O, kurnaz, yakışıklı, türlü zorlukların içinden sıyrılıp çıkmayı başaran, hazır cevap bir suç dehası!
O, polisi parmağının ucunda oynatan cesur bir antikahraman…
O, klasik kötü karakter klişelerini yıkıp geçen, dünyanın en centilmen hırsızı!
O, Arsen Lüpen!
Arsen Lüpen, iki adamıyla milletvekili Daubrecq’in evine soyguna gider. Adamlarından Vaucheray, soygun esnasında evin uşağını öldürmek zorunda kalır. Lüpen kaçmayı başarır, ama iki adamı suçüstü yakalanır. Vicdan azabıyla kıvranan efsanevi hırsız, masum adamını idamdan kurtarmak için hemen kolları sıvar. Lüpen, araştırmasını derinleştirdikçe gizemli olaylarla karşılaşır. Ortada Yirmi Yediler Listesi hakkında söylentiler dolaşmaktadır. Daubrecq’in bu gizemli listeyi kristal bir tıpanın içinde sakladığı söylenmektedir. Birçok kişi, iktidar ve özgürlük hayaliyle, şantajdan cinayete sayısız uğursuzluğu peşinden sürükleyen bu listenin peşindedir. Peki kristal tıpanın gerçek sırrı nedir?..
Klasikleşen kahramanı Arsen Lüpen’le hayal gücünün sınırlarını zorlayan Maurice Leblanc’tan, nefes kesen bir macera!..
I
TUTUKLAMA
Bahçedeki iskeleye bağlanmış iki sandal, karanlık sularda sallanıp durmaktaydı. Göl kenarında, yoğun sis altında, ışıldayan birkaç pencere seçilebiliyordu. Karşı sahilde, eylül sonuna yaklaşıldığı halde hâlâ Enghien Gazinosu’nun ışıkları pırıl pırıl parlıyordu. Bulutlar arasında tek tük yıldızlar ışıldamaktaydı. Hafif bir meltem suyun yüzeyini kırıştırıyordu.
Arsen Lüpen sigarasını söndürdükten sonra küçük köşkten çıkıp iskeleye yaklaştı:
“Grognard? Le Ballu? Orada mısınız?”
Her sandalda bir adam vardı, biri cevap verdi:
“Evet, patron.”
“Hazır olun, araba sesi duydum; Gilbert’le Vaucheray geliyor.”
Bahçeye çıktı, henüz inşaat halinde, iskeleleri karanlığı delen bir binanın etrafını dolaştıktan sonra Ceinture Caddesi’ne bakan kapıyı dikkatle açtı. Yanılmamıştı. Kocaman, üstü açık bir arabanın farları dönemeci aydınlattı. Paltolarının yakaları kalkık, kasketli iki adam arabadan fırladı.
Gelenler Gilbert ile Vaucheray’dı. Gilbert yirmi yaşlarında, yakışıklı, çevik ve yapılı bir oğlandı. Vaucheray daha yaşlı ve kısa boyluydu, saçları ağarmıştı, yüzü solgundu, hastalıklıydı.
“Ee?” diye sordu Lüpen. “Milletvekilini gördünüz mü?”
“Evet, patron,” diye cevap verdi Gilbert. “Düşündüğümüz gibi yediyi kırk geçe kalkan Paris trenine bindi.”
“O zaman rahat rahat işimize bakabilir miyiz?”
“Kesinlikle. Marie-Thérese villası emrimize amade.”
Lüpen arabadaki adama döndü:
“Sen burada bekleme, dikkat çekersin. Tam dokuz buçukta geri gel, bir aksilik çıkmazsa arabayı yüklemek için tam zamanında burada olursun.”
“Neden aksilik çıksın ki?”
Araba gitti. Lüpen iki adamıyla birlikte sahilde yürürken cevap verdi:
“Neden mi? Çünkü bu işi ben planlamadım, kendi hazırlamadığım bir şeye de pek güvenmem.”
“Boş versene patron, ben üç yıldır sizinle çalışıyorum. Bu işi öğrenmeye başlıyorum!”
“Tamam oğlum, ‘başlıyorsun’ işte… Onun için bir aptallık yapmaktan korkuyorum. Haydi, atla sandala… Vaucheray, sen öteki sandala geç. İyi… Asılın küreklere bakalım! Gürültü etmeyin sakın.”
Grognard’la Le Ballu karşı sahile, gazinonun biraz soluna yanaştılar.
Birbirine sarılmış bir adamla kadının bindiği kayığın önünden geçtiler. Derken bağıra bağıra şarkı söyleyen insan dolu bir kayık daha gördüler. Hepsi o kadar.
Lüpen yanındaki adama yaklaşıp sessizce döndü:
“Söylesene Gilbert, bu işi yapmak senin fikrin miydi, yoksa Vaucheray’ın mı?”
“Bilmem… Haftalardır ikimiz de hep bu işi konuşuyoruz.”
“Ben Vaucheray’a pek güvenmiyorum. Saman altından su yürüten biri o. Şimdiye kadar onu niye kovmadım sanki…”
“Yapmayın, patron!”
“Evet evet, ciddiyim! Herif çok tehlikeli… Sicilinde ne berbat suçlar olduğu konusuna hiç girmiyorum bile.” Bir an sustu, sonra devam etti. “Sen şimdi Milletvekili Daubrecq’i gördüğünden emin misin?”
“Kendi gözlerimle gördüm, patron.”
“Paris’te bir randevusu olduğunu biliyorsun, değil mi?”
“Tiyatroya gidiyor.”
“Tamam da… Hizmetçileri Enghien villasındadır…”
“Aşçı gönderildi. Daubrecq’in en güvendiği uşağı Paris’te efendisini beklemekte, gece saat birden önce dönmezler.
Ama…”
“Aması ne?”
“Daubrecq’in sağı solu belli olmaz; fikir değiştirebilir, birdenbire çıkıp geliverir; onun için bir saat içinde işimizi bitirmeliyiz.”
“Bunları ne zaman öğrendin?”
“Bu sabah. Vaucheray’la fırsat bu fırsat dedik. İşe demin önünden geçtiğimiz inşaat halindeki binanın bahçesinden başlamak benim fikrimdi. Çünkü geceleri orada hiç kimse olmuyordu. Sandalları kullanmak için iki arkadaş ayarladım, sonra da size telefon ettim.
Hepsi bu kadar.”
“Anahtarın var mı?”
“Ön kapının anahtarı var.”
“Buradan görünen, şu bahçenin içindeki villa, değil mi?”
“Evet, Marie-Thérese villası. Bahçeleri bu villaya bitişik diğer iki evde haftalardır kimse oturmuyor. Hoşumuza giden her şeyi yürütmek için yeteri kadar zamanımız var.
İnanın bana patron, bu iş tehlikeyi göze almaya değer.”
“Çok rahat bir macera,” diye homurdandı Lüpen. “Çekici bir tarafı yok.”
Ufak bir koya yanaştılar. Çürümüş keresteden yapılmış bir sundurmanın altına düşen birkaç taş basamaktan oluşan merdiveni çıktılar. Lüpen’in aklına yatmıştı, eşyanın nakli kolay olacaktı. Birden durdu:
“Villada biri var. İşte orada… Işık var.”
“Gaz lambası, patron… Işığı kımıldamıyor…”
Grognard sandalda kalmıştı; ikinci kürekçi Le Ballu, Ceinture Caddesi’ne açılan kapıyı gözetlerken Lüpen, karanlıkta iki adamıyla birlikte merdivenin sonuna vardı.
Gilbert öne geçti. Her tarafı dikkatle gözden geçirip önce ana anahtarı, sonra da güvenlik anahtarını deliklerine soktu. İkisini de çevirince kapı kolaylıkla aralanıverdi, üç adam böylece içeri girdi.
Koridorda bir gaz lambası yanıyordu.
“Gördünüz mü, patron…”
“Evet, evet…” dedi Lüpen usulca. “Ama bana kalırsa demin gördüğüm ışık buradan gelmiyordu.”
“Nereden geliyordu peki?”
“Bilmem… Burası çalışma odası mı?”
“Hayır,” diye yanıtladı Gilbert. Yüksek sesle konuşmaktan korkmuyordu. “Ne olur ne olmaz diye her şeyi kendi odasında ve onun yanındaki iki odaya saklamış.”
“Merdiven nerede?”
“Sağda, perdenin arkasında.”
Lüpen perdeye yanaştı, tam açacağı sırada sol tarafta bir kapı açıldı ve bir baş gözüktü; suratı ölününki gibi bembeyaz, korkudan gözleri kocaman açılmış bir adamın başıydı bu.
“İmdat! Katil var!” diye bağırıp gerisin geri odaya daldı.
“Bu Léanard, uşak!” diye haykırdı Gilbert.
“Olay çıkarırsa öldürürüm onu,” diye homurdandı Vaucheray.
“Böyle bir şeyi aklından bile geçirme Vaucheray, anladın mı?” dedi Lüpen tartışmaya yer bırakmayan bir ciddiyetle, uşağın peşine takıldı.
Yemek odasına geçti; masanın üstünde bir lamba, tabaklar ve bir şişe vardı. Birden Léanard’ı gördü, mutfağın penceresini boş yere açmaya çalışıyordu.
“Kıpırdama sakın! Kahramanlık taslayayım deme!.. Ah, serseri!”
Léanard’ın kolunu kaldırdığını görünce kendini yere attı.
Yarı karanlıkta üç el silah sesi duyuldu, derken uşak dengesini kaybetti. Lüpen onu bacaklarından yakaladı, silahını elinden aldı ve uşağın boğazına sarıldı.
“Hayvan herif! Neredeyse beni vuracaktı… Vaucheray, bağla şu adamı.” El fenerini uşağa tutarak dalga geçti. “İyi bir uşak da değilmiş… Vicdanın sızlayacak herhalde, milletvekili uşağı olmak kolay mı?.. İşin bitti mi, Vaucheray?
Burada küflenmeye niyetim yok.”
“Artık tehlike kalmadı, patron.”
“Yok yahu! Tabanca sesini ne yapalım? Duyulmadı mı sanıyorsun?”
“Duyulmasına imkân yok!”
“Neyse, boş ver! Biz acele edelim. Vaucheray, sen lambayı al, yukarı çıkacağız.” Kolundan tutup Gilbert’i birinci kata sürükledi. “Aptal herif! Sözüm ona keşifte bulundunuz, öyle mi… Kuruntulu olmakta haklı değil miyim?”
“Ama patron, herifin fikir değiştirip akşam yemeğine eve geleceğini nereden bilecektim?”
“Birinin evine girmek lütfunda bulunacaksan, onun hakkında her şeyi bilmen gerek. İşe yaramaz herif… Seni ve Vaucheray’ı bir çift aptal olarak hatırlayacağım.”
Birinci kattaki eşyalar Lüpen’i sakinleştirdi; değerli eşyalarla kuşatılmış bir sanatsever gözüyle hepsinin bir listesini çıkardı:
“Sayıları az olmakla birlikte, değerli şeyler… Adam zevk sahibiymiş doğrusu. Dört antika koltuk, bir yazı masası ki Percier-Fontain imzalı olduğuna kalıbımı basarım…
Gottieres tipi iki şamdan, biri gerçek Fragonard, öbürü Nattier taklidi ki Amerikalı milyarderlere rahat yutturulur… Yani hepsi bir servet. Doğru dürüst antika eşyaların artık kalmadığından yakınan mızmızlara ne demeli! Benim gibi yapsalar ya! Niye araştırmıyorlar ki?..”
Gilbert’le Vaucheray, Lüpen’in talimatı üzere büyük eşyaları tek tek taşımaya başladı. Yarım saat sonra sandallardan biri dolmuştu; Grognard’la Le Ballu’nun önden giderek arabayı da yüklemesi kararlaştırıldı.
Lüpen onların gidişini izledi. Tekrar binaya döndü, kapı girişindeyken mutfaktan yükselen bir ses duydu. Mutfağa daldı. Léanard yalnızdı, yüzükoyun yatıyordu, elleri arkadan bağlanmıştı.
“Hâlâ homurdanıyorsun ha! Sadık uşak buna derler işte!
Heyecanlanma! Az sonra işimiz bitecek. Ama çok ses çıkarırsan daha ciddi önlemler almak zorunda kalacağız… Armut sever misin? Sana bir tane verelim, ağzına tıkayalım…”
Yukarı çıktığında yine aynı sesi işitti, kulak kabarttı: Kesik kesik konuşan, hırıltılı, inler gibi bir ses duydu; bu ses hiç kuşkusuz mutfaktan geliyordu.
“İmdat! Adam öldürüyorlar… Yetişin! Beni öldürecekler, komisere haber verin!”
“Çıldırmış bu adam,” diye mırıldandı Lüpen. “Tanrım!
Gecenin dokuzunda polis rahatsız edilir mi hiç!”
İşe koyuldu. Düşündüklerinden daha fazla zaman kaybetmişlerdi, çünkü dolaplarda öyle kıymetli biblolar bulmuşlardı ki onları almadan gitmek ayıp olurdu. Vaucheray’la Gilbert her şeyi kılı kırk yararak inceliyor, bu da onu deli ediyordu.
Sonunda dayanamadı. “Yeter!” diye bağırdı. “Pire için yorgan yakmaya değmez. Ufak tefek birkaç parça için arabayı bekletmeyeceğiz. Ben sandala biniyorum.”
Rıhtıma vardılar. Lüpen merdivenlerden aşağı inerken Gilbert onun kolundan yakaladı:
“Bakın patron, bence… Geri dönmeliyiz, sadece beş dakikalığına…”
“Neden? Her şeyi mahvetmek için mi?”
“Şey… Kutsal emanetlerden biri burada saklıymış, öyle demişlerdi. Şahane bir parçaymış…”
“Ee?”
“Onu bir türlü bulamadık. Ama şimdi aklıma geldi: Mutfakta kocaman kilitli bir dolap var. Onun içine bakmamıştık da…”
Eve yürümeye başlamıştı bile. Vaucheray onun peşinden koştu.
“On dakika beklerim, daha fazla değil…” diye haykırdı Lüpen. “On dakika sonra çeker giderim, ona göre.” Ama on dakika geçti, hâlâ bekliyordu. Saatine baktı. “Dokuzu çeyrek geçiyor… Delilik bu!” Gilbert’le Vaucheray’ın o
akşam biraz acayip davrandıklarını düşündü, ikisi de birbirinden bir adım olsun ayrılmamıştı, sanki birbirlerini gözetlemekteydiler. Ne oluyordu acaba?
Lüpen, içinde tarif edilmez bir sıkıntıyla eve döndü. Bu arada Enghien’den gelen ve gittikçe yükselerek yaklaşan boğuk bir ses duydu. Yoldan geçen biri olmalıydı.
Hemen ıslık çaldı ve caddeye bakan kapıya yönelerek etrafa bir göz attı. Kapının bir kanadını açmıştı ki önce bir silah sesi, arkasından da yürek paralayan bir feryat duydu. Evin etrafını koşarak geri döndü, kapıdan içeri girdi ve yemek odasına daldı.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Hikaye-Roman-Masal Roman (Yabancı)
- Kitap AdıArsen Lüpen - Kristal Tıpa
- Sayfa Sayısı336
- YazarMaurice Leblanc
- ISBN9786057470744
- Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviPortakal Kitap / 2021
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- 1794 Köprülerin Arasindaki Şehir ~ Niklas Natt Och Dag
1794 Köprülerin Arasindaki Şehir
Niklas Natt Och Dag
İnsan insanın kurdudur… Stockholm, 1794: Bir hastane odasında yatan Erik Tre Rosor yüreğindeki suçluluk duygusunun ağırlığıyla, düğün gecesi ölen karısıyla olan anılarını yazmaya başlar....
- Tanrıların Açlığı ~ John Gwynne
Tanrıların Açlığı
John Gwynne
Ölü tanrılar diriliyor. Ebedi zindanındUlfrir’ilan efsanelerin ejderha tanrısı Lik Rifa, artık yeni bir kan ve fetih çağı başlatma planları yapıyordu. Orka kayıp oğlunu aramaya...
- Esrarlı Ada (Ünlü Çocuk Romanları – 3) ~ Jules Verne
Esrarlı Ada (Ünlü Çocuk Romanları – 3)
Jules Verne
Ünlü Çocuk Romanları Bu seri dünya klasiği kitaplardan oluşmaktadır. Bu serinin ilk beş kitaplarında; mecara, kahramanlık, sevgi, dayanışma gibi insan onuruna yakışan olaylar dizgesini...