Kurtlar çocuklar gibidir.
Dünyaya uslu durmaya gelmezler.
Feo’nun sıra dışı bir hayatı vardı. O ve annesi, kurt vahşileştiriyorlardı.
Kurt vahşileştiricileri, hayvan terbiyecilerinin tersidir. Evcilleştirilmiş kurtlara yeniden vahşi olmayı, avlanmayı, dövüşmeyi, ulumayı öğretirler. Ve insanlara güvenmemeyi.
Kurtlardan ve kurtları sevenlerden nefret eden General Rakof’un kulübelerine gelişiyle Feo ve annesinin hayatı altüst olur.
Feo, askerlerin götürdüğü annesini kurtarmak için kurtlarıyla birlikte karla kaplı Rus ormanlarını aşmak zorundadır.
Kurtlar güçlü ve korkutucu, ama koca bir orduya kafa tutmak için Feo’ya daha fazlası lazım.
Rakof’un zorbalığına direnen diğer insanlara güvenmeyi öğrenmek, onlarla birlik olmak gibi…
Gökyüzü Çocukları ile hepimizi büyüleyen Katherine Rundell’dan,
neden kitapların okumaya, hayatınsa yaşamaya değer olduğunu yeniden hatırlatan isyan dolu bir roman.
“Geleceğin klasiği…
Etkileyici ve benzersiz: Kaçırmayın.”
—The Bookseller
”Tek kelimeyle muhteşem.”
—Katherine Applegate
*
BİR
Bir zamanlar, bundan yüz yıl kadar önce, fırtına gibi hiddetli ve kapkara bir kız vardı.
Rus’tu. Saçları, gözleri ve tırnakları her zaman karaydı ama hiddeti sadece mutlaka gerektiği anlarda ortaya çıkardı. O da gayet sık olurdu zaten. Adı, Feodora’ydı.
Ormanda, kütüklerden yapılma bir kulübede otururdu. Rus soğuğu içeri girmesin diye duvarları koyun yünleriyle kaplı bu kulübe, gaz lambalarıyla aydınlanırdı. Feo gaz lambalarını boya kutusundaki tüm renklere boyadığı için evin pencerelerinden ormana kırmızı, yeşil ve sarı ışıklar yayılırdı. Yirmi santim kalınlığındaki ahşap kapıyı annesi kesmiş ve zımparalamıştı. Feo ise onu buz mavisine boyamıştı. Kurtların seneler içinde kapıda bıraktığı pençe izleri, istenmeyen ziyaretçileri kapıdan uzak tutmaya yardımcı oluyordu.
Her şey-ama her şeybirinin bu buz mavisi kapıyı tıklatmasıyla başladı.
Aslında “tıklatma” o ses için doğru sözcük sayılmaz, diye düşündü Feo. Sanki biri, parmak eklemleriyle tahtada delik açmaya çalışıyordu.
Ama zaten kapının çalınması başlı başına tuhaf bir şeydi. Kapı hiç çalınmazdı. Sadece o ve annesi vardı. Bir de kurtlar. Kurtlar kapı çalmazdı. Girmek istediklerinde, açık olsun ya da olmasın pencereden girerlerdi.
Feo yağladığı kayaklarını bir kenara bıraktı ve kulak kesildi. Saat henüz erkendi ve üstünde hâlâ geceliği vardı. Bir sabahlığı yoktu ama annesinin ördüğü, dizindeki yaraya kadar inen yeleğini sırtına geçirdi ve kapıya koştu.
Ayı postundan bir sabahlığa sarınmış annesi, oturma odasında yeni yaktığı ateşten başını kaldırdı.
“Ben açarım!” diye fırlayıp annesinin yanından geçti Feo. Menteşeler donmuş, kapı sıkışmıştı.
Annesi onu yakalamaya çalıştı. “Dur, Feo!”
Ama Feo kilidi çoktan açmıştı. Daha geri çekilemeden kapı içeriye doğru hızla itildi ve başının yanına çarptı.
*
“Ah!” diyerek tökezleyen Feo, ayak bileğinin üstüne oturdu. Onu itip geçen yabancının, kaşlarını kaldırmasına ve dudaklarını bükmesine neden olan bir şey söyledi.
Adamın yüzü dik açılardan oluşuyordu. Yamuk bir burnu ve yüzünün öfke belirtecek yerlerinde, karanlıkta dahi gölge yaratacak derinlikte kırışıklıkları vardı.
“Marina Petrovna nerede?” diyerek yanından geçti. Ardında karlı izler bıraktı.
Feo dizlerinin üstüne doğruldu ama o sırada içeri gri montlu ve kara postallı iki adam daha girince yeniden sendeledi. Parmakları adamların postalları altında ezilmekten birkaç santimle kurtulmuştu. “Çekil, kız!” Aralarında, bacaklarından asılı genç bir elk taşıyorlardı. Ölüydü ve kanı yere damlıyordu.
“Durun!” dedi Feo. İkisinde de Çar’ın Ordusu’nun uzun, kürklü şapkaları vardı ve ifadeleri abartılı ölçüde resmiydi.
Feo arkalarından koştu. Dirsek ve dizlerini bükerek kendini kavgaya hazırladı.
İki asker ölü elki halının üstüne bıraktı. Oturma odası küçüktü; iki genç adam da iri ve bıyıklıydı. Bıyıkları odayı kaplıyordu adeta.
Yakından bakınca on altı yaşından büyük görünmüyorlardı. Ama kapıyı yumruklayan adam yaşlıydı. En yaşlı yeriyse gözleriydi. Feo’nun boğazı düğümlendi.
Adam Feo’nun başının üstünden annesiyle konuştu. “Marina Petrovna? Ben General Rakof.””
“Ne istiyorsunuz?” Marina’nın sırtı duvara dayalıydı.
“Çar’ın Ordusu’nun komutanlarındanım ve St. Petersburg’un güneyindeki bin beş yüz kilometre benim komutamda. Buradayım çünkü bunu sizin kurtlarınız yaptı,” dedi. Elki tekmeledi. Pırıl pırıl cilalı ayakkabısına kan sıçradı.
“Benim kurtlarım mı?” Annesinin yüz ifadesi sabitti ancak bakışları sakin ya da mutlu değildi. “Ben hiçbir kurdun sahibi değilim.”
“Onları buraya siz getiriyorsunuz,” dedi Rakof. Gözlerinde bir canlıda görmeyi beklemeyeceğiniz bir soğukluk vardı. “Demek oluyor ki sizin sorumluluğunuzdalar.” Dilinde sarı sarı tütün lekeleri vardı.
“Hayır. Hayır, bunların hiçbiri doğru değil,” dedi Feo’nun annesi. “Aristokratlar, zenginler bıktıklarında kurtları buraya gönderiyorlar. Biz onları yeniden vahşileştiriyoruz, hepsi bu. Kurtların sahibi olmaz.”
“Yalanın size faydası olmaz, madam.” “Yalan söyle…”
“Çocuğunuzun yanında gördüğüm o üç kurt… Onlar da mi sizin değil?”
“Hayır, tabii ki değil!” diye başladı Feo. “Onlar…” Ama annesi başını sertçe iki yana salladı ve Feo’ya sessiz kalmasını işaret etti. Feo saçını ısırıp yumruklarını koltuk altlarına sıkıştırdı.
“Hayır, değiller,” dedi annesi. “Benim çocuğuma, çocuğumun bana ait olması anlamında ait oldukları söylenebilir belki. Feo’nun yoldaşları onlar, evcil hayvanları değil. Ama zaten elkin üstündeki o ısırık da Kara, Beyaz ya da Gri’ye ait değil.” “Evet, diş izleri,” dedi Feo, elke bakarak. “Bunlar çok daha küçük bir kurda ait.”
“Buraya mazeret dinlemeye geldiğimi sanıyorsanız yanılıyorsunuz,” dedi Rakof. Sesi daha az resmi, daha yüksek ve sabrının sonunda gibiydi.
Feo nefesini kontrol etmeye çalıştı. İki genç asker gözlerini dikmiş, annesine bakıyorlardı.
Birinin ağzı açıktı. Marina’nın omuzları, sırtı ve kalçası genişti. Daha çok erkeklerde, daha doğrusu Feo’ya göre, kurtlarda görülen cinsten kasları vardı. Ama bir keresinde bir ziyaretçinin dediğine göre yüzü, kar leoparlarının ve azizlerinkinin bir kopyasıydı. Bir tanrıça gibi görünüyordu. Feo bunu duyduğu zaman gururlanmamış gibi görünmeye çalışmıştı.
Ama Rakof’un, annesinin güzelliğine karşı bağışıklığı vardı sanki. “Buraya çar adına zararı tazmin etmeye geldim ve bunu hemen yapacağım. Benimle oyun oynamayın. Çara yüz ruble borçlusunuz.”
“Benim yüz rublem yok.”
Rakof yumruğunu duvara indirdi ve tahta duvarlar sallandı. Böylesine yaşlı ve buruş buruş bir adama göre fazla güçlüydü. “Bana bak, kadın! İtirazların ve mazeretlerin beni ilgilendirmiyor. Bu Issız yere düzen getirmeye gönderildim ben.” Kanlı ayakkabısına baktı. “Çar, başarıyı ödüllendirir.” Ve aniden elki öyle kuvvetle tekmeledi ki hayvanın bacakları sallandı ve Feo korkudan çığlık attı.
“Sen!” dedi dönüp Feo’ya doğru eğilerek. Damarlı ve kırışık kâğıt gibi yüzünü onunkine yaklaştırdı. “Senin kadar küstah bakışlı bir çocuğum
olsaydı mutlaka dayağı yerdi. Şuraya otur ve gözüme görünme.” Feo’yu itti ve kızcağızın saçı, adamın boynundan sarkan haça takıldı. General kolyesini sertçe çekti ve kapıdan geçip koridora doğru ilerledi. Askerler peşinden gittiler. Marina, Feo’ya yerinde kalmasını işaret etti -kurtlarda kullandıkları hareketin aynısını yapmıştı— ve arkalarından gitti.
Feo kapının önünde durdu ve kulaklarındaki uğultunun geçmesini bekledi. Ardından bir çığlık ve bir şangırtı duydu. Zeminde kayan çoraplarıyla içeri koştu.
Annesi orada değildi ama askerler Feo’nun odasına doluşmuştu ve odayı kendi kokularıyla dolduruyorlardı. Feo geri çekildi. Duman, bir yıllik ter ve su yüzü görmemiş sakal kokusu bu, diye düşündü. Askerlerden birinin alt ön dişleri o kadar çıkıktı ki kendi burnunu ısırabilirdi.
“Bunların hepsi değersiz,” dedi askerlerden biri. Bakışları geyik derisi yatak örtüsünün ve gaz lambasının üzerinde gezindikten sonra şöminenin önündeki kayaklara takıldı. Feo koşarak korumacı bir şekilde onların önüne geçti.
“Bunlar benim!” dedi. “Carla hiçbir ilgisi yok. Onları ben yaptım.” Her bir kayağı yapması bir ayını almıştı. Her akşam yontmuş ve yağlamıştı.
Bir tanesini kapıp iki eliyle mızrak gibi tuttu. Gözlerindeki seğirmenin dışarıdan belli olmamasını umdu. “Benden uzak durun.”
Rakof gülümsedi. Tatlı bir gülümseme değildi. Feo’nun gaz lambasını kaptı. Günışığına tuttu. Feo lambasına doğru atıldı.
“Dur!” dedi Marina. Eşikteydi. Yanağında daha önceden olmayan bir kızarıklık vardı. “Buranın kızımın odası olduğunu görmüyor musunuz?”
Gençler güldü. Rakof onlara katılmadı. Sadece yüzleri kızarıncaya ve susuncaya kadar onlara dik dik baktı. Feo’nun annesine doğru ilerledi. Yanağındaki izi inceledi. Burnu tenine değinceye dek ona doğru eğildi ve kokladı. Marina dudaklarını ısırdı ve kıpırdamadan durdu. Ardından Rakof homurdandı ve lambayı tavana fırlattı.
“Çyort!”” diye bağırdı Feo ve eğildi. Kırık cam parçaları omuzlarının üstüne yağmur gibi yağdı. Feo elindeki kayağı delice sallayarak generalin üstüne yürüdü. “Defol!” diye bağırdı. “Defol!”
General güldü, kayağı yakaladı ve Feo’nun elinden çekip aldı. “Beni sinirlendirmeden otur ve uslu dur.”
*Rusçada “Lanet olsun!” (c.n.)
“Defol!” dedi Feo.
“Otur! Yoksa sonun elk gibi olur.”
Marina birden canlanıverdi adeta. “Ne? Kafanda nasıl bir arıza var ki benim çocuğumu tehdit edebileceğini düşünüyorsun?”
“İkinizden de iğreniyorum,” dedi Rakof başını sallayarak. “Bu hayvanlarla yaşamak iğrenç bir şey. Kurtlar dişleri olan haşerattan başka bir şey değil.”
“Bu…” Feo’nun annesinin suratından yüz farklı küfür okunuyordu ama sonunda, “…..doğru değil,” dedi.
“Ve o kurtlarla oynayan çocuğun da bir haşere. İkiniz hakkında söylenenleri duydum. Analığa uygun biri değilsin.”
Marina nefes alamama ile tıslama karışımı öyle bir ses çıkardı ki duymak, Feo’nun içini acıttı.
“Vladivostok’ta okullar var. Orada daha iyi bir ananın, ana vatan Rusya’nın değerlerini öğrenebilir. Belki onu oraya gönderirim,” diye devam etti.
“Feo,” dedi Marina, “git ve mutfakta bekle. Hemen, lütfen.” Feo fırladı, kapıdan çıktı ve menteşenin arasındaki boşluktan tereddütle baktı. Annesinin Rakof’a dönük yüzü öfkeyle ve daha karmaşık başka şeylerle parlıyordu.
“Hayır. Feo, benim çocuğum. Tanrı aşkına, bunun ne demek olduğunu bilmiyor musunuz?” Marina inanamayan bir ifadeyle başını salladı. “O sizin gibi bir ordu dolusu adama bedeldir. Benim ona sevgimi küçük görüyorsanız gerçekten canınıza susamışsınız demektir. Bir annenin çocuğuna sevgisi her şeyi yakıp kavurur.”
Rakof elini çenesinde gezdirdi. “Sadede gel. Bunlar boş laflar.” Ayakkabısını yatağa sildi. “Canımı sıkıyorsun artık.”
“Kollarınızın ucundaki yerlerinden memnunsanız ellerinizi kızımdan uzak tutarsınız, diyorum.” Rakof küçümseyerek, “Pek kadınsı bir tavır olmadı bu,” dedi.
“Aksine, bence tam da kadınlara uygun.”
Rakof, Marina’nın parmaklarına baktı. İkisinin ucu eksikti. Ardından yüzüne baktı. Yüz ifadesi korkutucuydu. Bakışlarında vahşi bir şey vardı. Marina da gözlerini dikip ona baktı. Gözünü ilk kırpan Rakof oldu.
Homurdandı ve uzun adımlarla kapıdan çıktı. Feo geri geri giderek adamın yolundan çekildi ve ardından mutfağa koştu.
“Durumu kendin için hiç kolaylaştırmıyorsun,” dedi Rakof. İfadesiz bir yüzle yemek masasını
kenarından tutup devirdi. Feo’nun en sevdiği fincan yere düşüp parçalandı.
“Anne!” diye bağırdı Feo. Ve Marina mutfağa girer girmez sabahlığına yapışıp sıkıca tuttu.
Rakof onun olduğu tarafa bakmadı bile. “Resimleri alın,” dedi. Kadın ve erkekleri ima edecek şekilde yerleştirilmiş ve parlak renklere boyanmış üç küp resmi vardı. Marina onları seviyordu.
“Durun, hayır!” dedi Feo. “Bu annemin Maleviç’i. Hediyeydi. Durun. Bakın! Bu var!” Feo boynundaki altın zinciri çıkardı ve genç askerlerden birine uzattı. “Altın. Annemin annesinindi. Sonra benim oldu. Yani eski bir şey. Ve altın eski olduğunda daha kıymetlidir.” Asker zinciri ısırdı, kokladı, başıyla onayladı ve Rakof’a uzattı.
Feo koşup ön kapıyı açtı ve önünde durdu. Rüzgârla beraber içeri kar doluyor ve çoraplarını kaplıyordu. Bütün vücudu titriyordu. “Artık gitmelisiniz.”
Marina bir an için gözlerini kapadı, ardından açtı ve Feo’ya gülümsedi. İki asker canları sıkılmış bir edayla yere tükürüp karlara doğru ilerlediler.
“Bu ilk ve son uyarı,” dedi Rakof, açık kapıyı ve kar yüklü rüzgârı umursamadan. “Çarın emri. Çar, sizin avlanmayı öğrettiğiniz kurtların hayvanlarını
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıFeo ve Kurt
- Sayfa Sayısı288
- YazarKatherine Rundell
- ISBN9786051982243
- Boyutlar, Kapak14 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviDomingo Yayınevi / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Bir Aile Romanının Sonu ~ Péter Nádas
Bir Aile Romanının Sonu
Péter Nádas
Péter Nádas’tan sıra dışı bir aile destanı, masallar ve efsanelerle örülü olağanüstü bir kurgu. 1950’lerin Macaristan’ında annesi ölmüş, babası vatana ihanetle suçlanan, büyükannesi ile...
- Ev Sahibesi ~ Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
Ev Sahibesi
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
Romanda olaylar, doktorasını tamamlayan bir gençin ev aramasıyla başlar. Okumaya çok meraklı, kalabalıktan hoşlanmayan duygusal bir yapıya sahip olan Ordınov’u hiç de ummadığı olaylar...
- Son Kamelya ~ Sarah Jio
Son Kamelya
Sarah Jio
Önce küçük bir tohum düşer kalbin odasına, sonra aşkla yeşerir. Kulak verin, umudun sesini duyabiliyor musunuz? 1940’lı yılların Amerikası’nda bir fırıncının kızı olan Flora...