Yirminci yüzyılda hem edebiyata hem de felsefeye büyük katkılar sağlayan, başta Cesur Yeni Dünya, Algının Kapıları ve Ada olmak üzere yazdığı elli kadar kitapla yalnızca çağını değil çağdaşlarını da derinden etkileyen, döneminin en önemli entelektüellerden İngiliz yazar Aldous Huxley, yedi kez de Nobel Edebiyat Ödülü’ne aday gösterildi. Başyapıtı Cesur Yeni Dünya’nın güncelliğini sorgulayan ve panoramasını çıkaran Cesur Yeni Dünyayı Ziyaret, Huxley’nin kaynak eserinin bir sağlaması niteliğinde.
Cesur Yeni Dünya’dan yaklaşık otuz sene sonra yayımlanan eser, romandaki kehanetlerin ne ölçüde gerçekleştiğini mercek altına alıyor. Romanı yazarkenki öngörülerinin izini süren Huxley, dünyanın, tasavvur ettiği distopyaya çok daha büyük bir hızla dönüştüğü sonucuna varıyor.
Nüfus artışından uyuşturucu kullanımına kadar pek çok konuda fikirlerini belirten Huxley, bu kitabıyla birlikte Cesur Yeni Dünya’yı yeniden ele alırken bir diğer romanı Ada için de köprüler kuruyor.
“Huxley’nin uzak bir geleceğe dair satirik öngörülerinin bu kadar kısa sürede gerçeğe dönüştüğünü keşfetmek dehşet verici.” -New York TImes
“Çağımızın belirsizliğinde bize kim olduğumuzu gösteren şeylerden biri de Huxley’nin dehasıdır.” -Margaret Atwood
ÖNSÖZ
Aklın ruhu, gerçekdışının tam da bedeni haline gelebilir. Ne kadar yalın ve akılda kalıcı olursa olsun, kısalık, eşyanın tabiatı gereği, karmaşık bir durumun bütün olgularına hakkaniyetli davranamaz. Böyle bir izleği, bir kimse ancak eleyerek ve basitleştirerek özetleyebilir. Eleme ve basitleştirme, anlamamıza yardımcı olur, ama çoğu durumda, yanlış şeyi anlamamıza; çünkü biz sadece kısaltanın dikkatle formüle ettiği nosyonları anlarız, bu nosyonların keyfi biçimde içinden çekilip çıkarıldığı, dallanıp budaklanan, engin gerçekliği değil.
Ama hayat kısadır, bilgiyse sonsuz: kimsenin her şeye zamanı yok. Pratik olarak, aşırı kısa bir sunumla sunumun yokluğu arasında seçim yapmaya zorlanırız genellikle. Kısaltım kaçınılmaz bir kötülüktür ve kısaltanın görevi doğası gereği kötü olsa da, hiç yoktan iyi olan bir şeyi en iyi biçimde yapmaktır. Basitleştirmeyi öğrenmek zorundadır, ama çarpıtacak kadar değil. Bir durumun esasları üzerine yoğunlaşmayı öğrenmek zorundadır, ama gerçekligi niteleyen yan konuları çok fazla görmezden gelmeden. Bu yolla belki hakikati bütünlükle anlatamaz (neredeyse her konuda bütünsel hakikat kısalıkla uyuşmazlık içindedir), ama düşüncenin her zaman için tedavüldeki paraları olan tehlikeli çeyrek hakikatler ve yarum hakikatlerden çok daha fazlasını anlatır.
Özgürlük konusu ve özgürlüğün düşmanları anlatmakla bitmez, benim yazdığım da, ona hakkaniyetli yaklaşmak için, kuşkusuz çok kısadır; ama ben en azından sorunun birçok cephesine değindim. Her bir cephe sunulurken biraz fazla basitleştirilmiş olabilir, ama bu art arda aşırı basitleştirmeler “aslının” enginliği ve karmaşıklığı hakkında bazı ipuçları veren (öyle umuyorum) bir resim meydana getiriyor.
Resimden atılanlar (önemsiz oldukları için değil, sırf kolaylık olsun diye ve daha önce çeşitli firsatlarda onları ele aldığım için) özgürlüğün mekanik ve askeri düşmanlarıdır uyruklarına karşı dünyayı yönetenlerin ellerini çok güçlendiren silahlarla aletler. Ve dünyanın en anlamsız intihar savaşları için dünyanın en yıkıcı maliyetleriyle yapılan hazırlıklardır. Aşağıdaki bölümler: Macar başkaldırısı ve onun bastırılmasına ilişkin, H bombalarına ilişkin, her ülkenin “savunma” diye adlandırdığı maliyetlere ilişkin, ortak mezara itaatkår adımlarla yürüyen üniformalı, beyaz, siyah, kahverengi, sarı çocukların oluşturduğu şu sonsuz sıralara ilişkin düşünce arka planıyla okunmalıdır.
1
AŞIRI NÜFUS
1931’de, Cesur Yeni Dünya yazılırken, hàlà çok zamanımız olduğuna inanıyordum. Bütünüyle organize edilmiş toplum, bilimsel kast sistemi, yöntemli şartlandırmayla özgür iradenin ilgası, kimyasal olarak tattırılan mutluluğun düzenli dozlarıyla kabul edilebilir kılınan kölelik, uykuda öğretimin gece dersleriyle kafaya zorla sokulan ortodoksluklar… bütün bunlar yaklaşıyordu, doğru, ama benim zamanımda olmayacaktı, hatta benim torunlarımın zamanında bile. Cesur Yeni Dünya’da kaydedilen olayların tam tarihini unuttum; ama F.S. (Ford’dan sonra) altıncı yedinci yüzyıllarda bir yerdeydi. I.S. yirminci yüzyılın ikinci çeyreğinde yaşayan bizler. itiraf etmeliyiz ki, ürkütücü bir evrenin sakinieriydik; ama o bunalım yıllarının kabusu, Cesur Yeni Dünya’da betimlenen geleceğin kabusundan kökten farklıydı. Bizimki yetersiz düzenin kabusuydu: onlarınki ise F.S. yedinci yüzyılda, aşırı düzenin kabusu. Bir uçtan diğerine geçme sürecinde, ben öyle düşlüyordum ki, uzun bir ara olacak ve insan ırkının daha şanslı üçte biri bu esnada her iki dünyanın -liberalizmin düzensiz dünyasıyla kusursuz verimliligin özgürlüğe ya da kişisel inisiyatife hiç yer bırakmadığı, aşırı düzenli Cesur Yeni Dünya’nın en iyisini yapacaktı.
Yirmi yedi yıl sonra, I.S. yirminci yüzyılın üçüncü çeyreğinde ve F.S. ilk yüzyılın bitiminden çok önce, şu anda, Cesur Yeni Dünya’yı yazarken taşıdığından çok daha az iyimser hisler taşıyorum. 1931’de yapılan kehanetler, gerçekleşeceklerini düşündüğüm tarihten çok daha erken gerçekleşiyorlar. Yetersiz düzen ile aşırı düzen kabusu arasındaki mutlu ara, henüz başlamadı, başlama belirtileri de göstermiyor. Batı’da, doğrudur, münferit erkek ve kadınlar hälä özgürlüğün büyük bir ölçeğini yaşıyorlar. Demokratik yönetim geleneği olan bu ülkelerde bile, bu özgürlük ve özgürlük isteği gitgide azalıyor gibi. Dünyanın geri kalanında bireyler için özgürlük çoktan yok olmuş durumda ya da açıkça yok olmak üzere. Toptan düzenleme kabusu, ki ben onu Ford’dan sonra yedinci yüzyıla yerleştirmiştim, uzak ve güvenli gelecekten çıkageldi ve bizi köşe başında bekliyor şu anda.
George Orwell’in 1984ü Stalinizmi kapsayan bir şimdi ile Nazizmin gelişmesine tanık olan bir yakın geçmişin büyütülmüş bir gelecek yansıtımıdır. Cesur Yeni Dünya, Hitler Almanya’da iktidarın en üst başamağına çıkmadan, Rus zorbası yürüyüşüne başlamadan önce yazılmıştı. 1931’de, sistemli terörizm, 1948’de dönüştüğü çağdaş saplantısal olgu değildi henüz; benim hayali dünyamın gelecekteki diktatörlüğü de Orwell’in çok başarılı bir biçimde betimlediği gelecekteki diktatörlükten çok daha az acımasızdı. 1948 bağlamında 1984 korkutucu derecede inandırıcıydı. Fakat, en nihayetinde, zorbalar ölümlüdür ve koşullar değişir. Rusya’daki son gelişmeler, bilim ve teknolojideki son gelişmeler, Orwell’in kitabını, gerçeğe olan korkunç benzerliğinin bir kısmından mahrum etti. Elbette ki, bir nükleer savaş herkesin tahminlerini altüst edecektir. Fakat, bir an için Büyük Güçler’in bir şekilde bizi yok etmekten kaçınacaklarını kabul edersek, diyebiliriz ki şu anda zarlar 1984 gibi bir şeyden zivade Cesur Yeni Dünya gibi bir şeyin lehinedir.
Genelde hayvan davranışı, özelde insan davranışı hakkında öğrendiklerimizin işığında şu açıkça belli olmuştur: İstenmeyen davranışın cezalandırılması yoluyla yapılan kontrol, uzun vadede, istenen davranışın ödülle pekiştirilmesi yoluyla yapılan kontrolden daha az etkilidir ve korku yoluyla yönetmek, çevrenin, düşüncelerin ve tek tek erkeklerin, kadınların, çocukların duygularının şiddetsiz manipülasyonu yoluyla yönetmekten, bir bütün olarak, daha az işe yaramaktadır. Ceza, istenmeyen davranışa geçici olarak bir nokta koyar, ama kurbanın onu hoş görme eğilimini kalıcı biçimde azaltmaz. Dahası, cezalandırmanın ruhsal-fiziksel yan etkileri, bireyin cezalandırıldığı davranış kadar istenilmez olabilir. Ruhsal terapi, büyük ölçüde, geçmişteki cezaların bireyi güçsüz bırakan, anti-sosyal sonuçlarıyla ilgilenir.
1984 te betimlenen toplum, neredeyse bütünüyle ceza ve ceza korkusuyla yönetilen bir toplumdur. Benim masallarımın hayali dünyasında ceza sık değildir ve genellikle yumuşaktır. Neredeyse kusursuz devlet kontrolü; istenen davranışın sistemli pekiştirimi, şiddetsiz sayılabilecek manipülasyonun, gerek fiziksel gerekse psikolojik birçok türü ve genetik standartlaştırmayla başarılır. Şişelerdeki bebekler ve merkezi üreme kontrolü belki imkânsız değildir; ama çok açık ki, biz uzun bir süre için rasgele üreyen bir doğurucu tür olarak kalacağız. Pratik amaçlar için genetik standartlaştırma hesaba katılmayabilir. Toplumlar doğumdan sonra -geçmişte olduğu gibi cezayla ve gitgide artan bir ölçüde, daha etkili ödüllendirme ve bilimsel manipülasyon yöntemleriyle kontrol edilmeye devam edecektir.
Rusya’da 1984 tarzı Stalin diktatörlüğü, zorbalığın daha güncel bir biçimine yol vermeye başladı. Sovyetler’in hiyerarşik toplumunun üst düzeylerinde istenen davranışın pekiştirilmesi, istenmeyen davranışın ceza yoluyla kontrol edilmesine ilişkin eski yöntemlerin yerini almaya başladı. Mühendisler ve biliminsanları, öğretmenler ve idareciler iyi çalışma karşılığında yüksek maaşlar alır ve öylesine alçakgönüllü şekilde vergilendirilirler ki, daha iyisini yapmaya ve daha üst düzeyde ödüllendirilmeye sürekli teşvik edilirler. Ancak ideoloji ve politika alanlarında kendileri için çizilen sınırların ötesine geçtiklerinde onları ceza bekler. Belli ölçüde mesleki özgürlük tanındığı için Rus öğretmenler, biliminsanları ve teknisyenler böyle kayda değer başarılar elde etmişlerdir. Sovyet piramidinin tabanı yakınlarında yaşayanlar, şanslı ya da özel olarak yetenekli azınlığa tanınan ayrıcalıkların hiçbirinden yararlanamaz. Maaşları azdır ve yüksek fiyatlar dolayısıyla, vergilerin orantısız büyüklükteki kısmını öderler. Canlarının istediklerini yapabilecekleri alan son derece kısıtlıdır; yöneticileri onları şiddetsiz manipülasyon veya istenen davranışın ödülle pekiştirilmesi yoluyla değil, daha çok ceza ve ceza tehdidiyle kontrol ederler. Sovyet sistemi, 1984ün öğeleri ile Cesur Yeni Dünya’daki üst kastlar arasında süregidenin kehaneti olan öğeleri birleştirir.
Bu arada neredeyse hiç denetleyemediğimiz gayrişahsi [impersonal] güçler de hepimizi Cesur Yeni Dünya tarzı kâbusa doğru itiyor görünmektedir; bu gayrişahsi itiş, bir azınlığın çıkarları uğruna, kitlelerin düşünce ve duygularını manipüle etmek için belli sayıda yeni teknik geliştiren ticari ve politik örgütlerin temsilcileri tarafından bilinçli olarak hızlandırılmaktadır. Manipülasyon teknikleri sonraki bölümlerde tartışılacaktır. Şu an için dikkatimizi dünyayı demokrasiye karşı böyle aşırı derecede güvensiz, bireysel özgürlük için böyle hoşgörüsüz yapan bu gayrişahsi güçlere hasredelim. Nedir bu güçler? Ve F.S. yedinci yüzyıla firlatıp attığım kâbus niçin bize doğru böyle hızlı yaklaşıyor? Bu soruların cevapları, en üst düzeyde uygarlaşmış toplumun başlangıcının yattığı yerden başlamalı: biyoloji düzeyinden.
İlk Noel Günü’nde gezegenimizin nüfusu iki yüz elli milyon civarındaydı modern Çin’in nüfusunun yarısından daha az. On altı yüzyıl sonra, Hacı Papazlar Plymouth Rock’a çıktıklarında, insanların sayısı beş yüz milyondan biraz fazlaydı. Bağımsızlık Bildirgesi’nin imzalandığı tarih itibarıyla dünya nüfusu yedi yüz milyon sınırını aşmıştı. 1931’de, ben Cesur Yeni Dünya’yı yazarken, iki milyarın biraz altındaydı. Bugün, sadece yirmi yedi yıl sonra,
iki milyar sekiz yüz milyonuz. Ya yarın ne kadar olacak? Penisilin, DDT ve temiz su, halk sağlığı üzerindeki etkileri maliyetleriyle karşılaştırılamayacak kadar ucuz metalardır. En yoksul yönetim bile uyruklarına hatırı sayılır ölçüde ölüm kontrolü sağlayacak kadar zengindir. Doğum kontrolü çok farklı bir konu. Ölüm kontrolü, bütün bir halka, hayırsever bir yönetimin idaresinde ücretli çalışan birkaç teknisyen tarafından sağlanabilecek bir şeydir. Doğum kontrolü ise bütün bir halkın işbirliğine bağlıdır. Doğum kontrolünün sayısız birey tarafından uygulanması gerekir ki, bu bireylerden dünyadaki onca okuma-yazma bilmez insanın sahip olduğu zeka ve irade gücünden daha fazlası istenir ve (kimyasal ya da mekanik gebelik önleme yöntemleri kullanılıyorsa) şu kadar milyon insanın çoğunun karşılayamayacağı parasal harcamalar gerekir. Üstelik, hiçbir yerde sınırsız ölümden yana herhangi bir dîní gelenek yokken, sınırsız doğumdan yana dini ve toplumsal gelenekler yaygındır. Tüm bu nedenlerden ötürü, ölüm kontrolü çok kolay başarılırken, doğum kontrolü çok zor başarılır. Dolayısıyla, ölüm oranları, son yıllarda şaşırtıcı bir anilikle düşmüştür. Ama doğum oranları ya eski, yüksek düzeylerinde kalmış ya da düşmüşse, çok az ve çok yavaş bir oranda düşmüştür. Sonuç olarak, insan sayısı, şu anda türün tarihinde hiç görülmeyen bir hızla artmaktadır.
Ayrıca, yıllık artışların kendileri de artıyor. Birleşik faizin kurallarına uygun olarak düzenli biçimde yükseliyorlar; Halk Sağlığı’nın ilkeleri teknolojik olarak geri kalmış her toplum tarafından uygulandığında da düzensiz olarak yükselmekteler. Halihazırda dünya nüfusunun yıllık artışı kırk üç milyona yaklaşıyor. Bu demek oluyor ki, her dört yılda bir insanoğlu kendi sayısına ABD’nin şimdiki nüfusu kadar ve her sekiz buçuk yılda bir Hindistan’ın şimdiki nüfusu kadar insan ekliyor. İsa’nın doğumuyla Kraliçe I. Elizabeth’in ölümü arasındaki artış hızıyla, yeryüzündeki insan nüfusunun iki katına çıkması on altı yüzyıl almıştır. Şu andaki hızla, yarım yüzyıldan daha kısa zamanda ikiye katlanacaktır. Ve sayımızın bu ina…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıCesur Yeni Dünyayı Ziyaret
- Sayfa Sayısı112
- YazarAldous Huxley
- ISBN9786053758617
- Boyutlar, Kapak13,5 x 21 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİthaki Yayınları / 2018
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Sarı Duvar Kâğıdı ~ Charlotte Perkins Gilman
Sarı Duvar Kâğıdı
Charlotte Perkins Gilman
Feminist bilinçle yazan Amerikalı ilk yazar olarak kabul edilen, Kadınlar Ülkesi’nin yazarı Charlotte Perkins Gilman, “Sarı Duvar Kağıdı”nda eşiyle birlikte, kendisinin “perili ev” diye...
- Beynimdeki Yangın ~ Susannah Cahalan
Beynimdeki Yangın
Susannah Cahalan
Dünyada nadir görülen ve tanı koymanın çok zor olduğu bir hastalıkla savaşan gazeteci Susannah Cahalan, Beynimdeki Yangında kendi öyküsünü kaleme alıyor. Delirmenin ve unutmanın...
- İnci ~ John Steinbeck
İnci
John Steinbeck
İnci bir yandan yalınlığıyla, diğer yandan ahlâki meseleleri cesurca irdelemesiyle John Steinbeck külliyatının en özgün parçalarından biri. Tıpkı ataları gibi, bir kıyı kasabasında yaşayıp...