GECEDOĞAN DÜETİ 1
Gecedoğan vampir kralının evlatlık insan kızı Oraya, onu öldürmek için tasarlanmış bir dünyadaki yerini zorla kazanmak zorundaydı. Avdan daha fazlası olmak için tek şansı, bizzat ölüm tanrıçasının düzenlediği efsanevi bir turnuva olan Kejari’ye katılmaktı.
Ancak üç vampir hanesinin en acımasız savaşçıları arasındayken kazanmak kolay değildi. Oraya, hayatta kalabilmek için gizemli bir rakiple ittifak yapmak zorunda kalmıştı.
Raihn acımasız bir vampir ve becerikli bir katildi, ayrıca Oraya’nın babasının tahtının düşmanıydı. Fakat Oraya’yı en çok korkutan şey, adama tuhaf bir şekilde kapıldığını hissetmesiydi.
Ama Kejari’de merhamete yer yoktu. Gece Hanesi için yaklaşan savaş, Oraya’nın evine dair bildiğini sandığı her şeyi yerle bir ediyordu. Raihn onu herkesten daha iyi anlıyor olsa bile, hiçbir şeyin aşktan daha ölümcül olmadığı bir krallıkta aralarında filizlenen duygular Oraya’nın sonu olabilirdi.
*
GİRİŞ
Kral en büyük aşkının onun kıyameti olacağını ve ona küçük. çaresiz bir insan çocuğu şeklinde geleceğini o zamanlar bilmiyordu.
Çocuk, sonsuzluğa uzanan çürümüşlüğün içindeki tek yaşam kıpırtısıydı. Yüzlerce mil mesafede yaşayan tek ölümlüydü. Belki dört, belki de sekiz yaşındaydı. Anlaması zordu çünkü insanlar için bile çok ufak tefekti. Kırılgan ve siska bir tipti. Geniş, gri gözlerinin üzerine dökülen düz siyah saçları vardı.
Kızın ailesi muhtemelen yanmış kirişlerin ve paramparça olmuş taşların altında bir yerde, tanınmayacak kadar ezilmiş bir halde yatıyordu. Belki de mahvolmuş cesetleri gece dışarıda kalmış, avcılar tarafından yenmişti. Benzer yaratıklar şimdi çocuğun peşindeydi, bir şahinin tavşana baktığı türden bir ilgiyle onu izliyorlardı.
İnsanlar bu dünyada bundan ibaretti. Av, böcek ya da genelde ikisi birden sayılırlardı.
Kanatlı üç adam, kızın önüne inip talihlerine gülümsediler. Küçük kız, altında sıkıştığı enkazdan kurtulmak için hızla çırpınmaya başladı. Karşısındaki adamların ne olduğunu anlamıştı. Sivri dişlerini, siyah ve tüysüz kanatlarını, hatta üstlerindeki üniformaları bile tanımış olabilirdi. Hiaj Gecedoğan Kralı’nın koyumoruna bürünmüşlerdi. Muhtemelen çocuğun evini yakan adamlar da böyle üniformalar giymişlerdi.
Ancak kız kaçamıyordu. Kıyafetleri yırtılmış, etrafındaki enkaza sıkışmıştı. Üstelik taşları kıpırdatamayacak kadar ufaktı.
“Şuna bakın. Küçük bir kuzu.” Adamlar ona yaklaştı. İçlerinden biri ona uzanırken kız hırladı ve küçük, küt dişleriyle adamın parmak uçlarını ısırdı.
Asker tislayarak elini hızla çektiği sırada yanındakiler güldü. “Kuzu mu? Daha çok engerek gibi.”
Bir diğeri, “Sıradan bir bahçe yılanı da olabilir,” dedi küçümseyerek.
Kızın ısırdığı asker elini ovuşturup kızıl siyah karışımı bir renkle akan birkaç damla kanı sildi. Çocuğa doğru ilerleyerek, “Önemi yok.” diye homurdandı. “Hepsinin tadı aynı. Siz piç herifleri bilemeyeceğim ama ben bu kadar uzun bir geceden sonra acıktım.”
Ardından hepsinin üstüne bir gölge düştü.
Adamlar hareketsizleşti. Saygı dolu tavırlarla başlarını eğmişlerdi. Serin havada bir rüzgâr eserken yüzlerinin ve kanatlarının etrafını saran karanlık, boğazlarına dayanmış bir bıçağı andinyordu.
Hiaj Kral’ı tek kelime bile etmedi, zaten bunu yapmasına gerek yoktu. Varlığını hissettirdiği anda tüm savaşçıları sessizliğe bürünmüştü.
Fiziksel olarak en kuvvetli vampir o değildi. Ne en vahşi savaşçı ne de en bilge âlim oydu. Ancak bizzat Tanrıça Nyaxia’nın onu kutsadığı söylenirdi ve kralla tanışan herkes bunun doğru olduğuna yemin ederdi. Kralın her zerresinden güç akıyor, her nefesi ölümü çağrıştırıyordu.
Kral o küçük evin enkazının üstünden geçerken askerleri hiçbir şey söylemedi.
Uzun dakikaların ardından biri şansını denedi. “Bölgedeki Rishanlar temizlendi. Adamlarımızın kalanı kuzeye…”
Kral elini kaldırdığında savaşçı tekrar sessizliğe gömüldü.
Kral ona dik dik bakan küçük kızın önünde diz çöktü. Çok genç, diye düşündü. İki elin parmaklarını geçmeyecek uzunluktaki ömrü, onun asırlar süren varlığına kıyasla bir hiçti. Buna rağmen, onu izleyen kızın ay kadar parlak gümüşi gözlerinde yoğun bir nefret vardı.
“Onu burada mi buldunuz?” diye sordu kral.
“Evet, efendim.”
“Elindeki kanın sebebi o mu?”
Diğer askerlerin bastırmaya çalıştıkları kıkırtıları duyuldu. “Evet, efendim.” Adam mahcubiyetle yanıtladı.
Savaşçıları, kralın onlarla dalga geçtiğini düşünüyorlardı. Ancak konunun onlarla hiçbir ilgisi yoktu.
Kral ona doğru uzandığında kız da ısırmak için öne atıldı. Kral buna izin verdi, çocuğun küçücük dişleri işaret parmağının kemiğine batarken bile elini hareket ettirmedi.
Kız gözlerini kırpmadan kralın gözlerinin içine baktı, adam da gittikçe artan bir ilgiyle onun bakışlarına karşılık verdi.
Bu ne yaptığının farkında olmayan, paniklemiş birinin bakışlanı değildi.
Ölümle karşı karşıya olduğunu bildiği halde ecelin yüzüne tükürmeyi tercih eden bir yaratığın bakışlarıydı.
“Küçük bir yılan,” diye mırıldandı kral.
Arkasındaki adamlar güldü ama kral onları duymazdan geldi. Şaka yapmamıştı.
“Yalnız mısın?” diye sordu yumuşak bir sesle.
Kız yanıt vermedi. Dişleri kralın etine gömülmüşken konuşamıyordu.
“Beni bırakırsan canını yakmayacağım,” dedi kral.
Çocuk öyle bir şey yapmadı, siyah kan çenesinden akarken ona dik dik bakıyordu.
Kralın dudaklarının kenarları yukarı kıvrıldı. “Aferin. Bana güvenmemelisin.”
Parmağını zorla kurtardıktan sonra çırpınan kızı dikkatle enkazdan çıkardı. Çocuk şiddetle dirense de tamamen sessizdi. Kral onu kucakladı. Tanrıça aşkına, o kadar hafifti ki bedenini tek eliyle bile kaldırabilirdi. Kızın ne kadar yaralı olduğunu ancak o zaman fark etti, yırtık kıyafeti kanla ıslanmıştı. Onu göğsüne bastırırken kanın tatlı kokusu burun deliklerine doldu. Kız bilincini yitirmenin eşiğindeydi ama bedeni tepeden tırnağa gerilse bile direniyordu.
“Dinlen, küçük yılan. Sana zarar gelmeyecek.”
Yanağını okşadığında çocuk onu tekrar ısırmaya çalıştı ama kralın parmak uçlarında bir büyü kıvılcımı belirdi. Gecenin fısıltısıyla gelen rüyasız bir uyku, vahşi ufaklığın bile savaşamayacağı kadar kuvvetliydi.
“Onunla ne yapmamızı istersiniz?” diye sordu askerlerden biri. Kral onların yanından geçti. “Hiçbir şey. Onu ben götüreceğim.”
Etrafa bir sessizlik hakim oldu. Kral onları göremese bile kafalanı karışmış bir şekilde birbirlerine baktıklarını biliyordu. Nihayet içlerinden biri, “Nereye götüreceksiniz?” diye sordu. “Eve.” diye yanıtladı kral.
Çocuk uyumuş, eliyle kralın ipek gömleğini sıkıca kavramışu. Uykusunda dahi böyle minik bir çabayla savaşmayı sürdürüyordu.
Ev. Kral onu eve götürecekti.
Hiaj vampirlerinin kralı, Gece Hanesi’nin fatihi, Tanrıça Nyaxia’nın kutsanmışı ve bu diyarlara ayak basmış en güçlü adamlardan biri olarak kollarındaki çocukta kendinden bir parça görmüştü. Onu izlerken tam da kızın yumruk yaptığı elinin hemen altında, göğsünde sıcak ve acı tatlı bir his kıpırdanmıştı. Bu his, açlıktan çok daha tehlikeliydi.
Tarihçiler ve âlimler asırlar sonra, geçmişte kalmış bu anı inceleyeceklerdi. Bir gün bir imparatorluğu devirecek olan bu karanı gözden geçireceklerdi.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Bilimkurgu-Fantazya Roman (Yabancı)
- Kitap AdıYılan ve Gecenin Kanatları
- Sayfa Sayısı512
- YazarCarissa Broadbent
- ISBN9786253661441
- Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviMartı Yayınevi / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Martin Eden ~ Jack London
Martin Eden
Jack London
Jack London yarı-otobiyografik romanı Martin Eden’de, yazar olabilmek için hayatını ortaya koyan genç bir gemi işçisinin hikâyesini anlatıyor. San Francisco’da gemici olarak çalışan Martin...
- Uçurum İnsanları ~ Jack London
Uçurum İnsanları
Jack London
Uçurum İnsanları üzerinde güneş batmayan ülke olarak bilinen İngiliz İmparatorluğu’nun karanlık yüzüne dair birinci elden bir tanıklık… Jack London 1902 yılında, birkaç aylığına şehrin...
- Kadının İki Yüzü (Harlequin Stars of Romance) ~ Lori Foster
Kadının İki Yüzü (Harlequin Stars of Romance)
Lori Foster
~ BİRİNCİ BÖLÜM ~ “SONSUZA dek burada saklanamazsın.” Carlie gergin olmasına rağmen, arkadasının bu sözlerine gülmeden edemedi. “Baskı yapmaktan vazgeç Bren. Ne söylersen söyle...