Şehir, sokaklarda sürünenler, köprü altında yatanlar, arsalarda, oyuklarda, kovuklarda tüneyenler… binlerce biçare, binlerce sefille doluydu. Bu tıklım tıklım şehrin tek insanları, yalnız insanları nereye giderler, onu kimse bilmezdi.
Vasfi, tıp fakültesinde okurken mahallesindeki Zeynep adlı kıza âşık olur. Gözü Zeynep’in aşkından başka bir şey görmeyen Vasfi, Zeynep’in büyük amcasıyla evlenmesinin ardından yıkılır. Zeynep’e toz kondurmayan Vasfi, bir gün kuzeninin Zeynep’in foyasını ortaya çıkarmak için kumpas kurduğunu öğrenince, Zeynep için hiç tereddütsüz, düşünmeden kuzenini öldürür. Uzun yıllar süren hapis hayatından sonra Vasfi, yeniden hürriyetine kavuşur ve insanlar arasında kendine bir yer bulmaya çalışır. Tutunacak hiçbir şeyi olmayan Vasfi’nin artık ne parası ne kalacak bir yeri ne de kimsesi vardır. Vasfi’ye ait tek yer sokaklardır…
*
Cümle kapısının önüne geldiği zaman, başının dönmeye başladığını hissetti. Fakat muhakkak ki bu heyecandan değildi. Çünkü o, ne ufak bir heyecan hissediyor ne de bir şey düşünüyordu. Başı bomboş, ruhu uyuşmuş, kendi sakin, inanılmaz derecede sakindi. Bütün hislerden ve düşüncelerden onu bu kadar ayıran bu sükûnet ne acayip bir şeydi. O kadar sakindi ki sanki artık yaşayanlardan biri değil… sanki bir ölüydü. Eğer kalbi yaşamaya devam etmese kendisi de bunu zannedecekti. Fakat kalbi yaşamaya devam ediyor ve şiddetle çırpınıyordu.
On iki seneden beri her dakika, her saat bu anı beklemiş ve özlemişti. Evet, bu ani, on iki seneden beri karşısında kapalı duran menhus kapıların açılacağı zamanı beklemişti. Bu on iki sene içinde her zaman, ona bir gün açılacak olan bu kapıların önünde duyacağı heyecanı tasavvur etmişti. İşte, nihayet kapılar birer birer açılmıştı. Önünde bulunduğu bu son kapı da açılınca o hürriyetine kavuşacaktı. On iki sene mahpus kaldıktan sonra hur bir insan olacaktı. Bu mümkün müydü?
Kocaman kapının önünde genç bir jandarma eri vardı. Dost bir gülümsemeyle ona baktı ve omzuna hafifçe vurarak: -Haydi güle güle, dedi. Geçmiş olsun, talihin açık olsun.
Genç jandarma korkar bir halde yerinden kımıldamayan Vasfi’ye bakıyordu. Hapishane kapısı çoktan Vasfi’nin arkasından kapanmıştı. Artık hapishanede değildi. Gülümsemeye gayret ederek o da jandarmaya baku.
Jandarma gülerek:
-Ne duruyorsun be arkadaş? Bas git. Ben senin yerinde olsaydım… tövbeler olsun, çoktan tabanları yağlamıştım.
Vasfi cebinden sigara paketini çıkardı, jandarmaya uzattı. -Sag ol abi. Vazife başında içemem.
-Al, nobetten sonra içersin.
-Dediğin gibi olsun. Kaç sene yatun abi? -Tam on iki sene, yedi gün, üç saat.
Jandarma yürekten bir kahkaha attı. Vasfi’nin mahpuslugunun kendisine belki de en güç, en uzun gelen bu son üç saatine jandarma eri gülüyordu.
-Abi on iki seneden sonra üç saatin lafı mı olur?
Yere tükürdü ve gülmeye devam etti. Hayatında hiçbir macerası yok görünen ve hapishanede yatmak nedir bilmeyen bu genç adam bu şeylerden ne anlardı ki? Vasfi cevap vermedi, öteki devam etti:
-Epey de yatmışsın ha? Evet.
-Allah her şeyin sabrını veriyor. Allah’a şükret, bak artık her şey bitmiş. Bir varmış bir yokmuş, değil mi abi? Bir masal, bir rüya gibi! Hani şimdi yeniden dünyaya gelmiş gibisindir. Bu yeni dünyaya gelişin uğurlu olsun.
Vasfi titredi, o dirilen bir ölü müydü? Yeni bir hayat… insanların tek hayatı vardır. Onun hayatı birdenbire ortasından kopmuştu. Fakat bu on iki senelik kopuk parçanın bu ucunda yeniden hayatı başlıyordu, bu başka bir hayat değildi. On iki ızdırap senesinden sonra aynı hayat.
Jandarma selam verdi, sonra elinde bavul, adına Ankara denilen, kendisince meçhul bu şehrin merkezine doğru yürümeye başladı.
Evet, senelerce burada yaşamıştı, ama bu şehri tanımıyordu. Mahpusluğunun ilk üç senesi Istanbul’da geçmişti. Mahkeme bitip de hüküm kesinleşince, Ankara’ya gönderilmişti.
Şehrin merkezine gitmek için hangi yola sapmak lazım geldiğini bilmiyor, fakat bunu da kimseye sormak istemiyordu. Bu çocukça bir korku, çocukça bir çekingenlikti. Sanki o ağzını açar açmaz karşısındaki nereden çıktığını, kim olduğunu hemen anlayacak! Kendisinin yanından geçen insanlara benzemediğini hissediyordu. Başka insanlara nasıl benzeyebilirdi? Bu on iki sene içinde hapishaneden bir defa ağır hastalandığı için ayrılmıştı. Kendisini revirde tedavi edemedikleri için hastaneye göndermişlerdi. Vasfi, “On iki sene mahpus olarak nasıl yaşanabilir?” diye düşünüyordu. Yaşanılırsa, nasıl olur da insan aklını kaybetmezdi? Bu on iki senenin son dokuz senesi çok daha acı geçmişti. Bu son dokuz senenin günleri, diğer ilk üç senenin günlerine nazaran çok daha uzun gorünmüştü. Mahkemeden evvel ve mahkeme süresince geçen seneler çok üzüntülü, fakat daha az yıpratıcıydı. Mahkemede kendini müdafaaya çalışmak, temyiz kararını beklemek, mücadele etmek vardı. O zamanlar henüz ümidi vardı. Annesi, anneciği de daha sağdı. Tek ve bahısız oğlu için en büyük fedakarlıklardan çekinmeyen, müşfik ve cesur anacığı. O sağ olduğu müddetçe Vasfi, her gün onun varlığını, onun her an kendisiyle beraber olduğunu hissederdi. Kimsenin şefkatine benzemeyen sevgisinin delilini. Onları birbirinden ayıran delinmez duvarlara, yıkılmaz kapılara rağmen, annesi ona her zaman kalbiyle yanında olduğunu, her zaman ona yardıma hazır bulunduğunu, küçük bir çocukken onu nasıl severse, yine öyle şımartacak kadar sevdiğini ispat etmişti. Her gün hapishaneye sevdigi yemekleri eliyle hazırlayıp getirmiş, sigarasini unutmamıştı. Getirdiği çamaşırları kendi eliyle yıkamıştı. Tiril tiril ütülüydü.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap AdıAnkara Mahpusu
- Sayfa Sayısı208
- YazarSuat Derviş
- ISBN9786053753179
- Boyutlar, Kapak13*19,5, Karton Kapak
- Yayıneviİthaki Yayınları / 2020
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Likit Ruh ~ Saruhan Doğan
Likit Ruh
Saruhan Doğan
Kırk dört yıl önce kaybettiği aşkın hatırasında yaşayan Raci Bey, on yıllar sonra İstanbul’a dönen eski öğrencisi Fehim, Fehim’in eski aşkı Deniz, Deniz’i terk...
- Ecel Çiçekleri ~ Elçin Poyrazlar
Ecel Çiçekleri
Elçin Poyrazlar
Ecel Çiçekleri suçlulara cezalarını vermeye, güçsüzleri ayağa kaldırmaya geldiler… İstanbul’da birbiri ardına işlenen kanlı cinayetleri çözmeye kararlıdır Suat Komiser. Vahşice öldürülen ama ölüme direnmemiş görünen...
- Valla Kurda Yedirdin Beni ~ Alev Alatlı
Valla Kurda Yedirdin Beni
Alev Alatlı
Or’da Kimse Var mı?” dörtlüsünün üçüncü kitabı Valla Kurda Yedirdin Bern’de Türk solunun ve Kürt sorununun resmi çiziliyor. “Türküm…kendi insanımın manzaralarını seviyorum… Buna milliyetçilik...