Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Biz Hep Şatoda Yaşadık
Biz Hep Şatoda Yaşadık

Biz Hep Şatoda Yaşadık

Shirley Jackson

Dünyadan gizlenerek yaşayan iki kız kardeş ve gölgesini geçmişten bugüne, onların üzerine düşüren gizemli bir olay… Usta yazar Shirley Jackson, bu kısa ve mücevher…

Dünyadan gizlenerek yaşayan iki kız kardeş ve gölgesini geçmişten bugüne, onların üzerine düşüren gizemli bir olay… Usta yazar Shirley Jackson, bu kısa ve mücevher misali pırıl pırıl romanda ters köşelerle örülü bir öykü anlatıyor, okura tuzaklar ve yanılsamalarla dolu bir zemin sunuyor. Biz Hep Şatoda Yaşadık, inişleri ve çıkışları, anlatımdaki mahir sıçrayışlarıyla Shirley Jackson’ın dehasını ortaya koyuyor; üstelik karşılaşacağınız en tuhaf ve cazip roman kahramanlarından biriyle, Merricat ile tanışmanızı sağlıyor. Merricat, onu mahvedecek hakikatlerin karşısında hayallerinin sayesinde dimdik duruyor, ne ki bazı hayaller, kabuslarla koyun koyuna uyuyor.

Bugün Stephen King’den Neil Gaiman’a değin pek çok çağdaş yazarın ilham kaynakları arasında andığı Shirley Jackson, Amerikan Gotiği’nin klasiklerinden sayılan Biz Hep Şatoda Yaşadık ile anlatıcı olarak ustalığını gözler önüne seriyor ve kız kardeşliğe dair unutulmayacak bir metne imza atıyor. Doğada hiçbir şey yoktan var olmuyor ve sarayların enkaza, hayallerin hezeyana dönmesi için bir an yetiyor; geriye kala kala biraz toz, belki biraz da kül kalıyor. En ölümcül zehirler, tıpkı en kuvvetli tılsımlar gibi insan yüreğinde büyüyor ve hiçbir yer, ama hiçbir yer insanın evi gibi olmuyor.

1

Adım Mary Katherine Blackwood. On sekiz yaşındayım ve ablam Constance’la birlikte yaşıyorum. Azıcık şanslı olsaydım dünyaya kurtadam olarak geleceğimi düşünmüşümdür hep, çünkü her iki elimin orta ve yüzükparmağı aynı uzunlukta, ne var ki kendimi olduğum gibi kabullenmek zorunda kaldım. Yıkanmayı, köpekleri ve gürültüyü sevmiyorum. Ablam Constance’, Richard Plantagenet’i ve köygöçüren mantarı Amanita phalloides’i seviyorum. Ailemdeki diğer herkes öldü.

Son baktığımda mutfak rafındaki kütüphane kitaplarının teslim tarihleri beş ayı geçmişti; mutfak rafımızda sonsuza dek duracaklarını bilseydim daha farklı kitaplar seçer miydim acaba? Zaten eşyanın yerini nadiren değiştirirdik; Blackwood’lar hiçbir zaman öyle içi içine sığmayan, yerinde duramayan bir aile olmamıştır. Kitap, çiçek, kaşık gibi küçük, gezen şeyler vardı ama bunlar hep sabit eşyadan oluşan sağlam bir temelin üstünde otururdu. Her şeyi yerli yerine koyardık. Masaların, sandalyelerin, yatakların, halıların altını, resimlerin arkasını, lambaların içini süpürüp tozlarını alsak da yerlerini değiştirmezdik; annemizin makyaj masasındaki kaplumbağa kabuğundan tuvalet seti yerinden asla, bir milim bile oynamamıştı. Blackwood’lar hep bu evde yaşamış, ortalığı da hep tertipli tutmuştu; buraya yerleşen her yeni gelinle birlikte yeni eşya için yer açılmış ve evimiz, Blackwood demirbaşına eklenen katmanlarla ağırlaşarak dünyaya karşı sağlam durmuştu.

Kütüphane kitaplarını nisan sonlarında bir cuma günü getirmiştim eve. Cuma ve salı günleri korkunçtu çünkü kasabaya inmem gerekiyordu. Birimizin kütüphaneye ve markete gitmesi lazımdı; Constance kendi bahçesinden öteye adım atmaz, Julian Amca istese de adım atamazdı. Yani benim haftada iki gün kasabaya inmemin nedeni gurur, hatta inat bile değil, sadece kitap ve yiyecek ihtiyacıydı. Gerçi dönüş yoluna koyulmadan kahve içmek için Stella’nın yerine uğrama nedenim gurur olabilirdi; en azından kendime öyle olduğunu söylüyor, eve dönmeyi ne kadar çok istesem de oraya gitmeden edemiyordum. Uğramadan geçip gidersem Stella’nın beni göreceğini, belki de korktuğumu düşüneceğini biliyordum ve bu düşünceye dayanamıyordum.

“Günaydın Mary Katherine,” derdi Stella her seferinde, ıslak bir bezle uzanıp tezgâhı silerek. “Bugün nasılsın bakalım?” “Çok iyiyim, sağ ol.”

“Ya Constance Blackwood, o da iyi mi?” “Çok iyi, sağ ol.”

“Ya o?”

“Eh işte. Sade kahve lütfen.”

Başka biri gelip de tezgâha oturursa acelemi belli etmeden kahvemi bırakır, Stella’ya başımla selam verip ayrılırdım. Stella, ben çıkarken her seferinde gayriihtiyari, “Kendine iyi bak,” derdi.

Kütüphane kitaplarını özene bezene seçerdim. Evimizde de kitaplar vardı elbette, babamın çalışma odasında iki duvar kitapla kaplıydı ama ben peri masallarından ve tarih kitaplarından hoşlanıyordum, Constance ise yemek kitaplarını seviyordu. Julian Amca eline hiç kitap almasa da akşamları, ken-

disi kâğıtlarıyla uğraşırken Constance’ın okuduğunu görmekten hoşlanırdı ve ara sıra uzanıp ona bakarak memnun memnun başını sallardı.

“Ne okuyorsun tatlım? Hanımefendilerin eline kitap ne de çok yakışıyor.”

“Yemek Pişirme Sanatı diye bir şey okuyorum Julian Amca.” “Muazzam.”

Haliyle, Julian Amca odadayken asla uzun süre sessiz duramazdık, gelgelelim Constance’la benim şimdi hâlâ mutfak rafımızda duran kütüphane kitaplarının kapaklarını açtığımızı hatırlamıyorum. Kütüphaneden çıktığımda güzel bir nisan sabahı karşılamıştı beni, güneş parlıyordu, baharın sahte, göz alıcı vaatleri her yeri sarmış, kasabanın kirinin içinden tuhaf bir biçimde kendini gösteriyordu. Hatırlıyorum, ellerimde kitaplarla kütüphanenin basamaklarında durdum, gökyüzüne uzayan dallarda hayal meyal seçilen, yeşilin en açık tonundaki tomurcuklara baktım ve her zamanki gibi, eve kasabadan değil de gökyüzünden yürüyerek gidebilmeyi diledim. Kütüphane basamaklarından doğruca karşıya geçip sokağın diğer tarafından şarküteriye yürüyebilirdim, ama bu, marketin ve kapısında oturan adamların önünden geçmek anlamına geliyordu. Bu kasabada erkekler genç kalıp dedikodu yapar, kadınlarsa bitkinliğin en gri, en kötücül haline kapılarak yaşlanır ve çıt çıkarmadan oturup erkeklerin eve dönmesini beklerdi. Kütüphaneden çıkınca, şarküteriye varana kadar sokağın bu tarafında yürüyüp sonra karşıya geçebilirdim, öylesi daha uygundu ama o zaman da postanenin ve Harler ailesinin toplayıp eve getirdiği ve -yürekten inanıyorum kipek sevdiği paslı teneke yığınları, bozuk otomobiller, boş yakıt tenekeleri, eski döşekler, tesisat boruları ve çamaşır tekneleriyle dolu Rochester Evi’nin önünden yürümek zorunda kalırdım.

Rochester Evi kasabadaki en güzel evdi; bir zamanlar ceviz kaplama bir kütüphanesi, ikinci katında bir balo salonu ve güllerle kaplı bir verandası varmış. Annemiz burada doğmuştu ve bu nedenle şimdi bu evin sahibi Constance olmalıydı aslında. Her zamanki gibi postanenin ve Rochester Evi’nin önünden yürümenin daha güvenli olacağına karar verdim, gerçi annemin doğduğu evi görmekten hoşlanmıyordum. Sokağın bu tarafı tekinsiz sayıldığından sabahları çoğunlukla boş oluyordu; zaten şarküteriden çıktıktan sonra eve gidebilmek için her halükarda marketin önünden geçmem gerekecekti ve hem gidişte hem dönüşte oradan geçmeyi kaldıramazdım.

Clarke’lar ve Carrington’lar gibileri kasabanın dışında, Hill Yolu’nda, River Yolu’nda ve Old Dağı’nda çok güzel yeni evler inşa etmişti. Kasabanın ana caddesi aynı zamanda eyalet otoyolunun parçası olduğundan Hill ve River yollarına çıkabilmek için yine kasabanın içinden geçmek zorunda kalsalar da Clarke’larin çocukları ve Carrington’ların oğlanları özel okullara gidiyor, Hill Yolu’ndaki evlerin mutfaklarında pişen yiyecekler de daha büyük kasabalardan ve şehirden geliyordu; posta, kasabadaki postaneden alınıp otomobille River Yolu’ndan Old Dağı’na kadar çıkarılıyordu ama dağda yaşayanlar mektuplarını daha büyük kasabalarda postalıyor, River Yolu’nda yaşayanlar saçlarını şehirde kestiriyordu.

Otoyolun ya da Creek Yolu’nun kenarındaki küçük, izbe evlerde yaşayan kasabalıların Clarke’lar ya da Carrington’lar otomobille geçince gülümsemesine, kafalarını eğip el sallamasına hiç anlam veremezdim; olur da Helen Clarke aşçısının unuttuğu bir kutu domates sosunu ya da yarım kilo kahveyi almak için Elbert’ın Şarküterisi’ne gelirse herkes ona “Günaydın,” der ve havanın o gün biraz daha iyi olduğundan dem vururdu. Clarke’ların yaşadığı ev Blackwood’ların evinden yeni yeni olmasına ama daha güzel değil. Bizim babamız, eve köyün ilk piyanosunu getiren adamdır. Carrington’lar kâğıt fabrikasının sahibi belki ama Blackwood’lar otoyol ile nehir arasında uzanan arazinin tamamının sahibi. Old Dağı’ndaki Shepherd’lar kasabanın ilk belediye binasını yaptırmış; beyaz ve sivri çatılı bir bina bu, yeşil bir bahçenin ortasında duruyor, önünde de bir top var. Bir keresinde kasabada imar yasaları çıkarmanın, Creek Yolu’ndaki gecekonduları yıkıp tüm kasabayı belediye binasına uygun bir şekilde inşa etmenin bahsi geçmişti ama kimse kılını kıpırdatmadı, kıpırdatırlarsa Blackwood’ların kasaba toplantılarına katılmaya başlayacağından korktular belki de. Kasabalılar hayvan ve balık avlama izinlerini belediye binasından alır; Clark’lar, Carrington’lar ve Shepherd’lar yılda bir kere toplantıya katılıp Harler’ın hurdalığını ana caddeden kaldırmak, marketin önündeki bankları sökmek için ciddiyetle oy verir, kasabalılar da onları sandıkta her yıl büyük bir zevkle bozguna uğratır. Belediye binasını geçince sola doğru Blackwood Yolu uzanır; bu, eve dönüş yoludur. Blackwood Yolu, Blackwood topraklarının etrafında büyük bir daire çizer, bu yolun her santimi babamızın diktiği tel çitle çevrilidir. Belediye binasının hemen ilerisinde, patikanın girişini gösteren büyük, siyah kaya durur; buradaki kapıyı açarım, sonra ardımdan kilitleyip ormandan geçerek eve gelirim.

Kasabalılar bizden hep nefret etmiştir.

Alışveriş yaparken bir oyun oynuyordum. Oyun tahtasının küçük bölmelere ayrıldığı ve her oyuncunun attığı zara göre ilerlediği çocuk oyunlarını düşünüyordum; “bir tur bekle,” “dört adım gerile,” “başlangıç noktasına geri dön” gibi tehlikeler vardı; “üç adım ilerle,” “tekrar zar at,” gibi de ufak destekler. Kütüphane başlangıç noktamdı, siyah kaya hedefim. Ana caddenin bir tarafından inmem, karşıya geçmem, sonra siyah kayaya varana dek…

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıBiz Hep Şatoda Yaşadık
  • Sayfa Sayısı183
  • YazarShirley Jackson
  • ISBN9786055903657
  • Boyutlar, Kapak13.5 x 19.5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviSiren Yayınları / 2023

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Piyango ve Diğer Öyküler ~ Shirley JacksonPiyango ve Diğer Öyküler

    Piyango ve Diğer Öyküler

    Shirley Jackson

    Bir kadın, deli gibi o gün evleneceği adamı arıyor, okunmamış bir mektup, bir ilişkinin en dehşetli yanlarını ortaya çıkarıyor ve mavi takım elbiseli, uzunca...

  2. Tepedeki Ev ~ Shirley JacksonTepedeki Ev

    Tepedeki Ev

    Shirley Jackson

    Çağdaş edebiyatın en gizemli yazarlarından birinden, Shirley Jackson’dan zamana meydan okuyan bir klasik: Tepedeki Ev. Sıradan hayatların ürkütücü yanlarına yönelik ilgisi, insan ruhunun kuytularına...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Bir Sürü Ben ~ Guy BassBir Sürü Ben

    Bir Sürü Ben

    Guy Bass

    Her istediğimizi elde edebilseydik, nasıl bir dünyada yaşıyor olurduk? Doğa, dilek dilemek yerine bir karar verdi. “Daha fazla ben lazım,” dedi. Doğa, hayatında yeniliklere...

  2. Küçük Tilkili Kadın ~ Violette LeducKüçük Tilkili Kadın

    Küçük Tilkili Kadın

    Violette Leduc

    “Tilki, kapanın elinde kalacaktı ama kadın diğerlerinden daha baskın çıkmıştı. Herkes uyuyordu ve ona rastlayan kendisi olmuştu.” Paris’te, çatı katında küçücük bir dairede yoksulluğun...

  3. Salyangoz/Bir Casusun Günlüğü ~ Mustafa HalifeSalyangoz/Bir Casusun Günlüğü

    Salyangoz/Bir Casusun Günlüğü

    Mustafa Halife

    Suriyeli yazar Mustafa Halife’nin bu romanı, Hristiyan bir Arap vatandaşının hikayesini anlatıyor. Eğitim için gittiği Fransa’dan altı yıl sonra ülkesine döndüğünde; havaalanında, Müslüman Kardeşler...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur