“Sana erişmek istiyorum, erişemiyorum. Sanki gözle görünmeyen kuvvetler tarafından şiddetle korunan bir sınırın birimiz bir, diğerimiz öteki tarafındayız. Sana erişmeye imkân bulamıyorum. Bana o kadar yakınsın, yan yanayız ve arada geçilmez bir çizgi var.”
Evet, Ayla ile Osman arasında aşılması güç bir sınır var. Peki, ya aşk? Aşk her zorluğu, her imkânsızı yenemez, her sınırı aşamaz mı?
Suat Derviş en önemli eserlerinden biri olan Sınır’da bu sorunun cevabını arıyor. Farklı sınıflardan, farklı hayatlardan iki gencin, İkinci Dünya Savaşı’nın gölgesinde verdikleri bir arada kalma mücadelesini tüm ayrıntılarıyla anlatıyor.
“Suat Derviş’in Romanlarında Kadınlar ve Yoksulluk” başlıklı bir tez de hazırlayan Çiğdem İlker, “Aşkın ve Savaş’ın Romanı: Sınır” başlıklı yazısıyla sizin için romanı derinlemesine inceliyor.
BİRİNCİ KISIM
1
Köşkün denize doğru set set inen bahçesi sarısalkım ve akasyaların bayıltıcı kokularıyla doluydu.
Sabaha yaklaşan gece çok sıcaktı. Ve gökte bir dilim olgun kavun renginde bir ay vardı. Deniz körpe bir bakire teni gibi gergindi. Sathinda en ufak bir kırışık olmayan ve büyük bir ayna gibi ayın kavun rengi işığını aksettiren bu denizin üstünde bir tek karaltı vardı. Bir yelkenli… Bu sıcak gecede kağıda yapışmış ve kanatları kopmuş kocaman bir karasinek gibi pörsük yelkenleriyle bir kara tekne.
Bu òlù havada, bu ölü yelkenlerin taşıyamadığı kocaman teknenin yol alabilmesi için gecenin sabaha yaklaşan bu saatinde håla denizin sathina iri kürekler çarpıyordu. Ve kocaman karasineğin ümitsiz bir gayretle kırık kanatlarını sinek kâğıdına beyhude çarpmasını andıran sesler çıkarıyordu.
Ayla kucak kucak beyaz tüllerden gece tuvaletinin içinde ve mehtabın alında büsbütün güzelleşen yüzüyle orada, taş merdivenlerin bir basamağına oturmuş duruyordu.
Ay ışığında sivri tırnakları simsiyah görünen fildişi ellerle mermer parmaklıkların oymalarından iç tarafa yol bulmuş bir dalın ucunda açmış beyaz bir gülün yapraklarımı okşuyor, basamakların en üstünde duran ve sırtını mermer sütunlara dayamış olan genç teyzesine bakıyordu.
Teyzesinin üstünde ince ve biçimli vücudunu sımsıkı sararak onun baş döndürücü güzelliklerini meydana vuran, balık üstü gibi pul pul bir elbise ve başında omuzlarına doğru inen platin rengi saçları vardı. Gözleri tıpkı mehtap gibi şeffaf ve mavi gümüşi renkteydi. Ve bu mehtap alunda kızıl dudaklar simsiyah görünüyordu.
Ayla güzel teyzesine adeta ümitsiz gözlerle bakarak sözlerinin ciddiyetine onu inandıramadığı için büyük bir esef hissederek hafifçe somutmuş, artık konuşmuyor ve Meziyet Tevzesi’nin havuzun fıskiyesi gibi şen bir şırıltı halinde akan sesini dinliyordu.
-Bana her şeyden bahset fakat yalvarırım sana ‘ölünceye kadar devam edecek, sonsuz’, ‘biricik’ ve ‘tek’ sevdalardan bahsetme ve ebedi sadakatler’, ‘unutulmayacak aşklar’, ‘en kuvvetli ve diğerlerine benzemeyen sevgiler… Hepsi laf ve safsatadan ibarettir.”
-Peki. Meziyet Teyze… Sen demek ki aşkı inkar ediyorsun, demek senin nazarında aşk yoktur, öyle mi?”
*Bunu da nereden icat ettin? Böyle bir hezeyanı hiç Meziyet söyleyebilir mi? Senin teyzen, Meziyet… Eğer ‘aşk’ büyük bir kuvvet olarak dünya yüzünde mevcut olmasa ve eğer her an kalbimizi doldurmasaydı, eğer bize gündelik hayatımızın verebilecegi heyecanların üstünde bir heyecan, zevklerin üstünde bir zevk ve üzüntüyle kederlerin ötesinde bir üzüntü ve keder vermeseydi, hayatımızın nasıl bir manası, yaşayışımızın hangi güzelliği kalırdı? Günlerimiz boş, bomboş geçmez miydi? Bu bomboş günleri nasıl geçirebilirdik? Bu günlerin yirmi dört boş saatini neyle doldururduk? Ben böyle sözler söyler miyim hiç? Ben aşk olmasa yaşanabileceğini dahi kabul etmiyorum.”
“Demek o halde…”
Ayla’nın sözünü kesti.
“O halde aşk, hayatımızın yegane manası, biricik meşguliyeti, tek avunmak çaresi, hayatın bütün diğer can sıkıntılarının dalgasında boğulmaktan kurtaran bir can simidi.”
“O halde demek…”
Ona söz söyletmiyordu.
“Aşk bizim için hayatta her şey, daha doğrusu tek gayedir. Sevmesek maazallah ne yaparız? Nasıl yaşarız? Sıkıntıdan patlarız vallahi. Zannediyor musun ki Proust’un bir iki kitabı, güzellik salonlarında tabiati tashih için geçirdiğimiz saatler, filan sefaretin kocakarı sefiresinin verdiği kokteyl partilerin veya bu akşamki baloların bir günde yirmi tanesi, Sadiye Hanımefendi’nin briçleri, Iskandinavya Bankası direktörünün çayları veyahut da Mısırlı Prenses Gul Hanım’ın garden partileri veyahut Matmazel Lamberi’nin dedikoduları yaşamamız için birer sebep teşkil edebilsin. Eger ben kendi hesabıma sevmesem, durmadan aşık olmasam… Alimallah. bu bomboş hayatımız içinde melankoli getirir, günün birinde banyomun içine girerek damarlarımı keserdim. Çünkü böyle bir hayata tahammül etmenin hakikaten imkanı yoktur benim için!”
“Sizin aşkınız, işte! Daha doğrusu sizin aşklarımız… Fakat teyze, ben onlardan, ben eğlencelerden bahsetmiyorum.
Ben…”
“Biliyorum. Sen ciddi, devamlı, şiddetli bir sevgiden bahsediyorsun. Koyu bir tutuculuk gibi sahip oldugu gönülde herhangi başka bir duyguya yer vermeyen, tek kişiye bağlanıp bir fikri sabit haline giren hastalıklı bir sevgiden bahsediyorsun. Evet, desene, halbuki bizim zamanımız müsamahanın ve geniş görüşün zamanıdır, tutuculuğun degil. ‘Ciddi, devamlı ve şiddetli bir aşk… Fakat çocuğum benim aşkım da öyledir. her zaman ciddi, her zaman şiddetli ve muhakkak ki devamlıdır. Evet, benim kalbim aşktan bir dakika usanmaz, onu beş dakika için bile olsa kendisinden uzaklaştırmaz, uzaklaştıra…
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap AdıSınır
- Sayfa Sayısı288
- YazarSuat Derviş
- ISBN9786257650489
- Boyutlar, Kapak13*19,5, Karton Kapak
- Yayıneviİthaki Yayınları / 2021
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Aygır Fatma ~ Osman Cemal Kaygılı
Aygır Fatma
Osman Cemal Kaygılı
“Osman Cemal bir halk yazarıdır. Yani bir yazara verilebilecek en güzel, en temiz, en değerli sıfatlardan birini halk ona vermiştir. O, bilhassa esnaf, zanaatkâr...
- Zamansız ~ Latife Tekin
Zamansız
Latife Tekin
Anlat bana sevgilim, imgeler ülkesine doğru giden bir arabadayız, direksiyon çok hafif, her an savrulabiliriz göğün içine, anlat, yan koltukta zamanı aşmış çılgın bir...
- Gecenin İkinci Rüyası ~ Leyla İpekçi
Gecenin İkinci Rüyası
Leyla İpekçi
Leyla İpekçi, zamanın, yolcunun, yolların, ötekinin, değişimin, değişmeyeni, vicdanın hayata ve ruha izini düşüren yüzlerine bakıyor. Erbilden, İsfahandan, Erivandan, Paris’ten, Konyadan, İskenderiyeden ve birçok...