Okuru bir tutkunun peşi sıra XIX. yüzyıl sonu Triestesi’nin sokaklarında, meydanlarında, salonlarında dolaştıracak bu roman, ülkemizde Zeno’nun Bilinci, Senilità, Kötü Bir Şaka romanlarıyla tanınan Italo Svevo’nun ilk yapıtı. Adı Pirandello, Musil, Joyce ve bazen de Kafka’yla birlikte anılan Svevo, XIX. yüzyılda önce romantizmin, ardından gerçekçiliğin kalıplarına yerleşen edebiyattan ayrışıp bir çığır açarak, XX. yüzyıl Avrupa yazınını başlatmış olan yazarlardandır. Bu dönemde Schopenhauer ve Freud düşüncesinin yazına yansımasıyla ruhsal gerçeklik ön plana çıkmış, anlatı işlemi derinleşerek roman kişilerinin iç dünyasına odaklanmış, bilinçaltı boyutuyla zenginleşmiştir. Olaylar artık dışsal ve nesnel olmaktan çok, içsel ve özneldir. Aynı zamanda, romanın başkişisi “kahraman” olmaktan çıkar, gücünü ve pırıltısını yitirir, hayatın getirdiği rastlantılar ve fırsatlar karşısında aciz ve çekimser kalan biri, bir “antikahraman”dır o.Öykümüz aslında hayli yalın: Kırsal kökenli, felsefe ve edebiyat heveslisi, hayalci, yoksul delikanlı büyük kente gelmiş, banka memurluğunun bunaltıcı çarkına takılmışken, talihin yoluna çıkardığı güzel, kaprisli zengin bir kıza âşık olur. Ama çekingenlikler, duraksamalar, yanılgılar, yanlış anlamalar, iç hesaplaşmalar derken olay hiç beklenmedik bir sona bağlanır. Ara sıra bizim de tanık olduğumuz, insana, “Hayat işte!..” dedirten türden bir son.
I
Anneciğim, Güzel, hayırlı mektubun ancak dün akşam elime geçti.
Hiç kuşkun olmasın ki senin yüce kişiliğinin benim için gizlisi saklısı yok; bir sözcüğünü sökemediğimde de, kalemi öyle bastırırken ne demek istediğini anlıyorum ya da anladığımı sanıyorum.
Mektuplarını defalarca okuyorum; öylesine sadeler, güzel yüreğini öyle yansıtıyorlar ki, tıpkı sana benziyorlar; senin fotoğrafın onlar. Üstüne yazdığın kâğıdı bile seviyorum! Tanıyorum o kâğıdı, hani ihtiyar Creglingi’nin dükkânındakilerden, onu görür görmez küçücük kasabamızın anayolunu anımsıyorum, öylece, kıvrıla büküle, şipşirin. Oracıkta buluveriyorum kendimi, hani yol genişleyip bir meydancığa dönüşür, ortasında da Creglingi’nin evi vardır, alçak, ufacık, damı külah biçiminde, dükkânı bir odacıktan ibaret! Kendisi de içerde, kâğıt, çivi, ucuz içki, sigara ve damga pulu satışına dalmış, ağır aksak, ama telaşından eli ayağına dolaşarak, on kişiye birden hizmet verir, yani aslında birinin işini görüyordur da, öbür dokuz kişiyi tedirgin gözleriyle izliyordur. Lütfen çok selamlarımı söyle ona. Kim derdi ki, gün gelir de o nekes ayıcığı bile özlerim?
Burasının kötü bir yer olduğunu sanma anne, kendini kötü hisseden benim! Seni görmemeyi, bunca zamandır senden ayrı kalmayı kaldıramıyorum işte, o koskocaman evde sen de yalnızlık çekiyorsundur diye düşündükçe büsbütün üzülüyorum, köyden uzakta, hâlâ bizimdir diye orada yaşamakta ayak diriyorsun. Hem sonra dosdoğru doğadan gelen o tertemiz, canım havamıza ihtiyacım var. Yoğun, isli bir hava soluyorlar burada, geldiğimde olanca ağırlığıyla kentin üstüne çökmüş buldum onu, bizim bataklıkta kış pusunun olduğu gibi, kocaman bir huni biçiminde, ama bizimkinin ne olduğu bellidir, daha temizdir. Buradakilerin hepsi ya da hemen hepsi memnun mutlular, çünkü başka bir yerde çok daha iyi yaşanabileceğinden habersizler.
Sanırım öğrenciyken burada daha mutluydum, çünkü babam yanımdaydı, her şeyi o sağlıyordu, hem de benim becerebildiğimden daha iyi. Aslında tabii onun benden çok parası vardı. Yaşadığım odamın ufaklığı bile beni mutsuz etmeye yetiyor. Evde olsa içine ancak kazları koyardım!
Anneciğim, geri dönsem daha iyi olmaz mı, ne dersin? Şimdiye değin burada kalmanın pek bir yararını görmedim. Sana para gönderemiyorum, çünkü param yok. Ayın birinde yüz frank verdiler, sana büyük bir para gibi gelecek, ama burada hiçbir hükmü yok. Elimden geleni ardıma koymuyorum, ama para yetişmiyor, ayın sonunu güç bela getiriyorum. Ticaretle para yapmanın çok, ama çok güç olduğuna inanmaya başladım, Noter Mascotti’nin edebiyat ve felsefe çalışmaları için dediği kadar güç. Çok zor şey! Aldığım ücrete herkes imreniyor, ben de onu hak etmediğimi kabul etmeliyim. Oda arkadaşım ayda yüz yirmi frank alıyor, Signor Maller’in yanında dört yıldır çalışıyor ve benim ancak dört yıl sonra yapabileceğim işler yapıyor. Daha önce aylığımı artırmasını umamam da isteyemem de.
Eve dönsem daha iyi olmaz mı? Sana işlerinde yardım ederim, hatta tarlada çalışırım, ama sonra rahat rahat meşelerin gölgesinde, bizim tertemiz havamızı soluyarak şairlerimin eserlerini okurum.
Sana her şeyi anlatmak istiyorum! İş arkadaşlarımla üstlerimin kibri de acılarımı büsbütün artırıyor. Bana tepeden bakmalarının nedeni belki de onlar gibi iyi giyinmememden ötürüdür. Hepsi de günün yarısını aynanın karşısında geçiren züppeler. Kafasız insanlar! Benim elime bir Latin klasiği verseler baştan sonra açıklayabilirim, onlarsa adını bile bilmezler.
Sen bütün bu acılarımı giderebilirsin, hem de bir tek sözünle. Hele o sözü bir deyiver, birkaç saat geçmeden yanında olurum.
Bu mektubu yazınca rahatlayıverdim; neredeyse yola çıkma iznini almış gibiyim, gidip hazırlanayım bari. Öperim, seni seven oğlun.
Alfonso
II
Saat altıyı çaldığında Luigi Miceni kalemini bıraktı, kısacık son moda paltosunu giydi. Sanki masasının üstünde bir şeyler yerinde değilmiş gibiydi. Bir mektup paketinin kenarlarını tam masanın kenarına yanaştırdı. Bir daha göz attı ve düzenin kusursuz olduğuna kanaat getirdi. Her bölmede mektuplar öylesine düzenle yerleştirilmişti ki, ciltlenmiş kitaplar gibi duruyorlardı; mürekkep hokkasının yanındaki kalemler de hepsi bir sıraya dizilmişlerdi. Masasında oturan Alfonso yarım saattir hiçbir şey yapmıyordu ve ona hayranlıkla bakmaktaydı. Kendisi mektuplarını düzene sokmayı bir türlü beceremiyordu. Şurada burada onları paketler halinde toplama çabası görülüyordu, ama bölmeler düzensizdi; biri fazla doluydu, üstelik düzensizdi, öbürü boş duruyordu. Miceni ona mektupları içeriklerine ya da adreslerine göre ayırmayı öğretmişti, Alfonso da anlamıştı anlamasına, ama durgunluk bu ya, günün işlerinin ardından mutlaka gerekli olmayan bir başka zahmete giremiyordu. Tam kapıdan çıkacakken Miceni sordu: “Signor Maller seni hâlâ davet etmedi mi?” Alfonso başıyla hayır işareti yaptı; o mektupla annesine içini dökmüşken, davet onun için bir sıkıntı nedeninden başka şey olmazdı.
Alfonso’nun annesine yazdığı mektupta üstlerinin kibrine değinmesinin nedeni Miceni idi; o bir türlü gelmeyen davetten birkaç kez söz etmişti. Her yeni çalışanın Maller’in evine çağrılması âdetti, Miceni de Alfonso’ nun davet edilmemesine üzülüyordu, çünkü bir kez vazgeçildi miydi, kendisinin pek önem verdiği bir gelenek ortadan kalkabilirdi.
Miceni çelimsiz bir delikanlıydı, normalden ufak kafası kısa kesilmiş kıvırcık siyah saçlarla kaplıydı. Bazı lüks alışkanlıkları olan biri gibi giyiniyordu, masası gibi kılığı kıyafeti de alabildiğine özenliydi. Alfonso’nun iş arkadaşından farkı, giyimle sınırlı kalmıyordu. Temiz paktı, gel gelelim çamaşırdan yeni çıkmış ama sararmış gömleğinden boz renkli ceketine değin, bütün üstü başı ince bir zevkten yoksun olduğunu ve masrafa girmek istemediğini ele veriyordu. Havai Miceni onun tek lüksünün bir çift masmavi gözden ibaret olduğunu yüzüne vuruyordu, zaten onlar da, Miceni’ ye bakılırsa, aşırı gür ve bakımsız olan kumral sakalı yüzünden, pek etkili olamıyordu. Uzun boylu, irikıyımdı, ayaktayken fazla uzun görünüyordu, bütün bedenini sanki dengesini korumak istercesine hayli öne eğdiğinden ötürü, zayıf ve güvensizmiş gibi duruyordu. Yazışma şefi Sanneo koşarak içeriye girdi. Otuz yaşlarında, uzun boylu, zayıf biriydi, saçları soluk sarıydı. Vücudunun her yanı kıpır kıpırdı; gözlük camlarının ardında solgun renkli gözleri tedirgin kımıldıyordu. Alfonso’dan bir adres defteri istedi, bir yandan da sözü kendisine yetersiz geldiğinden, elleriyle defterin biçimini belirtmeye çalışırken sabırsızlıktan tir tir titremekteydi. Defteri alır almaz telaşla karıştırmaya başlamışken, nazik bir gülümsemeyle Miceni’ye bakıp, gitmemesini rica etti, hâlâ ona verecek işi varmış. Miceni de derhal paltosunu çıkardı, özenle astı, yerine oturdu, kalemini eline alıp buyruk beklemeye koyuldu. Alfonso, Signor Sanneo’yu sert hareketlerinden ötürü sevimsiz buluyordu, ama ona hayran olmaktan da kendini alamıyordu. Cılız bedeninde mucizevi bir etkinlik içinde olan Signor Sanneo’nun belleği demir gibiydi, ne kadar eskilerde kalmış olursa olsun, her ufacık işin bile en küçük ayrıntılarını bilirdi. Her zaman uyanıktı, kalemini yıldırım hızıyla, hem de ustalıklı sayılacak biçimde kullanırdı. Kimi günler büroda kesintisiz on saat kaldığı olurdu, işleri düzenlemekten ve kayda geçirmekten hiç yorulmazdı. Alfonso’nun arasıra okumak zorunda kaldığı mektup örneklerinden öğrendiği üzere, incir çekirdeğini doldurmayacak sorunlar yüzünden sert tartışmalara girişirdi. Alfonso kendi kendine, “Ne zoruna böylesine kendini paralıyor?” diye sorar, onun bu işe olan tutkusunu hiç anlamazdı.
Alfonso Miceni’den öğrenmişti, Sanneo’nun bir kusuru varmış. Günü gününe uymazmış, aklına her kim estiyse onu başkalarına yeğler, gözünden düşenleri hırpalarmış. Sahiden de büroda her seferinde bir kişiden fazlasına sempati duyamıyor gibiydi. O sıralarda ise gözdesi Miceni’ydi. Signor Maller kapıyı açtı, Sanneo’nun içerde olduğunu gördükten sonra odaya girdi. Alfonso onu hiç görmemişti. Güçlü kuvetli, iriyarı bir adamdı. Arada sırada soluduğu duyulurdu, ama tıknefes değildi. Kafası hemen hemen kelleşmişti, sakalı gürdü, uzun sayılmazdı ve kızıla çalan bir sarı renkteydi. Altın çerçeveli gözlük takıyordu. O kıpkırmızı derisi, çıplak başına bir bayağılık veriyordu. Ayağa kalkmış olan iki memuruna bakmadığı gibi, selamlarına da karşılık vermedi. Gülümseyerek Sanneo’ ya bir telgraf uzattı: “Teminat Bankası! Bankalar Birliği üyesi olduk!”
Günlerdir bekledikleri o iş, yeni açılan Teminat Bankası’na yapılacak katılımların kayıtlarının da Maller Bankası’na tevdi edilmiş olduğu anlamına geliyordu. Sanneo durumu kavradı, benzi soldu. O iş güvendiği dinlenme saatlerini elinden alacaktı. Bütün iradesini kullanarak kendine hâkim oldu ve verilen buyrukları dikkatle dinlemeye koyuldu. Hisseler piyasaya iki gün sonra çıkarılacaktı, ama Maller Bankası katılımcıların adlarını ertesi akşam bilmek zorundaydı. Signor Maller katılım teklifi gönderilmesini önemli gördüğü bazı firmaları belirtti. Öbür adresler, daha önce benzer teklifler yapılmış bulunan birtakım müşterilerininkiler olacaktı. Hemen o akşam yüz kadar teklif mektubu yollamak gerekiyordu, zaten günlerdir hazırdılar, yalnız gönderilecekleri adreslerle, yollandıkları şirketin önemine göre değişecek olan hisse sayısı eksikti. Ama çalışma saatlerini dünya kadar uzatacak olan iş, derhal yazılıp postalanması gereken teyit mektuplarıydı. Signor Maller, “Saat on birde döneceğim; telgraf yolladığınız firmaların adlarıyla birlikte önerdiğiniz hisse sayısını da belirten bir listeyi masamın üstüne bırakın lütfen; mektupları o zaman imzalayacağım,” diye sözlerini tamamladı.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıHayat İşte
- Sayfa Sayısı416
- YazarItalo Svevo
- ÇevirmenNeyyire Gül Işık
- ISBN9789750714122
- Boyutlar, Kapak, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2012
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Zen Kaçıkları ~ Jack Kerouac
Zen Kaçıkları
Jack Kerouac
Yaşamın şiiri, varlığın safsatası ve delilerin bilgeliği… Kerouac, Beat Kuşağı’nın kutsal kitapları arasında yer alan Zen Kaçıkları’nda gerçeğin, gerçeklerin peşinde; tayfa toplanmış yine, zihinler...
- Neye Benzer Gelecek ~ Olivier de Solminihac
Neye Benzer Gelecek
Olivier de Solminihac
Müzikal diliyle Fransız çocuk edebiyatına yeni bir üslup getiren Olivier de Solminihac imzalı Neye Benzer Gelecek, büyürken bol bol soru soran ve her yerde yanıt...
- Ateş Hırsızının Kaçışı ~ Terry Deary
Ateş Hırsızının Kaçışı
Terry Deary
Tanrıların gazabından kaçabilmek için zamanda yolculuk yaparak gittiği 1795 yılının Aden’inde, ona 12 yaşında cesur bir kız eşlik ediyor. Bakalım, bağışlanmasının tek şartı olan...