“Göz kamaştırıcı fikirlerle dolu, zeka fışkıran bir roman.” – The New York Times
11 Eylül’de babasını kaybeden Oskar, birkaç sene sonra mavi bir vazonun içinde bir anahtar bulur… Anahtar babasına aittir ait olmasına da, New York şehrindeki 162 milyon kilitten hangisini açmaktadır?
Amerikalı yazar Jonathan Safran Foer, Günther Grass’ın Teneke Trampet’inden, Paul Auster’ın Ay Sarayı’ndan ve Italo Calvino’nun yazınındaki muzip dinamizmden izler taşıyan Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın’da insanlık deneyimini şaşırtıcı tesadüfler, derin acılar, büyük yalnızlıklar, iç içe geçmiş hayatlar ve sınırsız bir yaşama sevinci merceğiyle konu ediyor. Amerika’da büyük ilgi gören ve ses getiren roman, akıcı dili, zengin anlatımı ve çığır açan tekniğiyle içinde yaşadığımız zamanların bir klasiği.
O gece babam beni yatırır ve kitap hakkında konuşurken bu meseleye bir çözüm düşünüp düşünemediğini sormuştum. “Hangi mesele?” “Fazlasıyla önemsiz olmamız meselesi.” “Pekala, bir uçak seni alıp Sahra Çölü’nün ortasına bıraksa ve sen orada, bir cımbızla bir kum tanesini yerinden bir milimetre oynatsan ne olur?” demişti. “Muhtemelen susuzluktan ölürdüm,” demiştim. “Hayır, tam o anda, tek kum tanesini oynattığında demek istedim. Ne anlama gelirdi bu?” demişti. “Bilmem. Ne?” demiştim. “Düşün bakalım,” demişti. Düşünmüştüm. “Herhalde bir kum tanesini oynattığım anlamına gelirdi.” “Ki o da Sahra’yı değiştirdiğin anlamına gelirdi.” “Yani?” “Yani mi? Yani, Sahra uçsuz bucaksız bir çöldür. Ve milyonlarca yıldır var. Ve sen onu değiştirdin!” “Doğru!” demiştim yerimde doğrularak. “Sahra’yı değiştirdim!” “Anlamı?” demişti. “Ne? Söyle.” “Eh, Mona Lisa’yı yapmaktan veya kanseri tedavi etmekten bahsetmiyorum. Sadece bir kum tanesini bir milimetre oynatmaktan bahsediyorum.” “E?” “Bunu yapmasaydın insanlık tarihi şöyle gidecekti…” “Hı-hı?” “Ama yaptın. Yani?” Yatakta ayağa kalkmış, yıldızları göstermiş ve bağırmıştım: “İnsanlık tarihinin gidişatını değiştirdim!” “Doğru.” “Evreni değiştirdim!” “Değiştirdin.” “Ben, Tanrı’yım!” “Sen ateistsin.” “Ben, yokum!” Yatağa, kollarına atlamıştım ve kahkahalarla gülmüştük.
Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın, kayıplara, arayışlara, insan ilişkilerine, yalnızlığa, kalabalıklara, acıya ve coşkuya, içinde yaşadığımız şehirlerin labirentlerine, asla adresine ulaşamayan mektuplara, gece yarısı anlatılan masallara, rüyalara ve gerçeklere, söylenen ve asla söylenememiş sözlere dair çarpıcı, eğlenceli, sürprizli ve birazcık da sihirli bir roman.
“Foer okurun elini insanlığın ve insan ilişkilerinin üstün güzelliğinin tam kalbine yerleştiriyor. Okuyun, hayatın nabzını hissedeceksiniz.” – Philadelphia Inquirer
*
NE?
Peki ya bir çaydanlık? Buhar çıktığında düdük kısmı açılıp kapanan bir ağza dönüşse ve ıslıkla hoş melodiler çalabilse veya Shakespeare okusa ya da benimle beraber gülse? Uyuyabileyim diye babamın sesiyle kitap okuyan bir çaydanlık veya belki ‘Yellow Submarine’in nakarat kısmını söyleyebilen bir çaydanliklar korosu icat edebilirim. “Yellow Submarine’ the Beatles’in bir şarkısı. The Beatles’ı severim çünkü böcekbilim* raisons d’être’lerimden biridir ve raison d’être, bildiğim bir Fransızca terimdir. Bir başka hoş şey, mesela, osurduğumda konuşabilmesi için anüsümü eğitmem olurdu. Canım feci komik olmak istese, her inanılmaz berbat osuruğumdan sonra anüsümü, “Ben yapmadım!” demek üzere eğitirdim. Ve eğer tutup Aynalar Salonu’nda inanılmaz berbat bir osuruk patlatırsam ki Aynalar Salonu, Versailles’dadır ve Versailles, Paris’in dışındadır ki Paris, haliyle Fransa’dadır, anüsüm, “Ce n’étais pas moi!” derdi.
Küçük mikrofonlara ne demeli peki? Herkes küçük birer mikrofon yutsa ve onlar da tulumlarımızın ceplerine yerleştirilebilecek küçük hoparlörlerden kalplerimizin seslerini dışari verseydi? Geceleri sokakta paten yaptığınızda herkesin kalp atışını duyabilirdiniz, herkes de sizinkini duyardı. Sonar gibi. Bildiğim ama bilmez olaydım dediğim o tuhaf şey gibi, birlikte yaşayan kadınların aynı zamanda adet görmeleri olayı gibi herkesin kalbi aynı anda atmaya başlar mıydı, merak ediyorum. Bu gerçekten de tuhaf olurdu, tabii hastanede, bebeklerin doğduğu yerde, bebekler henüz kalp atışlarını birbirlerine uyduracak zaman bulamadıklarından duyulan seslerin bir yüzen evdeki kristal avize gibi çın çın çınlayacak olmasını saymazsak. Ve New York Maratonu’nun sonundaki bitiş çizgisinde duyulacak sesler de savaşa benzerdi.
Ve bir de, çarçabuk kaçmanız gereken pek çok durumla karşı karşıya kalırsınız ama insanların kanatları yoktur veya henüz yoktur… Neyse, peki, o zaman kuşyeminden bir gömleğe ne buyrulur?
Neyse.
İlk jujitsu dersim üç buçuk ay önceydi. Savunma sanatları, haliyle en merak ettiğim konulardandı ve annem, tef çalmak dışında bir bedensel faaliyet gereksindiğimi düşünmüştü; böylece ilk jujitsu dersime üç buçuk ay önce gittim. Sınıfta on dört çocuk vardı ve hepimiz bembeyaz giysiler içindeydik. Baş selamı çalıştık ve sonra Kızılderililer gibi oturduk ve derken Sensei Mark, kendisine saldırmamı istedi. “Hayalarımı tekmele,” dedi. Bu lafla kendime geldim. “Excusez-moi?” dedim. Bacaklarını iki yana açtı ve “Tüm gücünle hayalarıma tekme atmanı istiyorum,” dedi. Ellerini beline koydu ve derin bir nefes aldı ve gözlerini kapadı ve o zaman ciddi olduğunu kavradım. İçimden ‘Ne?’ diye geçirirken, “Jose,” dedim. “Haydi, evlat,” dedi, “patlat hayalarımı.” “Hayalarını patlatmak mı?” Gözlerini açmadan kahkahayı bastı ve “İstesen de patlatamazsın hayalarımı. Buranın olayı bu işte. Bu, eğitimli bir bedenin doğrudan bir darbeyi nasıl emeceğinin örneğidir. Şimdi, patlat bakalım hayalarımı.” “Ben pasifistim,” dedim ve yaşıtlarımın çoğu dediğim şeyin anlamını bilemeyeceği için diğerlerine dönerek, “Bence başkalarının hayalarını patlatmak doğru bir şey değil. Hem de hiç.” diye açıkladım. Sensei Mark, “Sana bir şey sorabilir miyim?” dedi. Tekrar ona döndüm ve “Sana bir şey sorabilir miyim?’ demek zaten bana bir şey sormaktır,” dedim. “Jujitsu ustası olma hayali kuruyor musun?” dedi. Artık aile işimiz olan kuyumculuğu sürdürme hayali kurmuyor olmama rağmen yine de, “Hayır,” dedim. “Bir jujitsu öğrencisi nasıl jujitsu ustasına dönüşür bilmek istiyor musun?” dedi. “Ben her şeyi bilmek istiyorum,” dedim ya, artık bu da doğru değil. “Bir öğrenci, ustasının hayalarını patlatarak usta olur,” dedi. “Müthiş.” dedim. Son jujitsu dersim üç buçuk ay önceydi.
Keşke tefim şimdi yanımda olsa çünkü onca şeyden sonra hâlâ botlarım ağır ve bu, bazen iyi ritim tutmama yarıyor. Tefimle çalabildiğim en etkileyici şarkı, Nicolai Rimsky-Korsakoff’un, babam öldükten sonra edindiğim cep telefonuna zil sesi olarak da indirdiğim ‘Balarısının Uçuşu’dur. ‘Balarısının Uçuşu’nu çalabilmem epey şaşırtıcı çünkü kimi yerinde tefe inanılmaz hızli vurmak gerekiyor ve bu, benim için çok zor çünkü bileklerim tam olarak kuvvetli sayılmaz. Ron bana beş parçalık bir davul seti almayı teklif etti. Parayla sevgimi satın alamazdı tabii ama zilleri Zildjian marka olabilir mi diye yine de sordum. “Ne istersen,” dedi ve masamdan yoyomu alıp oynamaya başladı. Arkadaşça davranmaya çalıştığını biliyordum ama birden acayip kızdım. “Yoyo moi!” deyip yoyomu elinden kapıverdim. Aslında ona, “Sen babam değilsin ve asla olmayacaksın,” demek istemiştim.
Dünya hep aynı kalırken ölen insan sayısının artması ve günün birinde kimseyi gömecek yer kalmayacak olması tuhaf değil mi yani? Geçen yıl, dokuzuncu yaş günümde babaannem bana, ‘The National Geographic’ dediği National Geographic dergisine abonelik hediye etti. Sırf beyaz şeyler giydiğim için bir de beyaz ceket verdi ve ceket, giyemeyeceğim kadar büyük geldiği için uzun süre dayanacak. Dedemin fotoğraf makinesini de bana…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıAşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın
- Sayfa Sayısı400
- YazarJonathan Safran Foer
- ISBN9786055903053
- Boyutlar, Kapak13.5 x 19.5 cm, Karton Kapak
- YayıneviSiren Yayınları / 2017
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Gelin ~ Julie Garwood
Gelin
Julie Garwood
Kralın emrine karşı gelmek olanaksızdı ve İskoçya’nın en güçlü toprak sahibi Alec Kincaid,İngiliz bir gelinle evlenmek zorunda kalmıştı.Baron Jamios’un en güzel kızı Jaime, Alec’in...
- Büyükannem Cebimde ~ Iva Procházková
Büyükannem Cebimde
Iva Procházková
Arkadaşları, prenses bir annesi ve oyuncu bir babası olduğu için çok şanslı olduğunu söyleseler de küçük Elias’ın boyundan büyük bir derdi var. Annesi ve...
- Türkiye’nin Kalbi Ankara ~ Koray Avcı Çakman
Türkiye’nin Kalbi Ankara
Koray Avcı Çakman
Keşif Kulübü ile İstikamet Ankara! Koray Avcı Çakman’ın yazıp Kıymet Ergöçen’in resimlediği Keşif Kulübü: Türkiye’nin Kalbi Ankara, tarihin farklı dönemlerinde pek çok farklı uygarlığa ev...