Irvine Welsh, Britanya’nın en iyi yazarlarından biri. – Nick Hornby
Bugüne değin yazılmış en iyi kitap! İncil’den çok satmayı hak ediyor.
– Rebel, Inc.
Irvine Welsh, on yıllardır Britanya edebiyatının başına gelmiş en iyi şey.
– Sunday Times
Irvine Welsh; nihilizm ve kalp acısını, keskin gerçekçilik ve örnek bir evrenselliği mükemmel bir biçimde harmanlıyor.
– David Foster Wallace
Trainspotting, dibe vurmaktan çekinmeyenlerin öyküsü. Kısa ve hayal kırıklıklarıyla dolu hayatların baştan kabulü… Trainspotting, şimdi ve her zaman, bir iş-bir eş-bir yuva masallarıyla doymaktansa hayatın gerçekleriyle aç kalmayı seçenlerin gün sonu özeti.
Yaşamlarını kariyerle ya da ilişkileriyle anlamlandırmaya çalışanlara inat, bambaşka şeylerin üzerine şeytan arabalarıyla tam gaz gidenlerin çarpıcı, unutulmaz, kafası güzel ve hazmı zor hikâyesi Trainspotting.
BİZİ SEÇ. HAYATI SEÇ… ÇAMAŞIR MAKİNESİ SEÇ, ARABA SEÇ, BİR KANEPEYE OTURUP AĞZINA BERBAT ŞEYLER TIKIŞTIRARAK BEYİN UYUŞTURUCU VE RUH ÇÖKERTİCİ APTAL TELEVİZYON PROGRAMLARI SEYRETMEYİ SEÇ. BİR HUZUR EVİNDE ÜZERİNE SIÇIP İŞEYEREK ÇÜRÜMEYİ, BENCİL VE KAFAYI YEMİŞ ÇOCUKLARIN İÇİN BİR UTANÇ KAYNAĞI OLMAYI SEÇ. HAYATI SEÇ.
İyi de, ben hayatı seçmemeyi seçiyorum.
*
Eroinman Çocuklar, Jean-Claude Van Damme ve Başrahibe
Sick Boy’un üzerinden ter boşanıyordu. Titriyordu. Ben televizyona odaklanmış, orospu çocuğunu fark etmemeye çalışıyordum. Moralimi bozuyordu, bütün dikkatimi Jean-Claude Van Damme filmine vermeye bakıyordum.
Film, böyle filmlerde her zaman olduğu gibi, zorunlu dramatik bir açılışla başladı. Sonraki aşamada alçak kötü adamı devreye sokarak gerilimi artırmaya, zayıf öyküyü bir arada tutmaya çalışmışlardı. Jean-Claude’un milletin ağzını burnunu kırmaya başlaması an meselesiydi ama.
“Rents. Gidip Başrahibe’yi görmeliyim,” dedi Sick Boy, iç geçirip başını sallayarak.
“Ya,” dedim. Orospu çocuğunun gözümün önünden siktirip gitmesini ve beni Jean-Claude’la yalnız bırakmasını istiyordum. Öte yandan benim de krize girmem yakındı ve amcık gidip mal alırsa benden esirgeyecekti. Ona Sick Boy’ denmesinin nedeni sürekli eroin krizine girmesi falan değil, hasta orospu çocuğunun teki olması.
“Hadi gidelim, amına koyiyim,” diye hırladı.
“Biraz sabret.” Jean-Claude’un o küstah orospu çocuğunun ağzını burnunu kırışını seyretmek istiyordum. Hemen çıkarsak sahneyi kaçıracaktım. Döndüğümüzde seyredemeyecek kadar dağıtmış olacaktım, hem muhtemelen aradan birkaç gün geçmiş olacaktı. Bu da seyredemediğim bir video için gecikme bedeli ödemek demekti.
“Benim hemen çıkmam gerek lan!” diye bağırdı, ayağa kal karak. Gidip pencereye yaslandı, derin derin soludu. Avcıların peşine düştüğü bir hayvanı andırıyordu.
Uzaktan kumandayı alıp aleti kapattım. “Para israfı, amına ko yiyim,” diye çıkıştım orospu çocuğuna. Sinir bozucu götün tekiydi. Başını geriye doğru atıp gözlerini tavana dikti. “Tekrar kiralaman için gerekli parayı veririm sana. Bu yüzden mi surat asıyorsun? Elli siktirici peni için mi?”
İnsana kendini gerçekten bayağı, iki paralık hissettirmek gibi bir yeteneği vardı amcık ağızlının.
“Mesele bu değil,” dedim, ikna edici olmaktan uzak.
“Evet. Mesele şu, ben burda acı çekiyorum ve kankam olacak göt bile bile ağırdan alıp her dakikanın tadını çıkarıyor!” Gözleri futbol topu kadardı, hem nefret saçıyor hem de yalvarıyorlardı; sözde ihanetimin yakıcı kanıtları. Bir gün çocuk sahibi olabilecek kadar uzun yaşarsam, bana asla Sick Boy’un baktığı gibi bakmaz umarım. Böyle baktığında karşı koymak mümkün değil orospu çocuğuna.
“Yok böyle bi şey…” diye karşı çıktım. “Giy şu amına koduğumun ceketini!”
Taksi yoktu durakta. İhtiyacın olmadığında arka arkaya dizilirler ama. Ağustos ayındaydık sözüm ona, ama benim taşaklanım donuyordu. Krizde değildim henüz, ama yolda olduğuna kuşku yoktu.
“Amına koyiyim ben böyle taksi durağının! Yazın bir tane bile bulamazsın. Koca götlü, zengin festival amcıkları oyunlarını izlemek için bir tiyatro salonundan diğerine yüz siktirici metre yürüyemeyecek kadar tembeller amına koyiyim! Taksiciler. Paragöz orospu çocukları…” diye söylendi Sick Boy, sayıklar gibi. Gözleri pörtlemiş, boyun damarları gerilmişti caddede bir aşağı bir yukarı bakarken.
Bir taksi geldi sonunda. Durakta bizden önce gelmiş, parlak eşofmanlı ve deri ceketli bir grup genç vardı. Sick Boy’un onlanı fark ettiğini sanmıyorum. Caddenin ortasına fırladığı gibi, “TAKSİ!” diye bağırdı.
“Selam! Biz neciyiz burda?” dedi tiplerden biri. Siyah, mor ve mavi bir eşofman vardı üzerinde.
“Siktir git! Biz sizden önce geldik,” dedi Sick Boy, taksinin kapısını açarak. “İşte, bi tane daha geliyor.” Karşıdan gelen siyah taksiyi işaret etti.
“Şansınız varmış. Uyanık amcıklar sizi,” dedi tip.
“Bas git lan, göt suratlı. Bin işte taksine!” diye hırladı Sick Boy biz taksiye binerken.
Taksiciye “Tollcross, birader!” dememle yan pencereye okkalı bir tükürüğün yapışması bir oldu.
“İnin aşağı götünüz yiyorsa, uyanık puştlar! Hadi, inin de görelim!” diye bağırdı eşofmanlı tip. Taksici hiç hoşnut görünmüyordu. Boktan herifin birine benziyordu. Çoğu öyle görünür zaten. Dünyanın en aşağılık pislikleridir bu serbest meslek sahipleri.
Taksi bir U dönüşü çekip gazladı.
“Beğendin mi yediğin haltı, amcık ağızlı. Bi dahaki sefere ikimizden biri tek başına eve yürürken sopayı yiyecek.” Kızmıştım ibneye.
“O muhallebi çocuklarından mı tırsıyorsun?”
Gerçekten damarıma basıyordu yavşak. “Evet! Beni tek başıma kıstırırlarsa tırsarım tabii! Jean-Claude Van Damme mi sanıyorsun beni, amına koyiyim? Aptal götün tekisin Simon, gerçekten.” Sözlerimin ciddiyetini vurgulamak istediğimde ‘Si’ ya da ‘Sick Boy’ yerine ‘Simon’ diye hitap ederim ona.
“Tek istediğim Başrahibe’yi görmek, başka hiçbi şey sikimde değil. Anladın mı?” İşaretparmağını dudaklarına bastırıp gözlerini kocaman açtı. “Simon, Başrahibe’yi görmek istiyor. Dudaklarımı oku, amına koyiyim.” Sonra önüne dönüp gözlerini tak sicinin ensesine dikti. Bacağını asabiyetle sallayarak iradesiyle herifin daha hızla gitmesini sağlamaya çalışıyordu.
“O götlerden biri McLean’lerdendi. Dandy’yle Chancey’in küçük kardeşleri,” dedim.
“Öyle mi, amına koyiyim,” dedi ama sesindeki endişeyi gizleyemedi. “Tanırım McLean’leri. Chancey iyidir.”
“Kardeşine küfür edip tepesini attırmazsan,” dedim.
Artık beni dinlemiyordu ama. Düştüm yakasından, boş yere enerji tüketiyordum. Yoksunluğunun sessiz acısı o denli şiddetlenmişti ki, sefaletini azıcık bile olsun artırmak olanaksızdı.
‘Başrahibe’, Johnny Swan’ın lakabıydı; Sighthill ve Wester Hailes bölgelerine mal satan ve Beyaz Kuğu olarak da bilinen Tollcross’lu torbacı. Alışverişimi Seeker ve Muirhouse-Leith çetesinden yapmaktansa mümkün olduğunca Swanney ya da ortağı Raymie’den yapmaya çalışırım. Malları daha iyidir genellikle. Johnny Swan’la iyi arkadaştık eskiden. Porty Thistle futbol takımındaydık ikimiz de. O, torbacılık yapıyor şimdi. Bir keresinde bana şöyle dediğini anımsıyorum: Bu oyunda arkadaş yoktur, işbirlikçiler vardır sadece.
Dibi boylayıncaya dek bu tavrını biraz katı, küstah ve hava basmaya yönelik bulurdum. Şimdi çok iyi anlıyorum amcığın ne demek istediğini.
Torbacı olmanın yanı sıra cankiydi de Johnny. Kendi de kullanmayan bir torbacı bulmak için sosyal merdivende birkaç basamak yukarı tırmanmak gerekir. Johnny’ye ‘Başrahibe’ lakabını eroin bağımlılığını çok uzun zamandır sürdürdüğü için takmıştık.
Artık ben de kendimi bok gibi hissetmeye başlamıştım. Johnny’nin merdivenini tırmanırken her yerime kramplar giriyordu. Attığım her adımda gözeneklerimden ter boşalıyor, ıslak bir sünger gibi damlıyordum. Sick Boy daha beter durumdaydı
muhtemelen, fakat benim için var olmaktan çıkıyordu yavaş yavaş. Ancak soluklanmak için tırabzana tutunduğunda fark ettim ibneyi, çünkü Johnny’ye ve eroine giden yolu tıkıyordu. Güçlükle soluk alıyordu, tirabzana tutunmuştu ve her an merdiven boşluğuna kusabilirmiş gibi görünüyordu.
“İyi misin, Si?” dedim sinirle, yolumu tıkadığı için amcığa öfke duyarak.
Eliyle susmamı işaret etti, başını sallayıp gözlerini devirdi. Başka bir şey demedim. Kendini böyle hissettiğinde ne konuşmak istersin, ne de bir şey duymak. Hiçbir şey duymak istemezsin. Ben de istemem. Bazen insanların canki olmayı farkında olmadan sırf bir parça sessizlik istedikleri için seçtiklerini düşünürüm.
Sonunda merdiveni çıkıp daireye girdiğimizde Johnny’yi kafası iyi bulduk. Aletler ortadaydı.
“Elimde bi Sick Boy ve fena halde hasta bi Rent Boy var anlaşılan!” dedi gülerek. Uçurtma olmuş, bulutların üzerinde süzülüyordu orospu çocuğu. Johnny iğneyle birlikte bazen biraz kokain çeker ya da eroinle kokaini karıştırıp çakar. Kafasını daha iyi ettiğini, bütün gün oturup duvarlara bakmasını engellediğini düşünüyor. Sen kendini bok gibi hissederken kafası iyi amcıklar hiç çekilmez, çünkü kafaları başkalarının acılarını fark edemeyecek ya da umursamayacak kadar güzeldir. Barda kafayı çeken ayyaş herkesin onunla birlikte içmesini ister, oysa gerçek canki (kendine suç ortağı arayan nadir kullanıcının aksine) kendinden başka kimseyi düşünmez.
Raymie’yle Alison da ordaydılar. Ali malı pişiriyordu. Durum umut vaat ediciydi.
Johnny vals yaparak Alison’a doğru gitti ve ona serenat yapmaya başladı. “Hey güzelim, ne pişiriyosun bakiyim…” Sonra pencerede sebatla erketeye yatmış olan Raymie’ye döndü. Köpekbalığı okyanusta bir damla kanı nasıl algılarsa, Raymie de kalabalık bir caddede aynasızları öyle algılar. “Bi müzik koy Ray…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıTrainspotting
- Sayfa Sayısı352
- YazarIrvine Welsh
- ISBN9786055903183
- Boyutlar, Kapak13.5 x 19.5 cm, Karton Kapak
- YayıneviSiren Yayınları / 2015
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Beni Seç ~ Tess Gerritsen-Gary Braver
Beni Seç
Tess Gerritsen-Gary Braver
Tess Gerritsen ve Gray Braver’dan kusursuz bir işbirliği… Geçmişle bugün arasında gidip gelen, ifşalarla dolu, baştan çıkarıcı bir roman. The Wall Street Journal Büyüleyici bir...
- Büyücü ~ John Fowles
Büyücü
John Fowles
Çağının yarı-entelektüel bunalımlarını geçirmekte olan, Oxford mezunu Nicholas Urfe, İngiltere’nin kasvetinden ve aşktan kaçmak için ücra bir Yunan adasına İngilizce öğretmeni olarak gider. Tek...
- Ada ~ Meşa Selimoviç
Ada
Meşa Selimoviç
Eşekler ve köpekler ölür. Fırtınalar kopar. Aşk çok uzaktadır artık, kendisi için geriye ancak hayıflanma ve hasret kalan insan umduğu kahramanlığı hiç gösteremez. Adasını...