Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Babbitt
Babbitt

Babbitt

Sinclair Lewis

Babbitt, modern hayatın kısıtlayıcı mekanizması içinde sıkışıp kalmış 20. yüzyıl insanını anlatan en güçlü yapıtlardan biridir. Sinclair Lewis en büyük edebi başarısı olarak kabul…

Babbitt, modern hayatın kısıtlayıcı mekanizması içinde sıkışıp kalmış 20. yüzyıl insanını anlatan en güçlü yapıtlardan biridir. Sinclair Lewis en büyük edebi başarısı olarak kabul edilen 1922 tarihli bu romanında, Amerikan toplumunu ve kültürünü, orta sınıfın yaşam tarzını, insanları konformizme iten toplumsal baskıyı hicveder. Babbitt’in başlattığı tartışma, yazarın 1930 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’ne değer görülmesinde etkili olmuştur. George Babbitt kârlı bir işi, toplumda saygın bir yeri olan mükemmel bir yurttaş ve kendinden fazlasıyla hoşnut bir işadamıdır. Ait olduğu zümrenin standartlarına uyum göstermeye çalışırken bireyselliğini yitirir ve günün birinde aslında ufkunu daraltan son derece “sınırlı” bir hayat sürdüğünü fark eder. Lewis’in asıl mirası, Amerikan toplumundaki çağrışımı bugün de süren George Babbitt karakterini yaratmasıdır. Zira bu romanıyla İngilizceye “orta sınıfın değerlerine ve standartlarına düşünmeden uyum gösteren” kişi anlamında kullanılan “Babbitt” sözcüğünü armağan etmiştir. Lewis romanda iş dünyasının ve şehirlerin gelişmesinin istikrarın temeli olarak görüldüğü, seri üretimin başladığı ve tüketim toplumunun ortaya çıktığı bir ABD portresi ortaya koyar.

1.Bölüm

I

Zenith’in kuleleri sabah sisini aşarak göğe uzanıyordu; çelik, beton ve kireçtaşından yapılmış, sarp kayalıklar kadar sağlam, gümüş çubuklar kadar narin bu ağırbaşlı kuleler. Bunlar ne burç ne de çan kulesiydi, alenen ve bütün güzellikleriyle ofis binalarıydı.

Sis, önceki kuşakların bitkin yapılarına; padavra kaplı sağrılı çatılı postaneye, eski hantal evlerin kırmızı tuğladan kulelerine, küçücük ve isli pencereli fabrikalara, çamur renkli ahşap harap apartmanlara merhamet gösteriyordu. Şehir bu tarz acayipliklerle doluydu ama tertemiz kuleler sayesinde bu acayiplikler şehrin iş merkezinde arka planda kalıyor, uzak tepelerde ise yeni evler, yuvalar neşe ve huzur içinde -öyleydiler sanki-parıldıyordu.

Beton bir köprünün üzerinden gıcır gıcır uzun gövdesi ve sessiz motoruyla bir limuzin geçti. Gece kıyafetleri içindeki bu insanlar, bir Küçük Tiyatro oyununun gece boyu süren provasından, şampanyayla bir hayli parlatılmış sanatsal bir maceradan dönüyorlardı. Köprünün altında demiryolu, kırmızı ve yeşil ışık çizgileriyle bir labirent gibi dolanarak kıvrılıyordu. New York Ekspres gümbürdeyerek geçince yirmi kadar parlak çelik çizgi gözleri kamaştırdı.

Gökdelenlerin birinde Associated Press’in telgraf ofisi kapanıyordu. Paris ve Pekin’le konuşarak geçen gecenin ardından telgraf operatörleri yorgun argın, selüloit göz siperlerini kaldırdılar. Temizlikçi kadınlar esneye esneye, eski ayakkabılarını ayaklarında şaplata şaplata tüm binaya yayıldılar. Şafağın sisi dağılıp gitti. İnsanlar ellerinde sefertasları, gruplar halinde sıra sıra, yeni fabrikaların, devasa cam tabaka ve delikli tuğla üreticilerinin, beş bin kişinin aynı çatı altında çalıştığı, Fırat’tan Güney Afrika bozkırlarına kadar satılan güvenilir mamullerin üretildiği şaşaalı imalathanelerin uçsuz bucaksızlığına doğru ağır adımlarla ilerliyordu. Islıklar bir nisan sabahının şafağı kadar neşeli bir şarkının; devler için inşa edilmiş -öyleydi sankibir şehirde emeğin şarkısının hep bir ağızdan söylenmesine dönüştü.

II

Zenith’in Çiçekli Tepeler diye bilinen konut bölgesinde, Hollanda koloni üslubundaki bir evin uyku sundurmasında uyanmakta olan adamın görünüşünde devlikten eser yoktu.

İsmi George F. Babbitt’ti. Nisan 1920 itibarıyla kırk altı yaşındaydı ve öyle mühim bir şey yaptığı yoktu, ne tereyağı, ne pabuç, ne de şiir sanatı ama insanlara bedelini ödeyemeyecekleri kadar pahalı evler satmakta rakipsizdi.

Geniş kafası pembe, kahverengi saçları cılız ve kuruydu. Kırışıklılarına ve burnunun üzerinde gözlüğünün bıraktığı kırmızı çukurluklara rağmen, yüzü uyurken bebeksiydi. Şişman değildi, ancak oldukça besiliydi, yanakları tombik, haki battaniyenin üzerinde savunmasız duran bakımlı elleri hafif şişti. Zengin, fazlasıyla evli ve romantizmden nasibini almamış gibi görünüyordu; hele ki irice bir karaağaç, büyücek iki çimenlik, çimento kaplı araba yolu ve oluklu sacdan yapılmış garaja bakan uyku sundurması romantizmden tamamen uzaktı. Ancak Babbitt, gümüş rengi denizin kıyısında yükselen kıpkırmızı pagodalardan daha romantik rüyasında, yine peri kızını görüyordu.

Peri kızı yıllar boyu gelmişti ona. Başkaları yalnızca George Babbitt’i görürken, kız cesur bir genç adam görüyordu onda. Gizemli koruların ardında karanlıkta bekliyordu onu. Nihayet evin kalabalığından sıyrıldığında, dosdoğru kıza gidiyordu. Karısı, yaygaracı arkadaşları peşine düşmüş, ama o kaçmıştı, kız yanında süzülmüş, beraber gölgeli yamaca sinmişlerdi. İncecikti kız, bembeyaz ve arzulu! Kız ona neşeli ve yürekli olduğunu, onu bekleyeceğini, birlikte denize açılacaklarını söyledi yüksek sesle…

Süt kamyonunun gümbür gümbür gürültüsü.

Babbitt inledi, yatağında dönüp rüyasına geri dönmeye çabaladı. Puslu suların ardında şimdi sadece kızın yüzünü görebiliyordu. Kalorifer görevlisi zemin katın kapısını çarptı. Yan bahçede bir köpek havladı. Babbitt, kendini loş, ılık akıntıya keyifle bırakırken, gazete satıcısı ıslık çalarak geçti ve dürülmüş Advocate gazetesi ön kapıya küt diye çarptı. Babbitt yatakta doğruldu, midesi dehşetle büzüştü. Tam rahatlıyordu ki bir Ford’un tanıdık ve sinir bozucu marş motoru sesi içine işledi: Krın-in-in, krın-in-in, krın-in-in. Sorumluluk sahibi bir otomobil sürücüsü olarak, görmediği şoförle birlikte bastı marşa, motorun kavramasını onunla beraber gerginlikle bekledi, motorun kükremesi dinip tekrar iğrenç ömür törpüsü krin-krına, hiç dinmeyecekmiş gibi gelen o yavan sese, sabaha özgü o buz gibi soğuk sese, sinir bozucu ve kaçışı olmayan o sese dönüşünceye kadar onunla beraber eziyet çekti. Motorun yükselen sesinden Ford’un hareket ettiğini anlayınca rahat bir nefes aldı. Gözde ağacina, altın rengi göğe uzanan karaağaç dallarına şöyle bir baktıktan sonra ilaç niyetine tutundu uykusuna. Bir zamanlar hayata tüm kalbiyle inanan bir çocuktu kendisi, ama her yeni günün getirdiği olası ve beklenmedik maceralarla çok fazla ilgilenmiyordu artık.

Saati yediyi yirmi geçe çalana kadar kaçtı gerçeklikten.

III

Ülke çapında reklamı yapılan ve belli sayıda üretilen, katedral çan sesi, aralıklı alarm, fosforlu kadran gibi modern aksamların tümüne sahip bir çalar saatti onunkisi. Babbitt böylesine şatafatlı bir cihazın onu uyandırmasından gurur duyuyordu. Sosyal açıdan pahalı araba lastikleri satın almak kadar itibarlıydı bu saate sahip olmak.

Suratını asarak artık kaçış olmadığını kabullendi, ancak yatağından kalkmadı; yorucu ve bezdirici emlakçılık işinden nefret ediyordu, ailesinden nefret ediyordu ve onlardan nefret ettiği için kendinden de nefret ediyordu. Önceki akşam Vergil Gunch’larda gece yarısına kadar poker oynamıştı ve böyle tatil günlerinin ardından, kahvaltı öncesi asabi olurdu. Kim bilir belki, yasak dönemin ürünü mis gibi ev birası ve biranın cazip kıldığı purolar yüzündendi; belki de, keyifli, cüretkâr erkek dünyasından eşlerin ve stenografların kısıtlamalarla dolu alanına ve çok puro içmemesi yönünde telkinlere dönmek zoruna gittiği için.

Sundurmanın yanındaki yatak odasından karısının rahatsız edici derecede neşeli “Kalkma vakti Georgie’cik” çağrısı ve sert fırçanın çıkardığı haşır huşur saç tarama sesi geldi.

Homurdandı, soluk bebek mavisi pijamalı kalın bacaklarını haki rengi battaniyenin altından çekti, karyolasının kenarına oturdu, tombik ayakları mekanik hareketlerle terliklerini bulurken, parmaklarını dağınık saçlarında gezdirdi. Battaniyeye -ki ona her zaman özgürlüğü ve kahramanlığı çağrıştırırdı, içi burkularak baktı. Aslında hiç gerçekleşmeyen bir kamp gezisi için almıştı onu. Muhteşem aylaklığı, istediği gibi küfretme özgürlüğünü ve erkeksi flanel gömlekleri simgeliyordu onun için bu battaniye.

Gacur gucur sesler çıkararak ayağa kalktı, gözyuvarlarının arkasından geçen dalga dalga ağrıyla inledi. Bu yakıcı ağrı tekrar gelir mi diye beklediği halde, bulanık gözlerle

bahçeye baktı. Keyiflendi her zamanki gibi; Zenith’li başarılı bir işadamının düzenli bahçesiydi bu, başka deyişle mükemmellikti ve onu da mükemmel kılıyordu. Kıvrımlı sacdan garaja baktı. Bu yıl, en az üç yüz altmış beşinci kez düşündü kendi kendine: “Şu teneke yığını kaba saba duruyor. Betonarme bir garaj yapmalıyım kendime. Vallahi yenilenmemiş bir o kaldı bahçede.” Arazisi Glen Oriole’u geliştirmek için bir otopark hayal etti bakarken. Puflayıp sallanmayı bıraktı. Ellerini beline koydu. Uyumaktan şişmiş huysuz yüzünde daha keskin çizgiler belirdi. Aniden muktedir, yetkili, tasarlayan ve yöneten iş bitirici bir adama dönüştü.

Fikrin verdiği enerjiyle sağlam, temiz ve yepyeni görünen koridordan banyoya doğru sürüklendi.

Ev büyük olmamasına rağmen, Çiçekli Tepeler’deki tüm evler gibi porselen, parlak fayans ve gümüş rengi parlak armatürleriyle tam anlamıyla asil bir banyosu vardı. Havlu askısı nikel üzerine şeffaf camdan bir çubuktu. Küvet Prusya kralının bir muhafızının sığabileceği kadar uzundu. Lavabonun üzerinde diş fırçalık, tıraş fırçalık, sabunluk, süngerlik ve ecza dolabı mükemmel biçimde sergileniyordu; o kadar pırıltılıydılar, o kadar ustaca yerleştirilmişlerdi ki elektrikli kumanda panosuna benziyordu. Ama elektrikli aletlere taparcasına düşkün olan Babbitt banyonun mevcut durumundan hoşnut değildi. Korkunç bir diş macunu kokusuyla ağarlaşmıştı banyonun havası. “Verona buradaymış yine! Lilidol kullanacağı yerde, sanki kırk kez aksini söylememişim gibi gidip insanın midesini bulandıran şu kahrolası pis kokulu şeyi alıyor!”

Paspas buruş buruş, yerler ıslaktı. Kızı Verona bazı sabahlar çılgınca banyo yapardı. Paspasa ayağı takıldı, tökezledi, küvete çarptı. “Kahretsin!” dedi. O hırsla tıraş kremini kaptı, kaygan fırçayı şaplata şaplata hırsla köpürttü suratını, şişko yanaklarını tıraş bıçağıyla hırsla kazıdı. Bıçak zorlandı. Körleşmişti. “Kahretsin-of-of-kahretsin,” diye söylendi.

..

 

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Çarpık Nefret – Twisted Serisi Üçüncü Kitap ~ Ana HuangÇarpık Nefret – Twisted Serisi Üçüncü Kitap

    Çarpık Nefret – Twisted Serisi Üçüncü Kitap

    Ana Huang

    Başarılı bir doktor olma yolunda hızlı adımlarla ilerleyen çekici ve kibirli JOSH CHEN, baştan çıkaramayacağı hiçbir kadınla tanışmamıştı… Ta ki Jules Ambrose’la karşılaşana kadar....

  2. Yaban Muzu ~ José Mauro de VasconcelosYaban Muzu

    Yaban Muzu

    José Mauro de Vasconcelos

    Bir gün, değişik bir yaşam peşinde sertão’ya daldım. Yüreğimi, kaygıyla dönüşümü bekleyeceği bir ağaç gölgesinde bıraktım ve yürüdüm. Durmadan yürüdüm. Güneş yüzümü ve ellerimi yaktı. Tozlu, uzun ve sessiz pek çok yol aştım.

  3. Aşkın İki Yüzü ~ Susan MalleryAşkın İki Yüzü

    Aşkın İki Yüzü

    Susan Mallery

    Savaşın acılarıyla örselenmiş bir adam Özgürlüğe susamış, azimli bir kadın Entrikalarla alevlenen, tutkulu bir aşk Skye Titan’ın zengin babası kızının hayatını yönetebileceğini düşünmektedir. Kocasının...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur