Faruk Duman kısa denemeler kitabı “Tom Sawyer’ın Kitap Okuduğu Kulübe”de bir yandan okumalarından çıkardığı yazınsal sorunlara, kültürel konulara güncel yorumlar getirirken bir yandan da çocukluğundan itibaren kitaplarla, yazarlarla kurduğu düşünsel, düşsel ilişkilere değiniyor. Özgün bir yazarın okuma tutkusuyla kurulmuş dünyasında gezintiye çıkaran keyifli bir yazı demeti “Tom Sawyer’ın Kitap Okuduğu Kulübe”.
“Bence iyi bir okurun yapması gereken, bir romanla ya da bir öyküyle baş başa kaldığı zaman tüm özgürlüğünü verebilmektir ona. Yapıta verilen özgürlük, okurun kendi kendine verdiği özgürlük olacaktır sonunda.”
*
Çocukluk Çağı
Çocukluk çağı nice zengin çağdır; insan, zihninin bütün yaratıcı ataklığını doyuncaya kadar yaşar. Her nesnede başka nesnelerin izini görür, her gün yeni bir şeyle tanışır. Doğa bitimsiz bir serüvenler ağıdır onun için. İnsanın keşif yüzyılıdır, önyargı diye bir şey yoktur. Zira et tazedir daha, kanın önünde engel bulunmaz, akıntı da süreklidir, rüzgâr da. Stevenson, Define Adası’nın çocuk kahramanı Jim Hawkins’i çocukluğun atak, meraklı, evrensel dünyasından çıkarıp getirmiştir. Böyle bir çocuk, dünyayı tanıyabilmek için yanıp tutuşur. Ve bunun için ne vardır elinde, öncelikle? Düşler. Bir gün Hawkins’e tek bacaklı, kötü bir korsandan söz ederler. Bunun üzerine çocuk, bir yandan o korsanı (John Silver’ı) aramaya (bunun için dört peni kazanacaktır ayda) bir yandan da düşler görmeye başlar: “Tek bacaklı kötü adam bizim oralara uğramadı, ama her gece düşlerimden çıkmaz oldu. Fırtınalı gecelerde rüzgâr bizim hanın duvarlarını döver, kıyıdaki kayalıklarda dev dalgalar gürlerken ben yatağımda korkuyla büzülür, o tek bacaklı adamın şeytan yüzünü bin bir biçimde düşünürdüm.”* Kişinin serüveni de böyle başlar, esasta insanlığınki de: Aradığımız şeye türlü biçimler yakıştırır, onu bin bir olasılıkla düşünürüz. Acı, korku ve yaratıcı coşku iç içedir. Çocukluğunu acıdan, korkudan ve düşlerden uzak anımsayanlara ne yazık, etin tazeliğine yanıt vererek serüvenlere atılanlara ne mutlu.
İlk Okumalar
Demiryolu lojmanlarında otururduk. Ağaçlar içinde bir küçük mahalleydi burası. Dokuz taş ev vardı topu topu. Mahallenin çocukları olarak birlikte okula gider, birlikte saklambaç oynar, yaz gecelerini mahallenin ortasında bağdaş kurup birbirimize korku hikâyeleri anlatarak birlikte geçirirdik. Böyle gecelerde evlerimize girmek istemez, yaz tatilinin keyfini çıkarabilmek için elimizden geleni yapardık. Anlattığımız hikâyelere kendimizi öyle kaptırırdık ki, gece yarısına doğru akasya ağaçlarından kara gölgeler sarkardı. Bir köşede ak bir keçi peyda olur, hayvan yanımıza sokularak bir zaman sonra bizimle konuşmaya başlardı. Soluğumuzu tutarak dinlerdik onu. Bazen küçükler hafiften ağlamaya başlar, titreyerek bize sokulurdu. Onları anlatılanların yalnızca birer hikâye olduğuna inandırmak için akla karayı seçerdik. Hoş, keyfimizi kaçırırdı bu. Çünkü hikâye, üzerine titrenilesi bir şeydir; büyüsü hemen kaçıverir ve baştan alındığında asla aynı tadı vermez.
O günlerde ben bir yandan kitap okumanın tadını da artık almış bulunuyordum. Jules Verne’i, Mark Twain’i okuyordum. Kendimi bütünüyle edebiyatın, daha doğrusu hayal kahramanlarının dünyasına kaptırmıştım. Sözgelimi Tom Sawyer gibi yaşamak istiyordum; el yapımı araçlarla (bir sırt çantası, bir yelek, bir bıçak, bir sapan vs) balta girmemiş ormanlarda dolaşmak, ücra bölgelerdeki mağaralara gizlenmiş hazineleri ele geçirmek, hırsız ve dolandırıcılarla savaşmak… Ve tabii kendim için, kendi ellerimle bir ağaç ev inşa etmek… Bu durum, bende varlığını hâlâ korur. Kişisel özelliklerimin pek azından hoşnudumdur. Çocukluk düşlerimi bugün de büyük oranda taşıyor olmak, bunlardan biridir örneğin.
O günlerde, elbette kendi ağaçevimi de inşa etmiştim. Yaşlı bir akasya ağacının dalları arasına kurmuştum bu evi. Ev dediysem, irice bir koltuk büyüklüğündeydi. Halatlar yardımıyla tırmanır, böylece akasyanın yaprakları arasında kaybolur, kitaplarımı burada okurdum. Özellikle yaz akşamları, evlerine dönenleri, kapı önlerinde salça ve turşu hazırlayan teyzeleri, köpeklerle kedileri ağaçevden seyretmek büyük eğlenceydi benim için.
Burada, yaprakların arasında saklanmış bir kaplan gibi hissedersiniz kendinizi.
O güzel kokulu akasya ağaçları bana çok şey öğretmişti. Örneğin, ağacın dış kabukları kolay sökülürdü. Ve çakı yardımıyla şekil vermek için birebirdi. Kolay ufalanmaz, rahat yontulurdu ve bu nedenle ince işler için de elverişliydi. Küçük biblolar yapılabilirdi bunlarla.
Ben o günlerde kuklalara meraklıydım. Küçük çakımla ağaçeve tırmandığım zaman kabukları yanıma alır, burada kuklalar oyardım. Kollarla bacakları, gövdeyi ayrı ayrı oyar, sonra bunları misinalar yardımıyla birbirine bağlardım. Çok ilgi görürlerdi. Ben bu kuklaları o zaman beğenenlere armağan ederdim, saklamadım.
Yine de, bu bana yeterli gelmiyordu. Bir gün, eski kümeslerden birini onararak burada yaz boyu Karagöz gösterileri düzenlemeye karar verdim.
Karagöz Sineması’ndan para kazandığımı saklamayacağım.
Yaz başında mukavva Karagöz takımımı, giriş biletlerini hazırladım, yardımcılarım aracılığıyla gösterinin duyurusunu yaptım. Kümes bu arada temizlenmiş, devasa bir perde hazırlanmış, mumlar yedeklenmişti. Ve tabii afişler de mahalledeki akasya ağaçlarına asılmıştı.
İlgi gerçekten büyük olmuştu. Büyüklerden bile gelenler vardı. Karagöz’le Hacivat’ı inceli kalınlı seslerle konuşturuyor, fakat ne olursa olsun oyunların asıllarına sadık kalmaya çalışıyordum. Karagöz’e saygısızlık etmekten korkuyordum; sanırsın yasalar beni izliyor… Sağ olsun, o zamanlar çok sevgili bir sınıf öğretmenimiz vardı, bana Karagöz metinleri getirmişti. Belki o nedenle, ezber etmiştim bu oyunları.
Bir süre, bu Karagöz gösterileri sürdü. Bana ayrı bir gözle bakıyorlardı; büyükler uzaktan tatlı tatlı süzüyor, yaşıtlar Karagöz’ün incelikleri hakkında bana soru yağdırıyorlardı. Böbürleniyordum.
Yine de, şunu belirtmeden bitiremeyeceğim; hem bu, bu hoş Karagöz anısının nasıl sona erdiği konusunda da fikir verecektir: Bizim gibilerin anlayamadığı, düşler dünyasının asla gerçek olmadığıdır. Elbette, şikâyetçi değilim bundan. Sözgelimi, matematiği, ticareti ve bunlara benzer şeyleri öğrenmedim. Ne iyi. Fakat çocukluğuma bakınca; zaten öğrenemezdim de….. Zira arkadaşlarımdan biri, kafası bu işlere basan çakı gibi bir çocuk, hemen benim Karagöz Sineması’na rakip olmuş, evlerinin bahçesinde bir sinema da o açmıştı. Fakat onda bir yenilik vardı: Ezberlenmiş Karagöz oyunları yerine doğaçlama kovboy filmleri gösteriyordu. Red Kit biçiminde kuklalar hazırlamış, böylece benim tüm seyircimi de elimden almıştı.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Deneme
- Kitap AdıTom Sawyer’ın Kitap Okuduğu Kulübe
- Sayfa Sayısı112
- YazarFaruk Duman
- ISBN9789750847332
- Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviYapı Kredi Yayınları / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- İşimle Başım Dertte ~ Toprak Işık
İşimle Başım Dertte
Toprak Işık
İşimle Başım Dertte Kimin değil ki? Doktorların mühendis, mühendislerin avukat, avukatların eczacı olmak istedikleri bir dünyada yaşıyoruz. Öyleyse üzerinde kafa yormaya değer bir sorun...
- Tehdit Değil Teklif ~ İsmet Özel
Tehdit Değil Teklif
İsmet Özel
İnsanlar hayra davet edildiği zaman, şeytanlar da, şeytani duygular da kendilerini tehdit altında hissediyorlar. SUNUŞ İslâm’ı bir tehdit olarak görenlerin korkularının kaynağı İslâm değil...
- Mişima ya da Boşluk Algısı ~ Robert Walser
Mişima ya da Boşluk Algısı
Robert Walser
En göz alıcı ve en tatmin dolu yaşam sırasında, hakikaten yapılmak istenen nadiren yerine getirilir ve Boşluk’un derinliklerinden ya da yüksekliklerinden, olmuş ile olmamış...