Catherine MacPherson’ın beklediği son şey, kaba bir ödül avcısının gözetiminde, kız kardeşinin minicik kıyafetlerinden oluşan bir bavulla, Greyhound otobüs şirketine ait bir otobüste yolculuk ediyor olmaktı! Saygıdeğer bir öğretmen olarak, daha iki saat önce, güzelim evinde otururken bu maço tavırlı, devasa adam, kapıyı kırarak içeri dalmış; onu, Miami’de şov kızı olarak çalışan ikiz kardeşi sanarak yakalamıştı. Adam ne kadar seksi olursa olsun, Catherine dehşet içindeydi!
İkizmiş, hah! Sam McKade bunu yutacak son adamdı. Uzun bacaklı ve muhteşem vücutlu Kızıl’ı sonunda istediği yere götürüyordu ve ne numaralar çevirirse çevirsin, onu bırakmaya niyeti yoktu.
Tek problem, düşündüğünden çok daha akıllı – ve tatlı – çıkmasıydı. Sam de, kadının ummadığı kadar sevecen bir adamdı. Üstelik öpüşmeleri o kadar ateşliydi ki, her an alev alabilirlerdi.
“Arsız, ukala ve yakıcı şekilde seksi.”
Janet Evanovich
Giriş
SAM MCKADE, HAVAALANININ yolcu salonundan, uçağa biniş kapışma doğru koşturmuş ama ancak, 437 numaralı uçağın yerinden ayrılışına yetişebilmiş, savrularak olduğu yerde kalmıştı.
“O… çocuğu!” diye bağırırken, bir yandan da, elini yumruk yapmış, asabi bir şekilde havaya savuruyordu. Olduğu yerde döndü, parmaklarını saçlarında gezdirerek, kısık gözlerle uzaklara bakmaya başladı. Ondan çekinerek uzak duran veya dikkatli bir şekilde yanından geçmeye çalışan insanları görmezden geliyordu.
Bir şeylere vurmalıydı. Kahretsin, bir şeylere vurmak istiyordu! Altın bir fırsat ayağına kadar gelmiş… ama o daha (ulamadan elinden kapılmıştı.
Sakinleşmeye çalışarak, olaya bir de iyi tarafından bakmaya çalıştı. Havaalanında, şans eseri Kaylec MacPherson’la karşılaşmak tamamen sürpriz olmuştu. Sam, almak istediği balıkçı barınağını finanse eden Kuzey Carolina’lı bankerlerle yaptığı toplantıdan dönüyordu. Ve de havaalanında görmeyi umduğu son kişi, kefaletle serbest kalmış biriydi. Ama onu görmüştü. Genç kadın öldürücü yürüyüşüyle, valizini yuvarlak baldırına çarptırarak yolcu salonuna doğru ilerlerken, Sam onu şaşkınlıkla seyretmişti.
Gözlerine inanamayarak, bir an için tepki verememiş ama onu hatırlamıştı. Hafta içinde, onu kiralayan adamın ofisine bir çek almaya gittiğinde, kefil müdürü Kaylee’ye kefalet duruşması hakkında bilgi veriyordu. Miami’de aynı saç rengine ve muhteşem vücuda sahip olabilecek iki kadın bulunmadığına adı gibi emindi. Ve şimdi de, genç kadın bulunduğu yeri terk ederek kefaletin şartlarına karşı gelmişti.
Adamım, kesinlikle Tanrı var, diye geçirdi içinden Sam, Kefaletinin üzerindeki prim, onun barınak için ihtiyacı olan parayı sağlayabilirdi. Sonra da, elveda pis insanlar, nemli ve kumlu sokak/ar. merhaba serin ve paslı, sabahların huzuru diyebilecekti.
Hazırda bekleyen işi küçümserse olacağı buydu. MacPherson’u bu kadar kolay yakalayacağını rüyasında görse inanmazdı.
Ne kadar da kalın kafalı bir kadınmış, diye düşündü. Ne saçının rengini, ne de görünüşünü değiştirmeye çalışmıştı. Onun yuvarlak ve biçimli kalçalarına bakan bir erkeğin, kulaklarında şehvetin davul seslerini duymaması mümkün değildi. Pırıl pırıl parlayan kızıl saçlarıysa ayrı bir konuydu. Sanki tepesinde, yolu göstermek için yanıp sönen ok işaretleri vardı ve kafasını çevirip ona bakan erkeklere yol gösteriyordu.
Kaylee’ye takılıp o kadar oyalanacağını tahmin etmemişti ama bunun için yalnızca kendini suçlayabilirdi. Şimdi Scattle’a bir bilet alıp, sonrasında ölüm soğukluğunda olacak olan bir yol seçmesi gerekiyordu. Tanrım, hemen bir sigara içmesi gerekiyordu. Sigarayı bırakmak için ne kötü bir zaman seçmişti.
Nereye gittiğini bildirmek, kaçağın taahhüt ettiği kefaletin kendisine ulaşması için ayarlamalar yapmak ve MacPherson’la ilgili bulabildiği bütün bilgileri almak için ofisi aradı. Sonra bilet satılan yere gitti. Bir iyi, bir de kötü haber vardı. İyi haber, MacPherson’dan hemen hemen bir saat sonra, onu Scarlte’a götürecek bir bilet bulmasıydı. Kötü haber ise, bu biletin bütçesin, fena halde sarsacak olmasıydı. Ama yapacak bir şey yoktu.
Miami’ye dönerken uygun bir bilet bulup, durumu dengelemeye çalışacaktı. Bu düşünceler, Sam’in yumuşak ve keyifli bir kahkaha atmasına sebep oldu. Peşinde olduğu kadını düşünüp. şevke gelmeliydi.
1
KAPI ÇALDIĞINDA, Catherine MacPherson’un ilk tepkisi, duymamdan gelmekti. Kendini şu ara fazla sosyal hissetmiyordu.
Bu arada, kendine acıma, hiç de çekici olmayan, suçluluk hissettiren özelliklerinden biriydi. Ama bugün için kendine, şanssızlıklarının içinde yuvarlanma izni vermişti. Bu sırada kapı tekrar çaldı. Birisi ısrarla zile basıyordu. Ve sonunda, onca yıllık iç disiplin üstün geldi ve geleni karşılamak için kalktı.
Kapının önündeki merdivenlerde görmeyi beklediği son kişi, ikiz kardeşi Kaylee idi. “Kaylee,” dedi boş boş. Bir an için kapıda dikilip, şaşkınlıkla kardeşine baktı.
“Sürpriz!” diye bağırdı Kaylee, on beş yaşındayken çıkarmayı başardığı boğuk kontralto sesiyle. Çantasının sapı omzundan kaydı, valizi kapının pervazında sekli. Göğüsleri sarsılarak, içeri doğru adım attı. Valizini ve çantasını yere bıraktıktan sonra kendini Catherine’in kollarına atarak, onu sulu sulu öpüp kucakladı.
Catherine, kendisine sarılan kız kardeşine otomatik olarak cevap verse de, içindeki, “Al bakalım. River City’de bela kokusu alıyorum.” diye fısıldayan sesi susturamıyordu. Kaylee’nin omzunu pışpışladıktan sonra kendini kucaklaşmadan sıyırdı ve geri adım atlı.
Kaylee gözlerini girişte gezdirdikten sonra, oturma odasına bir bakış attı, sonra da tek kaşını muzipçe kaldırarak Catherine’e döndü. “Görüyorum ki Bayan Titiz yine is başında,” diye yorum yaptı neşeyle. “Her şeyin bir yeri var ve her şey her an düzenli.”
Catherine yarasının deşilmesine karsın dimdik bir tavırla, “Aslında şu anda normalden daha düzenli. Dün akşam Avrupa’ya seyahate gidecektim ama havaalanına gittiğimde, para yatırdığım şirketin iflas ettiğini ve benim paramı da beraberinde götürdüğünü öğrendim,” dedi.
“Olamaz,” dedi Kaylee anlayışla.
“O gezi için çok para biriktirmiştim, Kaylee.” Bir an için Catherine’in çenesi titredi. Sonra arka dişlerini gıcırdatarak, kendini topladı.
“Evet, kötü şans,” dedi Kaylee. Sonra omzunu silkerek, neşeyle ekledi, “ama sen her zamanki gibi halledersin, kardeşim.” Girişteki masada duran zarif heykeli eline aldı, bîr süre öylesine inceledikten sonra, kardeşine döndü. “İşin aslı Catherine,” dedi, heykeli dikkatle yerine koyarken “çok büyük bir belanın içindeyim,”
Aman ne büyük bir sürpriz, diye düşündü Catherine; gerçi bu alaycılık onun karakterine uymuyordu ama düşününce pişman olacağı bir şey de bulamıyordu. Kardeşiyle yakın olmak varken, mümkün olduğunca u/ak yaşaması bir rastlantı değildi sonuçta.
Catherine hatırlayabildiği kadarıyla, aile problemleriyle uğraşmak hep ona düşendi.Sorumluluğun her seferinde onun üzerine nasıl geliyordu lam hatırlamıyordu ama kısaca özetlemek gerekirse, olay tek bir gerçeğe dayanıyordu. Bir şeyin basanlı olabilmesi için birilerinin istekli olması gerekiyordu ve de bunun için ailede hiç kimse gönüllü olmuyordu. Babası, her zaman için kolay yoldan zengin olma planlarıyla, herkesi, hatta şeytanı bile geride bırakırken, annesi de, tutucu kilise grubunun içine dalıp, kulaklarını her şeye tıkayarak, arada bir kızlarına günahkar vücutlarım sergilemenin ne kadar kötü olduğunu hatırlatmak için onaya çıkardı. Doğanın uyarılan sık sık işlense de, günlük problemler görmezden gelinirdi. Gerekli faturaların ödenmesi ve sofraya konacak yemekler tamamen Catherine’e bırakılmıştı. Ayrıca, ikiz kardeşi Kaylee’nin girdiği belalardan kurtarılması da, Camerine’in vazifelerinden biriydi.
Catherirıe genç kızlık ve yetişkinlik dönemlerinde birçok şey için dua etse de, en çok annesinin, günahkar vücutlarla ilgili söylemlerinden vazgeçmesini dilerdi. Bu sadece, kendi vücudunun farkına varmasına ve Calherine’in kendisininkini yasaların elverdiği maksimum düzeyde teşhir etmesine yol açmıştı. Görünüşe göre kardeşinin hayat felsefesi şöyleydi: Hayır derlerse yap. Yaparken kendini iyi hissediyorsan, sonuna kadar gil.
Bunları düşünmek bile Catherine’i yoruyordu. Kız kardeşi, bir ışc girişmeden önce sonunu hiç düşünmediği için, Kaylee’nin arkasını toplamak onun bütün enerjisini emiyordu. Catherine’in, kardeşinin yarattığı baş döndürücü ve yanıp sönen ışık hızındaki olayları şöyle bir gözden geçirmesi için gözlerini kapatmasına bile gerek yoktu.
Catherine’in sabrı eskisi gibi olmasa da, Pavlov’un köpekleri gibi, kendisine gönderilen uyarıya karşı, ister islemez aynı şekilde tepki veriyor, kendisine sunulan bir ikilemi çözmek için hemen harekele geçiyordu. Eskiden hissettiği sevgi, kızgınlık ve endişe karışımı hislerini hatırlayarak, içini çekti ve kız kardeşinin valizini aldı. “Haydi, mutfağa gel,” dedi yorgun bir tavırla, “ve her şeyi anlat.”
Birkaç dakika sonra, “Ne duydum dedin?” diye sordu inanamayarak. Olduğu yerde dönüp, kardeşine baktı.
“Bir cinayet planını.”
“Aman Tanrım, Kaylee. Demek doğru duymuşum.” Catherine çayı ocağa koymak için döndü. Şok parmaklarını hantallaştırmış, çaydanlığı beceriksizce ocağa koymaya çalışırken, yüksek bir ses çıkmıştı. Masaya taşıdığı fincanlar, tabaklarının içinde fıkırdıyor…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıSadece Seninim
- Sayfa Sayısı294
- YazarSusan Andersen
- ISBN9786055418852
- Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviKoridor Yayıncılık / 2010
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Castellio Calvin’e Karşı ~ Stefan Zweig
Castellio Calvin’e Karşı
Stefan Zweig
Stefan Zweig, yüzyıllarca “unutulmuş bir adam” olarak kalan Castellio’nun şahsında hoşgörüye karşı hoşgörüsüzlük, özgürlüğe karşı vesayet, hümanizme karşı bağnazlık, bireyciliğe karşı mekanikleşme, vicdana karşı...
- Babamın Yeri ~ Annie Ernaux
Babamın Yeri
Annie Ernaux
Ernaux’nun babası, kızı öğretmenlik sınavlarını verdikten iki ay sonra ölür. Yazar bu ölümün ardından, yetersiz eğitim görmüş, çocukluğundan beri değeri ancak kas gücüyle ölçülmüş...
- Ay’a Kulak Ver ~ Michael Morpurgo
Ay’a Kulak Ver
Michael Morpurgo
“Ay, gökyüzündeki yıldızların arasında süzülüyor; ara sıra bulutların arasında kaybolsa da, sanki bir koruyucu melek gibi bizi takip ediyordu. Ay’a mırıldanıyordum; söz verdiğim gibi,...