“Biraz daha ileride mermerden yerli bir masa, üstünde kristal bir tabut duruyordu. Bu tabutun yarısı, ağır işlemelerle işlenmiş kırmızı bir örtü ile örtülmüştü. Seza gözlerini zahmetle bu korkunç şeyden ayırabilirdi. Vücudu ürpermişti. Şimdi Charlie onun belini bırakmıştı. Tam karşısında duruyor ve iki elini tutuyordu. Seza’nın başı dönüyordu, düşünceleri darmadağınık, sinirleri harap, vücudu bitkindi. Artık tam akıllı bir insan gibi düşünemiyordu. Her şey bir rüya ve bir kâbus gibi geliyordu.”
Kocasının ölümünden dolayı kendisini suçlayan Seza günahlarından arınmak için hacca gitmeye karar verir. Fakat İstanbul’da tanıştığı tuhaf yabancı, Charlie Dawson onu kutsal topraklarda da adım adım takip etmektedir. Charlie’nin Seza’dan istediği nedir? Neden bu genç dulu saplantı hâline getirmiştir? Bu soruların cevabı binlerce yıllık gizemli bir aşk hikâyesinde saklıdır. Dahası, bu ölümsüz aşkın kahramanı bir mumyadır.
Suat Derviş, ilgi çekici eseri Dirilen Mumya ile macera romanları yazma konusunda da ne kadar maharetli olduğunu gösteriyor.
Bilal Acarözmen “İstanbul’dan Arabistan Çöllerine Uzanan Bir Serüven: Dirilen Mumya” başlıklı yazısıyla hem edebiyatımızın bütün mumyalarını bir araya getiriyor hem de Suat Derviş’in romanı şekillendirme sürecine dair bilgiler veriyor.
1
Beyaz sarıklı başını önüne eğerek, hürmetle efendisinin karşısında divan durdu. Uzun boylu, geniş omuzlu iri yarı bir adamdı. Sesi son derece tatlı ve hafifti, onun bu kocaman ve heybetli vücuduyla büyük bir tezat arz ediyordu.
“Efendim.” diye mırıldandı. “Yollar çok tehlikeli ve ananelere saygı göstermek gerekir. Bu şey sizin hayatımıza mal olacağı gibi benim de ruhumun sükûn ve selametini yok edebilir. Bana inanınız efendiciğim. Kabe’nin mukaddes yolları Allah ve Muhammed’e inanmayanlar için memnudur. Müslümanlar için o yer her şeyden mukaddestir.”
Bronz renkli Hintli kölenin efendisi zayıf, uzun boylu ve sarışın bir adamdı. Son derecede büyük bir asabiyetle, uşağının sözünü dinlemeden, hatta işitmeden bile odanın içinde aşağı yukarı dolaşıyordu. Genç Hintli efendisinin sükutundan istifade ederek hararetle sözüne devam etti.
“Efendim, bir tasavvur ediniz.” diye yalvardı. “Eğer hacılar arasında bir ecnebinin, Müslüman olmayan bir yabancının bulunduğunu anlayacak olurlarsa ne yaparız? Halimizin nereye varacağını, başımıza neler gelebileceğini hiç düşünmüyor musunuz? Başımızda dolaşan tehlike pek büyüktür. Esasen Müslümanlar için bile bu yollar emin değildir. Her sene hacı kafilelerinden birçokları bedevilerin hücumuna uğrar, kervanlar basılır ve yağma edilir.”
Hintlinin efendisi birden başını uşağına çevirdi ve şu sözlerle onun lakırdısını kesti.
“Develer ısmarlandı mı?”
“Evet efendim. Deveci ile konuştum. Yarın sabah güneş doğmadan evvel gelip eşyaları alacaklar.”
Pekala.”
Yalnız daha kervanların hangi yolu alacakları kararlaştırılmamış.
“Neden?”
Vergi meselelerinde anlaşamadıkları zannolunuyor. Bedeviler hacılardan topraklarından geçmeleri için bu defa her zamankinden daha fazla para istiyorlarmış. Böyle olduğu için şimdilik bütün yollar kapalı demektir.”
“O halde?”
“Bu mesele hallolunduktan sonra tellallar çıkıp hangi yoldan gideceğini ve yola çıkılacak saati ahaliye bildireceklerdir
Sarışın adam sabırsız bir hareket yaptı. Elini alnından geçirdi. Uşağı ilave etti.
Görüyorsunuz ya efendim.” dedi. “Yollar Müslümanlar için bile tehlikesiz değildir. Siz nasıl olup da bu…”
Birden Hintli ulak sözünü yarıda kesmeye mecbur oldu. Dışarıdan tellalların sesi işitilmişti. Efendi ile uşağı birbirine baktılar.
“İşte tellallar… Şüphesiz ki hangi yolların açık, hangi yolların kapalı ve tehlikeli olduğunu haber veriyorlar.”
ikisi de dikkatle dinlediler. Sarışın adam tellalların lisanından anlamadığı için uşağına sordu.
“Ne söylüyorlar?”
“Bugun öğle ile ikindi namazı arasında Osmanlı bandıralı bir hacı vapurunun limana geleceğini haber veriyorlar.” *Osmanlı bandıralı bir hacı gemisi mi? Belki de…” Sarışın adam birdenbire sustu. Bu haberin kendisini çok alakadar ve bir o kadar da heyecanlandırdığı aşikardı. Uşağına “Hemen acemeye kadar koş,” dedi. “Ve bu gelen vapur hakkında mümkün olan malumatı almaya uğraş. Kabilse birinci mevki yolcularının isimlerini bana öğren.”
Gene Hintli hürmetle efendisinin karşısında eğildi, “Emriniz başüstüne efendim!” diye mırıldandı. Ve tıpkı bir gölge kadar sessizce odadan çıktı.
Hiç şüphesiz şimdi limana giren gemi hacı gemilerinin en sonuncusuydu. Çünkü yarın sabah şafakla beraber Mekke’ye doğru hareket edilecekti. Etraf harikulade bir kalabalık içindeydi. Cidde’nin sokakları dünyanın her tarafından gelerek Mekke’ye gitmek üzere burada toplanan Müslümanlarla hınca hınç dolmuştu.
1902 senesiydi. Bugün Cidde bir kıyamet gününü hatırlatıyordu. Ahali arasında telaş ve heyecan son dereceyi bulmuştu. Çünkü yarın sabaha kervanlar yola çıkacaktı. Bu Cidde’de gececek son geceydi. İki aydan beri bugün için hazırlanılmıştı. Sokaklarda pazarlardan geçilmiyordu. Memurlar, sokaklara sığmayan halkın ilerlemesine mümkün olduğu kadar bir intizam vermeye uğraşıyordu. Zavallılar sıcaktan ve bu izdihamdan bitmiş bir haldeydiler. Üstleri başlan toz toprak içinde kalmış, saçları ve bıyıkları terden birbirine yapışmıştı. Kalabalığın arasında Türkistan’dan, Dağıstan’dan, Acemistan’dan, Buhara’dan, Mısır’dan, Çin’den. Cava’dan, Hindistan’dan gelen insanlar vardı. Bunların hepsini de cehrelerinden ve giyinme şekillerinden birbirlerinden ayırmak mümkündü. Dükkancılar, küçük dükkanlarının önünde duruyorlardı. Bugünler Ciddeli tüccarlar için de gayet mühim günlerdi. Çünkü bütün senenin ziyanını onlar hacıların Cidde’den gelip geçtikleri zamanlarda çıkarırlardı. Uzak memleketlerden gelen her Müslüman, çocuklarına veya hisim ve akrabalarına hediye etmek için Cidde’den hatıra olarak bir şey almadan gitmezlerdi. Bunun için küçük dükkanların önünde biriken halk bu dolu sokaklardaki gidip gelmeye büsbütün mani oluyordu. Bir taraftan satıcılarla bir taraftan da devecilerle edilen pazarlıklar ortalığı büsbütün velveleye vermekteydi. Her baştan bir ses çıkıyordu. Kıyamet gününü hatırlatan bu izdiham içinde, hatta sokaklarda bile nefes almak güçleşiyordu.
Esasen 25.000 kadar sakini olan Cidde’de bugün 66.000’i aşkın bir nufus vardı.
Tellallar çıkıp da son hacı gemisinin geldiğini haber verdikten sonra sokakların kalabalığı bir kat daha artmıştı. Rıhtıma iğne atılsa yere düşmeyecek kadar halk birikmişti. Vapur volcularını rıhtıma taşıyan kayıkların yanaştığı mahalle anş ve han sahipleri, satıcılar, vapur acenteleri, kervanları tertip eden kimseler, hamallar ve gümrük memurları birbirlerini ezercesine toplanmışlardı. Şurada burada ilahiler okuyarak para toplayan Buharalı dervişler görünmekteydi. Yerli kadınlar, başlarının üstünde taşıdıkları gügümlerle su satarak ahalinin arasında dolaşmaktaydılar. Denizin üstü vapurdan rıhtıma yolcu taşıyan kayıklarla dolmuştu. Rıhtıma daha evvelce Cidde’ye gelmiş olan hacılar da dolmuştu. Onlar da yeni gelenleri görmek için buraya toplanmış bulunuyorlardı. Belki de bu yeni gelenlerin içinde uzakta bıraktıkları kendi memleketlerinden olanlar vardı. Belki aralarında tanınmış bir çehreye tesadüf edebilirlerdi. Hepsi de heyecanla yeni gelenlere bakıyorlardı.
Hitli uşak boğuk bir sesle “Efendim.” diye mırıldandı. -Kölenize itimat ediniz. Buradan bir an evvel uzaklaşalım. Görmüyor musunuz? Halimizdeki gayri tabiilik şimdiden nazarı dikkat çekmeye başladı!” Limana son gelen gemi de hemen hemen boşalmış gibiydi. Rıhtım hınca hınç doluydu. -Efendim bu yaptığınız şey çok tehlikeli bir ihtiyatsızlıktır. Müslümanlar kadınlarını yabancı gözlerden dehşetli surette…
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap AdıDirilen Mumya
- Sayfa Sayısı208
- YazarSuat Derviş
- ISBN9786257650632
- Boyutlar, Kapak13*19,5, Karton Kapak
- Yayıneviİthaki Yayınları / 2021
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Aşk’a Tutunmak ~ Ahmet Şefik Kemal
Aşk’a Tutunmak
Ahmet Şefik Kemal
AŞK-I NEFSANİ… AŞK-I ŞEYTANİ… AŞK-I İLAHİ… İnsanoğlunun kaderine yazılı olan “üç farklı aşk hali” Biri gerçek, diğer ikisi yanılsamadan ibaret üç aşk! İşte en...
- Bir Kürt Sevdim ~ Dilek Bilgiç Esen
Bir Kürt Sevdim
Dilek Bilgiç Esen
“Ben Diyarbakırlıyım Gülşah” dedi sanki işlediği bir kabahati dile getirir gibi. “Sense Balıkesirli!” diyerek şaşkınlığımı ikiye katladı. Adımla hitap edişi, memleketimi bilişi? Bu nasıl...
- Hacı ~ Cüneyt Ülsever
Hacı
Cüneyt Ülsever
26 Ağustos 1997… Saat 02.23… Yer Kayseri… Tüm Kayseri’nin kısaca “Hacı” diye tanıdığı Hayrullah Gesili’ye evinde, gecenin kör karanlığında çalan telefondan, kardeşinin bir çifte...