Nihan Kaya’nın “En eğlenceli ve okuması en kolay kitabım” dediği Ama Sizden Değilim, mizah ve acının iç içe geçtiği öykülerden oluşuyor. Hem birbirlerinden bağımsız hem de birbirlerinin devamı öykülerden.
Münasip Efendi petunyasını kimseye emanet edemediği için intihar edemiyor. Huysuz ihtiyar Münasip Efendi’yle petunyasının maceraları, aynı sokakta yaşayan başka insanların hem eğlenceli hem hüzünlü hikayeleriyle kesişiyor.
“İkide bir ‘Ben çiçek sevmem.’ diyen siz değil misiniz? Nedir bu petunyaya düşkünlüğünüz?”
“Çiçek sevmem. Hiç sevmem. Ben sadece bu petunyayı seviyorum.”
*
DOKUZU ALTI GEÇE
Saat sabah dokuzu altı geçiyordu ve tezgahtar kız hiçbir zaman satın alamayacağı kadar pahalı elbiseleri birer birer askıya diziyordu. Ertan aiti kere yirmi yediyi hesaplamaya çalışıyordu, Melek Hanım o gün ne pişireceğini düşünüyordu, Ceren saçlarını açık kestaneye mi boyatsın kül sarısına mı bir türlü karar veremiyordu. Saat dokuzu altı geçiyordu ve Melis parmak uçları üzerinde durabilmeyi ilk kez başarıyordu. Selami kuru bir ekmek parçasını çöpten çıkarıyor. spiker cümlenin üçüncü kelimesinde kekeliyor. Nail altın bir yüzüğü Sezen’in parmağına geçiriyordu. Saat dokuzu altı geçiyordu; evlerde kadınlar, sokaklarda kadınlar, balkonlarda kadınlar, köylerde, şehirlerde, kasabalarda kadınlar hararetle yerleri. camları, halıları siliyorlardı.
Saat sabah dokuzu altı geçiyordu ve Alzheimer’dan muzdarip Refika Hanım kırk üç yıl önce bir oğulları olduğunu hatırlıyordu. Ertan avucunu korkakça öğretmeninin sopasına doğru uzatıyordu, Leyla soğanları küp küp doğruyordu, futbolcunun kaval kemiği Opel Astra’nın tekerlekleri altında kırılıyordu. Saat dokuzu altı geçiyordu; camide cemaat, okulda çocuklar, kışlada askerler bir bir sıraya diziliyorlardı. Bebek parmaklarını prize sokmaya hazırlanıyor. Neriman beyazları
çamaşır suyuna yatırıyor. Necati yüz elli gram kuş üzümü tartıyordu. Halit otobüs bekliyordu, Refika Hanım oğlunun ismini hatırlıyordu, bir kadın kayıp çocuğunun kayıp ceketini kuyunun başında buluyordu.
Saat sabah dokuzu altı geçiyordu. Ben seni seviyordum, sense paçaları Ökçelerinden uzun o kılıksız adamı. Nevsa göz farları arasından en güzel rengi seçmeye çalışıyordu, hasta uykusuz geçmiş geceden sonra uç yaşındaki oğluna gülümsemeye çalışıyordu, Ali Rıza Efendi romanu altmış yedinci sayfadan altmış sekizinci sayfaya çeviriyordu. Saat dokuzu altı geçiyordu. Heykeltraş taş yığınına gömülü heykelin ustundeki fazlalıkları yontuyordu, Piraye Hanım pencere caminin sol kanadının ne kadar tuzlandığını fark ediyordu, çok küçük olmayan bir meri Heval’in kuçuk beynini deliyordu. Saat dokuzu altı geçiyordu; siyah saçli Emsal Harum kocasının ceketinde iki tel sarı saç buluyordu. Ahmet, Refika Hanım’a gülümsüyordu, altı yaşındaki çocuk andımızı ezberliyordu, üç metre otuz santim yüksekliğindeki kamyon üç metre yirmi santim yuksekliğindeki köprüye yaklaşıyordu.
Saat sabah dokuzu altı geçiyordu. Küçük bir kız anne babasının aslında kendi anne babası olmadığını ilk kez işitiyordu, İclal eteğine uygun bir ceket seçiyordu, Serhat dün gece kesilen bacağını bacağı sanki hala oradaymış gibi yokluyordu. Saat dokuzu altı geçiyordu ve bir kadın balkonuna astığı bayrağı düzeltiyordu. Niyazi hangi kireç sokucunun daha ucuza geldiğini hesap ediyor, Hayrettin yemeğindeki domateslerin zarlarını ayıklıyor, araştırmacı yeni bitirdiği kitabın dizin sayfasını diziyordu. Bir adam memleket türküsünü söylerken takılıyordu Kız son nefesini veren babasının başını kollarında tutuyor, bebeğin ciğerleri oksijenle ilk kez tartışıyor, oğul babasının açılan üzerini örtüyor, bir adam rüyasında kırmızı akan nehirler görüyordu. Saat sabah dokuzu altı geçiyordu ve biz hálá aynı nakaratı tekrar ediyorduk.
Saat sabah dokuzu altı geçiyordu. Ben unutma benileri seviyordum, beni unutan kadınsa hercaileri. Genç bir kadın gasilhanede annesinin soğuk ayaklarını sıcak suyla ovalıyor, Semiha yemeğe tuz atıyor. Fevzi diş ipiyle dişlerinin arasını temizliyor, Deniz ipliği iğneden geçiriyor, Metin kanayan dizlerini tuta tuta ağlıyordu. Saat dokuzu altı geçiyordu ve doktor kız altmış gram striknini kendi damarına enjekte ediyordu. Bir çocuk bir binanın yirmi üçüncü katından aşağı düşüyordu. Bir çocuk annesinin ekmeğine sürdüğü peyniri sevmediğini söyleyemiyordu. Bir çocuk yırtık ayakkabısını diğer tekinin altına saklıyordu. Altı yaşındaki kız otuz altı yaşındaki adama durması için yalvarıyordu. Muhsin karşıdan karşıya geçmek için önce saga. sonra sola bakıyordu. Necmi pantolonundaki tozları silkeliyordu. Tevfik süte su karıştırıyordu. Saat dokuzu altı geçiyordu.
Saat sabah dokuzu altı geçiyordu. Alışveriş merkezinin açıktaki masalarında oturuyorduk. Toplantı yapan bir grup iş adamı olduğumuz pahalı takımlarımızdan, dizüstü bilgisayarlarımızdan, oturuşumuzdan, konuşmamızdan; her halimizden belli oluyordu. Üstü başı yırtık, ağzı burnu pis bir çocuk yanımıza yaklaştı. Kendisi gibi pis, buruşuk bir paketi uzatarak “Selpak ister misiniz abi?” diye söze başladı. Saat dokuzu altı geçiyordu. Çocuğu fark eden bir görevli koşarak yanımıza geldi. “Dışarı, çabuk!” diyerek çocuğu kolundan tuttu, bir nesneyi itekler gibi itekledi. Saat dokuzu altı geçiyordu ve kalbim nefesimin içinden atmaya başlamıştı. “Nasıl alıyorsunuz bunları içeri?!” diye sertçe azarladım, çocuğu sertçe azarlayan üniformalıyı. Sesim korkumu bastırmak ister gibi yüksek çıkmıştı. Ama kalbim pahalı ceketimin altında hálá küt küt atıyordu.
Saat sabah dokuzu altı geçiyordu. Bir çocuk annesinin peynir sürdüğü ekmeğini tabağında bırakıyordu. Ertan parmaklarını sızla-
van avuçlarına sıkı sıkı bastırıyordu. Feriha on sekiz yıl önce öldüğünü sandığı oğlunun gözlerine ilk kez bakıyordu.
Saat dokuzu altı geçiyordu. Gözlerimin önünden bir sokak çocuğu geçiyordu. Hirpani kilikli çocuğu jilet gibi ütülü, kusursuz takım elbisemi düzelterek örtmeye yelteniyordum. Saat dokuzu altı geçiyordu ve hala artık pis çocuk olmadığımı tekrarlıyordum kendime. Cocuğu bir fark eden oldu mu korkusuyla etrafa kaçamak bakışlar atıyordum.
Saat dokuzu altı geçiyordu. Ertan’ın sizlayan avuçları, benim sızlayan tabanlarım, sefalet, pis çocuklar; her şey değişiyordu. Bense hala kendimi sana beğendirmek için nafile uğraşıyordum. Saat dokuzu altı gece kim bilir kaçıncı kez kaçtığı yetiştirme yurduna yine yaka paça yakalanıp getirilen, üzerindeki sayısız dayakları, hakaretleri, perişanlığı seni orada gördüğü anda unutan kimsesiz bir çocuğu hatırlıyorum. Gayrisafi milli hasılanın bu sene ne kadar yükseldiğini kendimden emin bir sesle tekrarlıyordum ve seni tabanları dayaktan sızlayan pasaklı bir çocukken sevdiğim gibi seviyordum.
Mayıs 2010
KENT, KİTAP
VE PARDÖSÜ YAKASI
Ah Bedia. bilsen bu kent ne çok sıkıyor beni. Kalabalık caddelerde
ona buna çarpıp duruyorum. Yemeğin tadına varabilmek için sofrada pamuk tıkıyorum kulaklarıma.
Çok korkuyorum ben bu kentte Bedia. Bana yazdığın mektupları bulup alacaklar diye zartlarından hiç çıkarmıyorum. Gece beni heye. candan uyandıran şiirlerimi kimse anlamasın diye harf harf kodluyorum kağıtlara. Annemin ördüğü siyah eldivenlerim var ya; annemin beyaz parmaklarını kimse görmesin diye hep cebimde taşıyorum onları. Çöplerimi on parçaya bölüp on ayrı mahalleye atıyorum.
Ah Bedia, bilsen ne çok üşüyorum bu kentte. Üşüdüğümü anlamasınlar diye saçlarımı hep sıfıra vurduruyorum. Dün parkta küçük bir kız gördüm: gülüşü aynı seninki gibiydi. Seni sevdiğimi anlamasınlar diye sırtımı çevirip oturdum ona.
Bedia busen nasıl ölüyorum bu kentte. Her yanımı sensizlikler kaplıyor: küçuk sahil kasabalarının tenha kitap tezgahlarını arıyorum. Kitaplarla yalnız kalamıyorum Bedia ben bir türlü bu kentte. Dizi dizi ratlar, bitmez kalabalıklar, yazar kasalar her yerde aramıza girip duruyor. Kitapçılara uzun pardosülerle girip çıkıyorum. Yakamı yukarı çekip boynumu iyice örtüyorum, başıma geçirdiğim şapkaları burnuma kadar indiriyorum, karanlık gözlükler takıyorum. Bükülerek yürümeyi, bakışlarımı herkesten öteye kaçırmayı hiç ihmal etmiyorum. Hatta her ihtimale karşı bir gazete taşıyorum koltuğumun altında. Birinin vanıma yaklaştığını fark ettiğimde hemen açıp, okuyormuş gibi yapiyorum. Ama ne yapsam olmuyor işte! Etraftaki herkesi atlattığımı sanıp heyecandan tir tir titreyen ellerimi kayıda bir rafta tozlu bir kitaba nihayet uzattığım anda genç bir kızı bitivermiş buluyorum yanıbaşımda. “Buyrun efendim,” diyor kız. “Ne istemiştiniz?”. “Hiç, hiçbir şey deyip tekrar kaldırıyorum yakamı. Arkama bakmadan kaçıp uzaklaşıyorum oradan. Gözlerimi durup durup tavana, orada bir şey arıyormuş gibi uzakta bir noktaya çevirmeyi unutmuyorum kaçarken.
Ah Bedia, hele o fuarları, o kocaman kitap fuarları yok mu bu kentin, bilsen nasıl çileden çıkıyorum! Hep “Gitmeyeceğim!” diye söz veriyorum kendime. Ama binlerce kitabın varlığı mıknatıs gibi çekiyor oraya beni; inan olsun dayanamıyorum. Günlerce dolaşıyorum önce kitap fuarlarının etrafında. “Girmeyeceğim içeri!” diye tekrarlayıp duruyorum kendime deliler gibi. Ama ne yapsam olmuyor işte; sonunda yine kalkık yakam, eğik şapkam, koyu renk gözlüklerimle fuarın kapısında bekliyor buluyorum her seferinde kendimi. Yapamıyorum Bedia. Ah Bedia, ah, o fuarlar nasıl öldürür insanı bilmezsin sen. Çılgına donüyorum onca kitap arasında; elimden hiçbir şey gelmiyor. “Buyrun beyefendi” sözleri dört bir yandan kuşatıp duruyorlar çevremi, saldın yorlar, bırakmıyorlar bir türlü yakamı. Seninle kitaplarımızı çimenler…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Hikaye
- Kitap AdıAma Sizden Değilim
- Sayfa Sayısı112
- YazarNihan Kaya
- ISBN9786257124195
- Boyutlar, Kapak13.5 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviEksik Parça Yayınları / 2020
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Gördüklerim, Dinlediklerim, Yazdıklarım ~ Mustafa Kemal Atilla
Gördüklerim, Dinlediklerim, Yazdıklarım
Mustafa Kemal Atilla
“Bizim ilk sözümüz doğarken başladı; en büyük gerçek olan son söze doğru hızla gitmekte… Hayatın girdabına kapılıp gidenler için sözümdür: Bir an olsun kendinizi...
- Kuş Uykusu ~ Sadık Yalsızuçanlar
Kuş Uykusu
Sadık Yalsızuçanlar
“Evimizde yalnızlığa düşemediğim bir mazgal var. Teknoloji tütüyor. Halıdaki geleneği koklayamıyorum. Konuşunca musiki gibi söyleyip, yazınca hat gibi çizemiyorum ruhumun açık uçlarını. Sokaktan evime...
- Elgin Taşlar – doksanüç loş hikâye ~ Enis Batur
Elgin Taşlar – doksanüç loş hikâye
Enis Batur
“Vaktim olsaydı, daha kısa yazardım,” doğru. Vaktim kalmamış olabilir, doğru. Bu hikâyeleri uzaktaki bir kuyudan çektim. Taşların menşei sahiden şüpheliydi. Derine indikçe azalıyordu ışık,...