Astral seyahatçi Maureen, yalan detektörü Irene, kahin Buddy, telekinetik becerileriyle Frankie ve onlara liderlik eden usta dolandırıcı Teddy… Muhteşem Telemachus Ailesi 1970’lerin ortalarında, sihirbazlık ve zihin okuma gösterileriyle ülke çapında üne kavuşmuşlardı. Ancak bir gece, televizyonda, hem de canlı yayında, sihir onları terk edince tüm aile utançlarıyla birlikte Şikago’ya çekilip görünmez olmayı seçti.
Artık hiç kimsenin hatırlamadığı bu aileyle yirmi yıl sonra yeniden karşılaşıyoruz. Televizyondaki rezaletten çok sonra doğan torun Matty, kendi güçlerini keşfettikçe, bitkin, bitik –ve bu halde bile kapıya Gizli Servis’i getirmeyi becermiş– ailesinin hâlâ ve gerçek manada muhteşem olduğunu fark ediyor. Kaşık Bükenler, her bir ferdi özel biri olma potansiyeliyle lanetlenmiş, süper arızalı ve aynı zamanda gayet normal bir ailenin üç kuşaklık tuhaf ve efsanevi hikâyesi.
“Pervasız.” Guardian
“Hınzır mizahı, unutulmaz karakterleri ve dozunda doğaüstü büyüsüyle Kaşık Bükenler dörtnala gidiyor… Gregory’nin karakterleri sadece yetenekleriyle değil, son derece tanıdık insanilikleriyle de sihirli.” Pittsburgh Post-Gazette
“Usta işi… Gregory, aile ilişkilerindeki olağan gizemler ile Şikago mafyasının ve karanlık devlet örgütlerinin gaddar melodramasını zarafetle birleştiriyor.” Kirkus Reviews
*
1995
HAZİRAN
1
Matty
Matty Telemachus bedeninden ilk kez 1995 yazında, on dört yaşındayken ayrıldı. Ya da bedeni, bilincini bir şehvet ve utanç gayzeriyle fırlatıp atarak def etti, demek daha doğru olur belki.
Olayın hemen öncesinde Matty, bir dolabın içinde diz çökmüştü; terli eli alçı panel duvarda, sağ gözü priz takılmak üzere açılmış bir delikteydi. Duvarın diğer tarafında kuzeni Mary Alice ile beyaza yakın sarı saçlı tombul arkadaşı vardı. Janice? Janelle? Janelle’di galiba. Kızlar –her ikisi de Matty’den iki yaş büyüktü; lise üçe gidiyorlardı, genç kadınlardı artık– yatakta yan yana, dirseklerine yaslanarak uzanmışlardı. Yüzleri Matty’ye dönüktü. Janelle pullu bir tişört giymişti. Bir yıl kadar önce kendisine sadece Malice* dendiğinde yanıt vereceğini açıklayan Mary Alice’in üzerinde ise bir omzunu açıkta bırakan büyük beden, kırmızı bir gömlek vardı. Matty’nin gözü gömleğin açık yakasından harika cildin aşağılarına, aşağılarına, gölgelere kadar inmişti. Kızın siyah sutyen giydiğine emindi.
Kızlar lades kemiği gibi ayırdıkları kulaklıkları paylaşarak Mary Alice’in CD çalarından müzik dinleyerek okul yıllığına bakıyorlardı. Matty çalan müziği duyamıyordu ama duyabilse bile muhtemelen bildiği bir grup olmayacaktı. Kendine Malice diyen biri, popüler bir şeye katlanamazdı. Bir keresinde Matty’yi Hootie & the Blowfish mırıldanırken duymuş, yüzünde beliren küçümseme ifadesi Matty’nin boğazının düğümlenmesine neden olmuştu.
Mary Alice’in Matty’den hoşlanmama nedeni daha çok prensiplere dayanıyor gibiydi ama Matty’nin elinde bir zamanlar hoşlandığına dair bir kanıt vardı: Noel’de çekilmiş bir polaroid. Fotoğrafta, kahverengi kolları Matty’nin küçük beyaz bedenine sarılı, yüzünde güller açan dört yaşında bir Mary Alice vardı. Matty, altı ay kadar önce annesiyle birlikte Şikago’ya, büyükbabası Teddy’nin evine taşındığından beri Mary Alice’i yaklaşık iki haftada bir görüyordu fakat Mary Alice onunla neredeyse hiç konuşmamıştı. Matty de kendince aynı soğuklukla karşılık vermeye çalışıyor ve Mary Alice yokmuş gibi davranıyordu. Derken Mary Alice yanından geçiveriyor, burnuna çarpan çiklet ve sigara kokusu beyninin rasyonel kısmını yoldan çıkarıp dosdoğru bir ağaca toslatıyordu.
Çaresizlikten kendine üç emir belirlemişti Matty:
- Kuzeninle aynı odadaysan gömleğinden içeri bakmaya çalışmayacaksın. Sapıklık bu.
- Kuzeninle ilgili şehvetli düşüncelere kapılmayacaksın.
- Kuzeninle ilgili şehvetli düşüncelere kapıldığında elin hiçbir şartta şeyine gitmeyecek.
Bu akşam ilk ikisi yanıp küle dönmüştü ve üçüncüsü yoldaydı. Büyükler (Buddy Dayı dışında; o artık evden pek çıkmıyordu) akşam yemeğine, şehre, annesinin iş görüşmesi eteğini giymesine bakılırsa şık bir yere gitmişlerdi. Frankie Dayı polo yaka tişörtünün üzerine geçirdiği ceketiyle emlakçılara benziyordu; karısı Loretta Yenge ise lavanta rengi döpiyesine zar zor sığmıştı. Teddy elbette takım elbisesini giymiş ve Şapkasını takmıştı (“Şapka” Matty’nin gözünde büyük harfle başlaması gereken bir varlıktı). Fakat bu üniforma bile bu akşam için birkaç ekleme görmüştü: altın kol düğmelerini, göğüs cebinden baş gösteren bir mendil ve pırlantalı saatlerinin en göz alıcısı. Yemeğin geç saatlere kadar sürmesini planladıklarından, Frankie’nin çocukları bu akşam büyükbabalarının evinde yatıya kalıyorlardı. Frankie Dayı çocuklar için Goji Go! tozundan bir sürahi meyve suyu hazırlamış, ufak çaplı bir seremoniyle sürahinin yanına yirmi dolar koymuş ve kızlarına seslenmişti. Mary Alice’e, “Paranın üstünü istiyorum,” demiş ve ardından ikizleri “Ve siz, sakın evi yakmayın, tamam mı?” diye uyarmıştı. Yedi yaşındaki Polly ile Cassie, babalarını duymamış gibiydiler.
Teknik olarak çocuklar Buddy Dayı’nın gözetimindeydiler fakat kuzenlerin hepsi o gece kendi başlarına kaldıklarının farkındaydı. Buddy kendi dünyasında, anca zor bela ayrılabildiği, yüksek yerçekimli bir gezegende yaşardı. Projeleri üzerinde çalışır, pembe renkli pastel boyayla buzdolabının üzerindeki takvimde günlerin üstünü çizer ve mümkün olduğunca az insanla konuşurdu. Pizzacı geldiğinde kapıya bile bakmamıştı; yirmiliği alıp kapıyı açan ve iki dolar para üstünü masanın ortasına dikkatle yerleştiren, Matty’ydi.
Matty, dikkatle zamanladığı hamleleriyle her şeye maydanoz Janelle’i ve ikizleri alt edip Mary Alice’in yanındaki sandalyeyi kapmayı başarmıştı. Yemek boyunca resmen heyecandan ölecekti; kuzeninin eli ile kendi eli arasındaki boşluğun her santiminin farkındaydı.
Buddy, bir dilim pizza alıp bodruma inerek ortadan kaybolmuştu; saatlerdir ona dair tek duydukları, şerit testeresinin tiz sesiydi. Hiç evlenmeyen ve hayatı boyunca Teddy’nin evinde yaşayan Buddy, sürekli kendine yeni projeler çıkarıp durur –yıkar, söker, birleştirir, sağlamlaştırır– ama asla başladığı işi bitirmezdi.
Matty’nin saklandığı, yarısı bitmiş oda gibi. Yakın zamana kadar burası ve yandaki oda tek bir çatı katıydı. Buddy eski yalıtımı sökmüş, dolaplar yerleştirmiş, elektrik sistemi döşemiş, her iki odaya yataklar koymuş ve öylece bırakmıştı. Çatı katının bu yarısı teknik olarak Matty’nin odasıydı ama dolabın büyük kısmı eski püskü kıyafetlerle doluydu. Görünüşe göre Buddy kıyafetleri ve kıyafetlerin arkasındaki, elektrik prizi takmak üzere açtığı delikleri unutmuştu.
…
Ama Matty unutmamıştı.
Janelle, yıllıkta bir sayfa çevirdi ve güldü. “Uu! Sevgilin!” dedi.
“Kes,” dedi Mary Alice. Koyu renk saçlarının gözlerinin üzerine düşüşü Matty’nin nefesini kesiyordu.
“O koca şeyi ağzında istiyorsun, değil mi?” dedi Janelle.
Matty’nin bacaklarına kramp girmeye başlamıştı ama kımıldayacak değildi.
“Kes artık,” dedi Mary Alice. Arkadaşına omuz attı. Janelle gülerek Mary Alice’in üstüne yuvarlandı ve tekrar doğrulduklarında gömlek kuzeninin omzundan iyice sıyrılmış, siyah bir sutyen askısı ortaya çıkmıştı.
Hayır: Koyu mor bir sutyen askısı.
3 numaralı emir –kuzeninle ilgili şehvetli düşüncelere kapıldığında elin hiçbir şartta şeyine gitmeyecek– yanıp kül olmaya başladı.
Alevlerle dolu yirmi saniye sonraysa Matty’nin sırtı, yüksek gerilim hattına kapılmışçasına gerildi. Bir okyanus kükreyişi doldu kulaklarına.
Birden havalandı; eğimli tavanın kirişleri, yüzünden birkaç santim uzaklıktaydı. Bağırdı ama sesi çıkmadı. Tavandan kendini aşağı doğru itmeye çalıştı fakat kollarının da olmadığını fark etti.
Hatta bedeni de yoktu.
Bir an sonrasında görüşü fırıldak gibi dönmeye başladı. Hareket, kontrolünde değildi; bir kamera, kendi kendine geziniyordu. Zemin girdi görüş alanına. Bedeni dolaptan devrilmiş, ahşap zemine sere serpe uzanmıştı.
Böyle mi görünüyordu yani? Bu tombul göbek, bu sivilceli çene…
Bedeninin gözleri kırpışarak açıldı. Baş döndürücü bir an için Matty hem gözleyen hem gözlenen oldu. Bedeninin ağzı hayretle açıldı ve sonra…
Sanki onu havada tutan ipler aniden koptu. Matty yere çakıldı. Bedeni, feci utanç vericiliğini fark edecek zamanı bulduğu kız işi, tiz bir çığlık attı. Bilinç ile vücut, çarpışarak birleşti.
Bedeninin içinde zıplayan bir top gibi oradan oraya sekti.
Yankılar geçtiğinde kendini, artık olması gereken uzaklıktaki tavana bakarken buldu.
Yan odadan ayak sesleri geldi. Kızlar! Onu duymuşlardı!
Matty ayağa fırladı, yaralı bir asker gibi eliyle kasıklarını kapattı. “Matty?” diye seslendi Malice. Kapı açılmaya başlamıştı bile.
“Yok bir şey! İyiyim!” diye bağırdı Matty. Kendini dolabın içine attı.
Bir yerlerden sarışının gülme sesi geldi. Mary Alice, elleri belinde dolap kapaklarının önünde belirdi. “Ne yapıyorsun burada?” diye sordu.
Matty tepesine dikilen Mary Alice’e baktı. Bedeninin alt yarısı kadın kıyafetleriyle kaplıydı. En üstteki turuncu çizgili elbise, fazlasıyla yetmişlerden kalma görünüyordu.
“Takılıp düştüm,” dedi Matty.
“Peki…”
Matty doğrulmaya çalışmadı.
“Bir şey mi var?” diye sordu Mary Alice. Matty’nin yüz ifadesinde bir şey görmüştü.
“Yok,” dedi Matty. Kötü bir düşünce gelmişti aklına: Bunlar, Büyükanne Mo’nun kıyafetleri. Ölmüş büyükannemin kıyafetlerini kirlettim.
Dirseğine abanarak doğruldu. Yirmi yıllık kıyafetlerden harika yatak örtüsü çıkacağını keşfetmişçesine rahat görünmeye çalışıyordu.
Tam bir şey söylemek üzereyken Mary Alice’in bakışları Matty’nin hemen omzunun arkasındaki duvara takıldı. Gözleri kısıldı. Matty kızın priz takılmamış deliğe bakıp bakmadığını anlamak için dönüp bakma arzusunu zor bela bastırabildi.
“Oldu o zaman,” dedi Mary Alice. Dolaptan uzaklaştı.
“Tamam,” dedi Matty. “Sağ ol. İyiyim ben.” Kızlar odadan çıktılar. Matty hemen dönüp duvardaki deliği turuncu elbiseyle kapadı. Yere saçılan diğer giysileri yerlerine asmaya girişti: tavşan kürkünden kısa bir ceket, diz boyu birkaç etek ve pötikareli bir yağmurluk… Sona kalan bir elbise, saydam bir plastik kuru temizleme poşetindeydi. Uzun, pırıl pırıl, gümüş rengiydi ve görür görmez aklında bir yerde çanlar hareketlendi.
A, diye düşündü. Doğru ya. Büyükanne Mo’nun videoda giydiği elbiseydi bu. O videoda.
*
Frankie Dayı videoyu Matty’ye dört yıl önce, Şükran Günü’nde izletmişti. Kafası iyiydi; karısı Loretta karides kokteyllerinin folyolarını açar açmaz kırmızı şaraba saldırmış ve çok geçmeden kelimelerin üzerine basa basa, ısrarlı bir tonda konuşmaya başlamıştı. Harikulade Archibald diye bir adam hakkında atıp tutuyordu; adam, her şeyi mahvetmişti.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıKaşık Bükenler
- Sayfa Sayısı488
- YazarDaryl Gregory
- ISBN9786051981345
- Boyutlar, Kapak13,5x20,5 , Karton Kapak
- YayıneviDomingo Yayınevi / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Dikenler Şehri ~ C.N. Crawford
Dikenler Şehri
C.N. Crawford
Bir zindanda kendi kendime doğum günü şarkısı söyleyeceğim hiç aklıma gelmezdi. Ama akıl almaz derecede seksi bir iblis içki içmeye gittiğim barı basınca tam...
- Antikacı ~ Gustavo Faverón Patriau
Antikacı
Gustavo Faverón Patriau
“Hepimiz hilkat garibeleriyiz, öyle ya da böyle.” Ünlü bir dilbilimci olan Gustavo, nişanlısını öldürdüğü için psikiyatri kliniğinde yatan eski dostu Daniel’in gerçeği itiraf etmek...
- Çöl ~ J.M.G. Le Clézio
Çöl
J.M.G. Le Clézio
Zamanın dışında, insanların tarihinin dışında kalmış bir ülkeydi burası, belki de dünya kurulduğunda diğer ülkelerden ayrı düşmüş, hiçbir şeyin doğup ölemediği bir ülke. Yıl...