Hayaletler, fırtınalı geceler, ölümler, eski evler ve doğaüstü güçler… Bunların yanı başında kıskançlık, güzellik ve aşk…
Hasta bir genç kız olan Şadan, güzelliğinden dolayı acı çeken Fatma, bir babayla oğlu arasında kalan Zeliha ve kocasına çok âşık olan Zehra…
İlk kitabı olan Kara Kitap’la birlikte, daha önce Latin harfleriyle hiç yayımlanmamış Fatma’nın Günahı, Ne Bir Ses… Ne Bir Nefes… ve Buhran Gecesi adlı romanlarının yer aldığı bu ciltte, Suat Derviş’in gotik edebiyata girebilecek özellikler gösteren, dört kadının hikâyesinin anlatıldığı dört eserine bir arada yer verilmiştir.
İçindekiler
Sunuş…..7
Ne Bir Ses… Ne Bir Nefes…15
Kara Kitap….101
Buhran Gecesi ….127
Fatma’nın Günahı …. 203
SÖZLÜK 291
Sunuş
SUAT DERVİŞ… BİR TÜRK GOTİĞİ!
Türk Edebiyatı’nda gotiğin etkisi ve bu türde verilen eserler hakkında yapılan az sayıdaki çalışmada hakkı yenen bir isim Suat Derviş. Ve gotik edebiyat kapsamında ele alınabilecek dört eseri: Kara Kitap, Ne Bir Ses… Ne Bir Nefes…, Buhran Gecesi ve Fatma’nın Günahı.
Bu kitap, okuyucuya Suat Derviş’in bu dört romanını bir arada sunmaktadır. Okumakta olduğunuz giriş yazısındaysa yazarı, bu edebi türü kullanışı açısından değerlendirmeye çalışacağım. Ama önce gotiğin ne olduğu ile Osmanlı ve Türk edebiyatındaki serüvenine dair kısa bir giriş yapacağim.
Ömer Türkeş, 2005 yılında Radikal gazetesinde yayımlanan, “Korkuyu çok sevdik ama az ürettik” başlıklı yazısında, gotik edebiyatın ya da daha geniş bir tanımlamayla korku edebiyatının güdük kalmasını moderniteye, aydınlanma ideali ve bunun yazarlara yüklediği “gerçeği” yansıtma, gerçeğe sadık kalma sorumluluğuna bağlar. Oysa “modernite ile tanıştığımızı varsaydığımız ve önemli bir kırılmayı milatlandırdığımız Tanzimat sonrasında da, Cumhuriyet döneminde de yazarlar gerçeği yazmak, topluma yön vermek, kılavuzluk etmekle yükümlüydü; fantezilerle, korkularla, doğaüstü yaratık ve güçlerle uğraşmak boş ve zaman kaybı olarak görülüyordu,” deyip geçmek kolay değil. Çünkü gotiğin ortaya çıkışı tam da bu noktada oldu.
Karanlık bir ortaçağın ardından yavaş yavaş aydınlanan Avrupa, insanın ve aklın öne çıkışını, değer kazanışını, dinin gücünü kaybedişini, her şeyin gözlem ve deneyle kavranıp açıklanabileceğini ortaya koyarken, ortaçağ ve ortaçağa ait değerleri küçümsüyor, aşağı görüyordu. Edebiyatta da yeni bir tür olan roman, ortaçağa ait romanslarla, şövalye hikayeleriyle dalga geçerek başlamıştı serüvenine. Ilk roman sayılan Don Kişot’un yazarı Cervantes bir anlamda bu aydınlanmacı idealin sözcülüğünü de yapıyordu yazdığı parodik eserle.
Tabii ki tablo bu denli bütünlüklü değildi yahut bu denli bütünlüklü kalmadı. Bu ilk romanın basılmasından yüz elli yıl kadar sonra, 1764 yılında basılan Horace Walpole’un Otranto Şatosu, ortaçağ dekorunda aklın almayacağı acayiplikler, doğaüstü güçler ve korku dolu bir roman olarak moderniteye karşı ilk büyük edebi tepkiyi ateşlemiş oldu. Bu tepki, adını Roma Imparatorluğu’nu yıkan ve ortaçağ boyunca Avrupa’ya hükmeden barbar kavimlere verilen ortak addan alıyordu: Gotik! Çünkü Warpole’an romanı pek çok özelliğiyle modern çağdan ziyade Gotlanın hüküm sürdügü ortaçağa aitti.
Yıkık, lanetli şatolar, uğursuz, insanı melankoliye salan eski ahşap yapılar, karanlık zindanlar, rutubetli yeraltı geçitleri, ıssız mahzenler, gizli odalar, labirentler, gölgeler, alacakaranlık mezarlıklar, ay ışığında geçilmek zorunda kalınan sapa yollar, sık ağaçlıklar, tılsımlı, vahşi ormanlar, engebell dağlar, donmuş ovalar, kehanetler, kuşaktan kuşağa geçen lanetler, büyüler, doğaüstü güçler, arzuların yönettiği, bildigini okuyan kötü kahramanlar, saklı kimlikler, ikizler, cinsel aşırılıklar, korku, şiddet, gerilim, sıkıntı, kasvet demekti. Kısacası modernitenin aklın dışına attığı, yok saydığı her şey… Gotik çığır kısa sürede genişledi. Warpole’ün eserinin pek çok ögesi bir manifesto haline gelip defalarca tekrarlandı. Değişen toplumsal koşullar, yeni edebiyat akımları, teknolojik ilerlemeler gotigin şeklini değiştirdi. Uzun süre bir roman türü olarak görülen gotik, edebiyatın diğer türlerine, oradan tiyatroya, sinemaya, televizyona sıçradı. Gotiğin önlenemez yükselişi korku edebiyatını, polisiyeyi var etti. Öyle büyük bir etkiydi ki bu, artık pek çok türde, pek çok akıma dahil eserde az ya da çok gotik etkiler görülebilir oldu.
Peki ya, gotiğin edebiyatımızdaki serüveni…
Moderniteyle geç tanışan Osmanlı’da bu yeni dünya algısına verilen tepki de geç olacaktı tabii ki. Senaryo benzerdi: Önce akılcı olmayan cin peri hikayeleriyle dalga geçen eserler geldi. Ahmet Mithat Efendi’nin Çengi’si, Hüseyin Rahmi’nin Cadı’sı ve Gulyabani’si… Tablo yine de bütünlüklu değildi. Hüseyin Rahmi, gotiğin pek çok ögesini kullanıyor, romanlarının sonuna kadar gotik bir atmosferi muhafaza ediyordu. Hatta o dönem bilimselliği tartışılan ispritizma konusunda da kafası biraz karışık gibiydi yazarın. Ancak eserlerinin sonunda her şeyin bir oyun, ya miras ya da başkalarına verilen sözler nedeniyle hazırlanmış düzenler olduğunu vurgulayan kurgulara yer veriyordu yazar.
İşte, tam da bu noktada belirmiş Suat Derviş. Çocuk denilebilecek yaşta yazdığı ilk romanı Kara Kitap’tan başlayarak eserlerinde gotik bazı ögelere yer vermiş. Kara Kitap’ta ölümü bekleyen sıkıntı içindeki Şadan karlı bir günde, beyazlıklar içinde kaybolan ve daha sonra cesedi evin kedisi tarafından bulunan kambur, neredeyse cüce dayızadesi Hasan’ın hikayesini anlatır. Bu kısa eserde anlatılan kasvetli, karanlık, ölümün her an kapısını çalabileceği bir evdir.
Esere gotik bir hava kazandıran ve Suat Derviş’in sonraki eserleri değerlendirilirken de faydalanılabilecek kavram “tekinsizlik”tir. Tekinsizlik, ortaya atılışı daha önce olmakla birlikte, Freud’un 1919 tarihli ve aynı addaki bildirisinden sonra tartışılmaya başlanmış bir kavramdır. Freud’un “bastırılmış olanın geri dönmesi” olarak tanımladığı kavram, geçmişe dair olan, yani bilinen, ancak bastırılan, sır olarak saklanan bir bilgi, duygu ya da olgudur. Geçmişe dair olmasıyla tanıdık, ancak bastırılıp bilinçaltında itilmesiyle yabancıdır. Bir gün hiç umulmadık bir anda başkalaşmış, tanınmaz hale gelmiş olarak karşısına çıkar insanın. Bu yabancı, ama anlaşılamayan şekilde tanıdık şeyin tekrar tekrar belirişi endişenin, korkunun kaynağı haline gelir. Muğlak bir alan yaratır. Her an her şeyin olabileceği, geçmişle günün, hayalle gerçeğin birbirine geçebileceği bir alan.
Tekinsizliğin kullanıldığı, gotiğin çoğunlukla insanların ruh halleriyle yaratıldığı örneklerdir Suat Derviş’in eserleri. 1923 tarihli romanı Ne Bir Ses… Ne Bir Nefes… ‘te yıllar sonra geri dönen oğul, aynı zamanda babasının kabusudur. Çünkü baba, oğlunu daha yüzünü dahi görmeden rüyasında, ikinci karısıyla aşk yaşarken görmüştür. Roman babanın psikolojisi, bu kabusunun gerçekleşip gerçekleşmeyeceğine dair merakıyla ortaya çıkan ve yıllardan beri uzakta yaşayan oğul kılığına bürünmüş kıskançlık ve kaybetme korkusu tarafından şekillendirilir.
1923 yılında Süs dergisinde tefrika edilen ve bir sene sonra basılan Buhran Gecesi, Zehra ile kocasının hikayesini anlatır. Anlatıcı, çiftin ölümünün ardından, yaşadıkları medeniyetten uzak, yeşillikler içindeki köşke taşınan Nedim’dir. Geceleri ağlayarak köşkün etrafında dolaşan Zehra ile konuşan Nedim, tüm hikâyesini dinlediği Zehra’nın isteği üzerine okuduğumuz metni kaleme almıştır.
Zehra ve kocasının hikâyesi mutlu bir aşk hikayesi olarak başlar. Birbirine aşık çift mutluluklarının bozulmasından korkarak insanlardan kaçıp münzevi bir hayat yaşamaya başlarlar. Ancak mutlulukları uzun sürmeyecek, Zehra çiçek toplamaya çıktığı bir gün uzun boylu, soluk tenli ve siyah elbiseli bir adamla karşılaşacaktır. Bu, cennetten kovdurduğu insanların sürgün edildikleri dünya üzerinde aşk sayesinde mutsuz olmadan yaşamalarına tahammül edemeyen şeytandan başkası değildir. Bu yüzden kıskançlığı, hasedi insanların yüreklerine sokup onların mutluluğuna engel olmaya çalışmaktadır. Zehra’ya da yeraltı krallığında yokluğunda kocasının başka kadınlarla eğlenebileceğini, hatta eğlendiğini gösterir. Kocasını kıskanan Zehra’ysa onun kalbini elleriyle çıkarır. Kocasının cansız bedeni karşısında kendine gelip şeytana uyduğunu anladığındaysa Karasu adı verilen bir nehre atar kendini, ancak Allah’ın verdigi bir canı aldığı için lanetlenmiştir, ölemez, bedbaht bir şekilde yeryüzünde dolaşır.
Suat Derviş’in bu iki romanında mantıki açıklamalara, olayların gerçeküstü ve hayal gücüne yer bırakmayan biçimlerde çözümlenmesine rastlanmaz. Aslında her iki eserde de yaşananların sorgulandığına, roman gerçekliği içinde olanlara inananlarla bunlara mantıklı cevaplar arayanlara tesadüf edilir, ancak metinler açık uçlu biter. Yani anlatıcı kesin bir yargı koymaz ortaya, öyle ya da böyle demez. Bu açıdan gerçek ile gerçekdışı çelişkisinin garip bir izdüşümünü görürüz Derviş’in ikisi de 1923 tarihli Ne Bir Ses… Ne Bir Nefes… ve Buhran Gecesi romanlarında. Ve bu özellikleriyle Osmanlı ve Türkiye edebiyatının gerçeklikle yüzleşmesinde önemli bir kırılmaya işaret ederler.
1924 tarihli Fatma’nın Günahı adlı romanındaysa yine Sigmund Freud’un ortaya attığı bir kavram olan “çözülme”yi kullanarak gotik bir atmosfer yaratır Suat Derviş. Roman gotik türün izleksel yahut epistemolojik gereklerini yerine getirmese de gotik unsurlar içermekte ve bu açıdan incelenmeye değerdir.
Çözülme, “Normalde kişilikte bütünleşen ve bireyin kimlik-benlik duygusunu oluşturan belli fikirlerin, duyguların, algıların, bilgilerin, kimligin, anıların, arzuların, vb. kişiliğin geri kalanından ayrılmasıyla ya da bilincin travmatik veya acı verici çağrışımlardan uzaklaşmasıyla (H. S. Sullivan) tanımlanan bir tür savunma mekanizması; ayrıca belli zihinsel işlevlerin birbirinden, özellikle de duyu girdileriyle duyguların bilinçten ve bellekten ayrılması,” şeklinde de tanımlanmaktadır.
Suat Derviş’in Fatma’nın Günahı adlı romanında da benzer bir psikolojik durum anlatılmaktadır. Aslında bir tür aşk romanı, arzu ettigi kadar sevilmediğini anlayan bir kadının yaşadığı hayal kırıklığının romanı olarak tanımlanabilecek eserde, Suat Derviş gotik bir atmosfer yaratmış, kişiliği çōzülen, kimliğinden sıyrılan Fatma’yı, ruhunu, arzularını, benliğini yitirmiş bir hortlağa dönüştürerek ilginç bir gotik kahraman haline getirmiştir.
Suat Derviş, külliyatı henüz tam olarak ortaya çıkarılmış bir yazar değil. Bu sebeple ne denli çok ve çeşitli konuda, türde yazdığına dair söylenen sözler genellikle eksik kaliyor. Çünkü Suat Derviş, günümüz okuyucusu ve araştırmacıları tarafından bilinmiyor.
Gotik akımın Osmanlı ve Türkiye edebiyatlarındaki izini sürmeye çalışanlar da Suat Derviş’i çoğunlukla es geçerek, bazen de sadece tek bir eserle ele alarak bu bilinmezlikten paylarını almışlardır.
Oysa Cumhuriyet’in temellerinin atıldığı, modernleşmenin büyük ve bir an önce başarıya ulaşması gereken bir proje olarak kurgulandığı yıllarda, tüm bu gelişmelere bilinçli yahut bilinçdışı gösterilmiş bir tepki olarak okunabilir Derviş’in eserleri. Bu bağlamda Türkeş’in iddia ettiği üzere, edebiyatımızda moderniteye ve gerçeğe başkaldırılmadığını söylemek de güçleşecektir.
Son olarak Necip Fazıl Kısakürek, Kenan Hulusi Koray, Bilge Karasu yahut Sadık Yemni gibi gotik akım içine girebilecek birden çok eser vermiş tüm yazarlardan önce, bu türe dair kafa yormuş, eser vermiş Suat Derviş’in saklı kalmış. unutulmuş/unutturulmuş tüm eserlerinin -hak ettikleri üzere yeniden basılması, yeniden okunmasını dilerim.
Serdar Soydan
ISTANBUL
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap AdıKara Kitap
- Sayfa Sayısı220
- YazarSuat Derviş
- ISBN9786053753414
- Boyutlar, Kapak13*19,5, Karton Kapak
- Yayıneviİthaki Yayınları / 2014
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Düşkün Çocuk ~ Kemalettin Tuğcu
Düşkün Çocuk
Kemalettin Tuğcu
Ailesiyle yaşadığı çiftliği ele geçirmeye çalışan kâhya tarafından İstanbul’a gönderilen Ali Yılmaz, orada zorla alıkonur. Ancak bir süre sonra kaçmayı başarır ve büyük şehirde...
- Bazuka ~ Murat Uyurkulak
Bazuka
Murat Uyurkulak
İnsan çocukken bir büyük saadet ülkesinde yaşıyor, sağa sola şuursuzca koşturup neşeyle kişniyor. Sonra büyüyor, büyüdükçe salaklaşıyor, salaklaştıkça unutuyor o mesut diyarı, bir nevi...
- Aşktan Dinle ~ Cemalnur Sargut
Aşktan Dinle
Cemalnur Sargut
Aşk sultânı Hz. Mevlânâ’nın, Mesnevî isimli eserinde “Ey bizim sevdası hoş olan, güzel olan aşkımız, Ey bizim bütün mânevi hastalıklarımızın, dertlerimizin tabibi” diye anlattığı...