Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Puslu Gri Parlak Sarı
Puslu Gri Parlak Sarı

Puslu Gri Parlak Sarı

Yapıncak Gürerk

Yapıncak Gürerk farklı disiplinlerden süzdüğü sanatsal dilleri Puslu Gri Parlak Sarı’da yazıyla buluşturuyor. Duygularını müzikle, dansla, sanatla dışavuran, sanatla iyileşen, sanat aracılığıyla hayatla yüzleşen…

Yapıncak Gürerk farklı disiplinlerden süzdüğü sanatsal dilleri Puslu Gri Parlak Sarı’da yazıyla buluşturuyor. Duygularını müzikle, dansla, sanatla dışavuran, sanatla iyileşen, sanat aracılığıyla hayatla yüzleşen insanların hikâyelerine odaklanıyor.

Anne babasını kazada kaybeden genç kız “anne” dediği teyzesine koca aramaya girişir. Mide ameliyatı sonrası dört beden küçülmüş huysuz anneanne yeni bağımlılıklar geliştirir. Ölüme yol alan sevgilisinin acısına dayanamayan Amalia ilaçlardan bir enstalasyon yapar. Şampiyonluğu ıskalayan sporcu kız yabancı kafilelerle kaynaşmaya çalışır. Bir çellist kendini tek kişilik misafirsiz bir parti organizasyonunda bulur. Yaşadığı kâbustan kurtulmaya çalışan küçük Duru sırrını nişanlanmak üzere olan komşusuna açar.
Puslu Gri Parlak Sarı’nın öykü kişileri hayal kırıklığının umutla, aşkın ölümle buluştuğu alanlarda okurun karşısına çıkıyor. İlk kitap gibi olmayan bir kitap, sağlam bir öykü dili, ustalıklı hikâye kurguları…

*

HİS

Bu sabah onu sımsıkı sarıldığı rüyalarından koparan soğuk ayakları değil, sol omuzundaki hafif sızıydı. Uykulu yanağı hâlâ yastığa yapışık ve ağırken bir anda gözlerini açıverdi. Yeni bir gün. Yüzyıllardır beklediği.

Omuzundaki sızıyı tatlı tatlı ezerek yana döndü, komodine uzanıp kitapların üzerinde eğreti duran yarım bardak suyla ilacını içiverdi.

Boşanma kararının verildiği dünkü duruşma sonrası komşu bakkaldan kapıp eve sürükleyerek getirdiği boy boy koliye kocasına ait ne kaldıysa bir hışımla tıkıştırmış, sonra da evi köşe bucak temizlemişti. Nasıl dayansın omuzu? Doldurduğu her kolide sanki ciğerlerindeki sıkışmışlık bir nebze çözülmüş, yıllarca içine çekemediği soluğu yavaş yavaş kendine yol bulmaya başlamıştı.

Yine de bu sabah içinde ferahlık yerine ekşi bir his vardı. Hâkimin verdiği son söz hakkını kullanamayışı bir türlü aklından çıkmıyordu. Mahkeme salonunda gözlerin kendine çevrildiği anda birdenbire tir tir titremeye başlamış ve soğuktan başka bir şey düşünemediği için günlerce hazırlanıp bir araya getirdiği o etkileyici üç beş cümleyi dahi söyleyememişti. Kendine bir kez daha öfkelendi. Ruhsuz evliliği nasıl da hak ettiği gibi sessizce bitmişti.

Koridordaki irili ufaklı kolilerin üzerinden atlayarak mutfağa geçti. Ne olursa olsun bugün diğerlerinden farklı, önemli bir gün olduğuna göre armağanı güzel bir kahvaltı olmalıydı. Beyaz peynir, domates, kapıya henüz bırakılan taze ekmek. Çayı koydu, demlensin. Buzdolabından tezgâha peynir ve iki domates çıkardı. Sonunda mis kokan domateslerin mevsimi gelmişti. Anneannesinin üç kardeşiyle birlikte yaşadığı, yazın tüm kuzenlerin bir araya gelip cıvıl cıvıl şakıdıkları eski konağı hatırladı. Konağın, büyük eniştenin herkesten sakınarak bezediği domates, reyhan kokan arka bahçesini.

Artık böyle güzel şeyler düşünmeliydi. Yılların ruhuna kazıdığı gerginlikten ancak bu şekilde kurtulabilirdi. Ne var ki evliliğini kâbus yapan sahneler ısrarla zihninin öbür köşesinde kendini hatırlatmaya devam ediyordu. Burnuna akşamdan kalma çamaşır suyu kokusu geldi. Balkonun kapısını açtı. Hafif bir serinlik okşadı yüzünü. Özenle sofrasını kurdu. Peynir tabağını hazırladı, bir çay tabağına beş altı zeytin çıkarıp üzerine zeytinyağı gezdirdi, biraz da kekik. Köşesini geniş tutarak üç dilim ekmek kesti. Ekmek çıtır çıtırdı, fırından taze çıkmış, mis gibi kokuyordu. Ucundan ufacık koparmamak için kendini zor tuttu. Domatesi doğramaya başladı. Ama ah.

Domates soğuktu ve onun soğukla arası hiç iyi değildi. Savrukça, hızlı hızlı dilimlemeye başladı domatesi. Hiç değilse şu bir taneyi doğrayayım bitsin, demişti. Oysaki soğuk çoktan parmak uçlarından yukarı sinsi tırmanışına başlamıştı. Hem ne hız. Kılcal damarlarındaki yaşam suyu düşman görmüşçesine, üstüne gelen soğuk istiladan telaşla geri çekiliyordu. Parmakları donuyordu.

Eve o günlerde az uğrayan kocasının yastığını kapıp yatağı terk ettiği, misafir odasına taşındığı gün donmuştu parmakları ilk kez. O an üstüne bir üşüme gelmiş, titremeye başlamış, üzüntüsünün buhar olup gitmesi için sıkı sıkı yorganına sarınmıştı. Yine de damarlarında esen soğuk rüzgârı durduramamıştı. Çare bu değildi. Buz kesen parmakları yastığın altında ama hissizdi.

Ellerini musluğun altına tutup sıcak suyla birlikte acıyı lavabo deliğine, oradan da toprağa akıtmayı sonradan öğrenecekti. “Eli soğuk, kalbi sıcak karıcım”la başlayıp “buz gibi kadınsın”la noktalanan evliliği boyunca işte böyle her gece üşümüş, parmakları buz kesmişti.

Soğuk, yatakta yalnız kaldığı o günden beri ruhunu da tenini de acıtır olmuştu. Üşümekten öte bir şeydi bu. Ona en çok da geçen yıl, ablası ve yeğenleri yarıyıl tatilinde kar düşmeyen şehirden gelip lapa lapa yağan karla karşılaştıklarında çocuklarla kartopu oynayamamak dokunmuştu. Kocası o gün de yoktu sanki. Çocuklar geldiğinde hep bir iş seyahati çıkarır, onlar gidene kadar da dönmezdi.

İkinci domatesi de doğrayayım hemen, dedi. Ama kan çekildikçe canı öyle yanıyordu ki. Dayanamadı, domatesi bıçağı bir kenara bıraktı. Acıdan dişleri birbirine geçmiş, gözleri buğulanmıştı. Tam sıcak suya koşacaktı ki durdu, ellerini açtı. Gözlerini soğuğun ısırdığı, rengini kaybetmiş beyaz parmaklarına dikti. O anda keskin bir acı saplandı, parmaklarına mı kalbine mi ayırt edemedi. Gözpınarındaki bir damla yaş yanaklarından süzülüverdi. Soğuk tüm parmaklarını yuttu. Acı bitti, parmakları hissini kaybetti. Ellerine bakıyordu. Artık bir ölünün eliydi onlar, cansız, hissiz, ruhsuz. Bir süre kıpırdamadan öylece kaldı.

Hissizlik ölüm demek değil miydi? Yaşamış mıydı ki zaten bu hayatta? Bir gün yüzü görmüş müydü? Yaşamanın yolunu yordamını bile bilmiyordu.

Birdenbire başını koridora çevirdi. Hızla koridorun sonundaki yatak odasına yöneldi. Yine korkunç bir günün sonrasında ağlayarak gittiği psikolog, kocasıyla ilgili takip edemediği bir sürü şey söyledikten sonra şefkatle, “Siz de keskin nesnelerden uzak durun,” dediğinde ne kötü hissetmişti. Ama eve döndüğünde, birden aklına gelmiş gibi komodininin üstüne yığdığı kitapların arasına bir bıçak saklayıvermişti. Belki aylardır orada duran bıçağı çekti çıkardı. Parlak çelik yüzeyini yavaşça yüzüne tuttu, kendi aksini aradı, sisli puslu karışmış bir surat gördü karşısında, silik. Bıçağı bu sefer avucuyla sıkıca kavradı, tereddütsüz sol elinin hissiz işaretparmağına tek hamlede ince ve derin bir kesik attı.

Acı. Kırmızı bir acı. Parmağının ucunda bir ılıklık. Zihni bulanmaya başladı. Düşünceleri yavaşlamıştı. Kısık sesle, “Acı duyduğuma göre henüz ölmüş değilim,” dedi. Kendi sesi başkasının sesi gibi tınlamıştı kulağında. Yıllar önce bir yaz günü -herhalde ablasının doğum günüydü mahallenin çocuklarıyla saklambaç oynarken, yanlışlıkla büyük eniştenin bahçesindeki kovana dalmışlardı. İşte o gün arıların kolunu bacağını soktuğunda hissettiği acı geldi aklına. Ablasıyla birlikte kaçarken hem ağladıkları hem de aptallıklarına kahkahalarla güldükleri acı. Yüz kasları gevşedi. Gülümsedi. Sonra sakince komodinin çekmecesinden ilaç kutuları arasına saklanmış yara bandını bulup çıkardı. Ilık kanı hafifçe emmek için parmağını ağzına götürdü, ardından özenle sardı.

Salonda balkon kapısı hâlâ açıktı, ellerini ön bahçedeki yaşlı ıhlamurun gölgelediği balkonun demir parmaklıklarına dayadı ve başını hafifçe kaldırarak yorgun bedenini ağacın ardına saklanmış güneşe çevirdi. Yaprakların hareketli gölgesi arasında parıldayan minik ışık huzmeleri yüzünde dans ediyor olmalıydı. Gözlerini yumdu ve derin bir nefes aldı.

KOCA ADAYI

Kızım bana koca arıyor. İkimiz birlikte geçinip gidiyorduk. Nerden çıkardı bu işi anlamıyorum. Düşünüyorum da, bu devirde koca. Herkes şikâyetçi. Bir kere sorumluluk diyorlar. Bunun yemesi içmesi, gezmesi tozması, yatak işleri, hastalığı, gecesi gündüzü var. Belli ki faturalar ikiye katlanacak. Hiçbir koca eve para getirmiyormuş. Kim ödeyecek o faturaları. Eğer benim mutluluğumu düşünüyorsa keyfim zaten yerinde. Ne gerek var şimdi kocaya. Uğraş dur. Ben kocaların âlâsını kitaplardan okuyorum, yeter de artar. Yok kendisi için baba istiyorsa onu bilemem. Babalar günüydü geçen gün, ordan heveslendi belki de. Arkadaşları hediye bakarken o da bir hediye almak istediyse kime verecek. Haklı.

Geçen gün elinde fotoğraflar, salonda sessizce mırıldanıyordu. “Yaşasaydılar nasıl bir hayatım olurdu acaba?” Bu fotoğraflara uzun süredir bakmıyor sanıyordum. Büfenin üstünde rengi sararayazmış iki fotoğraf. Beste’nin mezuniyet fotoğrafının hemen arkasında, kararmış gümüş çerçeveler içinde, akıp giden hayatımıza şahit iki yüz. Fotoğrafların biri düğünlerinden. Esma gelinliğinin içinde kuğu gibi. İkisinin de bakışları umutlu, aydınlık. Öbür fotoğrafta kanepede ev halleriyle sarmaş dolaş oturmuşlar. Esma’nın saçı…

 

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Hikaye
  • Kitap AdıPuslu Gri Parlak Sarı
  • Sayfa Sayısı132
  • YazarYapıncak Gürerk
  • ISBN9786256469099
  • Boyutlar, Kapak13.5 x 19.5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviNotos Kitap / 2023

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Filmin Ağlanacak Yeri ~ Muhsin MacitFilmin Ağlanacak Yeri

    Filmin Ağlanacak Yeri

    Muhsin Macit

    Muhsin Macit, divan edebiyatı uzmanı bir profesör ama bu öyküleri okudukça bir Anadolu profesörüyle karşı karşıya olduğunuzu anlıyorsunuz. Kitap, kamyon şoförlüğüyle edebiyat öğretmenliği arasında...

  2. Yerini Yadırgayanlar ~ Cihan ÇakanYerini Yadırgayanlar

    Yerini Yadırgayanlar

    Cihan Çakan

    Cihan Çakan ikinci öykü derlemesi Yerini Yadırgayanlar’da günümüzün sert atmosferini kırılgan ruhlar ve bıçak sırtı ilişkiler üzerinden anlatıyor. Bir yanıyla taşranın tekinsizliğini yoklayan öyküler...

  3. Nun Masalları ~ Nazan BekiroğluNun Masalları

    Nun Masalları

    Nazan Bekiroğlu

    Masal gemisi, nihayet İstanbul Boğazından, son padişahla son şehzadesini alarak uzaklaştı.Hiçbir şey kalmadı geriye.Bir büyük boşluk kaldı geriye.Bir de bütün bunları, bulutların ufuk üzerinde...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur