Max Frisch, 1973’te Berlin’de, Sarrazin Sokağı’nda yeni bir eve taşındığında yine günlük tutmaya başladı ve bu döneme ait beş defterden oluşan kayıtlara BERLİN GÜNLÜĞÜ adını verdi. Birkaç yıl sonraki bir röportajda, söz konusu günlüğün kesinlikle bir “müsvedde” değil, “üzerinde çalışılmış bir kitap” olduğunun altını çizdi. GÜNLÜKLER 1946-49 ve GÜNLÜKLER 1966-71 ciltleriyle peş peşe konumlanan bu defterlerde, yazarın gündelik yaşamından gözlemler, anlatılar, deneme türünde metinlerin yanı sıra Günter Grass, Uwe Johnson, Wolf Biermann ve Christa Wolf gibi yazarların özenle çizilmiş portreleri de yer alıyor. BERLİN GÜNLÜĞÜ’NDEN aynı zamanda Batı Berlin sakini olan Frisch’in Doğu Almanya’daki siyasi ve toplumsal koşulları olağanüstü bir dikkatle içeriden gözlemlemiş olduğunu kanıtlayan önemli bir belge niteliği taşıyor.
Yazarın, ölümünün üzerinden yirmi yıl geçene kadar koyduğu yayım yasağı nedeniyle ilk kez 2014’te, özetlenerek yayımlanabilen “Berlin Günlüğü’nden” kitabında Frisch gerçekçi, sesi kuşku dolu, yalın üslubuyla dünyaya ve hayata eğlenerek, keskin bir gözle bakmayı sürdürüyor.
Artık kullanılmayan bir deniz fenerinin bekçisi; başka ne yapacağını bilemediğinden gelip geçen gemileri kaydediyor. (Kitaptan)
6.2.
Evi teslim aldım (Sarrazin Sokağı, 8), akşam da Grass’taydım. Böbrek.
–
Eşi görülmedik bir haksızlığa uğramışım gibi öfkeliyim, sonra bu durumu (haksızlık olmadığını anladım) değiştiremeyeceğim için çaresizlik içinde pencerenin eşiğine çıkıyorum, bağırdığım sürece mutlaka uçabileceğime de emin olarak tehdit savuruyorum (göstereceğim size) ve gerçekten atlıyorum da, korkarak ve çalımla, ancak daha o kısa haykırışım bitemeden hızla düşüyorum, onlar haklı çıkıyor.
7.2.
Anna Grass bize iki karyola ödünç veriyor, eve henüz yerleşmedik. Teslimat süreleri. Uwe Johnson’un önceden sipariş ettiği çalışma masası geliyor, ayrıca ilk lambamız da. Teknik donanımlar (buzdolabı, ayna ve banyo ışıkları, kapı kilitleri filan) yakında gelecek. Telefon yok. M. güzel bir antika masa buluyor, ayrıca bardak ve biraz da tabak çanak. Henüz sıcak su yok. İlk sandalye. Her adımımız, her ses yankılanıyor o boş, beyaz odalarda. Neye ihtiyacımız var. Para sıkıntısı çekmiyoruz, tam tersine.
9.2.
Önümde daha üç ya da dört yıl olduğunu bilmek, işe yarayacak yıllar; ancak bu farkındalık bende alışkanlık haline gelmiyor, dolayısıyla hep ürküyorum. Öncelikle de uyanırken. Bunu kimseyle konuşamam.
–
İşçileri bekliyorum, kitap bile okuyamıyorum, boş evin içinde dolaşıp duruyorum, adımlarım yankılanıyor; transistörlü radyoda müzik dinliyorum, müzik arasında Doğu Almanya dili. Memnunum.
–
Dün Uwe ve Elisabeth Johnson’la burada, Friedenau’daki bir İtalyan lokantasına gittik. Yaşlanınca yeni arkadaşlıklar kurulamayacağı doğru değil.
–
Zürih’te neden oturmadığımın (ya da uzun süre oturmadığımın) sözde nedenlerinden biri: Oradayken beni sokakta ya da bir yeme içme yerinde tanıyan çok oluyor. Berlin’e gelir gelmez (Hotel Steinplatz) bir okur gelip konuşuyor benimle, beton mühendisiymiş, ilk günlüğümü yeni okumuş, başka ne varsa da biliyor; sonraki gün, Ticaret ve Sanayi Bankası’nda teleksle gelecek bir yanıtı beklerken yanıma bir bey geliyor, beni hemen tanımadıkları için özür diliyor; telekse gerek yokmuş. Sonra genç bir çilingir; ona adımı söylemem gerektiğinde, siz o yazar mısınız diye soruyor. Okumaya fırsat bulamadığını söylüyor, belki daha sonra okurmuş. Aynı şey bir lambacıda geliyor başıma, aslında adımı tersten söylüyorum hep: Frisch, Max; adımı yazdıktan sonra duraklıyor adam: Gantenbein’ın yazarı mı? Ve bir antikacı dükkânındaki adam oturuyor, karısını çağırıp ona, Bu, Max Frisch, diyor. Adımı nereden bildiğini soruyorum ona. Ne diyorsunuz, diyor, sizin okurunuzuz biz. Adam kendine zor geliyor, tıka basa dolu dükkânına geldiğim için teşekkür ediyor. Duvar kâğıdı yapıştıran usta, yakında yeni bir kitabınız çıkacak mı? diye soruyor. Lambalardan biri yerine takılamadığı için lambacıya tekrar gitmem gerektiğinde ve teknisyene bir şey söylemek için arka taraftaki atölye kısmına geçerken satıcı arkamdan, benden daha çok o okumuştur kitaplarınızı, diye sesleniyor. Kitaplarımın nerelere ulaştığını görmek beni sevindiriyor.
–
Barlog gibi konuşan bir duvarcı, öğle tatilinde mutfak dolabının yerini değiştirmek istiyor, yan gelir için, üç gün önce başladı ama pek fırsat bulamıyor, bir yerden ödünç matkap alması gerekiyor; sonra adamı aşağıda, el arabasıyla görüyorum, öğle tatili bitmiş. Gizlice işaret ediyor bana, fırsatını bulur bulmaz geleceğini ima ediyor. Büyük bir iş değil, yarım saat yetermiş. Ama yarın, diyor yanımdan geçerken, yarın kesinlikle halledecekmiş. Dübelli altı tane vida. Şirketin malı olan elektrikli matkaba bugün başka bir yerde ihtiyaç varmış. Eliyle işaret ediyor sözünü tutacağını. Bana da Doktor Bey diye hitap ediyor. Bugün ansızın mutfakta elektrikli matkap gürlemeye başlıyor. Çağrılana kadar üçüncü deliği de açıyor adam, sonra çağrılıyor, patron gelmiş. Ya da şirkette su terazisine ihtiyaç oluyor, ki o da şirket malı. Yarın da burada mısınız Doktor Bey? Daha sonra duvarım yine deliniyor, ama aynı anda adamı aşağıda, tuğla yüklü el arabasıyla görüyorum; arabayı alıp koşuyor. Onun yerine boyacı çırağı deliyor duvarımı; kendisi fırsat bulamamış. Mutfağa gittiğimde yine kimseyi bulamıyorum; sonuncu delik hâlâ açılmamış. Bir türlü eli değmiyor. Hep telaş içinde, bu duvarcı Woyzeck.
–
[…]
10.2.
Her hafta kurulan semt pazarında ilk alışverişler, bizim pazarımız bundan böyle orası olacak, Breslauer Platz’ta, Günter Grass tanıttı orayı bize; balık bilgisi.
–
Brecht’in 75. doğum günü.
–
[…]
11.2.
Pazar günü, eve taşınıyoruz. Yarın sıcak su da olacakmış.
12.2.
Uwe Johnson çerçeveli küçük bir resim getiriyor, paketlenmiş, yeni evimiz için güle güle oturun hediyesi. Ne olabilir acaba? 5.10.1972’de satın alma sözleşmesini imzaladığımda, bana bir dosya vermişti: İçinde, Friedenau’nun haritası, bu sokağa adını veren Sarrazin hakkında sözlük düzeninde bir not, Friedenau’nun kısa bir tarihi, posta çeki hesabı için bir form, telefon başvurusu için bir form vardı. Evin içini olsa olsa on beş dakika dolaşmıştım, bana evin aklımda kalıp kalmadığını sordu ve planını bir kâğıda çizmem için zorladı beni. Bugün hediye ettiği resim: O gün çizdiğim eskiz, çerçeveletmiş, keçeli kalemle çizmişim, ilk bakışta heyecanlı bir el yazısı gibi, hemen tanıyamıyorum; antre ile tuvalet konusunda yanılmışım.
–
13.2.
Boş, beyaz bir odadaki tek mobilya televizyon cihazı.
–
Kendimi dünyanın gidişi için sorumlu hissetmem gerektiğini sandığım, gelen mektuplardan anlaşılıyor (şimdiye kadarki adreslerim üzerinden buraya gönderilmiş): Alman Protestan Kilise Günü’ne davet, Macaristan PEN Kulübü’nün daveti filan, okur mektupları da bu yanılgımın sevimli bir yansıması.
–
Berlin’in sokakları ve barları, Wannsee’si, karaçamları, kuzey göğü, şu ya da bu metro istasyonu; bu şehrin patinası, benim için patina: Tiyatroda Caspar Neher, Hanne Hiob, Ernst Schröder, Tilla Durieux ve daha pek kişiyle provalar (Kortner’in sahnelemesini ve Schweikart’ın sahnelemesini o tarihlerde görmemiştim) ve evlilikte ihanetler.
–
Öğleden sonra mutfak aletleri almak için şehre gittim; M. ile tam yedinci kez mutfak düzenliyoruz. İki kez Roma’da, Via Margutta’da; Berzona’da; iki kez Zürih’te, Lochergut ve Birkenweg’de. Ayrıca elbise askısına ihtiyacımız var.
–
Doğu televizyonunda ilk çalışma. Korkarım ki hemen öğrendim bunu; tuhaf ama sıkıcı bir biçimde basitleştirilmesi Nazi dönemini çağrıştırıyor.
–
Evimiz Tempelhof’a inip kalkan uçakların yolu üzerinde, ama ben bunu biliyordum; Batı’dan gelip Batı’ya doğru havalanıyorlar. Arada sessizlik, Friedenau, pek çok emekli var. Kulak tırmalayan gümbürtü rahatsız etmekten çok heyecan veriyor.
–
14.2.
İnsan sandığından daha fazlasına ihtiyaç duyuyor, örneğin çalışma masasının tamamına vuran sabah güneşi yüzünden bir stor perdeye.
–
1959’da Männedorf Bölge Hastanesi’nde (hepatit) sırf kendim için not tuttum. Sabah gün ağarırken ezberlenen düşünceler, yani mümkün olduğunca basit cümleler; hemen kâğıda geçirecek kadar güce sahip değildim, sonra saatlerce serum verildi, bir yandan da o üç beş cümleyi unuturum diye korkuyordum, serumdan sonra da bitkin düştüm; ancak öğle saatlerinde aklımda kalanı not ettim, iyi göremeyeceğim diye de korkuyordum, gözümde gözlük olmasına rağmen kâğıdı sapsarı suratıma iyice yaklaştırdım, o üç beş cümle aklımda sayılırdı, ancak yazmak zordu: N, M’ye benzedi, R’yi P gibi yazdım, bu yüzden her satırı birkaç kez yazmak zorunda kaldım. Sonunda, yine uykuya yenik düşeceğim sırada, sanki bir şey kurtarmışım gibi duyduğum ferahlık; uyanınca, sabah karanlığında yazdıklarımın ne kadarının farkında olduğumu anlamak için kâğıdı çekmeceden aldım, ne yazık ki şurada burada sadece bir tanımlığın değil, çoğunlukla yüklemin de eksik olduğunu gördüm. Yine de tedavimden sonra, ne kadar karışık olursa olsun o notları sakladım. Ne için? Birkaç yıl sonra, Roma’da, Ingeborg Bachmann bana hastanedeki notları bulduğunu (çekmecenin kilitli olduğuna emindim) ve yaktığını söyledi. Haklı olduğuna inanmakla kalmıyor, ihanete uğradığını düşünüyordu. Bu dediğim, öğleden önce, Piazza del Popolo’daki Café Canova’da oldu. O günden beri birbirimizle konuşmadık.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Günlük
- Kitap AdıBerlin Günlüğü’nden
- Sayfa Sayısı200
- YazarMax Frisch
- ISBN9789750854750
- Boyutlar, Kapak13,5x21,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviYapı Kredi Yayınları / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Sıcak Ayaz ~ Serkan Özel
Sıcak Ayaz
Serkan Özel
Ben sana ölümün kıyısında yaşama tutunmuş bir hayattan geliyorum. Sonbahar yağmurunda sensiz ıslanacaksam, kahvemin yanında kahvesini yudumlayan sen olmayacaksan, kabustan korkarak uyandığımda sana sarılamayacaksam,...
- Yaşama Uğraşı – Günlükler 1935-1950 ~ Cesare Pavese
Yaşama Uğraşı – Günlükler 1935-1950
Cesare Pavese
“İntiharı düşünen bir insan için en kötü şey kendisini öldürmesi değil, bunu düşünüp yapmamasıdır. İntihar düşüncesine –bir alışkanlık haline gelen intihar düşüncesine– yol açan...
- Attila İlhan’la Hayatın İçinden ~ Erol Manisalı
Attila İlhan’la Hayatın İçinden
Erol Manisalı
Ben onun sanki “ağlama duvarıyım.” Ne garip! O da benim ağlama duvarım sanki. Ben de hiç kimseyle konuşamadıklarımı onunla konuşuyorum. Ne büyük özgürlük, ne...