New York Times çoksatan yazar Mary Janice Davidson’ın “Ölümsüz” serisi hiç olmadığı kadar ‘önemsiz’ artık.
YOK BÖYLE Bİ’ EĞLENCEEE!
Doğumgünü yaklaşırken, Betsy pek de havasında değildi.
Avrupa’dan gelen delegeler sonunda onunla temasa geçip saygılarını
iletmişti, tamam ama bu işin içinde kesin başka bir iş vardı. Politik
oynamaksa kızımıza göre değildi. Hele en yakın arkadaşı ölümcül olabilecek bir hastalığa yakalanmışken! Gerçi bir çözüm düşünmüştü
Betsy. Kızın canını alabilir, yani onu vampire çevirebilirdi.
Arkadaşlar ne içindi ki? Çıkmaza girdiğiniz anda {canınızı alır, sizi kurtarırdı arkadaşlar. Kankanı ölsün mü,vampir mi olsun? İşte bütün mesele buydu?
Evlilik planlanılın içine etmek üzerine; ihtisas yapan nişanlısı Eric’e kızacak hali bile yoktu zavallı Betsy’nin.
Mary Janice Davidson’ın yaratıcı, sofistike, seksi ve zeki esprilerle süslü serisinin yüksek topuklu yıldızı bile olsa, bu, böyleydi.
BİR
“ÇATIDA BİR ZOMBİ VAR,” DİYE HABER VERDİ İBLİS GEORGE. Sesi çok sakindi. Kahvaltı masasında oturuyorduk. Elindeki örgüyü dikkatle süzerken yüzüne düşen sarı saçlarını geriye attı.
“Tabii, var,” diye karşılık verdim. Gerçi çok sonra, verdiğim bu vurdumduymaz cevabın korkunç bir hata olduğuna kanaat getirecektim. Yani, karşımda duran bu adam, ki bir vampirdi, en yakın arkadaşımın evinde en az üç kişiyle, onlarsa iki vampir ve bir de cerrahtı aslında, birlikte yaşıyor ve geç kalmadan konuya el atabilmem için bana sorunumuzun ne olduğunu söylüyordu. Ayıptır söylemesi sorunumuz bir zonbiydi! Ben onu resmen başımdan savıyordum. Bu bir korku filmi olsaydı ve ben, Vampirler Kraliçesi Betsy Taylor da beyazperdede böyle saçmalasaydım. seyirciler sahneyi parlamış mısır yağmuruna tutardı.
Fakat bu bir film değildi. Ve açıkçası işleri yüzüme gözüme bulaştırmıştım.
Ne yapayım, o sırada aklım da başka yerdeydi. Parmağımda ki o kocaman, parlak şeyden dikkatimi alamıyordum. Nişan yüzüğüm. Çoktan evlenmiş sayılan gelecek bin yıl boyunca Vampir Kralıyla evli kabul ediliyordum ve haftalardır nişanlı olan yine aynı kişiyle, yani Eric Sinclair’le biri için son derece şapşalcaydı. Fakat, Tanrım, Sinclair’in ağzından evlenme teklifini almak hakikaten zorlu bir iş olmuştu. Üstüne bir de yüzükle karşıma çıkınca hakikaten şaşırmıştım.
Birlikte geçirdiğimiz önceki geceyi düşündükçe hala içim karıncalanıyordu. Çılgın randevumuzda bol bol kan içip sevişmiş, ardından Caribou Kafe’de sıcak çikolata molası vermiştik. Ve son olarak yüzük onaya çıkmıştı. Pırlanta ve yakutlarla bezenmiş, göz kamaştırıcı bir altın halka.
Yüzüğü parmağıma geçirdiğinde ki yüzüğü taktığı anda parmağımdan kayıp düştü çünkü inanılmaz küçük ellerim vardır mutluluktan avazım çıktığı kadar bağırmamak için Herkül’e yaraşır bir güç sergilemiştim, işte şimdi, bir gün sonra, o harika şey parmağımdaydı ve ben ona bakmaktan kendimi alamıyordum.
Ayrıca gerçekten kahvaltı saati de değildi çünkü ne George ne de ben bir şey yiyorduk ve saat gecenin on biriydi. Fakat buna kahvaltı diyorduk çünkü Marc cerrah olan sık sık gecenin bir yarısı kalkar ve akşam nöbetine gitmeden önce mutfağa uğrayıp kek yerdi.
George şey, aslında konuşmaya başladıktan bir süre sonra gerçek adının Garrert olduğunu öğrendik o gece üstüme giydiğim kazağa çok yakışan, şirin mi şirin, bebe mavisi battaniyesini örmeye kaldığı yerden devam etti. Ben de misafir listesini hazırlamaya kovuldum. Düğün için değil. Sürpriz doğum günü partim İçin. Gerçi hiç de sürpriz bir yanı kalmamıştı ama yine de bir şey söylemiyordum.
Aslında kısa bir listeydi. Annem, babam, üvey annem üff, Bebek Jon, ev sahibim Jessica, nişanlım Erk Sinclair, Marc, kızkardeşim Laura, Garrett’ın sevgilisi diğer Antonia, cana yakın polis dostumuz Nick, Sinclair’in arkadaşı Tina, eski vampir avcısı Jon, ve elbette Garrett. Bu insanların neredeyse hepsiyle öldükten sonra tanıştım.
Ve takdir edersiniz ki davetlilerin yarısı da ölü İnsanlardı. Hatta halen hayatta olan Matc bile arada şifada “Neden ölü olmayayım ki’ Keke erkek arkadaşlarım çoğu bana ölüymüşüm gibi davranıyor zaten,” derdi.
Jessıca’yla İmlikle ona birini bulmak için elimizden geleni yapıyorduk ama tanıdığımız sayılı gay Marc’ın tipi değildi, Gerçi Mart in tıpı neydi, onu da bilmiyorduk her neyse Ayıl Ci bir insana başka birini ayarlamak zaten başlı başına bir işkence. Neredeyse, şeey, kan içmemeye çalışmak kadar zor.
Şu kan içme olayını tamamen bırakmaya karar verdiğimi düğünden önce Eric’e nasıl söyleyeceğimi düşünerek kalemimle not defterine vurdum. Vampir Kraliçesi olmanın birtakım avantajlar sağladığını anlamıştım. Eric de dahil olmak üzere tanıdığım tüm vampirler her gün kan içmek zorundaydı, oysa ben bir damla bile 0 negatif kan içmediğim halde herhangi bir kriz geçirmeden ya da sahipsiz sıçanlar peşinde koşturmadan haftalarca dayanabiliyordum. Bu yüzden de doğum günümün ve bu lanet kraliçelik oyununu bir yıldır sürdürmenin onuruna kan içmeyi tamamen bırakmaya karar vermiştim. Artık kansız bölgede olacaktım!
Fakat bu durumu Eric’e açıklamanın uygun bir yolunu bulmam gerekiyordu. Normalde benim yaptığım şeyleri görmezden gelirdi aslında ama birlikte geçirdiğimiz o mahrem dakikalarda daima biri ismindi, hana bu bazen bit kereden fazla olurdu. Bunu itiraf ermek bile midemi bulandırıyor ama seks yaparken kan içmek olaya başka türlü bir güzellik katıyordu.
“Yazık Betsy,” dedi Jessica mutfağa girip espresso makinesine yöneldiği sırada omzumun üstünden not defterine kaçamak bir bakış atarken. “Doğum günün için hediye listesi hazırladığına inanamıyorum. Bayan Mannets’ın kemikleri sızlayacak.”
“Bayan Mannets hala yaşıyor bir kere. Ayrıca bu bir hediye listesi değil. Sürpriz doğum günü partime çağıracağın
insanların listesi.”
Godivanın çikolata! arıyla aynı tonda bir ten rengine sahip olan Jessica bana bakıp güldü. “Tatlım, bunu söylemek beni gerçekten çok üzüyor. Sırtına hançer saplamak gibi bir şey. Ama biz… parti planlamıyoruz.”
“Gerçi,” diye ekledim, “Ant’, çağırmak için fazla uğraşmanıza gerek yok. O gelmese de çok üzülmem.
“Şekerim.” Çok karmaşık bir alet olduğundan espresso makinesiyle didişmekten vazgeçti bu her gece tekrarlanan bir ritüeldi ve onun yerine bir bardak çikolatalı süt hazırladı. “İki ay önce çok açık ve net bir şekilde söyledin, parti yok. Ve biz de sana inandık. Bu yüzden misafir listesi hazırlamaya ve üvey annen gelecek diye endişelenmeye bir son ver. Olmayacak öyle bir şey.”
“Ne o, yoksa yine var olmayan sürpriz partiden mi konuşuyoruz?” diye sordu Tina ödümü kopartarak. Çıplak ayakları mutfağın lekesiz yeşil fayansı üzerinde, hiç ses çıkarmıyordu.
“O minik güzelim bileklerine sonunda bir zil takacağım,” dedim.
Jessica da az kalsın sütünü içerken boğulacaktı, Tina onu da korkutmuştu. Derin bir nefes aldı ve “Önce eğer onun için parti düzenlersek yaşamayı hakeden varlıklar olmadığımızı söylüyor, sonra da kendi kendine misafir listesi hazırlıyor.”
“İstikrar ve işte karşınızda Kraliçe Elîzabeth,” diye mırıldandı Tina o ufacık poposunu George’un lanet olsun, Garrett’ın yanındaki boş tabureye yerleştirirken. Yine her zamanki gibi üniversiteli çıtır tarzı kıyafetleriyle inanılmaz çekiciydi. Kıvırcık uzun sarı saçlar, kocaman menekşe gözler, dize kadar inen siyah bir etek, beyaz gömlek, çıplak bacaklar ve siyah topuklular. Zamane üniversitelileri İç savaş’a şahit olmamışsa da Tina gibi ölümsüz bombalat savaşın getirdiği karlı alışkanlıklardan hiçbir zaman vazgeçmemişti.
“Doğum gününüz için ne istersiniz majesteleri?” diye sordu. Bu esnada ben kıskanç gözlerle onun o zamana meydan okuyan kavunlarını dikizliyordum. Bu aralar görevi, yüzyıllar önce vampire dönüştürdüğü Eric’in sağ kolu’ olmaktan ibaretti. Ve yine bu aralar onun kanını içmek yerine kendini Eric’in sabah gazetesini getirmek, çayını sevdiği gibi hazırlamak ve ilgilenmesi gereken evrakları önüne sunmakla sınırlandırmıştı. “Yine güzel bir çift ayakkabı herhalde?”
“Yanlıyorsun,” diye karşılık verdim. “Dünyada barış ve İnsanoğlu için merhamet istiyorum.”
“Alışveriş merkezlerinde bunun için özel dükkanlar var mı?” diye sordu Jessica masum bir hava takınarak. “Ya da belki koridorda ki indirim sepetlerinde vardır, hani hemen su portre ressamlarının ya da üstünde bayat seks şakaları olan tişörtler satan adamın yanında?” Bir yandan da utanmadan Tina’nın mermer tezgahın üstüne yerleştirdiği postit’lere bakıyordu.
“Herhalde satmadıkları bir o kaldı,” dedim. “Tina, Jessica, sizi tanıyorum. Size parti düzenlememenizi söylediğimi ve sırf bu yüzden bir parti düzenleyeceğinizi biliyorum. Ama ille de şımarıklık yapmaya devam edecekseniz, tamam, parti falan yok. Onun yerine az önce söylediğim gibi dünya barışı ve küresel kardeşlik için dua edin ya da bunu beceremezseniz bana Bloomingdales ten dolgun bir hediye çeki getirin.”
“Ya da Pradanın yeni makosenlerini, değil mı?” Aye ekledi Jessica.
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıÖlümsüz ve Önemsiz
- Sayfa Sayısı210
- YazarMary Janice Davidson
- ISBN6054377053
- Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviArtemis Yayınları / 2010
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Ölüler, Diriler ve Deliler ~ Kolektif
Ölüler, Diriler ve Deliler
Kolektif
İnsan derindir, korkuları ise daha derin… Ölüler, Diriler ve Deliler: Gotik Öyküler; Aydınlanma Çağı’nın göz ardı ettiği doğaüstü, akıldışı ve acayiple yeniden bağ kuran...
- Cumartesi ~ Ian McEwan
Cumartesi
Ian McEwan
“Cumartesi” Çağdaş İngiliz edebiyatının en önemli yazarlarından Ian McEwan, son romanı Cumartesi’de tek bir günde koca bir hayatı anlatırken dünyada olup bitenlerden kendimizi ne...
- Kanbağı ~ Richelle Mead
Kanbağı
Richelle Mead
KAN YALAN SÖYLEMEZ… Sydney’in en son isteyeceği şey, vampirlerle arkadaşlık etmekle suçlanmak. Ve şimdi bir vampirle aynı odada! “Sydney’e yeniden dövme yap,” dedi Stanton...