RUS DEVRİMİ’NDEN KAÇIP ÇİN’DE AÇAN BİR VAHŞİ ORKİDENİN TARİH VE AŞK KOKAN SARSICI ÖYKÜSÜ
1928. Bolşevik Devrimi’nin ardından Rusya’dan sürülen güzel Lydia ve aristokrat annesi Valentina, Çin’de Junchow’a sığınmışlardır. Lydia Ivanova ateşli bir ruha sahiptir. Hiçbir şey, Peiho Nehri’nin kokuşmuş suları bile bu ateşi söndürememektedir.
Rus Cariye; aşk ve kaybın, sırlar ve yalanların, tehlike ve dehşetin destansı romanı.
“Nefes kesici güzellikte bir roman.”
Marie Claire
“Enfes bir kitap! Muhteşem, çok etkileyici bir aşk hikâyesi. Harika karakterlerle dolu…”
Sarah Harrison
“Bir oturuşta okudum! Sürükleyici bir roman olmakla kalmıyor, aynı zamanda 20. yüzyıl Rusyası’nın ve devrim öncesi Çin’in umut ve arzularını, çehre ve kokularını o kadar güzel yansıtıyor ki kendinizi ordaymış gibi hissediyorsunuz.”
Kate Mosse
“Mükemmel bir aşkın ve kaybın hikâyesi.”
Diana Gabaldon
1
Rusya Aralık(1917)
Tren, homurdanırcasına aniden durmuştu, Sarsılarak titreyen motorundan çıkan gri dumanlar, bembeyaz gökyüzüne doğru savruluyor, trenin arkasında yer alan yirmi dört adet yük vagonu, bu ani duru? yüzünden çığlık benzeri acı acı sesler çıkararak ve sendeleyerek zangırdıyordu. Bağıra çağıra verilen komutlar ve atların çıkardığı sesler, soğuktan buz kesmiş, bu ıssız bölgenin sessizliğinde, havada yankılanıyordu.
Valentina Friis kocasına dönerek, “Meden durduk?” diye fısıldadı.
Ağzından çıkan nefesi aralarında buzdan bir perde oluşturacak kadar soğuktu. Yinede umutsuzlukla dolup taşan zihninde hâlâ hareket kabiliyetine sahip olan tek sey nefesiymiş gibi geliyordu. Kocasının elini kavradı. Bu şefe’ bu hareketi, ısınmak gayesiyle yapmamıştı, tek amacı onun hâla orada, yanında olduğunu hissetmekti. Kocası, onu yatıştırırcasına başını salladı. Yüzü, soğuktan morarmıştı çünkü paltosunu, kollarında uyumakta olan çocuğu sıkı sıkıya sarmak için kullanmıştı.
“Bu, her şeyin sonu değil,” dedi karsına bakarak.
“Söz ver bana,” diye soludu kadın.
Adam, karısına gülümsedi ve sonra beraberce tahtaların arasındaki incecik boşluklardan dışarıyı gözetlemek için, içinde bulunduktan sığır vagonunun pürüzlü ahşap duvarına yapıştılar. Aslında etraflarındaki herkes aynısını yapıyordu. Dışarıda olup biteni gör meye çalışan bu gözler zaten daha önce de çok fazla kötü şeye tanık olmuş umutsuz gözlerdi.
“Bunların niyeti bizi öldürmek,” dedi Valentina’nin sağında duran sakallı bir adam düz bir sesle. Yoğun bir Gürcü aksanıyla konuşan bu adam, astragan şapkasını kulaklarının üzerine iyice indirmişti. “Yoksa niye böyle olmadık bir yerde duralım ki?”
“Ah, sevgili Meryem, Tanrı’nın anası, koru bizi.”
Bu, pislik içindeki yere çömelmiş, yaşlı bir kadının feryadıydı. Üst üste o kadar çok sarınıp sarmalanmıştı ki, adeta küçük şişman bir Buda’ya benziyordu. Ama aslına bakılacak olursa, o kokuşmuş paçavraların altında bir deri bir kemik kalmış bir vücuttan fazla bir şey yoktu.
“Hayır, babuşka,” diye ısrarla söylendi bir erkek sesi. Ses, buz gibi keskin rüzgârın çıtaların arasından acımasızca sızmasıyla, Sibirya havasının insanların ciğerlerine dolduğu vagonun arka tarafından gelmişti. “Hayır, bizi durduran General Komilov’dur. O, Tanrı’nın bile unuttuğu bu sığır treninde açlığa mahkûm edildiğimizi biliyor. Bizim ölmemize izin vermeyecektir. O mükemmel bir komutandır.”
Zayıflıktan kurumuş yüzler arasında, adamın sözlerini onaylayan mırıldanmalar yayılmaya başlamış, cansız gözlerde küçük de olsa bir umut ışığı parıldamıştı. Hatta cansız bir şekilde bir köşeye kıvrılmış duran, san saçları pislik içinde bir çocuk, ayaklarının üzerinde zıplayarak, büyük bir rahatlamayla ağlamaya başlamıştı. O kadar güçsüz kalmışlardı ki, çok uzun zamandan beri, ağlamaya bile halleri olmamıştı.
“Ulu Tanrım! Umarım haklısındır,” dedi gözleri zayıflıktan çukurlarına kaçmış bir adam. Kolunun omzuna bağlandığı yerde iyice lekelenmiş bir bandaj vardı. Ağrıdan olsa gerek, gece boyunca uykusunda inleyip durmuş, ancak gün doğarken sakinleşip sessizleşmişti. “Savaştayız,” dedi ters bir sesle. “General Lavr Komilov bile her an her yerde olamaz.”
“Ama size burada diyorum. Hepiniz göreceksiniz”
Valentina, “Bu adam doğru mu söylüyor, Jens?” diye sorarak başını kocasının göğsüne yasladı.
Valentina, sadece yirmi dört yasında, küçük ve kırılgan bir kadındı, ama bir erkeğe içini kemiren açlığı ve kollarındaki çocuğun ağırlığını bir tek bakışıyla kısa bir an için bile olsa unutturacak kadar duyarlı gözlere sahipti. Jens Friis, karısından on yaş büyüktü ve her yerde kol gezen Bolşevik askerleri onun güzel yüzünü fark ederler diye, karısının güvenliği konusunda son derece endişe duyuyordu Başını eğerek, kadının alnına bir öpücük kondurdu.
“Yakında anlarız,” dedi.
Tıraşsız yanağını kaplayan kızıl sakallar, Valentina nın çatlamış dudaklarım hafifçe örselemişti, ama yine de kocasının tenini ve ne zamandır yıkanmamış bedeninin kokusunu hissetmek ona iyi gelmişti. Tüm bunlar ona ölüp de cehenneme gitmediğini hatırlatıyordu; çünkü ona öğretildiği kadarıyla cehennem de aynı burası gibi bir yerdi. Binlerce millik karlı ve buzlu yollar boyunca devam eden bu kâbus gibi yolculuğun sonsuza dek devam edebileceğini düşünüyor ve bunun anne babasına karşı geldiği için basma gelen zalim bir lanet olduğu düşüncesi onu uykusundayken de, uyanıkken de rahat bırakmıyordu.
Aniden vagonun sürgülü büyük kapısı zorlanarak açıldı ve öfkeli bağırışlar duyuldu. “Vstr vagona, Mstro.” Vagonlardan çıkmaları emrediliyordu.
Valenhna’nın gözleri bir anda vagondan içeriye dolan ışığın etkisiyle kamaşarak etrafı göremez oldu. İçerisi bir anda öylesine aydınlık olmuştu ki, uzun süre vagonun içinde alacakaranlıkta kaldıktan sonra, gökyüzünden gelen yoğun ışık, karlara çarpıp vagonun İçine yansıyarak, onun görüşünü tamamen alıp götürmüştü. Güçlükle gözlerini kırpıştırarak etrafında olup bitene odaklanmaya çalıştı. Ne yazık ki sonunda görmeyi başardığı şeyler kanını dondurmuştu.
Bir dizi mavzer görüyordu. Hepsi de perişan haldeki yolcuların üzerine doğrultulmuştu. İnsanlar endişe içindeki gruplar halinde birbirlerine sokulmuş, itiş kakış trenden inmeye çalışırken, soğuktan ve duydukları korkudan korunmaya çalışırcasına paltolarına sıkı sıkıya sarınmışlardı. Jens, yaşlı kadının vagondan inmesine yardım etmek için ileri doğru uzandı; ancak daha kadının elini bile tutamadan, arkadan birisinin itekleyerek dışarı atmasıyla, kadın yüzüstü karların üzerine düşüverdi. Ne ağlıyor ne de en ufak bir ses çıkarıyordu. Hemen sonra vagonun kapısını açan asker tarafından hızla çekilip yerden kaldırılarak ayaklarının üzerine dikildi ve yine aynı asker tarafından köpeğe kemik sallarcasına dikkatsiz bir biçimde silkelendi.
Valentina ve kocası bir an göz göze gelip birbirlerine baktılar. Sonra tek kelime bile konuşmaksızın, çocuklarını Jens’in omzundan aşağı kaydırarak, aralarına aldılar ve birlikte öne doğru ilerlerken, onu uzun paltolarının arasına sakladılar.
“Anne?” Çocuğun sesi, fısıltı halinde çıkıyordu. Sadece beş yaşında olmasına rağmen, her şeyin sakince halledilebilmesi için sessiz olması gerektiğini öğrenmişti.
Valentina, “Sessiz ol, Lydia,” diye mırıldanırken, başını kızına doğru eğip ona bir göz atmaktan kendisini alamadı. Tüm gördüğü, çocuğun kemik gibi bembeyaz olmuş, kalp şeklindeki yüzünde, korkuyla kocaman açılmış bir çift ela göz ve kara batmış çizmeli küçük ayaklardı. Kocasına biraz daha yanaştı. Böylece kızın yüzü artık görünmez olmuştu. Çocuğun hâlâ orada olduğunu anlatan tek şey, annesinin elini sıkıca tutan küçücük eliydi. Vagondayken konuşan Gürcistanlı adam haklıydı. Burası gerçekten de dağ başıydı. Sadece kar, buz ve ara sıra esen rüzgâra karşı korunmasız kalmış kapkara, parıldayan kayalarla örtülü, Tanrı’nın bile unuttuğu bir dağ başı… Uzak bir mesafede iskelete dönmüş dallarıyla duran bir ağaç …
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıRus Cariye
- Sayfa Sayısı760
- YazarKate Furnivall
- ISBN6054263745
- Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviPegasus / 2010
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Hayvan Mezarlığı ~ Stephen King
Hayvan Mezarlığı
Stephen King
“Kutsal Mezarlığa gömülen ölüler, kısa sürede yeniden hayata dönerler.” -Bir Kızılderili İnancı- Dr. Louis Creed ve ailesi eski kızılderili mezarlığındaki ruhların gazabına uğramışlardı… Bunun...
- İlk Adam ~ Albert Camus
İlk Adam
Albert Camus
Yazgının güldürmediği kişiler, içlerinde bir yerlerde, kendilerini sorumlu tutmaktan geri duramaz. En iyi eseri olmasını istediği ve ölmeden önce üzerinde çalışmaya devam ettiği bu romanda Camus...
- Aşka Adanmış Bir Gün ~ Pamela Clare
Aşka Adanmış Bir Gün
Pamela Clare
Tutku bir kez alev aldı mı onu söndürmek ya da varlığını inkar etmek zordur. Connor MacKinnon, komutanı Lord William Wentworth’ten öyle nefret etmektedir ki...