“Çok kötü bir iş.” Türkü Söylüyor Otlar’da Rodezya’nın ırkçı beyazları, Turnerların uzak çiftliğinde işlenen cinayetten bu alelade cümleyle söz ederler. Ayrıcalıklarını korumak, krizleri sıradanlaştırmakla mümkündür. Lessing’in 1950 yılında yayımlanan romanı Türkü Söylüyor Otlar bağımsız, şehirli bir beyaz kadın olan Mary’nin, yine beyaz bir çiftçi olan Dick’le evlenip onun çiftliğine taşınması üzerine kuruludur. Yalıtılmışlık, tekdüze çiftlik yaşamı, yarı-insan konumuna itilmiş siyah hizmetçiler ve Dick’in onulmaz yoksulluğu Mary’de şiddetli bir ırkçı nefrete evrilir, ta ki yeni siyahi hizmetçisi Moses’in gelişine dek. Moses’in Mary’yle kurduğu bağın özgünlüğü, aralarındaki efendi-hizmetçi gerilimiyle daha da karmaşıklaşacaktır. Doris Lessing küçüklük anılarından süzdüğü bu yapıtında kısır bir yaşam, sevgisiz evlilik ile ırkçılığın birbirini nasıl beslediğini incelikle sergiler.
1
Gizemli Cinayet
ÖZEL MUHABİR BİLDİRİYOR
Ngesi’de çiftlik sahibi Richard Turner’ın eşi Mary Turner, dün sabah evlerinin verandasında öldürülmüş olarak bulundu. Tutuklanan yerli uşak suçunu itiraf etti. Cinayet nedeni öğrenilemedi. Uşağın değerli eşya ve mücevher aradığı sanılıyor.
Gazete ayrıntılı bilgi vermiyordu. Ülkenin her yanındaki insanlar haberin çarpıcı başlığını görünce bakmış ve sanki bir inancın doğrulanmasından, sanki olması beklenen bir şeyin olmasından kaynaklanan bir tür tatmin duygusuyla karışık öfke duymuş olmalıydılar. Yerliler hırsızlık yapınca, cinayet işleyince, irza geçince beyazlar hep bu duyguyu hissederler.
Sonra gazetenin sayfasını çevirip başka bir habere baktılar.
Ama Turnerları göz aşinalığıyla ya da onca yıldır onların dedikodusunu yaptıkları için tanıyan “yöre” halkı, gazetenin sayfasını öyle çabucak çevirmedi. Çoğu o haberi kesip eski mektupların yanına ya da bir kitabın arasına koyup bir kehanet yahut bir uyarı gibi saklayacak, zamanla sararan kâğıda ifadesiz, sırlarını ele vermeyen yüzlerle bakacaklardı. Çünkü onlar cinayeti tartışmadılar, işin en ola-ğandışı yanı da buydu. Gerçekleri açıklayabilecek durumda olan üç kişi ağızlarını açmadığı halde, herkes sanki bilinmesi gereken her şeyi bildiren bir altıncı hisse sahipmiş gibiydi. Cinayet lafı hiç ağza alınmıyordu. Biri, “Kötü bir iş,” diyor ve çevresindekilerin suratları hemen o çekingen ve tetikte ifadeye bürünüveriyordu. “Çok kötü bir iş,” diye cevap veriyorlardı ve o kadarla kalıyordu. Turner olayının dedikodusu yapılarak gereksiz yere dile düşürülmemesi için sessiz bir anlaşma var gibiydi. Ne var ki, orası bir tarım bölgesiydi ve birbirinden uzak çiftliklerde yaşayan beyazlar çok seyrek buluşabildikleri için kendi cinslerinden olanlarla bir araya gelmeye, haftalarca kendi yüzlerinden ve siyah uşaklarının suratlarından başka bir şey görmeyecekleri çiftliklerine dönmeden önce bir saat olsun hep bir ağızdan konuşmaya, tartışmaya, dedikoduya hasrettiler. Normalde, o cinayet aylarca konuşulur, insanlar konuşacak bir şey buldukları için şükrederlerdi.
O yöreden olmayan birisi, enerjik Charlie Slatter’in yöredeki çiftlikleri tek tek dolaşıp insanlara çenelerini tutmalarını söylediğini sanabilirdi, oysa böyle bir şey yapmak onun aklina hiç gelmemişti. Slatter’ın (hem de hiç yanlış yapmadan) attığı adımlar içgüdüsel olarak ve bilinçli bir planlama olmaksızın atılmıştı. Olayla ilgili en ilginç şey, bu sessiz, bilinçsiz anlaşmaydı. Görünüşe bakılırsa, herkes bir tür telepatiyle iletişim kuran bir kuş sürüsündeymiş gibi davranıyordu.
Cinayet onları ön plana çıkarmadan çok önce, insanlar, Turnerlardan uygunsuz, kanun kaçağı, gönüllü sürgün kişiler için kullandıkları o katı, umursamaz tonda söz ederlerdi. Komşularından onlarla tanışan, hatta sadece uzaktan görenlerin bile sayısı birkaç kişiyi geçmediği halde, Turnerlar sevilmezlerdi. Sevilmemeleri için ne gibi bir neden vardı? Sadece “kendi içlerine kapanık yaşarlardı”, hepsi bu. Ne dansa giderlerdi ne şenliklere, ne yerel kulübe ne de spor tesislerine. Utanılacak bir şeyleri olmalıydı; herkes böyle düşünüyordu.
Kendilerini böyle insanlardan uzak tutmak yakışık almıyordu, bu herkesin suratına şamar indirmek gibi bir şeydi; hem bu kadar gizli saklı neleri vardı? Gerçekten, ne vardı acaba? Ne biçim yaşam tarzıydı o? O kutu gibi ufacık ev; geçici mesken olarak katlanılabilirdi, ama orada sürekli yaşanamazdı. Hem, (şükürler olsun, çok sayıda olmasa da) bazı yerlilerin de onlarınkine benzer evleri vardı; beyazların öyle bir yerde yaşadığını görmek yerlilerin üzerinde de olumsuz izlenim bırakırdı.
Sonra biri “yoksul beyazlar” tanımını kullandı. Bu da biraz rahatsızlığa neden oldu. O zamanlar gelirler arasında büyük uçurumlar yoktu (tütün baronları devrinden önceydi bu), ama ırklar arasında kesin bir ayrım vardı. Hollanda asıllı ufak topluluk kendi âleminde yaşardı; İngiliz asıllı olanlar ise onları önemsemez, görmezden gelirdi. Ama Turnerların yoksul beyazlar olduğunu söyleyen kişi, bu iddiasında ısrar etti. Nasıl bir fark vardı? Yoksul beyaz nasıl bir şeydi? Bu insanın yaşam tarzıyla, yaşam standartlarıyla ilgili bir meseleydi. Turnerların yoksul beyaz olmaları için tek eksikleri bir sürü çocuk sahibi olmamalarıydı.
İleri sürülen iddialar cevapsız kaldığı halde, insanlar onları hâlâ yoksul beyazlar olarak kabul etmiyorlardı. Bunu kabul etmek kendilerini de küçük düşürmek olurdu. Ne de olsa, Turnerlar da İngilizdi.
Böylece yöre halkı, Güney Afrika toplumunun birinci kuralı olan ama Turnerların umursamadığı esprit de corps’a” uygun biçimde davrandılar onlara. Turnerlar ise esprit de corps’a uymaya gerek duymuyorlardı; zaten herkesin nefretini kazanmalarının asıl nedeni de buydu.
İnsan düşündükçe, olay daha da olağandışı bir hale geliyor. Olağandışı olan, cinayetin kendisi değil insanların olayla ilgili duygularıydı; Mary sanki iyi ve temiz değilmiş de öldürülmeyi hak etmiş gibi herkes ona öfkeleniyor ve Dick Turner’a acıyordu. Ama kimse soru sormuyordu.
Örneğin, o “Özel Muhabir”in kim olduğunu merak etmiş olmalılardı. Haberi yöre halkından biri vermiş olmalıydı, çünkü gazete haberi dilinde yazılmamıştı. Ama kim? Asistan Marston cinayetten hemen sonra bölgeyi terk etti. Polis Denham, haberi yazıp gazeteye göndermiş olabilirdi, ama bu da pek akla yakın değildi. Geriye, Turnerlar hakkında herkesten çok şey bilen ve cinayet günü de orada olan Charlie Slatter kalıyordu. Slatter, olayın soruşturmasını bizzat ele aldı, hatta Çavuş’tan bile hızlı davrandı denilebilir. Herkes de bu davranışı haklı ve yerinde buldu. Şapşal bir kadının, insanların aklından geçirdiği ama dile getirmediği nedenler yüzünden bir yerli tarafından öldürülmesi, beyaz çiftçilerin meselesi olmayacaktı da, başka kimi ilgilendirecekti? Tehlikede olan onların yaşamı, karıları, aileleri ve yaşam tarzlarıydı.
Ama Slatter’ın olayın takibini üstlenmesine, her şeyi kimseden fikir almadan halletmesine izin verilmesi, oralı olmayanlara tuhaf gelir.
Çünkü hiçbir plan yapılamazdı; buna vakit yoktu. Örneğin, Dick Turner’ın çiftliğinde çalışan çocuklar Slatter’a gelip olayı haber verdiklerinde, Slatter neden oturup polis karakolundaki Çavuş’a bir not yazdı? Telefonu kullanmadı.
Taşrada yaşayan herkes manyetolu telefonun ne olduğunu bilir. Manyetonun kolunu gerekli sayıda çevirdikten sonra ahizeyi kaldırırsınız, sonra bölgedeki bütün telefon numaralarının düştüğünü belirten çıt, çıt, çıt sesleri ve soluk alma, fısıldama, bastırılmış öksürük gibi alçak sesler duyulmaya başlar.
Slatter’ın eviyle Turnerların evi arasında beş mil vardı. Çiftlikte çalışan işçiler cesedi bulunca, önce Slatter’a gidip haber verdiler. Acil bir durum olmasına karşın, Slatter telefon etmeyip bir mektup yazdı ve mektubu bisikletli bir yerli ulakla on iki mil ötedeki karakolda görevli Denham’a yolladı. Çavuş derhal yarım düzine yerli polisi araştırma yapmak üzere Turnerların çiftliğine gönderdi. Kendisi de arabaya atlayıp önce Slatter’ı görmeye gitti, çünkü mektubun üslubu merakını uyandırmıştı. O yüzden de cinayet yerine geç geldi. Yerli polisler katili bulmak için uzun uzadıya araştırma yapmak zorunda kalmadılar. Evi dolaşıp cesede şöyle bir göz attıktan sonra, evin bulunduğu ufak tepeden aşağı indiklerinde dağılmış bir karınca yuvasının başından doğrulan Moses’i karşılarında buldular. Moses onlara yaklaştı ve “İşte buradayım,” dedi (ya da o anlama gelen bir şeyler söyledi). Polisler onu kelepçeleyip, polis arabalarını beklemek üzere eve döndüler. Eve varınca, Dick Turner’ın yanında mızıldayan iki köpekle birlikte çalılıktan çıkıp geldiğini gördüler. Avuçları yaprak ve toprak dolu olan adam aklı başından gitmiş bir halde deli gibi kendi kendine konuşarak çalılıkta dolanıyordu. Polisler onu gözden kaybetmeden izleyerek kendi haline bıraktılar; çünkü Dick Turner deli de olsa bir beyazdı ve siyahlar polis bile olsalar beyaz tene el süremezlerdi.
İnsanlar katilin neden teslim olduğunu sormaya başladılar. Gerçi uzun boylu kaçış şansı yoktu. Ama koşup gitmeye fırsatı vardı. Tepelere koşup bir süre saklanabilir ya da sınırı aşıp Portekiz bölgesine geçebilirdi. Bunun üzerine Bölge Yerel Komiseri, bir günbatımı partisinde, katilin teslim olmasının anlaşılabilir bir nedeni olduğunu söyledi. Ülkenin tarihi hakkında bilgisi olanlar ya da eski misyonerlerin ve kâşiflerin anılarını veya mektuplarını okumuş olanlar, Lobengula’nın hükümranlığındaki topluluğun kurallarına aşinaydı. Yasalar çok kesindi: Herkes ne yapabileceğini ve ne yapamayacağını bilirdi. Herhangi birisi, Kral’ın kadınlarından birine el sürmek gibi bağışlanamaz bir suç işlerse, karınca yuvasının…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıTürkü Söylüyor Otlar
- Sayfa Sayısı248
- YazarDoris Lessing
- ISBN9786254293481
- Boyutlar, Kapak12.5 x 20 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİş Bankası Kültür Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Gabriel Arafta ~ Sylvain Reynard
Gabriel Arafta
Sylvain Reynard
Uluslararası Bestseller yazarı olan Sylvain Reynard, birbirlerine en karanlık arzularıyla bağlı iki âşık olan Gabriel ve Julia’nın hikâyesini aktarmaya devam ediyor. Fakat arzuları bu...
- Kuzeyli Annem ~ Jean-Louis Fournier
Kuzeyli Annem
Jean-Louis Fournier
“Küçüklüğümde ne zaman bir şeyler yazsam ya da bir resim yapsam, iyi olmuş mu diye anneme sorma ihtiyacı duyardım. Ondan icazet almam şarttı. Kendisi...
- Eczacının Kızı ~ Charlotte Betts
Eczacının Kızı
Charlotte Betts
Her türlü merhemi ve yatıştırıcı ilacı hazırlama konusundaki büyük becerisi ile katı ve asık suratlı Doktor William Ambrose’u bile etkilemiş olan Susannah, eczanenin penceresinden...