Neden kahvaltıda makarna yemiyoruz? Yemek yerken aldığımız kararları, neye dayanarak alıyoruz? Neden kuzu eti yiyoruz ama köpek eti yemiyoruz?
Köpeklerini seven Fransızlar, bazen atlarını yer.
Atlarını seven İspanyollar, bazen ineklerini yer.
İneklerini seven Hintliler, bazen köpeklerini yer.
Peki ya siz hangi hayvanları seviyor, hangilerini yiyorsunuz?
Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın ile Her Şey Aydınlandı’nın parlak yazarı Jonathan Safran Foer, bu kez tabağımızdaki yemeklerin öyküsünü anlatıyor. Hayvan Yemek, kurgulanamayacak denli dehşetli birtakım gerçeklerin bize sofralarımız kadar yakın olduğunu gösteriyor; insanın marifetlerini, tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor. Hayvan Yemek, bir vejetaryenlik çağrısı değil, bir uyanış çağrısı… Çatalımızı sapladığımız şeyin “ne” olduğunu, bize “neler olduğunu” görmekten çekinmeyenlere açık bir davet.
Tabaklarınızı ve midelerinizi doldururken bu sayfalarda yazanları göz ardı edemeyeceksiniz.
“Hayvan Yemek’i (eğer bu, uygun bir sözcükse) büyük iştahla okudum.” – Alain de Botton
“Bu kitap hayatınızı değiştirecek.” – Time Out
*
Soyağaçlarının Meyveleri
Küçükken hafta sonlarını çoğunlukla büyükannemin evinde geçirirdim. Cuma akşamı kapıdan girdiğim sırada beni kucaklayıp havaya kaldırır, boğarcasına sarılırdı. Ve pazar günü öğleden sonra çıkarken tekrar havaya kaldırılırdım. Tartılmakta olduğumu, aradan yıllar geçtikten sonra fark ettim.
Büyükannem savaştan sağ çıkmıştı; yalınayak, başkalarının artıklarından (çürük patatesler, atık et ve deri parçaları, kemiklerin, çekirdeklerin kenarlarındaki lokmalar ile) beslenerek. Bu yüzden, kuponları kesim yerlerine dikkat ederek kestiğim sürece, çizgilerin dışını boyamama aldırmazdı. Otellerin açık büfelerinde bizler kahvaltılıklarla Altın Buzağılar dikerken, o öğlen yemeği için sandviç üstüne sandviç hazırlayıp peçetelere sarar, bunları çantasına zulalardı. Tek bir çay poşeti ile kaç kişi içecekse hepsine yetecek kadar çay demlenebileceğini ve elmanın her yerinin yenebileceğini büyükannemden öğrendim.
Büyükannemin derdi para değildi. (Kestiğim kuponların pek çoğu, asla satın almayacağı yiyecekler içindi.)
Derdi sağlık değildi. (Kola içmem için yalvarırdı.)
Büyükannem, aile yemeklerinde asla sofraya oturmazdı. Yapacak iş kalmadığı zamanlarda, doldurulacak bir çorba kâsesi, karıştırılacak bir tencere ya da kontrol edilecek bir fırın kalmadığında bile, kulesinde tetikte duran bir gardiyan (ya da mahkûm) gibi mutfakta beklerdi. Anladığım kadarıyla, yaptığı yemeklerle beslenmesi için yemesi gerekmiyordu.
Avrupa’nın ormanlarında, yiyecek bulabildiği zamanlarda, karşısına çıkacak bir sonraki firsata değin hayatta kalmak için yemişti. Elli yıl sonra Amerika’da bizler, canımız ne çekiyorsa onu yiyorduk. Mutfak dolaplarımız anlık heveslerle satın alınmış yiyecekler, pahalı gurme ürünler ve ihtiyacımız olmayan gıdalar ile doluydu. Üstelik son kullanım tarihleri geçtiğinde onları koklamadan atıverirdik. Kayıtsızca yiyorduk. Bu hayatı bizler için olası kılan büyükannemdi. Ama o, çaresizliğini bir türlü üstünden atamamıştı.
Küçükken, kardeşlerim ve ben büyükannemizin gelmiş geçmiş aşçıların en iyisi olduğu kanısındaydık. Bunu bu şekilde ifade ederdik; yemek masaya geldiğinde, ilk lokmayı yediğimizde ve yemeğin bitiminde kelimesi kelimesine şöyle derdik: “Sen gelmiş geçmiş aşçıların en iyisisin.” Gelmiş Geçmiş Aşçıların En İyisi’nin (havuçlu tavuktan) farklı yemekler de pişirebilmesi gerektiğini ve En İyi Yemekler’in çoğu için ikiden fazla malzeme lazım olduğunu bilecek kadar aklı başında çocuklardık üstelik.
Koyu renk gıdalar doğal olarak açık renk gıdalardan daha sağlıklıdır ya da vitaminlerin çoğu kabukta veya deridedir dediğinde neden hiç soru sormadik? (Hafta sonu ziyaretlerimde yediğim sandviçler, çavdar ekmeği somunlarının uçlarından yapılırdı.) Bizden büyük hayvanların çok faydalı olduğunu, bizden küçük hayvanların faydalı olduğunu, balığın (ki hayvan değildir) faydalı olduğunu; sonra tonbalığının (ki balık değildir), sonra sebze, meyve, kek, kurabiye ve gazozun faydalı olduğunu söylerdi. Yiyeceklerin hiçbiri zararlı değildi. Yağ sağlıklıydı yağın her çeşidi, her zaman, miktarı ne olursa olsun. Şeker çok sağlıklıydı. Bir çocuk ne kadar kiloluysa o kadar sağlıklıydı hele de erkekse. Öğle yemeği bir değil üç öğündü ve saat 11:00, 12:30 ve 3:00’te yenmeliydi. Hep kurt gibi acıkmış olman gerekirdi.
Aslında, büyükannemin havuçlu tavuğu, yediğim en lezzetli şeydi. Pişirilme şeklinden, hatta tadından dolayı değil ama. Büyükannemin yemekleri lezizdi çünkü leziz olduklarına inanmıştık. Büyükannemizin yemeklerine olan inancımız Tanrı’ya inancımızdan daha güçlü, daha ateşliydi. Mutfaktaki hünerine dair anlatılanlar ailemizin belli başlı öykülerindendi; tıpkı hiç tanımadığım büyükbabamın kurnazlığı ya da anne ve babamın ettiği yegâne kavga hakkında anlatılanlar gibi. Sıkı sıkıya sarılmıştık bunlara; kendimizi tanımlamak için öykülere ihtiyaç duyuyor. duk. Neyin ne olduğunu ve aklımızı nasıl kullanmamız gerektiğini gayet iyi biliyorduk biz ve aile büyüğümüzün yemeklerine bayılıyorduk.
Evvel zaman içinde bir adam yaşarmış ve hayatı öyle iyi, öyle güzelmiş ki hakkında anlatılacak bir öykü bile yokmuş. Büyükannem hakkındaysa, şimdiye kadar tanıdığım herkesten daha fazla öykü anlatılabilirdi başka bir âlemde geçen çocukluğu, hayata kıl payı tutunuşu, her şeyini yitirişi, göç etmesi ve daha fazlasımı yitirmesi, asimilasyonunun zaferi ve dramı… Günün birinde kendi çocuklarıma anlatmaya çalışacak olsam da bunlardan neredeyse hiç bahsetmezdik. Ona hitap etmemiz gereken şekilde hitap etmez, Gelmiş Geçmiş Aşçıların En İyisi diye seslenmekle yetinirdik.
Diğer öyküleri anlatılamayacak denli ağırdı belki. Belki hayata tutunuşuyla değil hayata kattıklarıyla bilinmek istediğinden, kendi öyküsünü kendi seçmişti. Belki de hayata kattığı şeylerin içinde saklıydı hayata tutunuşunun öyküsü: Yemekle ilişkisi. hakkında anlatılabilecek tüm diğer öyküleri kapsıyordu. Yemek. onun için yemek değildi. Dehşet duygusuydu; saygınlık, merhamet, öç, neşe, aşağılama, inanç, geçmişti ve elbette ki. sevgiydi. Bize sunduğu meyveler, soyağacımızın tahrip edilmiş dallarından toplanıp da getirilmişti sanki.
Baba olacağımı öğrendiğimde içim içime sığmaz oldu. Evi toparlamaya başladım, epeydir patlak olan ampulleri değiştirdim, camları sildim, evrakları dosyaladım. Gözlüğümü ayarlattım, bir düzine beyaz çorap aldım, arabanın tepesine port bagaj ve koltuğun arkasına tel bariyer taktım. Beş senedir ilk kez sağlık kontrolünden geçtim… Ve hayvan yemek hakkında bir kitap yazmaya karar verdim.
Babalık, bu kitabın ortaya çıkmasını sağlayacak yolculuğun ilk dürtüsüydü ama ben bavulumu neredeyse tüm hayatım boyunca hazırlamıştım. İki yaşındayken uykudan önce dinlediğim masalların tümünün kahramanları hayvanlardı. Dört yaşındayken, bir yaz boyunca kuzenimin köpeğine bakmıştık. Ben köpeğe tekme atmıştım. Babam, hayvanlara tekme atılmaz demişti. Yedi yaşındayken, japonbalığım ölünce yasını tutmuştum. Babamın onu tuvalete atıp sifonu çektiğini öğrenmiştim daha sonra. Babama -daha az medeni bir biçimdehayvanlar tuvalete atılıp sifon çekilmez demiştim. Dokuz yaşındayken, hiçbir canlıyı incitmek istemeyen bir bakıcımız vardı. Neden abim ve benimle beraber tavuk yemediğini sorduğumda, aynen şöyle demişti: “Hiçbir şeyi incitmek istemiyorum.”
“İncitmek mi?” diye sormuştum.
“Tavuğun tavuk olduğunu biliyorsun, değil mi?”
Annemle babam biricik çocuklarını bu salak kadına mı emanet etti? Frank böyle der gibi bakmıştı bana.
Vejetaryen olmamızı arzu etmişti belki. Etten bahsetmek insanları çoğu zaman sıksa da tüm vejetaryenlerin bu konuda vaaz vermeye meraklı oldukları söylenemez yine de. Gerçekleri dile getirmeyi engelleyen çekince duygusundan yoksundu çünkü he…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Anı - Anlatı
- Kitap AdıHayvan Yemek
- Sayfa Sayısı352
- YazarJonathan Safran Foer
- ISBN9786055903374
- Boyutlar, Kapak13.5 x 19.5 cm, Karton Kapak
- YayıneviSiren Yayınları / 2017
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Mavi Gezi – Pirî Reis’in İzinde ~ Orhan Duru
Mavi Gezi – Pirî Reis’in İzinde
Orhan Duru
Orhan Duru’nun Piri Reisin’in ünlü çalışması “Kitab-ı Bahriye”nin izinden giderek yazdığı bu rehber kitap Küçük Asya’yı kıyı kıyı, kent kent, denizden ve karadan dalaşıyor,...
- Gezgin Günce – Britanya Defterleri, 2008 ~ Ali Teoman
Gezgin Günce – Britanya Defterleri, 2008
Ali Teoman
Gezgin Günce, Ali Teoman’ın 2008 yazında eşi ve arkadaşlarıyla birlikte gittiği Edinburgh ve Londra seyahatinin izlenimleri ve gözlemlerinden oluşuyor. Ancak, bir gezginin değil, bir...
- Bukleye Tecavüz ~ Alexander Pope
Bukleye Tecavüz
Alexander Pope
Gulliver’in Yolculukları’nın yazarı Jonathan Swift ile dönemdaş olan Alexander Pope, sadece İngiliz edebiyatı eğitimi alanların adını bildiği önemli bir yazardır. Katolik bir tüccar ailesinin...