Her ailenin kendi mitolojisi vardır, ancak bu ailede mitlerin hiçbiri birbiriyle uyuşmuyor. Claudia’nın annesi, babasıyla onu köprüden atlamaktan alıkoyduğunda tanıştığını söylüyor. Babası ise annesini bir hırsızlık girişiminden kurtardığında tanıştıklarını söylüyor. Her iki ebeveyn de sağır ama daha farklı olamazlardı; kimin kurtarılmaya ihtiyacı olduğu bir yana, nasıl tanıştıkları konusunda bile anlaşamıyorlar.
İşitme engelli olup işaret dilini kullanmayı reddeden bir anne babanın çocuğu olarak doğan ve hem İtalyanca hem de İngilizceyi kendilerine özgü şekillerde eğip bükerek konuşan göçmen bir ailede büyüyen Claudia Durastanti, Yabancı’da kimliklerimizi kurarken temel aldığımız anlatıları, belleğin bu anlatılardaki rolünü, gerçek ile kurgunun geçişkenliğini deneysel bir formla işleyerek, anı ve roman türlerinin kesişiminde yenilikçi bir aile hikâyesi sunuyor.
Yaşamını şekillendiren popüler ve karşı kültür akımlarına, edebiyat, sinema ve müzik eserlerine vurgu yaparak anlatısının tarihsel bağlamını derinleştiren Durastanti, İtalyan edebiyatının parlayan yıldızlarından biri.
Peki ama bu gerçek bir hikâye mi?
“Hafızanın, hayal gücünün ve cesurca somutlaştırılmış soruların karanlık sularına atılan bir şamandıra. Bu benim en sevdiğim yazı türü; sadece dünyayı anlatmakla kalmayıp onu oyarak içine canlı canlı gömülen bir tür.
—Ocean Vuong
“Bir romanın neler yapabileceğine dair bakış açımı genişleten nadir kitaplardan biri.”
—Lauren Groff
“Durastanti’nin ince eleyip sık dokuyan bakışı, gündelik olanı karanlık ve güzel bir şeye dönüştürüyor.”
—Sophie Mackintosh
*
Çocukluk
Annem 1956’nın son günlerinde Basilicata’da Agri Nehri’nin kıyışındaki bir çiftlikte doğmuş. Anneannemle büyükbabam kışın genelde o harap haldeki yapıda değil de köyde kalırlarmış, ama kara yakalanmışlar, böylece annem de etrafı bir sürü kedi ve zayıf hayvanla çevrili halde bir ahırda doğmuş. Anne babası tarlada çalışırmış, o da zamanının büyük kısmını büyükanneleriyle geçirirmiş. Büyükannelerden biri benim gibi bir accidental American ‘miş: Babasının yolculuğu sırasında geçtiği Ohio’da doğmuş -o göçebe veya paralı asker hakkında tek bildiğimiz, bir dizi göçü düşüncesizce başlattığıdırdaha sonra da annesiyle birlikte Basilicata’ya gitmiş, böylece geleceğini terk edip geçmişte yok olup giden tersine bir göçmen haline gelmiş. (Altı yaşımdayken ben de aynı kaderi paylaşacak, Brooklyn’den ayrılıp insandan çok hayvanın yaşadığı Lucania’daki küçük bir kasabaya taşınacaktım.) Köyde anneanneme gizemli biri gibi davranılırmış: Hiçbir zaman İngilizce konuşmasa da hep tuhaf markah ürünler kullanırmış, kotlarının kumaşı hiç aşınmazmış ve mumları saatlerce yansa bile erimezmiş. Babaannem ise sessiz ve hassastı, onun dünyası gökyüzünde beliren kasvetli hayaletlerden ve alna gümüş kaşık dayayarak cinlerin def edilmesinden ibaretti, kutsal geçit törenlerine yalınayak katılır ve Meryem Ana’yla doğrudan konuşabildiğine inanırdı.
Ben küçükken annem beni yakınında doğduğu nehrin kıyısında gezmeye götürürdü, ama ben o nehrin, o dört yaşındayken menenjitten kaynaklanan ateşini düşürmek için batırılıp çıkarıldığı o mitolojik ve çalkantılı sularla bir olduğunu kabullenmekte zorlanırdım. Ateşinin yükseldiğini fark ettikleri anda koşup onu nehirde ıslatmışlar, ama doktorlara ve komşulara bakılırsa o fevri çözüm bir işe yaramayacaktı. Enfeksiyon onu kör edebilir, delirtebilir, sağır bırakabilir veya öldürebilirdi; ona göz kulak olan ve acıdan iki büklüm, bitkin annemin yattığı küçük yatağının yanında onun için dua eden kadınların hepsi onun sağır olması için adak adamışlar. Onun için zor olacaktı tabii, ama en azından dünyayı görecek ve derdini anlatmanın bir yolunu bulacaktı.
Büyükbabam Vincenzo kısa boylu, esmer ve çapkınmış. Altmışlı yıllarda anneannem Maria’yla birlikte Amerika’ya göç ettiklerinde yoksul oldukları için değil -gerçi yoksuldularbüyükbabam kendine daha iyi bir iş bulsun diye de değil, köyün kadınlarıyla çok flört ettiği ve anneannem bundan acı çektiği için gitmişler. Düğünlerde ve bayramlarda akordeon çalarmış, koyu renk pantolon giyer, gömleğinin kollarını sıvarmış, jöleyle arkaya doğru taradığı saçında tek bir beyaz yokmuş. Anneannemle büyükbabam görücü usulü nişanlanmış: Birinci dereceden kuzenlermiş ve komşularının dedikodularına bakılırsa dayılarımın kısa boylu olmasının ve annemin sağır olmasının sebebi anne babalarının kan uyumunun kötü olmasıymış. Büyükbabamla anneannem yakınlık yasasını ihlal ettikleri için cezalarını çekiyorlardı, ama annemin sağır olmasının nedeni bulaşıcı bir hastalıktı, dayılarım da o yıllarda birçok Güneyli çocuk gibi kısa boyluydu. Aristokratlar ve vampirler türlerini devam ettirmek için kendi aralarında çiftleşirlerdi, çıkarımları pek de isabetli olmayan antropologlara göre ise Afrika’daki bazı kabileler lanetlerden kaçınmak için böyle yaparlardı, halbuki aslinda sevgililerin fazla yakın akraba olmaması için kesin kural
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıYabancı
- Sayfa Sayısı248
- YazarClaudia Durastanti
- ISBN9786057260123
- Boyutlar, Kapak13.5 x 19.5 cm, Karton Kapak
- YayıneviSiren Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Winesburg, Ohio ~ Sherwood Anderson
Winesburg, Ohio
Sherwood Anderson
Winesburg, Ohio, 20. yüzyıl başında Amerika’da küçük bir kasabadaki yaşamı anlatan bir dizi kısa hikayeden oluşuyor. Merkezine yerel bir gazetede çalışan genç bir muhabiri...
- Son Koloni ~ John Scalzi
Son Koloni
John Scalzi
John Perry şiddet dolu bir evrende nihayet huzura kavuşmuş olup insanlığın pek çok kolonisinden birinde eşi ve kızıyla beraber yaşamaktadır. Güzel bir yaşantısı olmasına...
- Açıkta ~ Jesús Carrasco
Açıkta
Jesús Carrasco
Ne yaparsa yapsın ölümcül günahı işleyeceğini biliyordu ve bu duygu gözünün önüne vaaz kürsüsündeki rahibi getiriyordu: sarımtırak cübbe, emreden eller, kavisli göbek biçimi ve...