Çağdaş edebiyatın en hınzır, en yaratıcı ve en kıvrak kalemlerinden Etgar Keret’ten pırıltısıyla göz kamaştıran bir kitap: Uç Artık. Umduklarına kavuştuklarında bulduklarını yitirenler, kanatlanmak isterken sertçe yere inenler ve insanların günü birlik savaşlarına daima kayıtsız kalan bir dünyada düşlerin değerini bilenler Keret’in yeni, yenilikçi ve eğlenceli öykülerinde bir araya geliyor. Hayal kırıklığıyla bilenmiş ruhlar, ritmi aksak kalpler ve hükmen kaybedenler bu sayfalarda teselli arıyor; insanlık iflas etse bile insanlar, bu öykülerde yaşamlarına devam ediyor. Burada kahramanlar, olay yerine asla vaktinde yetişemiyor, gaddarlık cihazlarla ölçülemiyor, aşkın ömrü bir saniyeden uzun sürmüyor ama umut hep, hep bir yerde yeşeriyor. Etgar Keret, benzersiz icatları ve incelikli anlatımıyla yine yapacağını yapıyor ve hakikatle hayali buluşturan sihirli dokunuşuyla yaşam ilhamı ile dolup taşan öyküler anlatıyor.
Bir ihtimal daha var… Uç Artık!
“Kara mizahı seviyorsanız, bundan iyisini bulamazsınız” – Baltimore Sun
“Keret, müthiş bir yazar. Yeni kuşağın sesi” – Salman Rushdie
*
UÇ ARTIK
Onu önce PT görüyor. Top oynamak için parka giderken aniden durup, “Baba, bak!” diyor. Başını geriye atmış, yüksekleri incelerken gözleri kısık. Bir uzay gemisi ya da kafamıza düşmek üzere olan bir piyano hayal edemeden önce, içimden bir ses, gerçekten kötü bir şeyin gerçekleşmekte olduğunu söylüyor. Fakat PT’nin neye baktığını görmek için döndüğümde tek seçebildiğim dört katlı, çirkin, sıvalı bir bina; cephesindeki klimalar bir cilt hastalığına yakalanmış gibi gösteriyor onu. Güneş binanın hemen tepesinde, gözlerim kamaşıyor. Daha iyi bir görüş açısı yakalamaya çalışırken PT’nin, “Uçmak istiyor,” dediğini duyuyorum. Şimdi beyaz gömlekli bir adamın binanın çatısında durmuş bana baktığını görebiliyorum. PT, “Süper-kahraman mı yoksa?” diye mırıldanıyor. PT’ye yanıt vermek yerine adama. “Dur, yapma!” diye bağırıyorum.
Adam bana bakıyor, ama bir şey demiyor. Bir kez daha bağırıyorum: “Yapma, ne olur! Oraya çıkmana her ne sebep olduysa üstesinden gelemeyeceğini sanıyorsun muhtemelen, ama inan bana, geçecek! Şimdi atlarsan dünyayı bu çıkmazın acısıyla terk edeceksin. Hayata dair son hatırladığın bu olacak. Ne ailen ne de sevdiklerin, sadece hüsran. Değer verdiğim her şey üzerine yemin ederim ki burada kalırsan acın zamanla dinecek ve birkaç yıl sonra geriye sadece bira içerken insanlara anlattığın tuhaf bir hikâye kalacak. Bir keresinde çatıdan aşağıya atlamaya kalkmana ve adamın birinin sana aşağıdan bas bas bağırmasına dair bir hikâye…”
“Ne?” diye bağırıyor adam kulağını işaret ederek. Caddenin gürültüsünden dediklerimi duyamıyor galiba. Gürültü değil nedeni belki de çünkü ben onun “Ne?” diye bağırışını gayet net duyuyorum. Ağır işitiyor olabilir. Bacaklarıma sarılmış olan PT, adama. “Süper güçlerin var mı?” diye bağırıyor.
Fakat adam kulağını işaret ediyor yine, sağırmış gibi, sonra da. “Usandım! Yetti artık! Daha ne kadar katlanabilirim!” diye bağırıyor. PT adama, “Hadi ama, uç artık!” diye bağırıyor, dünyanın en sıradan konuşmasını yapıyorlarmış gibi. Ve ben gerilmeye başlıyorum her şeyin bana bağlı olduğunu bilmenin gerginliği.
İş zaten çileli. Ev desen o da öyle, ondan hallice. Başıma gelen o olay. Kinneret Gölü’ne giderken frene basmam ve tekerleklerin kilitlenmesi. Araba yolda kaymaya başladı ve içimden, “Ya bunu halledersin ya da her şey biter,” diye geçirdim. Halledemeyince emniyet kemeri takmamış olan Liat öldü, ben de çocuklarla bir başıma kaldım. PT iki yaşındaydı o zaman, konuşmayı henüz sökmemişti, fakat Amit, “Annem ne zaman dönecek? Annem ne zaman dönecek?” diye sorup duruyordu cenazenin sonrasından söz ediyorum. Amit o zaman sekiz yaşındaydı, ölümün ne anlama geldiğini bilmesi gerekirdi, fakat yine de soruyordu. Onun o rahatsız edici ve bitmek bilmez soruları olmadan da olanların benim suçum olduğunu biliyordum ve her şeye bir son vermek istiyordum, aynı çatıdaki adam gibi. Fakat bugün buradayım, koltuk değneklerim olmadan yürüyebiliyorum, Simona ile yaşıyorum ve iyi bir babayım.
Çatıdaki adama bunları bir bir anlatmak istedim. Ne hissettiğini çok iyi bildiğimi ve kendini kaldırımda pizza gibi dümdüz etmezse eğer, her şeyin geçeceğini söylemek istedim. Bu dünyada hiç kimse benim kadar sefil hissetmemiştir, o nedenle ne dediğimi gayet iyi biliyorum. Adamın çatıdan inip kendine bir hafta zaman tanıması lazım. Bir ay. Bir yıl, eğer gerekirse.
Fakat bütün bunları dört kat yukarıda duran yarı sağır birine nasıl söylersin?
O arada PT elimi çekip, “Baba adam bugün uçmayacak. Hava kararmadan parka gidelim biz,” diyor. Fakat olduğum yerde kaliyorum ve avazım çıktığı kadar, “İnsanlar zaten sinekler gibi telef oluyorlar, hem de intihar bile etmeden, Yapma! Lütfen yapma!” diye bağırıyorum. Çatıdaki adam başını sallıyor -bu sefer beni duyuyor galiba ve, “Nereden bildin? Onun öldüğünü nereden bildin?” diye bağırıyor. Birileri hep ölür, diye bağırmak geliyor içimden. Her zaman. O değilse, başkası. Fakat bu onu çatıdan indirmeyecek, bu yüzden, “Burada bir çocuk var,” diye bağırıyorum, PT’yi işaret ederek. “Buna tanık olmak istemez!” PT bağırıyor: “İsterim! Evet, isterim! Hadi uç artık, hava kararmadan!” Aylardan aralık, hava gerçekten de erken kararıyor.
Adam atlarsa bu olaydan ötürü de suçlu hissedeceğim kendimi. Irena, klinikteki psikolog, bana, senden-sonra-eve-gideceğim bakışıyla baktıktan sonra, “Her şeyden sen sorumlu değilsin. Bunu kafana sokmak zorundasın,” diyecek. Ve ben başımı sallayacağım, çünkü kızını kreşten almak zorunda olduğunu ve seansın iki dakika sonra sonlanacağını bileceğim, fakat bu hiçbir şeyi değiştirmeyecek, çünkü yarı sağır olan adamı Liat’ın ölüsü ve Amit’in cam gözüyle birlikte sırtımda taşımak zorunda kalacağım. “Beni bekle!” diye bağırıyorum adama. “Yukarı gelip seninle konuşacağım!”
“Onsuz yaşayamam. Yaşayamam!” diye haykırıyor. “Bir dakika bekle,” diye bağırarak PT’ye dönüp, “Hadi, canım, çatıya çıkalım,” diyorum. PT sevimli bir tavırla başını iki yana sallıyor. taşı gediğine koymadan önce hep yaptığı gibi ve, “Uçarsa buradan daha iyi görürüz.” diyor.
“Uçmayacak,” diyorum. “Bugün değil. Bir dakikalığına yukarı çıkalım. Baba ona bir şey söylemek istiyor.” Fakat PT israr ediyor ve, “Buradan bağırarak söyle,” diyor. Kolunu elimden…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Öykü
- Kitap AdıUç Artık
- Sayfa Sayısı172
- YazarEtgar Keret
- ISBN9786055903763
- Boyutlar, Kapak13.5 x 19.5 cm, Karton Kapak
- YayıneviSiren Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Güz Nehri ~ John Cheever
Güz Nehri
John Cheever
“Hiçbir şeyimiz yok, hiçbir şeyimiz! Bunun ne demek olduğunu biliyor musun?” Fabrikalar, işçiler, bahisler, hipodromlar, jokeyler, simsarlar, kumarbazlar, işsizler, otel odaları ve gece kulüpleri…...
- Akıntı Adaları ~ Ernest Hemingway
Akıntı Adaları
Ernest Hemingway
Hemingway’in bizzat yaşadığı ve duygusal yönü ağır basan serüvenlerden yola çıkılarak yazılan Akıntı Adaları, yazarın son kitaplarından biridir. Hemingway üç bölümlük bu romanda, hareketli...
- Denge Uzmanı ~ Orhan Duru
Denge Uzmanı
Orhan Duru
Orhan Duru’nun ikinci öykü kitabı “Denge Uzmanı” (1962) yeni bir editörlükle Yapı Kredi Yayınları’ndan yayımlandı. “Denge Uzmanı”, klasik öykünün kalıplarını bozarak yeni bir anlatı...