BİR KERE ÖLÜMÜN PENÇESİNDEN KURTULDU.
BU KEZ AV MI OLACAK AVCI MI?
Kate Marshall, gelecek vaat eden genç bir polisti. Ancak birçok genç kızın ölümünden sorumlu olan Nine Elms seri katilini yakaladığında en büyük zaferi bir anda kâbusa dönüşmüştü. Katille yüzleşmesinin yarattığı travma nedeniyle sarsılan ve kamuoyu önünde karalanan Kate, kariyerinin bir skandalla sona ermesini yalnızca izlemekle kalmıştı.
Bu feci davadan on beş yıl sonra, Kate hâlâ sorunlu geçmişinin hayaletleriyle boğuşuyordu. Şimdi küçük bir üniversitede öğretim görevlisi olan Kate’in elinde nihayet geçmişiyle yüzleşmek için bir şans vardı. Kendine “Hayran” adını veren taklitçi bir katil, Nine Elms mirasını devralarak idolünün korkunç cinayetlerini devam ettirmekteydi ve Kate bu dehşete bir son vermek zorundaydı.
Araştırma asistanı Tristan Harper’ı da yanına alan Kate, yeni katili yakalamak için uzun zamandır ihmal ettiği dedektif yeteneklerinden faydalanacaktı. Ama tehlike henüz geçmemişti: Kate ilk katilin beşinci ve son kurbanıydı… ve Hayran yarıda kalan bu işi bitirmek istiyordu.
“Yürekleri ağızlara getirecek bir serinin ilk kitabı.” —Publishers Weekly
“Okurları merakta bırakacak, alaycı bir gerilim romanı olan bu kitap, yeni bir seriye güçlü bir başlangıç.” —The Parkersburg News and Sentinel
“Nine Elms, okuru Kate Marshall’ın dünyasına sürükleyecek, gerilimli bir roman. Kate, kişisel sorunları ve erdemleri olan, hikâyenin sonuna kadar onu desteklemenizi sağlayacak, her anlamda gerçekçi bir karakter.” —Authorlink
“Mahkûm edilmiş bir canavar ile bir dedektif arasındaki bağlantıyla Nine Elms’te Kuzuların Sessizliği’nin etkileri hissedilse de Robert Bryndza tamamen orijinal karakterler ve ‘elinizden düşüremeyeceğiniz’ tanımının tam karşılığı olan bir hikâye yaratıyor!” —The Nerd Daily
“Nine Elms ile Bryndza, elinde satış rekorları kıracak bir eser daha olduğunu kanıtlıyor. Kate Marshall gerçek bir süperstar; geçmişimizde aldığımız yaraların bizi tanımlamasına ya da yenilgiye uğratmasına gerek olmadığını, aksine bu yaraların bizi daha akıllı ve daha kararlı kılabileceğini gösteren, hem güçlü hem de kırılgan bir karakter. İşte bu, desteklemeye değer bir kahraman ve bir içgörü.” —Criminal Element
“Robert Bryndza’nın karakterleri o kadar ayrıntılı yaratılmış ki –en önemsiz karakter bile– tamamen insani ve benzersiz bir şekilde kusurlu. Olay örgüsü zekice yazılmış, orijinal ve ilgi çekici; olayların zamanlaması ise dayanılmaz derecede kusursuz.” —Augusten Burroughs
1
Polis Memuru Kate Marshall telefonu çaldığında trenle evine dönüyordu. Uzun, kışlık kabanının katlarını el yordamıyla bir süre aradıktan sonra telefonunu kabanının iç cebinde buldu. Tuğlayı andıran devasa cihazı cebinden çıkardı, antenini açtı ve çalan telefona yanıt verdi. Arayan patronu Başmüfettiş Peter Conway’di.
Efendim. Merhaba.”
“Nihayet. Sonunda telefonu açtı!” diye çıkıştı adam girizgâha lüzum görmeden. “Seni arayıp duruyorum. Eğer yanıt vermeyeceksen o yeni, mendebur cep telefonlarından birine sahip olmanın ne anlamı var ki?”
“Özür dilerim, Travis Jones’un karar duruşması için bütün gün mahkemedeydim. Üç yıla mahkûm oldu, gerçi ben çok daha fazlasını…”
“Bir köpek bakıcısı Crystal Palace Parkı’na atılmış bir genç kız cesedi buldu,” diyerek sözünü kesti Kate’in. “Çıplak. Vücudunda ısırık izleri var, kafasına naylon poşet geçirilmiş.”
“Nine Elms Yamyamı…”
“Baldıran Operasyonu. Bu isimden hoşlanmadığımı biliyorsun.”
Kate bu ismin çoktan halkın diline takıldığını ve sonsuza dek lügatlarına yerleştiğini söylemek istedi ama Peter Conway laklak etmeyi hoş karşılayan bir patron değildi. Medya bu lakabı iki yıl önce, on yedi yaşındaki Shelley Norris’in cesedi Londra’nın güneybatısındaki Thames Nehri’ne yakın Nine Elms bölgesinde, bir araba mezarlığında bulunduğunda takmıştı. Teknik olarak katil, kurbanlarını sadece ısırıyordu ama medya bunun iyi bir seri katil lakabının önüne geçmesine izin vermemişti. Son iki yıl içinde, akşamın erken saatlerinde, okuldan eve dönmekte olan iki genç kız daha kaçırılmıştı. Sırra kadem basmalarından günler sonra, cesetleri Londra’nın farklı bölgelerindeki parklarda ortaya çıkmıştı. Hiçbir şey gazete satışlarını firari bir yamyam kadar artıramazdı.
“Kate. Neredesin?”
Tren penceresinin ötesi karanlıktı. Kate başını kaldırıp vagondaki elektronik göstergeye baktı.
“DLR’deyim*
Eve varmak üzereyim, efendim.”
“Seni istasyonun önündeki her zamanki yerimizden alırım.”
Yanıt beklemeden telefonu kapattı.
Yirmi dakika sonra Kate peş peşe sıralanmış arabaların milim milim ilerlediği işlek güney çevreyoluyla istasyonun altgeçidi arasındaki daracık bir kaldırımda bekliyordu. İstasyonun bulunduğu muhitin büyük kısmı inşaat hâlindeydi ve Kate’in küçük dairesine dönüş yolu onu boş şantiyelerle dolu uzun bir yoldan geçiriyordu. Burası karanlık çöktükten sonra oyalanmak isteyeceğiniz türden bir yer değildi. Trenden birlikte indiği yolcular karşıdan karşıya geçmiş, karanlık sokaklara dağılmışlardı. Kate omzunun üstünden gölgelerin istila ettiği rutubetli, tenha altgeçide baktı ve topuklarının üstünde kıpırdandı; akşam yemeği için aldığı öteberiyi doldurduğu küçük poşet ayaklarının arasında duruyordu.
Ensesine bir damla su düştü, sonra bir tane daha ve ardından yağmur yağmaya başladı. Kate kabanının yakasını dikleştirdi ve sırtını kamburlaştırarak sıkışık trafikteki parlak farlara yaklaştı. Kate, Baldıran Operasyonu’na on altı ay önce, Nine Elms Yamyamı’nın kurban sayısı hâlâ üçken atanmıştı. Böylesine yüksek profilli bir davaya katılmak onun için büyük bir başarıydı çünkü böylelikle sivil dedektiflik rütbesine terfi etmişti.
Üçüncü kurbanın cesedinin, yani on yedi yaşındaki Carla Martin isimli kızın bulunmasının üstünden geçen sekiz ayda vakada hiçbir ilerleme kaydedilememişti. Hâliyle Baldıran Operasyonu’nda küçülmeye gidilmiş ve Kate diğer birkaç çaylakla birlikte, gerisin geri uyuşturucuyla mücadele birimine atanmıştı.
Kate yağmurda gözlerini kısıp uzun araba kuyruğuna baktı. Yolun aşağısındaki keskin bir virajdan dönen arabaların farları gözünü alıyordu ama görünürde polis sireni yoktu. Saatini kontrol etti ve gerileyerek o göz kamaştırıcı parıltıdan uzaklaştı. Peter’ı iki aydır görmemişti. Uyuşturucuyla mücadele birimine atanmasından kısa süre önce onunla yatmıştı. Peter ekibiyle nadiren sosyalleşirdi fakat iş çıkışında birkaç tek yuvarladıkları, eşine az rastlanır bir gece, her nasıl olduysa sohbete dalmışlardı ve Kate onunla vakit geçirmeyi de zekâsını da tahrik edici bulmuştu. O gece ekibin geri kalanı evlerine döndükten sonra barda geç saate kadar kalmışlardı ve gecenin sonunda kendilerini Kate’in dairesinde bulmuşlardı. Ertesi gece Peter onu kendi evine davet etmişti. Patronuyla hem de bir kere değil, iki kere takılması pişmanlıktan için için yanmasına sebep oluyordu. Bu, anlık bir çılgınlıktı. Daha doğrusu iki anlık. Ne var ki çok geçmeden akılları başlarına gelmişti. Kate’in güçlü bir ahlaki pusulası vardı. O, iyi bir polis memuruydu.
Seni istasyonun önündeki her zamanki yerimizden alırım.
Peter’ın telefonda böyle demesi Kate’in canını sıkmıştı. Peter işe giderken onu iki kere buradan almıştı, sonra da Kate’in aynı muhitte yaşayan arkadaşı Müfettiş Cameron Rose’u almışlardı. Cam’e de her zamanki yerimiz der miydi?
Soğuk uzun kabanının arkasından içine işlemeye başlıyordu. Yağmur sularıysa mahkemeye gitmek için giydiği “fiyakalı ayakkabılarının” tabanlarındaki deliklerden içeri girmişti. Kate yakasını düzeltti ve kabanına sokulup sarılarak dikkatini tekrar trafiğe verdi. Neredeyse bütün şoförler erkek, beyaz ve otuzlarının ortalarında ya da sonlarındaydı. Mükemmel bir seri katil demografisi.
Önünden, sürücüsünün suratı ön camdaki yağmur sularından ötürü çarpık çurpuk görünen kirli, beyaz bir panelvan geçti. Polis, Nine Elms Yamyamı’nın kurbanlarını kaçırmak için bir panelvan kullandığına inanıyordu. Kurbanlardan ikisinin üstünde 1994 Citroën Dispatch model beyaz bir panelvanınkiyle eşleşen döşeme iplikleri bulunmuştu. Ne var ki o marka ve modelden Londra ve çevresinde kayıtlı yüz binden fazla araç vardı. Kate, Baldıran Operasyonu’nda çalışmayı sürdüren memurların Citroën Dispatch sahiplerinden oluşan uzun listeyle uğraşmaya devam edip etmediklerini merak etti. Peki ya yeni kurban kimdi? Gazetelerde kayıp bir şahısla ilgili hiçbir habere rastlamamıştı.
Yolun ilerisindeki trafik ışıklarının rengi kırmızıya döndü ve trafiğin içindeki küçük, mavi bir Ford birkaç metre ötede durdu. İçindeki adam şehirli bir tipti: Aşırı kilolu, ellilerinin ortasında, gözlüklü ve üstünde ince çizgili bir takım elbise olan bir adamdı. Kate’i gördü, kaşlarını imalı imalı kaldırdı ve selektör yaptı. Kate bakışlarını kaçırdı. Mavi Ford yolcu tarafının penceresi Kate’le hemen hemen aynı hizaya gelene dek, uzun araç kuyruğunda milim milim ilerleyerek aralarındaki mesafeyi kapattı. Cam yavaşça aşağı indi ve adam ona doğru eğildi.
“Selam. Üşümüşe benziyorsun. Seni ısıtabilirim…” Eliyle yanındaki koltuğa pat pat vurdu ve ince, pütürlü dilini çıkardı. Kate donakaldı. Bir anda içini panik kapladı. Polis kimliği taşıdığını ve polis memuru olduğunu unuttu. Hepsi aklından uçup gitti ve korku Kate’in dizginlerini devraldı. “Haydi. Atla da seni biraz ısıtalım,” dedi adam. Koltuğa sabırsızlıkla bir kere daha vurdu.
Kate gerileyerek kaldırımın kenarından uzaklaştı. Arkasındaki altgeçit karanlık ve ıssızdı. Kuyruktaki diğer araçların şoförleri de erkekti ve kozadan farksız arabalarında, her şeyden bihaber görünüyorlardı. İlerideki trafik lambaları hâlâ kırmızıydı. Yağmur arabaların tavanlarını tembelce dövüyordu. Adam biraz daha uzandı ve yolcu tarafının kapısı birkaç santim aralandı. Kate geriye doğru bir adım daha attı ama kendini kapana kısılmış gibi hissediyordu. Adam arabasından inip onu altgeçide doğru iterse ne olacaktı? “Vaktimi boşa harcama. Ne kadar istiyorsun?” dedi adam. Gülümsemesi silinmişti ve Kate adamın pantolonunun önünün açık olduğunu görebiliyordu. İç çamaşırının rengi soluktu. Derken adam parmağını bel lastiğine takıp penisiyle kırlaşmakta olan kasık kıllarını gözler önüne serdi.
Kate hâlâ olduğu yere mıhlanmış vaziyetteydi, tek isteği lambanın renginin dönmesiydi.
Aniden sessizliği delip geçen bir polis sireni duyuldu ve arabalarla altgeçidin kemeri yanıp sönen mavi ışıklarla aydınlandı. Adam telaşla toparlandı, pantolonunun fermuarını çekti ve arabasının kapısını kapattı. Sonra da merkezi kilit sistemini devreye soktu. Suratı yine kayıtsız bir ifadeye büründü. Kate elini çantasına daldırıp polis kimliğini çıkardı. Mavi Ford’un yanına gidip kimliğini yolcu tarafının camına yapıştırdı. Bunu daha önce yapmadığı için kendine kızıyordu.
Peter’ın hiçbir işaret taşımayan polis arabası, tepesinde dönen mavi ışığıyla, iki tekeri çim banketin üstünde, araç kuyruğunun dışından süratle yaklaşıyordu. Trafik lambasının rengi yeşile döndü. Önündeki araba gazlayınca Peter onun yerine girdi. Ford’un içindeki adam gittikçe paniğe kapılıyor, saçıyla kravatını düzeltiyordu. Kate ona ters bir bakış attı, kimliğini gerisin geriye çantasına koydu ve Peter’ın arabasının yolcu kapısına doğru ilerledi.
2
“Beklettiğim için özür dilerim. Fena trafik vardı,” dedi Peter canlı bir gülümsemeyle. Yolcu koltuğunun üstünde duran bir yığın evrakı alıp kendi koltuğunun arkasına koydu. Otuzlarının sonlarında, yakışıklı, geniş omuzlu, gür, koyu, dalgalı saçlı, elmacıkkemikleri çıkık, yumuşak bakışlı, kahverengi gözlü bir adamdı. Üzerinde özel dikim, pahalı, siyah bir takım elbise vardı.
“Sorun değil,” dedi Kate çantasıyla alışveriş torbasını ayak boşluğuna koyup kendini yolcu koltuğuna bırakırken kapıldığı rahatlamayla. Kapıyı kapatır kapatmaz Peter gazı kökleyip sirenleri çalıştırdı.
Yolcu tarafındaki güneşlik kapalıydı. Kate’in gözü aynadaki yansımasına ilişince güneşliği açtı. Ne makyaj yapmış ne de kışkırtıcı kıyafetler giymişti ve oldu olası kendini biraz sade bulurdu. Narin bir tip değildi. Keskin yüz hatları vardı. Omuz hizasındaki saçlarını arkasından toplayıp pek düşünmeden uzun, kışlık kabanının ensesinden içeri tıkıştırdığından yüzü gözü meydandaydı. Suratındaki ayırt edici özelliklerden biri; gözlerin iki farklı renge sahip olduğu, nadir bir durum sayılan kısmi heterokrominin etkisiyle gözbebeklerinden taşan yanık turuncunun eşlik ettiği peygamberçiçeği mavisi gözleriydi. İkincisi ve geçici olanı ise birkaç gün önce tutuklanmaya direnen öfkeli bir sarhoşun yol açtığı, yeni yeni kabuk bağlamaya başlayan dudağındaki yarıktı. Sarhoşla boğuşurken hiç korkmadığı gibi adam ona vurduğunda da hiç utanmamıştı. Bu işin bir parçasıydı. Beş para etmez bir işadamından yumruk yedikten sonra neden utanacaktı ki? Pis, sarkık, gri bir iç çamaşırı giyen de çükü fındık kadar olan da oydu.
“Mevzu neydi? Arkadaki arabayla?” diye sordu Peter.
“Ah, fren lambalarından biri yanmıyordu,” dedi Kate. Yalan söylemek daha kolaydı. Utandı. O adamı ve mavi Ford’unu zihninin gerilerine attı. “Bütün ekibi olay yerine çağırdın mı?” diye sordu Kate.
“Elbette,” dedi Peter ona göz ucuyla bakarak. “Seninle konuştuktan sonra Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Anthony Asher’dan bir telefon aldım. Bu cinayet Baldıran Operasyonu’yla ilgiliyse istememin yeterli olacağını söyledi. Neye ihtiyacım varsa hepsi emrime amade olacakmış.”
Süratle daldığı kavşağı dördüncü viteste döndü ve Crystal Palace Parkı çıkışına girdi. Peter Conway kariyer basamaklarını tırmanmayı hedefleyen bir polisti ve bu vakayı çözmenin onu komiserliğe, hatta başkomiserliğe terfi ettireceğinden Kate’in hiç
şüphesi yoktu. Peter, Metropolitan Polis Teşkilatı tarihinde başmüfettişliğe terfi eden en genç polis memuruydu.
Camlar buğulanmaya başlayınca Peter kaloriferi açtı. Arabanın ön camındaki, yay şeklindeki buğu önce dalgalandı, sonra geri çekildi. Kate bir dizi sıra evin arasından Londra’nın siluetinin aydınlandığını gördü. Milyonlarca insanın evlerini ve işyerlerini temsil eden milyonlarca ışık, gökyüzünün siyah kumaşında milyonlarca iğne deliği vardı. Kate hangi ışığın Nine Elms Yamyamı’na ait olduğunu merak etti. Ya onu hiç bulamazsak?
diye düşündü. Polis Karındeşen Jack’i hiç bulamadı ve o zamanların Londra’sı şimdikine kıyasla avuç içi kadardı.
“Beyaz panelvan veri tabanından başka ipucuna ulaşabildiniz mi?” diye sordu.
“Altı adamı daha sorgulanmak üzere karakola getirdik ama DNA’ları bizim herifinkiyle eşleşmedi.”
“Kurbanların üstünde DNA’sını bırakma mevzusu. Bu dikkatsizlikle ya da kontrolsüzlükle açıklanabilecek bir mesele değil. Âdeta bölgesini işaretliyor. Tıpkı bir köpek gibi.”
“Onu yakalamamızı istediğini mi düşünüyorsun?”
“Evet… Hayır… Olabilir.”
“Yenilmezmiş gibi davranıyor.”
“Yenilmez olduğunu düşünüyor. Fakat bir noktada tökezleyecek. Hep tökezlerler,” dedi Kate.
Crystal Palace Parkı’nın kuzey girişinden döndüler. Orada bekleyen polis aracının yanı başındaki memur geçmeleri için onlara el etti. Normalde yayaların kullandığı, çakıltaşlı, uzun, düz bir yol boyunca arabayla ilerlediler. Yolun iki yanına o mevsimde yaprak döken, devasa meşe ağaçları sıralanmıştı ve ıslak bir şap sesiyle ön cama düşen yapraklar sileceklerin çalışmasına mâni oluyordu. Epeyce uzaklarda, Crystal Palace radyo vericisi tıpkı uzun, ince bir Eyfel Kulesi gibi ağaçların arasından gökyüzüne uzanıyordu. Derken yol aşağı doğru kıvrıldı ve sırtını ağaçlık bir araziye yaslamış uzun, çimenlik bir düzlüğün yanındaki küçük otoparkta son buldu. Koca düzlük uzun bir polis şeridi tarafından çevrelenmişti. Çimenliğin orta yerine kurulmuş, karanlığın içinde parlayan beyaz adli tıp çadırının etrafında daha küçük ikinci bir şerit vardı. İkinci polis şeridinin yanında patoloji uzmanının panelvanı, dört ekip otosu ve beyaz renkli, büyük polis destek aracı duruyordu.
Asfaltın çimenlikle buluştuğu noktadaki ilk polis şeridi rüzgârda çırpınıyordu. Onları üniformalı iki polis memuru karşıladı: Göbeği kemerinin üstünden sarkan, orta yaşlı bir adamla hâlâ ergen gibi görünen, uzun boylu, zayıf, genç bir adam. Kate ve Peter kimliklerini yaşlıca olanına gösterdiler. Adamın gözleri düşük, gözkapakları ise sarkıktı, öyle ki bir Peter’ın kimliğine bir kendisininkine bakarkenki hâli Kate’e bukalemunları anımsattı. Adam kimliklerini iade etti ve polis şeridini kaldırmaya davrandı ama parlayan çadır gözüne ilişince duraksadı.
“Bunca yıllık meslek hayatımda hiç böyle bir şey görmedim,” dedi.
“Olay yerine ilk intikal eden sen miydin?” diye sordu adamın şeridi kaldırması için sabırsızlanan ama şahsen yapmaya da niyeti olmayan Peter.
“Evet. Polis Memuru Stanley Gresham, efendim. Bu da Polis Memuru Will Stokes,” dedi genç memura başıyla işaret ederek. Ne var ki oğlan aniden yüzünü buruşturdu, onlara arkasını döndü ve polis şeridinin üstünden diğer tarafa kustu. “İşteki ilk günü,” diye ekledi Stanley başını iki yana sallayarak. Kate ona acıma yüklü bir bakış atarken ağzından ince ince salyalar akan oğlan tekrardan öğürüp kustu. Peter’ın iç cebinden temiz, beyaz bir mendil çıkardığını gören Kate amirinin onu genç memura uzatacağını sandı ama Peter mendili ağzıyla burnuna bastırdı.
“Olay yerinin derhal giriş çıkışa kapatılmasını istiyorum. Kimseye tek kelime edilmeyecek,” dedi Peter.
“Emredersiniz, efendim.”
Peter, polis şeridine işaret ederek parmaklarını kıpırdattı. Stanley şeridi kaldırdı ve başlarını eğerek altından geçtiler. Çimenlik, Dedektif Cameron Rose ile Müfettiş Marsha Lewis’in beklemekte olduğu iikinci polis şeridine dek çimenlik bayır aşağı meylediyordu. Cameron tıpkı Kate gibi yirmilerinin ortasındaydı. Tıknaz yapılı, ellilerinde bir kadın olan Marsha ise en yaşlılarıydı. Üstünde şık, siyah bir takım elbise ve uzun, siyah bir kaban vardı. Gümüşi saçları kısa kesilmişti ve sigara tiryakilerine has hırıltılı bir sesi vardı.
“Efendim,” dediler bir ağızdan.
“Neler oluyor, Marsha?” diye sordu Peter.
“Parkın tüm giriş çıkışları kapatıldı ve ayrıntılı taramayla sokak soruşturması için yerel polisi otobüsle buraya getirtiyorum. Adli patoloji uzmanı geleli epey oluyor ve şu anda bizimle konuşmaya hazır,” dedi Marsha.
Hepsinden daha uzun olan Cameron sırım gibi bir tipti. Ne var ki üstünü değiştirmeye fırsatı olmamıştı ve kot pantolonu, spor ayakkabıları ve kışlık yeşil montu içinde dedektiften ziyade tekinsiz bir ergene benziyordu. Kate olay mahalline çağırıldığı telefonu aldığında ne yapmakta olduğunu kısacık bir anlığına merak etti. Buraya Marsha’yla geldiğini varsaymıştı.
“Adli patoloji uzmanımız kim?” diye sordu Peter.
“Leodora Graves,” dedi Marsha.
Işıkların neredeyse göz acıtacak kadar parlak olduğu beyaz çadırın içi sıcaktı. Ufak tefek, koyu tenli, yeşil gözlü, delici bakışlı bir kadın olan Adli Patoloji Uzmanı Leodora Graves iki asistanıyla birlikte çalışmaktaydı. Çimenlerin ortasındaki çamurlu bir çukurda çıplak, genç bir kadın yüzükoyun yatıyordu. Kafasına şeffaf, naylon bir poşet geçirilmiş, sonra da sıkıca boynuna bağlanmıştı. Toz toprak ve kan içindeki solgun teni sayısız kesik ve çizikle yol yol olmuştu. Uyluklarının ve kalçalarının arkalarında çok sayıda derin ısırık izi göze çarpıyordu.
Kate cesedin yanında durdu. Kalın, beyaz olay yeri tulumunun kapüşonuyla maskesinin altında çoktan kan ter içinde kalmıştı. Yeni başlayan yağmur çadırın gergin derisini dövüyor, Leodora’yı sesini yükseltmeye zorluyordu.
“Kurbana sağ tarafının üstünde yatacak şekilde poz verdirilmiş. Sağ kolu başının altına koyulurken sol kolu uzanır vaziyette dümdüz yerleştirilmiş. Bel çukurunda, kalçalarında ve uyluklarında altı ısırık var.” Kızın etinin hepten kalkıp omuriliğini gözler önüne serdiği en derin ısırığa işaret etti. Kurbanın başını oynatıp nazikçe kaldırdı; boynuna sımsıkı dolanmış ince halat artık iyiden iyiye şişmiş olan etine gömülmüştü. “Bu düğümü tanırsınız.”
“Ceviz bağı,” dedi ilk defa konuşan Cameron. Sesi ne denli sarsıldığını ele veriyordu. Olay yeri tulumlarının maskeleri ekip arkadaşlarının yüzlerini örtse de Kate gözlerindeki dehşet yüklü bakışları okuyabiliyordu.
“Evet,” dedi Leodora düğümü eldivenli eline alarak. Bunu sıradışı yapan şey makineyle bir benzerinin yapılması neredeyse imkânsız olan minicik bir yün yumağı misali, birbiriyle kesişen dönüşler dizisiydi.
“Bu o. Nine Elms Yamyamı,” dedi Kate. Bu sözcükler dilini tutmasına fırsat vermeden dudaklarından dökülüvermişti.
“Kesin bir sonuca varabilmek için otopsiyi tamamlamam gerek ama… evet,” dedi Leodora. Yağmur şiddetlenmiş, çadırın tavanındaki patırtısını iyiden iyiye artırmıştı. Kadın genç kızın kafasını nazikçe kolunun üstündeki eski yerine koydu. “Tecavüze uğradığına işaret eden bazı deliller var. İlk incelemede çeşitli vücut sıvıları bulduk. Ayrıca işkenceye maruz kalmış, keskin bir nesneyle kesilmiş ve yakılmış. Kollarındaki ve uyluklarının dışındaki yanık izlerini görebilirsiniz. Bir araba çakmağıyla yapılmışa benziyorlar.”
“Ya da Citroën Dispatch marka, beyaz bir panelvanın çakmağıyla,” dedi Kate. Leodora ona ters bir bakış attı. Düzeltilmekten hoşlanmazdı.
“Ölüm nedeni?” diye sordu Peter.
“Otopsi yapmadan kesin konuşmam mümkün değil ama gayriresmi olarak, naylon poşetle boğulma olduğunu söyleyebilirim. Yüzünde ve boynunda peteşiyal kanama belirtileri var.”
“Teşekkür ederim, Leodora. Otopsi sonuçlarını dört gözle bekliyorum. Umarım bu zavallı genç kadının kimliğini en kısa zamanda teşhis edebiliriz.”
Leodora üstüne siyah, gıcır gıcır bir ceset torbası koydukları portatif bir sedyeyle tam o anda çadıra giren asistanlarına başıyla işaret etti. Sedyeyi cesedin yanına yerleştirip genç kadını nazikçe çevirerek sedyenin üstüne aldılar. Çıplak vücudunun ön tarafı dairesel yanıklarla ve çiziklerle damgalanmıştı. Naylonun altındaki suratı grotesk ve çarpılmış olduğundan neye benzediğini kestirmek imkânsızdı. Ölümün camsılaştırdığı, bomboş bakan, iri, açık mavi gözleri vardı. Gözlerindeki bakış Kate’in tüylerinin ürpermesine sebep oldu. Sanki aklından geçen son düşünce gözlerinde donakalmış gibi umuttan yoksundu. Öleceğini anlamıştı.
3
Uzun bir günün ardından genç kadının yara bere içindeki cesedini görmek Kate’i huzursuz etmiş ve tüketmişti ama bu ölçekte bir soruşturma hızlı ilerlemeliydi. Adli tıp çadırından çıkar çıkmaz parkın batı yakasındaki pahalı, müstakil evlerin yan yana sıralandığı uzun bir cadde olan Thicket Yolu’ndaki sokak soruşturmasının başına verildi.
Ekibinde sekiz polis memuru olmasına rağmen sokaktaki işlerini bitirmeleri neredeyse beş saat sürdü ve yağmur hiç dinmedi. Bir numaralı soruları –1994 Citroën Dispatch model beyaz bir panelvan ve/veya şüpheli tavırlar sergileyen herhangi biri gözünüze çarptı mı?– Thicket Yolu sakinlerini hem korkuttu hem de meraklarını uyandırdı. Beyaz panelvana dair yürütülen arama basında çokça yer bulmuştu ama polisin vakanın ayrıntıları hakkında açıklamada bulunmasına izin verilmiyordu. Buna rağmen Kate’in konuştuğu insanların çoğu Nine Elms Yamyamı’nı soruşturduğunu anladı. Dahası hepsinin kendilerine ait fikirleri, soruları ve şüpheleri vardı. Tüm bunlar daha sonra izini sürmek zorunda kalacakları sayısız ihtimal doğuruyordu.
Gece yarısından hemen sonra Kate ve ekibi karakoldaki buluşma noktasına çağırıldı. Genç kadının cesedi otopsinin yapılabilmesi için morga nakledilmişti ve Crystal Palace Parkı’nda yürütülen ayrıntılı arama, görüş mesafesinin epeyce düşmesi ve sağanak yağış nedeniyle sekteye uğramıştı. Hâl böyle olunca aramaya o gecelik ara vermeleri ve ertesi sabah kaldıkları yerden devam etmeleri söylenmişti.
Kate’in birlikte çalıştığı polis memuru Kuzey Londra’ya dönmek için otobüse binerek Kate’i otoparkta tek başına bıraktı. Tam bir taksi çağıracaktı ki otoparkın karşı köşesindeki aracın üstündeki ışıklar yanıp söndü ve Peter’ın kendisine doğru yürüdüğünü gördü.
“Seni eve bırakmamı ister misin?” diye sordu. O da tepeden tırnağa sırılsıklam ve yorgundu. Kate elinde bir fincan kahveyle destek araçlarından birinde oturup beklemek yerine kolları sıvayıp işin bir ucundan tuttuğu için onu takdir etti. Otoparkta etrafına bakındı. Geride üç devriye aracı kalmıştı ama bunların kısa çöpü çektikleri için sabaha kadar parkta nöbet tutacak memurlara ait olduğunu varsaydı.
Peter, Kate’in bocaladığını gördü.
“Sorun olmaz. Hem alışveriş poşetini arabamda bıraktın,” dedi. Kate’i eve bırakma konusundaki hevessizliği onu bu teklifi kabul etmeye daha istekli hâle getirdi.
“Teşekkür ederim. Harika olur,” dedi Kate. Sıcak bir duş aldıktan sonra tereyağlı ballı bir tost ve bir fincan çayın ardından sıcacık yatağına kıvrılmak için inanılmaz bir arzu duydu. Peter arabasının bagajını açtı ve çamaşır çantasından bir yığın havlu çıkardı.
“Sağ ol,” dedi Kate havlulardan birini alırken. Havluyu omuzlarına atıp ıslak atkuyruğunu sıktı. Ardından yolcu tarafının kapısını açtı ve alışveriş torbasının yerde öylece durduğunu gördü. Peter önce şoför tarafının kapısını, sonra da torpido gözünü açtı. Bir süre arayıp taradıktan sonra arabanın kullanım kılavuzuyla bir avuç anahtarın ardından bir paket ıslak mendil çıkardı. Ellerini çabucak temizleyip kirli mendilleri arabanın altına atıverdi.
“Ayrıntılı aramadan bir şey çıktı mı?” diye sordu Kate.
“Biraz iplik, sigara izmaritleri, bir ayakkabı teki ama burası bir park. Kimbilir kime aitlerdir.”
Peter yolcu koltuğuna bir havlu serdi, ardından arabanın konsolundan bir termos alıp Kate’in eline tutuşturdu ve şoför koltuğuna başka bir havlu sermeye koyuldu. Kate onu gülümseyerek izledi. Uyduruk koltuk kılıflarının düzgün olduğundan ve yerlerinden oynamayacağından emin olmak için tam bir kampçı tavrıyla havluları çekiştirip kenarlarını oraya buraya sıkıştırırken son derece evcimen görünüyordu.
“Sanırım bir araba koltuğuna hastane yatağı kenarı yapmaya çalışan gördüğüm ilk insansın,” dedi.
“Donumuza kadar ıslağız ve bu yeni bir araba. Onu almak için nelere katlandığımı tahmin bile edemezsin,” dedi Peter kaşlarını çatarak.
O akşam ilk defa herhangi bir duygu sergiliyordu. Kirli araba koltukları onu gerçekten kaygılandırıyor olmalıydı. Kate bunun polis teşkilatında uzun süre kalmaktan kaynaklanıp kaynaklanmadığını merak etti. Zihninizi korkunç hadiselere kapatıyor ve küçük şeylere kafayı takıyordunuz.
Deptford’a dönüş yolunda sessizdiler. Kate camdan dışarıyı izledi. Genç kızın görüntüsünü zihninden silip atmaya çalışmakla zihnine kazımaya çalışmak arasında gelip gidiyordu. Yüzünü unutmamak, tüm ayrıntıları dosyalamak için.
Kate; Deptford Caddesi’nin az ilerisindeki uzun, alçak bir dükkân sırasının arkasında, giriş katındaki bir dairede yaşıyordu. Sokak kapısına çukurlarla dolu bir otoparktan ulaşılıyordu ve Peter’ın arabası kâh zıplayıp kâh sarsılarak su dolu çukurları aştı. Bir Çin restoranının sarkık tentesinin altında, boş meşrubat şişeleriyle dolu kasaların istiflendiği servis girişinin yanındaki sokak kapısının önünde durdular. Peter’ın arabasının farları Kate’in oturduğu binanın soluk renkli arka cephesinden yansıyarak arabanın içini aydınlattı.
“Bıraktığın için teşekkürler,” dedi Kate. Ardından kapıyı açtı ve karşısına çıkan büyük su birikintisine girmemek için ileri doğru genişçe bir adım attı. Peter uzanıp alışveriş poşetini eline tutuşturdu.
“Bunu unutma. Bir de yarın sabah onda karakolda ol.”
“O hâlde sabah görüşürüz.”
Kate poşeti alıp arabanın kapısını kapattı. Peter’ın arabasının farları otoparkı aydınlatırken Kate ceplerini karıştırarak anahtarını buldu ve sokak kapısını açtı. O anda ortalık karardı. Arkasına dönüp Peter’ın arabasının stop lambalarının gözden kaybolmasını izledi. Patronuyla yatarak aptalca bir hata yapmıştı ama genç kadının cesedini gördükten ve sokaklarda elini kolunu sallayarak gezen bir katil olduğunu anımsadıktan sonra yaptığı gözüne devede kulakmış gibi göründü.
4
Dairesi soğuktu. Işıkları yakmadan önce otoparka bakan küçük mutfağının perdelerini çabucak örttü. Kemikleri ısınana kadar suyun altında öylece durarak uzun bir duş aldı, ardından sırtına bir bornoz geçirip mutfağa döndü. Merkezi ısıtma sistemi üstüne düşeni yapıyor, gurultular eşliğinde peteklere sıcak su pompalıyor ve oda ısınıyordu. Midesi aniden kazınınca alışveriş poşetinden lazanyasını almaya gitti ama üstünde bir avuç anahtarla Peter’ın arabasının termosu duruyordu. Termosu tezgâha koydu ve anahtarlarının yanında olmadığını fark etmeden onca yolu tepip kapıda kalmaması için Peter’ın çağrı cihazını aramak üzere mutfak duvarındaki telefona gitti. Tam numarayı çevirecekti ki elindeki anahtarlar dikkatini çekti. Dört taneydiler, üstelik dördü de oldukça sağlam ve eskiydi.
Peter, Peckham yakınlarındaki yeni bir binada oturuyordu. Sokak kapısında Yale marka kilitlerden vardı. Kate bunu Peter tarafından evinde akşam yemeğine davet edildiği ikinci geceden net bir şekilde hatırlıyordu. Sokak kapısının önünde bocalamış ve Yale marka kilide bön bön bakarak, Ben ne yapıyorum böyle? Tamam, ilk seferinde sarhoştum. Ama şimdi ayığım ve daha fazlası için buradayım, diye düşünmüştü.
Kate’in elindeki anahtarlar ağır kilitleri açmakta kullanılan gömme anahtarlardandı ve takılı oldukları halkanın etrafına kısa bir halat dolanmıştı. Halat inceydi; kırmızı ve mavi iplerden dokunmuştu. Ağır işlerde kullanıma uygun bir halat veya kordondu. Sert ve sağlamdı. Kate halatı elinde döndürdü; diğer ucuna ceviz bağı düğümü atılmıştı. Kate ahizeyi gerisin geriye yuvasına taktı ve elindeki anahtarlara baktı.
Kate odanın ayaklarının altından kaydığını hissetti ve ensesindeki tüyler diken diken oldu. Gözlerini yumdu ve ölü kızların olay yeri fotoğrafları tıpkı bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçti: Boyunlarına sımsıkı bağlanmış, suratlarına yapışmış, yüz hatlarını çarpıtan naylon poşetler… Ceviz bağıyla bağlanmış poşetler… Gözlerini açtı ve anahtarlarla ceviz bağına baktı.
Hayır. Yorgundu ve hayal gücünün onu etkilemesine izin veriyordu. Mutfak masasının başına geçip kendine bir sandalye çekerek oturdu. İş dışında Peter hakkında ne biliyordu? Babası ölmüştü. Kate’in kulağına annesinin akıl hastası olduğuna dair bölük pörçük dedikodular gelmişti. Kadın şu anda hastanedeydi. Vaktiyle sıyrılmaya çalıştığı ve sıyrılabildiği için kendisiyle gurur duyduğu zor bir çocukluk geçirmişti. Yüksek rütbelilerin takdirini kazanmıştı. Kız arkadaşı ya da karısı yoktu. İşiyle evliydi.
Anahtarlar bir arkadaşına aitse ne olacaktı? Veya annesine? Büyük bir kapıya veya ağır bir asma kilide uyuyor olmalıydılar. Katilin panelvanını ve kurbanlarını saklamak için bir yere ihtiyaç duyacağını tahmin ediyorlardı. Depoya ya da büyük bir garaja. Şayet Peter’ın bir deposu olsaydı kesin ondan bahsederdi çünkü Kate onun yaşadığı apartmandan şikâyet ettiğini hatırlıyordu. Yeraltı otoparkında tek arabalık bir park yeri için servet ödediğini ve fiyata garajın dahil olmadığını söylemişti.
Hayır. Uzun, stresli bir gün olmuştu ve uyumaya ihtiyacı vardı. Anahtarları tezgâhın üstüne bırakıp lazanyayı alışveriş poşetinden çıkardı. Ambalajını yırtıp açtı, küçük plastik kutuyu mikrodalgaya yerleştirdi ve fırını iki dakikaya ayarladı. Eli zamanlayıcının üstünde gezindi.
Ekibe ceviz bağını açıklaması için karakola bilirkişi olarak emekli bir izcibaşı getirdikleri günü düşündü. Bu düğümü diğerlerinden ayıran şey, sadece uzmanlık sahibi biri tarafından atılabilmesiydi. Ceviz bağı hem süs niyetine hem de fırlatmayı kolaylaştırması açısından ağırlık olarak halatların ucuna atılırdı. Adını cevize benzerliğinden alıyordu.
Lazanya mikrodalgada yavaşça dönmeye devam ediyordu. Emekli izcibaşı onlara çoğu genç oğlanın düğüm atmayı izci kampında öğrendiğini söylemişti. Ceviz bağının pek öyle pratik bir kullanım alanı yoktu ancak meraklıları tarafından atılan bir düğümdü. Vaka odasındaki herkes uzmanın gözetiminde düğümü atmayı denemişti ama tek becerebilen Marsha olmuştu. Peter fena hâlde çuvallamış ve kendi beceriksizliğiyle dalga geçmişti.
“Ben ayakkabımı bağlamayı bile sekiz yaşında öğrendim!” diye bağırıvermişti. Vaka odasındaki bütün memurlar gülmeye başlayınca ellerini yapmacık bir utançla yüzüne kapatmıştı.
Anahtarlar eski ve azıcık paslıydı. Çalışır vaziyette kalmaları için yağlanmışlardı. Halat yer yer aşınmıştı ve kirle yağın derinlerine işlediği ceviz bağı epey eski görünüyordu.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Korku - Gerilim Polisiye Roman (Yabancı)
- Kitap AdıNine Elms – Kate Marshall 1
- Sayfa Sayısı408
- YazarRobert Bryndza
- ISBN9786256826250
- Boyutlar, Kapak13*19,5, Karton Kapak
- YayıneviYabancı Yayınevi / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Arınmalar ~ Patrick deWitt
Arınmalar
Patrick deWitt
Zamanının meşhur, şimdilerde gözden düşmüş bir Hollywood barında çalışan bir barmen. Çevresindeki çürümeyi, müşterilerin her gece hiçliğe tekrar tekrar yuvarlanışını hastalıklı bir keyifle izlerken,...
- Tüm Ruhlar ~ Javier Marías
Tüm Ruhlar
Javier Marías
“Tüm Ruhlar” anlatıcının, dünyanın ve zamanın dışındaki bir şehirde, Oxford Üniversitesi’nde geçirdiği sislerle kaplı, tuhaf iki yılın hikâyesidir. Bu romanın büyüleyici kahramanları da dünyanın...
- Maskeli Balo ~ Melissa De La Cruz
Maskeli Balo
Melissa De La Cruz
Bir anda yıldızı parlayan genç yazar Melissa De La Cruz’dan gerçekçi mekânlarda geçen kurgusal bir üçlemenin ikinci kitabı… Maskeli Balo İyi insanlar bile zorunlu...