Doğanın tahrip edilmediği, ütopyaların diriliğini koruduğu, emeğin ve adaletin saygınlığını yitirmediği, masumiyetin egemen olduğu zamanların romanı “Sus Barbatus!.”
Faruk Duman’ın “Sus Barbatus!” üçlemesinin ikinci cildi Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlandı.
İlk cildi 2018 yılında çıkan roman aynı yıl Orhan Kemal Roman Armağanı ile Cevdet Kudret Roman Ödülü’nü alarak geniş bir yankı uyandırmıştı.
Çetin kış koşullarında geçen ürkünç olaylarla dolu ilk cildin ardından ikinci ciltte bahar mevsimi bütün görkemiyle gözler önüne seriliyor. Romanın arka planını oluşturan siyasal olaylar iyice belirginleşerek hız kazanıyor. Üçüncü ciltte mevsim yaza dönecek ve üçleme 12 Eylül darbesiyle sona erecek.
Faulkner, Yaşar Kemal gibi yazarların kaleminde destanlaşan modern romanın çağdaş bir çeşitlemesini sunuyor Faruk Duman. Gerçeküstünün dilini yaratarak siyasal, tarihsel, toplumsal gerçekleri ete kemiğe büründürüyor.
“Aysel. Aysel. Yeniden değişmişti ya, artık başına gelenleri anlamıyor değildi. –Öleceğiz sandım, dedi, adamlar arkamızdan ne çok ateş ettiler öyle. –Bizi öldüremezler, dedi Faruk, zamanında ne demiş; Pir Sultan ölür dirilir. Duyan da, duyan da bunun bir şaka olduğunu zannedecek. Ama şaka değil. Gerçek.”
“Sus Barbatus!’un, yazınımıza sunulmuş bir armağan olduğunu söylemekten çekinmeyeceğim.” – M. Sadık Aslankara
“Sus Barbatus! eleştirel gerçekçi edebiyata mensup, klasik anlayışla kaleme alınmış bütün soylu romanlar gibi, bir döneme ve yöreye, zamandizinsel bir olay örgüsü izleyerek, inandırıcı karakterler yaratarak hakim olabilen bir anlatıdır. Sadece o kadar değil, ilerde görebileceğimiz gibi, nasıl bize özgü Yaşar Kemal geleneğini çeşitlendirerek aşabiliyorsa, klasik roman geleneğini de sürdürürken, çeşitli yollarla aşmaktadır.” – Erendiz Atasü
*
1.
Çağşak su alıp yürümüştü. Buz çözülmeye başladığından beri. O amansız buz birden çekilip gitmeye, artık burada bana lüzum kalmadı, benim artık başka işlerim var. Hem de gidip biraz dinlenmem lazım, dediğinden beri. O zaman yukarıdan, A. Dağları’nın eteklerinden önce suyun hışırtısı gelmişti. Suyun hışırtısı da hiçbir şeye benzemez. Yukarıda, ormanın seyrelmeye başladığı tepelerde gök gürlemesini andıran bir çatırtı kopmuştu. Gökyüzünden. Gökyüzünden. Buradaki koygun amansız buzun. Buz kalkanının çatırdayarak. İri tabakalar halinde parçalanıp yere inmesi de görülecek şeydir. Vurulmuş zırhlı Bizans askerleri gibi iniltiler çıkararak. Atından düşerek. Gökyüzü böylece A. Dağları’nın doruğuna iner. Sonra sürüklenerek yukarıdaki ağaçlara çarpar. O zaman bu ağaçlar henüz birer zavallı oldukları için. Koyu cam parçaları gibi kırılıp dökülerek devrilirler. Ama sonra bu buz kütleleri yavaş yavaş erimeye başlar elbette. İşte suyun uğultusu da ancak o zaman gelir. Bir hışırtı, toprağın derinliklerinden bir inilti duyulur ve. Bunun da huzursuz, öfkeli ama çaresiz çocuklardan farkı yoktur. O ölmüş bitmiş ve bir daha dirilmeyecek. Zaten kendisi de buza dönüşmüş, hem de buz oğlu buz olmuş toprağın içinden suyun homurtusu çıkar.
Yukarıdaki ağaçların başladığı yerde, geçmiş mevsimlerde su yolları oluşmuştur. Su her zaman oluşur. Su her zaman oluşur ve de suyun önüne hiçbir güç geçemez. Gerekirse, dağın içinde amansız bir çukur bulunur. Bu sıcak mağaranın ortasında yaz ayları boyunca ceylan başları görülür. Yeraltı ceylanlarının güvez kürklerinin içindeki kırmızı noktaların da sesi çıkar. Gerekirse, dağ tümden donmuş da olsa. O yüksek, geçitsiz koyu dik A. Dağları hepten donup taş kesmiş olsa. Gerekirse su o mağaranın içinden. Ceylanı da alıp çıkar. Toprağı yararak, köpürerek, uğultular çıkararak korkunç bir ağız gibi açılır ve. Sonra yayılarak öfkeyle gökyüzüne püskürür. Suyun içinde yalımlar saçan kaya parçaları bulunur. Bu kaya parçalarının üstünden de buhar pıskırıp akar. Su olmasa. Ah su olmasa bu yalımlı kayalar A. Dağları’nı da, Ç. Gölü’nü de, buralardaki köylerin hepsini de ve ormanları da ateşe verir. Yangın alıp yürür ki gökyüzü de kaynayan bir kazana dönüşmekle. Dünya hepten fokurdamaya başlar. Fokurtu rüzgârın içinden geçer, esintinin aklını alır. Çıldırmış rüzgârın içinde hortumlar belirir, hortum da bir hançer gibi ormanı delik deşik eder. Hançerin iyisi kan görmeden duramaz.
Ama ormanın kanı da işte sudur. K.’nin ormanları öyledir ki, yağmur yağmayacak olsa, hem de zamanı geldiğinde çalı dipleriyle böcek milleti yalvara yalvara su isteyecek olsa. O zaman bu ağaçlar ne yapar eder, kendi yağmurunu yaratır. Ağaçların, yoz sazların ve ölümsüz eğreltiotlarının tepeleri kıpırdanmaya başlar. Başlayınca da bir hışırtı alıp yürür.
Ormanın yukarıdaki başında arklar açılmış olur. Buradaki yer sincapları ölüp ölüp dirilmeleriyle ünlüdür. Gerçekten, bu sincaplar, amansız kar saldırısı başladığı zaman arklara yatarak kendilerini öldürürler. Kuyruklarını kucaklarına alarak. Hem de bunlara sarılip. Sanırsın kendisi için yeni bir kucak yapmış. Bununla birlikte ölüp. Arkın içinde kış boyunca beklerler. O kadar ölürler ki, karın buzun içinde yalnızca koyu bir leke olmakla. Kışın bir gölgesi gibi görünürler. Buz erimeye başladığı zaman da sıçrayıp kalkarlar yerlerinden. Onlar kalktığı zaman, artık korkacak bir şey kalmamıştır. Artık korkmaya ne lüzum var. O bir parçacık sincap da titreyip kalktığına göre. Artık ben varım. Artık ben varım. Artık buralarda bir şeyler var, demektir bu. Ne için? Çünkü aslına bakılırsa, yaşam çekip hiçbir yere gitmez de onun için. Sincap da dirildiğine göre.
Su yavaş yavaş açılıp kendine yeni arklar icat etmeye başlar. Yanında yöresinde ne varsa toplayıp indirir, alıp yürür. Bu da demektir ki, artık o buz karanlığından sonra yeni bir felaket de o olacaktır. Hem de bir zaman çağşayıp yıkıp geçerek ormanı berbat edecektir. Ağaçlara da yazık. Ağaçlara da, ne yapalım, kuruyup dökülmeseydiniz de. O kadar buza kesip birer camdan kılıç olmasaydınız da böyle güçsüz düşmeseydiniz, diyerek. Suyun zulmü kısa sürer ama felaketli olur. Böylece, toplanıp aşağıya akmaya başladığı zaman. Yani gürüldeyip köpürerek. Böyle köpük köpük kudurarak indiği zaman artık ağaçların da, hayvanların da canı çıkar. A. Ormanları yine de suyu ister. Suyu alır. Toprağın yüzü yumuşadıkça, toprak göz göz açılıp delindikçe. İçerideki gözenekler filizlenmeye başlar. Bu filizler göğerip yılanlarla birlikte yeniden fışkırır.
2.
Kayalıkların tepesinden bir ışık parladı geçti. Su yukarıdan başlamış, yol yol iniyordu. Suyun hiç imanı yoktu. Hem de su imani ne yapacak. Hem de su inip de ne yapacak. A. Ormanları suyu yukarıda toplar, aşağıdaki, Ç. Gölü’nün çevresindeki köylerin arasında uzanan bitimsiz tarlalara serperdi. Bundan başka, bu ovalarda biraz durulsa da. Ovalar kabarırdı suyla. Kabarır, parlak ışıklı kum rengi boz bir ayna gibi görünürdü, sonra burada, yukarıdan yol bulursa gidip Ç. Gölü’ne dökülür. Olmazsa tarlaların içine sızarak, toprağın içinden yine bir yolunu bulur ve yine göle kavuşurdu. Ama o zaman suyun rengi de büsbütün değişir, mavi-yeşil gölün üstünde yeni ipiltiler belirirdi. Boz ışıklar suyun üstünden geçen at sürüleri gibi kabarıp parlar sonra durulup yine yüzeye inerek orada kaybolurdu. Ç. Gölü, çevresindeki tarlaları, uzağındaki ormanları alıp getirdiği ve. Sonra mavi bir ayna gibi gökyüzüne gönderdiği için. Aynanın üstünde nallarıyla gökyüzünü adımlayan atlar belirirdi.
Zaten, Ç.’nin çevresindeki kimi küçük tepelerde ağaçlar tersine çıkar. Bunların kökleri yukarıya uzanır. İlk gövdeden fışkıran yapraklar da bu kök salkımlarının arasında kaldığı için cansızlaşır. Kararır. Karardığı için de bunların bir anlamda kök-yaprakları olduğu söylenebilir. Toplayıp kaynattıkları zaman tencerenin içinden toprak kokusu gelir.
Kayalıkların başında yeniden bir güvez ışık parladı. Parladıktan sonra da peşinde al telekler bırakarak önce yükseldi, sonra doğrulup düz bir çizgi halinde ormanın üstünde süzülmeye başladı. Kışı yukarıdaki oyuklarda geçirmiş kartallardan biri. Kırmızı kartal. Kırmızı kartal. Öyle büyük ve heybetli görünüyordu ki, ansızın öfkeye kapılıp ormanı kucaklayacak, hem de ağaçların topunu birden yutup yok edecek gibi görünüyordu. Başını birden çevirip. Çatık kaşlarıyla. Hem de o kancadan demirden burnuyla ormana baktı, bakınca da suyun kenarında korkuyla bekleyen ceylanlardan birini gördü. Daha önce de dediğim gibi. Toprağın içinde, hem de dünyanın içindeki, dünyanın merkezindeki gölde kış boyu dikilen. Sonra da kırmızı beneklerinden sesler çıkaran o yavru ceylanlardan biriydi bu. Ayaklarının ucunda kınalı katı parmaklar taşıyordu ve bastığı yere de. Ayak izi değil. Ayak izi değil. Kına lekeleri ve kan izleri bırakıyordu. Bacakları güçsüzlükten ve deneyimsizlikten titriyordu, su o kadar canlı gür akıyordu ki, göğsüne sıçrayan sulardan ürküyordu hayvan. Balıkları da korkunç acı birer tehdit olarak görmesin de ne yapsın? Suyla birlikte topraktan fışkırarak çıkıp A. Ormanları’na gelmiş, gelince de neye uğradığını şaşırmıştı. Bir ceylan ormanda ne yapar, kırmıkiremit tozu gibi bir ceylan, hem de gözleri ıslak bir ceylanın ormanda yapabileceği tek şey korkmaktır. Korkmayı ceylandan öğren, diye boşuna dememişler. Korkmak bana göre değil, korkup da ne yapacağım, korkmak da nereden çıktı, demeyeceksin. En büyük eksiğimiz korkudur, neden dersen, onu öğrenmeden ondan kurtulamayız da onun için.
Sonra, bu kırmızı kartalın yarayışlı gözleri vardı. Kış boyunca hiçbir şey görmediği için. Buz onu bir bakıma kör ettiği için. Şimdi açıkçası gözlerinin acıktığını hissediyordu. Patırtılar çıkararak kalktı, kanatlarını açınca, bu kırmızı kartal, öyle bir şey oldu ki, sanırsın kayalıkların yarısı kopup ayrıldı, böyle toz toz parçalar dökülüp aktı. Ama kartalın patırtısından başka bir şey duyulmadı, çünkü kurnaz, kurnaz bir kartaldı bu. Biraz gök gürültüsü gibi göründü ama yumuşak, hafifçe silkelenen çarşaflar gibi kıpırdadı duruldu. Ormanın üstüne kırmızı bir gölge düştü. Kartal, gözleri biraz kanlanmış gibiydi. Ama yorgun değil. Yorgun değil. Bir kırmızı kartal, düşününce, ancak yaralandığı ya da vurulduğu zaman yorgun olabilir ki bu da ona büyük bir haksızlıktır.
Ceylanın ürküp de kaçmasını istemedi. Gerçi bu küçük ceylanların böyle durumlarda kaçacak mecali olmaz. Küçük ceylanlar taze kan ve sinirden oluşur, yani aslına bakılırsa çevik, çalak olmaları gerekir ama onlara kırmızı kartallarla domuzları. Ayılarla kurtları kim öğretsin? Yani o temiz kanıyla uyanık kaslarını kullanamaz. Korku onu hareketsiz kılar. Ama daha önce, çevresini saran gölgeyi kavramaya çalışır. Üstünden güneşli bir bulutun geçtiğini sanır. Kıpırdayan gölgelere anlam vermeyi bilmediği için artık hareket etmesi de olanaksızdır. Ceylan yönelmez. Kaçmak için de içine eskilerin bilgisinin gelmesi gerekir. Gelmedikte başını kaldıramaz. Şanslı değilse. Şanslı değilse.
Su akıp köpürüp gidiyordu. Hayvan suya bakıyordu, ince, titrek, kırıldı kırılacak bacaklarıyla çamur balçık bir otlu keseğe tutunmuştu. Köpüklü yosun bulaşığı ayaklarını öyle acıtıyordu ki. Sonra suya baktıkça kendini de görüyordu biraz. Ama görüntü değişip duruyordu sürekli.
Birden, kartalın pençelerini sırtında hissedince, kemiğinin gerçekten kırıldığını düşündü. Hem de belinden amansız bir çatırtı geldi. Gözleri büyüdü ıslandı. Gözlerinden ansızın yaşlar fışkırdı. Bunlar bir zaman birlikte havalandılar. Ceylan o kadar deneyimsizdi ki, ilkin, sudan kurtulduğu sıralarda, ormanın belki de böyle bir yer olduğunu düşündü. Belki de orman böyle bir yerdir. Belki de orman belimizin kırıldığı bir yerdir. Yukarıdan bakılınca oysa her şey çok güzel görünüyordu. Filizler patlamış, yepyeni ağaçlar gövermişti.
3.
Yine su çağşak köpüklü, nemden ve yeşilden göğerip yılan gözü gibi parlayarak, göz göz kaynayarak K. Nehri’ne dökülüyordu. K. Nehri yerinde durmaz, taşıp delirerek, yatağını durma büyüterek akardı. Kıyıdaki taşların üstünden su dantelleri fışkırırdı, ak köpüklü bu dantel örgülerinin içinde kıvrımlar oluşur. İğne uçları da oya gibi gelip insanın sanki yüzüne batıverirdi. Suyun da, dantelin de sesi vardır. Bahar ayları başladığı zaman, ölü sincaplar bu sesle irkilerek uyanır ve büyük nehri gülümsek gözlerle izlemeye koyulurlardı. Öyle akardı ki, bir yandan bakıldıkta deniz sayılırdı da nehrin şu karşı kıyısı görülmezdi. Hem içinde bir ada da görülmezdi. Adasız deniz. Adasız deniz, köpükler saçarak, gürüldeyerek yanında yöresinde ne varsa alır, korkunç götürürdü.
Bahar aylarında bu K. Nehri’nin işine karışılmazdı. Sağı solu belli olmaz, denirdi. O zaman, yani Âşık Şenlik buralardan geçip de Sara’nın başına gelenleri anlattığı zaman, onu dinleyenlerin o kadar ciğerleri yanmıştı ki, bu Sara’yı bulup çıkarmak için K. Nehri’ne kafa tutan gençleri zorlukla zapt etmişlerdi. Ama gençlik de işte budur. K. Nehri gençleri büyüler, onları kendine benzetir. Benzetince de bu akarsuyun başında durup. Bir bakıma onunla dalaşmak gerekir. Âşık Şenlik, çıplak gençlerin akarsuyla dalaştığı hikâyeleri anlatmaya bayılırdı. Suya çıplak girilir. Suya çıplak girilir, çünkü su neyse çıplaklık da odur. Başka türlüsü de düşünülemez.
Civan Yusuf, kır atın üzerine binmişti. Atın kaslarını deri öfkeli kemerler gibi hissediyordu bacaklarının arasında. At titreyip çokşurdukça çocuk da sevinçten havalara uçuyordu. Babası onu ilk kez çıkarmıştı oraya. Neden dersen, bunların bu kır attan başka bir şeyleri yoktu ve. Babası için atı Yusuf’a vermek demek, bana bak, artık benim bu dünyada işim bitti, hem de yapılacak pek bir şeyim kalmadı. Bundan sebep bizim bu aile yadigârı kır atımızı tutup sana veriyorum, demekti. Kır atımız bu K. ilinde hem de bütün ülkede bir tanedir. Soyu da tükendiği için. Yani soyunun son evladı ve de…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap AdıSus Barbatus! 2
- Sayfa Sayısı592
- YazarFaruk Duman
- ISBN9789750848445
- Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviYapı Kredi Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Kızıl Serap ~ Burhan Cahit Morkaya
Kızıl Serap
Burhan Cahit Morkaya
Hayal kırıklıklarıyla dolu bir aşk ve mücadele romanı olan Kızıl Serap’ta, varlıklı bir ailenin iyi eğitimli kızı Ayten’in, İstanbul’un kibar semtlerinde, sayfiyelerinde ve Trabzon’da...
- Kitap Evi ~ Enis Batur
Kitap Evi
Enis Batur
Hayatım kitapların arasında, ortasında geçti. Birkaçını yazdım, birçoğunu yaptım, daha çoğunu okudum, okumak için edindim, edinmek için elledim, sayfalarını karıştırdım, evimin duvarlarını kaplamalarından zamanla...
- Gümüşlük Meleği ~ Serpil Ciritci
Gümüşlük Meleği
Serpil Ciritci
“Merak ediyorum, nasıl bir iz bırakacaksın sen bende? Ne kalacak üzerimde sana ait; hangi duygum, duruşum, bakışım senin olacak? Ne kadar karışacaksın bana ve...