tazeoğlu
Susacak Var
Kahraman Tazeoğlu
Bir aşk, bir adamın bakışlarında nasıl sizin olabilir? Siz ki, küçük bir kız çocuğusunuz, o aşkı almaya cesareti nereden bulursunuz? Diyelim ki, cesaretsizliğinizin nazıyla,...