Ekolojik yıkımın sorumluluğunu “muslukları fazla açık tutan”ların omuzlarına yükleyerek bireyleri daimi bir vicdan muhasebesine sürükleyen küresel kapitalizmin lokomotif şirketleri vergi indirimi ve çeşitli fonlardan faydalanmak için; karbon ayak izini, “sürdürülebilir” ama diğerlerinden daha pahalı o kıyafetleri, bambu pipetleri, endüstriyel vegan gıdaları ve dahi ineklerin “metan gazı salınım hacmini” lügatımıza sokmadan çok önce, Eduardo Galeano, insanları olduğu kadar tabiatı da yiyip bitiren ve bir kenara tüküren sistemin açgözlülüğü ve küstahlığı hakkında uyarıda bulunmuştu.
Hem daha önce çeşitli kitaplarında yayınlanan hem de bu antoloji için kaleme aldığı bütün “yeşil” metinleri bir araya getiren Kullan-At, çevre sorununu ekolojiyi dert ediyormuş görünen popülist sloganlardan uzak, tutarlı bir siyasi perspektiften ele alıyor ve çevresel yıkımın gerçek sorumlularını işaret ediyor.
Galeano, her zaman olduğu gibi, gezegenimizin fısıltılarına kulak verenlerin tanıklıkları ve yağmalanmasına karşı çıkanların haykırışlarıyla kol kola toprağın nabzını tutuyor.
İÇİNDEKİLER
İspanyolca Edisyonun Notu………………………………………………………………… 7
BİRİNCİ BÖLÜM
HER ŞEY BÖYLE BAŞLADI
Pinokyo’nun burnunu uzatan beş cümle …………………………………………… 11
Beş yüz yıllık yalnızlık ………………………………………………………………………. 21
Onlar uzaktan geliyorlardı ………………………………………………………………… 26
Müstakbel gelenekler ………………………………………………………………………… 28
Kehanetler (I)…………………………………………………………………………………….. 30
Toprak ve yerliler………………………………………………………………………………. 34
Mısır………………………………………………………………………………………………….. 36
Güneşi aldığını söylüyor……………………………………………………………………. 37
O taş, benim ………………………………………………………………………………………. 38
Yerlilere dair………………………………………………………………………………………. 40
Tıp ve büyücülük………………………………………………………………………………. 42
Otlar………………………………………………………………………………………………….. 44
Şeker Kral’ın aydınlatıcı hikâyesi………………………………………………………. 45
Şeker Kral’ın kaçakları ………………………………………………………………………. 49
Toprak ve siyah köleler……………………………………………………………………… 52
Diğer kafan, diğer hafızan …………………………………………………………………. 53
Kuzeyin ve güneyin hikâyesi…………………………………………………………….. 55
Kehanetler (II)……………………………………………………………………………………. 61
Kesik damarlar………………………………………………………………………………….. 64
İKİNCİ BÖLÜM
DOĞAL(!) FELAKETLER
Göz atmalar……………………………………………………………………………………….. 69
Unutuşu unutmak isteyen sözcükler…………………………………………………. 72
Tanıklar……………………………………………………………………………………………… 84
İlk harfler…………………………………………………………………………………………… 85
Doğa öğretir………………………………………………………………………………………. 86
İlk su savaşı……………………………………………………………………………………….. 87
Su barışı …………………………………………………………………………………………….. 89
Ekolojinin kuruluşu…………………………………………………………………………… 90
22 Mart: Su günü……………………………………………………………………………….. 91
Nehir…………………………………………………………………………………………………. 92
Sarı…………………………………………………………………………………………………….. 93
Toprağın yolculuğu……………………………………………………………………………. 94
5 Haziran: Doğa dilsiz değil………………………………………………………………. 95
22 Nisan: Dünya Günü………………………………………………………………………. 96
Dilsizler……………………………………………………………………………………………… 98
Yeşil diyalog………………………………………………………………………………………. 99
Gingko …………………………………………………………………………………………….. 100
Bilmece…………………………………………………………………………………………….. 101
22 Eylül: Otomobilsiz gün ……………………………………………………………….. 102
Marketing………………………………………………………………………………………… 104
Başka bir ceza ………………………………………………………………………………….. 105
Ütopyaya açılan pencere………………………………………………………………….. 106
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
İSRAF TOPLUMU
Muhalefetsiz bir diktatörlük: Otokrasi …………………………………………….. 109
Kullan-at………………………………………………………………………………………….. 118
Tüketim toplumu…………………………………………………………………………….. 124
Modern zamanlar…………………………………………………………………………….. 126
Onlar gibi olmak ……………………………………………………………………………… 127
Hamamböcekleri Krallığı…………………………………………………………………. 141
Küresel pazar…………………………………………………………………………………… 143
Suyun efendileri………………………………………………………………………………. 144
30 Kasım: Cennette randevu ……………………………………………………………. 145
29 Mart: Burada bir selva vardı………………………………………………………… 146
16 Ağustos: İntihara meyilli tohumlar……………………………………………… 147
Tohumlar…………………………………………………………………………………………. 148
Dinleyen hanımefendi……………………………………………………………………… 149
Çöp adını taşıyan bir ülke………………………………………………………………… 150
Büyücü çırakları ………………………………………………………………………………. 151
Başka doğal felaketler………………………………………………………………………. 152
13 Şubat: Oyun oynamanın tehlikesi ……………………………………………….. 154
29 Ekim: İyi kalpli adam ………………………………………………………………….. 155
Mahşer Günü…………………………………………………………………………………… 156
Pinokyo’nun burnunu
uzatan beş cümle
“Gezegenin harabeye
dönmesinde hepimiz suçluyuz”
Dünya sağlığı felaket bir durumda. Bundan hepimiz sorumluyuz, diye haykırıyor evrensel alarmın sesleri ve genelleme temize çıkarıyor: Eğer hepimiz sorumluysak, kimse sorumlu değildir.
Yeni çevreci teknokratlar tavşan gibi çoğalıyor. Onlarınki dünyanın en yüksek doğum oranı: Uzmanlar meseleyi muğlaklığın selofan kâğıdına sarmakla meşgul olacak çok, daha çok uzman doğuruyor. Onlar hükümetlerin beyanatlarında ve kimsenin yerine getirmediği görkemli uluslararası anlaşmalarda herkesin fedakârlığını teşvik eden puslu dili üretiyorlar. Bu sözcük şelaleleri, ozon deliğiyle kıyaslanabilir bir çevre felaketine dönüşme tehdidi barındıran bu seller durup dururken başlamıyor. Resmi dil, tüketim toplumuna cezasızlık bahşetmek için gerçekliği boğuyor; söz konusu cezasızlık topluma ve bu durumdan istifade eden büyük şirketlere gelişme adına model olarak dayatılıyor.
Fakat istatistikler itiraf ediyor. Laf salatasının altına gizlenmiş veriler insanlığın yüzde yirmisinin doğaya yönelik saldırganlığın yüzde seksenini işlediğini ortaya koyuyor, katillerin intihar adını verdiği cinayet, lakin toprağın verimsizleşmesinin, havanın kirlenmesinin, suyun zehirlenmesinin, iklimin delirmesinin ve yenilenemez doğal kaynakların çarçur edilmesinin sonuçlarını bütün insanlık ödüyor.
Norveç hükümetinin başındaki hanımefendi yakın zaman önce teyit etti ki, eğer gezegenin yedi milyar sakini Batı’nın gelişmiş ülkelerindeki vatandaşlar gibi tüketselerdi, bütün gereksinimlerini karşılamak için on gezegen gerekecekti. İmkânsız bir deneyim. Ama bize Birinci Dünya’ya girişi, hepimizi zengin ve mutlu edecek sihirli pasaportu vaat eden Güney Yarı Küre ülkelerinin yöneticileri sadece dolandırıcılıkla yargılanmamalılar. Hayır, onlar sadece bizimle dalga geçmekle kalmıyorlar, o yöneticiler aynı zamanda cinayeti haklı gösterme suçu da işliyorlar. Çünkü cennet gibi sunulan bu yaşam düzeni yakınını sömürme ve doğanın yok edilmesi üzerine kurulu ve bedenimizi hasta eden, ruhumuzu zehirleyen ve bizi dünyasız bırakmakta olan da bu. Komünizmin sökülüp alınması, tüketimciliğin yerleştirilmesi: Ameliyat çok başarılı geçti, ama hasta can çekişmekte.
“Yeşile boyanan şey yeşildir”
Şimdi kimya sanayinin devleri reklamlarında yeşil renk kullanırken Dünya Bankası da raporlarının her sayfasında ekoloji sözcüğünü tekrarlayarak ve kredilerini yeşile boyayarak imajını temizliyor. Kredilerimizin koşullarında çok sıkı çevresel normlar var, diye açıklamada bulunuyor dünyanın yüce bankerliğinin başkanı.
Hepimiz çevreciyiz, ta ki herhangi bir somut önlem kirletme özgürlüğünü sınırlayana dek. Uruguay Parlamentosunda çekingen bir Çevre Koruma Yasası kabul edilince, havaya zehir saçan, suları kirleten şirketler suratlarındaki daha yeni satın alınmış yeşil maskeyi çıkarıp attılar ve kendi doğrularını şöyle özetlenebilecek sözcüklerle haykırdılar: Doğa savunucuları yoksulluğun avukatlarıdır ve kendilerini ekonomik ilerlemeyi sabote etmeye ve yabancı yatırımı kaçırmaya adamışlardır.
Buna karşılık Dünya Bankası zenginliğin, ilerlemenin ve yabancı yatırımın başlıca destekçisi. Banka yakın zaman önce yaratılan Küresel Çevre Fonu’nu Birleşmiş Milletler’le birlikte belki de onca erdemi bir araya getirmek için yönetecek. Kötü niyete bu verginin çok az para kaynağı olacak, çevrecilerin doğayı mahvetmeyen projelerin finansmanı için talep ettiklerinin yüzde biri. Kusursuz niyet, kaçınılmaz sonuç: Eğer o projeler özel bir fona ihtiyaç duyarsa, Dünya Bankası doğrusu onların diğer bütün projelerinin çevreye küçük bir iyilik yaptığını kabul ediyor. Bankanın adı Dünya Bankası, para fonunkiyse Uluslararası Para Fonu, ama bu ikiz kardeşlerin yaşadıkları, paraları tahsil ettikleri ve kararlar aldıkları yer Washington. Parayı veren emreder; bu kurumlarda çalışan onca teknokrat yemek yedikleri kaba asla tükürmez. Dünya Bankası, şu an için Üçüncü Dünya diye adlandırılan kesimin en büyük borç vericisi olarak tutsak aldığı ülkelerimizi yönetiyor. Ülkelerimiz dış kreditörlerine dakikada iki yüz elli bin dolar hizmet bedeli ödüyor. Dünya Bankası verdiği ya da vaat ettiği paraya bağlı olarak onlara ekonomik program dayatıyor. O delik kovanın susuzluğunu gidermenin imkânı yok: Ne kadar çok ödersek o kadar çok borcumuz oluyor ve ne kadar çok borcumuz olursa o kadar iyi itaat ediyoruz. Finansal boğulmanın mecbur bıraktığı “sıkıp suyunu çıkarma” işi doğanın ve insanların suyunu vahşice sıkıyor ve yıkım karşılığında anlık döviz ve kısa vadeli kazançlar sunuyor.
Böylece içeriye doğru kalkınma yasaklanıyor, iç piyasa ve yerel gelenekler horgörülüyor, onlara gerilemenin eşanlamlısı gözüyle bakılıyor, bu arada halklar ve topraklar modernleşme adına uluslararası piyasanın sunaklarında kurban ediliyor. Yeni olduğu yalanını söyleseler de (neoliberalizm, Yeni Dünya Düzeni) beş asırdan beri Latin Amerika’ya musallat olan ve herkesin bildiği gibi, görkemli soytarılar üretmekten başka bir işe yaramayan bir dışa dönük kalkınma tarihinde hammaddeler ve gıda ürünleri hediye fiyatına ve giderek daha az karşılıkla teslim ediliyor.
Giderek daha az satın alan ve daha aşağı bir fiyat ödeyen piyasanın kutsallaştırılması beraberinde dünyanın güneyindeki tüketim diniyle uyuşturulmuş büyük şehirlerin sihirli ıvır zıvırlara gark olmasını getiriyor, bu arada ekilebilir araziler tükeniyor, onları besleyen sular kirleniyor ve kurumuş bir yara kabuğu eskiden orman olan çölleri kaplıyor.
Propaganda için o kadar gülümseyen Asya ejderhaları bile o yaralar yüzünden kan kaybediyor: Güney Kore’de nehirlerin sadece üçte birinin suyu içilebiliyor; Tayvan’daysa üretilen pirincin üçte biri yenilebilir değil.
“Ağaç dikmek her zaman doğaya yönelik bir aşkın göstergesidir”
Dünyanın bitkisel derisi giderek soyuluyor ve toprak artık yağmurları emip içinde depolayamaz hale geliyor. Piyasanın talep ettiği ve bankacıların alkışladığı sığır çiftlikleri istilaları ve ihraç ürünleri yetiştiriciliği tarafından yutulan tropikal selvalar yok olurken kuraklıklar ve seller katlanarak artıyor. Her bir hamburger dokuz metrekare Orta Amerika selvasına mal oluyor. İnsan dünyanın er ya da geç, Zaire ve Brezilya’daki bir miktar selva kalıntısıyla birlikte kel kalacağını ve Meksika ormanlarının yarım asırdan daha kısa bir sürede yarı yarıya azaldığını fark ettiğinde, kendine soruyor: Tehlikeli olan kim? Lacandona selvasında silahlı ayaklanmaya kalkışan yerliler mi yoksa o selvayı yok eden ve yerlileri evsiz, Meksika’yı ise ağaçsız bırakan sığır yetiştiricisi ve kereste üreticisi şirketler mi? Yoksa kalkınmayı azami getiri, modernleşmeyi ise yıkımla tanımlayarak bu politikayı dayatan bankacılar mı?
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Deneme
- Kitap AdıKullan-At: Gezegenimiz, Yegâne Evimiz
- Sayfa Sayısı160
- YazarEduardo Galeano
- ISBN9786256462441
- Boyutlar, Kapak13,5*21, Karton Kapak
- YayıneviSel Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Yürümek ~ Henry David Thoreau
Yürümek
Henry David Thoreau
19. yüzyıl Amerika’sının önemli entelektüellerinden, ilk çevreci aktivist diyebileceğimiz Thoreau’nun Excursions (Gezintiler) adlı yapıtından seçtiğimiz birbirini tamamlayan üç denemesi “Yürümek”, “Bir Kış Yürüyüşü”, “Gece...
- Memleket Hikâyeleri ~ Ayfer Tunç
Memleket Hikâyeleri
Ayfer Tunç
“Bu topraklarda doğan herkes gibi ben de kusurlu genlerimizden az çok taşıyor olmalıyım ki anlattığım küçük hikâyelerin hangisini yaşadım, hangisini dinledim, hatta bazılarını farkında...
- Budalalığın Keşfi ~ Hilmi Yavuz
Budalalığın Keşfi
Hilmi Yavuz
Edebiyatın şiir, makale, anlatı gibi pek çok türünde eser veren Hilmi Yavuz bu kez denemeleriyle okur karşısında. Etik değerlerinin yanında estetik kaygıyı da unutmayan...