Taze bahar soğuğunda
Mabet önünde
Bir turna düşledim.”
Modern Japon edebiyatının kurucularından Natsume Sōseki, ülkesindeki topyekûn modernleşme sürecinde toplumda yaşanan hızlı ve keskin dönüşümün bireyin iç dünyasında yarattığı kırılma ve çelişkileri, kurgu sanatına taşıdığı psikolojik derinlikle ustaca aktarır.
Gazetelere düzenli aralıklarla yazdığı öykü ve denemelerinde kalemini benliği ve belleği üzerinde gezdirerek, hatırlamaya ve serbest çağrışıma dayalı anlatımıyla, sesli düşünme diyebileceğimiz türden çeşitli üslup provaları yapmıştır.
Yazarın tapınak bildiği kendine ait odasının artalanında, göz göre göre ihmale kurban giden davetsiz konuğun buruk öyküsünü anlatan Pirinç Kuşu, Sōseki’nin alışılageldik halim selimliği içinde dipsiz bir kötülüğün ifade bulduğu kor gibi bir metin…
*
KYOTO’YA VARDIĞIM AKŞAM
Tren, kayan bir yıldız hızıyla yüz seksen fersahlık baharın içinden geçip beni Shichijō istasyonuna silkeledi attı. Topuklarımın sert vuruşu peronda soğuk soğuk yankılandığında, kara makine kara boğazından bir anda kıvılcımlar püskürtüp kükreyerek karanlık topraklara doğru uzaklaştı.
Kyoto her haliyle ıssız bir yer. Makuzu Ovası, Kamo Nehri, Hie, Atago ve Kurama Dağları; hepsi geçmişte olduğu gibi. Hiç değişmeyen ovaların, nehirlerin, dağların arasındaki Birinci, İkinci, Üçüncü Cadde’yi geçip Dokuzuncu’ya, Onuncu’ya varsanız bile her şey eskiden nasılsa öyle. Saya saya yüzüncü caddeye gelseniz, hatta bin yıl yaşasanız bile Kyoto herhalde hâlâ ıssız olur. Soğuk bahar akşamında hızla yol alan trenden nezaketsizce silkelenip atılan ben, işte bu ıssız Kyoto’yu ıssızlığa ve soğuğa rağmen bir baştan bir başa geçmek zorundayım. Güneyden kuzeye… Mahallelerin, evlerin, ışıkların son bulduğu kuzey ucuna dek.
“Yolumuz uzun,” diyor ev sahibi* arkadan. “Uzun ya,” diyor mürit** önden. Bense ortadaki çekçekte titriyorum. Tokyo’dan ayrılırken Japonya’da bu kadar soğuk bir yer olacağı hiç aklıma gelmemişti. Düne kadar, kalabalıkta birbirine sürtünen bedenlerden kıvılcımlar çıkıyor, damarlarımı şişirip zorlayarak akan sıcak kan, tüm vücudumdan fışkıran tere karışıp dışarı sızacakmış gibi geliyordu. Tokyo böylesine çetin bir yerdir işte. Bu uyarıcı başkentten ayrılıp kendini birdenbire kadim zamanların Kyoto’sunda buluveren şu halimle, sanki yaz ortasında güneşten yanmış bir taşmışım da, dibi yosun tuttuğundan göğü yansıtmayan karanlık bir gölete düşmüş gibiyim. Bir fışırtı eşliğinde ansızın vücudumu terk edecek sıcak havanın, sessiz Kyoto gecesinde sarsıntı yaratmasından endişe duyuyorum.
“Yolumuz uzun,” diyenin arabası, “Uzun ya,” diyenin arabası ve o titreyen halimle benim arabam, uzun araba okları peş peşe dizilmiş uzun bir konvoy halinde, daracık sokaklarda kuzeye, daha da kuzeye gidiyor. Sessiz gecede sesimizi duyurmak istercesine, tekerleklerimizi takırdatarak yol alıyoruz. Dar sokağın iki yanında takırtıların önü kesiliyor, ses yükseklere çıkıp gökte yankılanıyor. Takır takır, takır takır… Ve tekerlekler taşa denk gelirse tak takırt ediyor. Hüzünlü sesler değil bunlar. Fakat soğuk yankılanıyor. Rüzgâr kuzeyden esiyor.
Her iki yanda sıkış tepiş dizilip dar sokaklara sınır çizen evlerin hepsi siyah. Ve istisnasız bütün kapılar kapalı. Orada burada, saçak altlarından sarkan büyük Odawara kâğıt fenerleri görülüyor. Üzerlerinde kırmızıyla zenzai*** yazılı. Kimselerin uğramadığı bu saçak altlarında, zenzailar neyi bekleyerek fenerleri böyle kırmızıya boyuyor acaba? Belki de soğuk bahar gecesi ilerleyip Kamo Nehri’nin suları bile durma vaktinin geldiğine karar verdiğinde İmparator Kanmu’nun ruhu yemeğe buyuracaktır.
İmparator Kanmu’nun saltanatı döneminde, kırmızı boyalı zenzaiların saçak altlarını renklendirip renklendirmediği cevaplanması güç bir tarihsel sorudur. Fakat kırmızı zenzai ve Kyoto kesinlikle birbirinden ayrılamaz. Ayrılamayacağına göre de bin yıllık geçmişe sahip Kyoto’da bin yıllık geçmişe sahip zenzai olmazsa olmaz. Vaktiyle İmparator Kanmu zenzai yerler miydi bilmem ama zenzai, Kyoto ve ben tarihöncesine dayanan derin bir bağla birbirimize bağlıyız. Kyoto’ya ilk gelişim on beş on altı yıl önceydi. O zaman Masaoka Shiki* ile birlikte gelmiştim. Fuyachō Caddesi’ndeki Hiiragiya diye bir hana yerleştikten sonra, Kyoto gecesini görmek için Shiki ile dışarı çıktığımızda gözüme ilk çarpan bu büyük, kırmızı zenzai fenerleri oldu. Bu fenerleri görünce nedense, işte bu Kyoto, dedim içimden ve bu izlenimim bugüne, Meiji’nin 40. yılına** dek hiç değişmedi. Zenzai Kyoto’dur ve Kyoto zenzaidır, o gün edindiğim ilk izlenim aynı zamanda son izlenimimdir. Shiki öldü. Bense hâlâ hiç zenzai yemedim. Doğruyu söylemek gerekirse, zenzai tam olarak nedir onu bile anlamış değilim. Bana ne shirukoyu ne de haşlanmış azuki fasulyesini çağrıştırıyor ama o kırmızı, kaba, kalın yazı karakterlerini görünce Kyoto’nun hatırası kafamda bir şimşek gibi çakıyor. Ve aynı anda şunlar geçiyor aklımdan: Ah, Shiki öldü. Lif kabağı gibi kurudu gitti. Fenerler karanlık saçak altlarında hâlâ ağır ağır sallanıyor. Bense soğuktan boynumu içime çekmiş, Kyoto’yu güneyden kuzeye katediyorum.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Japon Edebiyatı Roman (Yabancı)
- Kitap AdıPirinç Kuşu
- Sayfa Sayısı72
- YazarNatsume Soseki
- ISBN9786256462182
- Boyutlar, Kapak13,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviSel Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Güneş De Doğar ~ Ernest Hemingway
Güneş De Doğar
Ernest Hemingway
Güneş de Doğar‘daki kişiler, savaş sonrası değer yargıları yiten, değişen yaşamları üç aşağı beş yukarı birbirine benzeyen insanlardır. Roman başkişileri, bu çöküntüyü olanca derinliğiyle...
- Doğu Avrupa’da Yolculuk ~ Gabriel Garcia Marquez
Doğu Avrupa’da Yolculuk
Gabriel Garcia Marquez
Sınıfların ortadan kalkması hayret verici bir şey. Herkes eşit, herkes aynı düzeyde, herkes kötü dikilmiş eski püskü giysiler içinde, ayaklarında kalitesiz ayakkabılar var. Hiç...
- Bütün Günlerin Akşamı ~ Jenny Erpenbeck
Bütün Günlerin Akşamı
Jenny Erpenbeck
İnsan kaç kere ölebilir? Ölüm ânı gelip çattığında kimdir?Bütün Günlerin Akşamı bir yolculuk: Küçük tesadüflerle başka zamanlara, başka mekânlara sürüklenen, bir yanıyla hep aynı...