“Korkmuyormuş gibi davranamam. Öte yandan içimdeki baskın duygu şükran duygusu. Sevdim ve sevildim, çok şey aldım ve aldıklarımın karşılığında bir şeyler verdim; okudum, seyahat ettim, düşündüm, yazdım.
(…) Her şeyden önemlisi, bu güzelim gezegende duyarlı bir varlık, düşünen bir hayvan olarak bulundum ve bu başlı başına müthiş bir ayrıcalık ve serüvendi.”
İnsan beyninin ve sinir sisteminin gizemleri ve tuhaflıklarına dair unutulmaz incelemelerin yazarı nörolog Oliver Sacks, yaşamının son aylarında yaşlılık, hastalık ve ölümle yüzleştiği dört yazı yazdı. “Cıva”, “Benim Hayatım”, “Benim Periyodik Tablom” ve “Şabat Günü” başlıklı bu yazılarda, ardında bıraktığı hayata şükranla, yaklaşmakta olan ölüme ise şaşırtıcı bir sakinlikle bakan bilge bir Sacks var.
Can yaksalar da sonunda insana ilham veren yazılar… Okurlar için kalıcı bir armağan… Sacks’ın zarif kitabı okurlara bir dinginlik, hatta şükran hissi veriyor… – Washington Post
*
Dün gece rüyamda cıva gördüm; havaya yükselen ve yere düşen, kocaman, ışıl ışıl cıva küreleri. Cıvanın element numarası 80, gördüğüm rüya da salı günü seksen yaşıma basacağımı hatırlatıyor bana.
Atom numaralarını öğrendiğim çocukluk çağımdan beri elementler ve doğum günleri benim için hep içe içe geçti. On bir yaşımda “Ben sodyumum” (11. element) diyebiliyordum, şimdi yetmiş dokuz yaşımdayken de altınım ben. Birkaç yıl önce bir arkadaşıma sekseninci doğum günü hediyesi olarak bir şişe cıva –ne sızdıran ne de kırılan özel bir şişeydi– verdiğimde, önce bana tuhaf bir bakış atmış ama daha sonra büyüleyici bir mektup göndermişti. Mektubunda, “Sağlığım için her sabah biraz içiyorum” diye espri yapıyordu.
Seksen! İnanılır gibi değil. Çoğu zaman hayatın daha yeni başlamak üzere olduğunu hissediyorum, ama bir an sonra ömrümün neredeyse bittiği kafama dank ediyor. Annem on sekiz çocuğun on altıncısıydı; bense onun dört oğlunun en küçüğü, aynı zamanda anne tarafından bir sürü kuzenimin de neredeyse en genciydim. Lisedeyken de sınıftaki en genç oğlan hep bendim. Her ne kadar şimdi tanıdığım muhtemelen en yaşlı insan olsam da bu en genç olma duygusunu hiç kaybetmedim. Tek başıma dağda dolaşırken feci halde düşüp bacağımı kırdığımda, kırk bir yaşımda öleceğimi düşünmüştüm. Bacağımı elimden geldiğince sabitlemiş ve kollarımın yardımıyla, beceriksizce de olsa dağdan inmeye başlamıştım. Ondan sonraki uzun saatler boyunca iyi kötü bir yığın anı zihnime akın etmişti. Çoğu şükran havası taşıyordu; başkaları tarafından bana verilmiş şeyler için duyduğum şükran, bunlara karşılık ben de onlara bir şeyler verebildiğim için duyduğum şükran. İkinci kitabım olan Uyanışlar önceki yıl yayımlanmıştı.
Seksen yaşıma ramak kala –hiçbiri elden ayaktan düşürmeyen– bir sürü tıbbi ve cerrahi derdim varken hayatta kalabildiğim için sevinç duyuyorum. Hava şahane olunca bazen içimden “Ölü olmadığım için mutluyum!” cümlesi kopuyor. (Benim bu halim bir arkadaşımdan dinlediğim bir hikâyede anlatılanla tezat içinde. Kendisi harika bir bahar sabahı Paris’te Samuel Beckett’le birlikte yürürken ona “Böyle bir günde hayatta olduğun için mutluluk duymuyor musun?” diye sormuş. Beckett’in cevabı, “O kadar ileri gitmem” olmuş.) Bazıları harikulade, bazılarıysa dehşet verici çok şey yaşayıp gördüğüm için şükran duyuyorum. Keza bir düzine kitap yazabildiğim, dostlarımdan, meslektaşlarımdan ve okurlardan sayısız mektup aldığım ve Nathaniel Hawthorne’un “dünyayla ilişkiye girmek” dediği şeyin zevkine vardığım için minnettarım.
Boşa harcadığım (ve halen harcamakta olduğum) onca zamana üzülüyorum. Yirmi yaşımda olduğum gibi şimdi seksen yaşımda da acı verecek kadar utangacım diye üzülüyorum. Anadilimden başka bir dil konuşamıyorum diye üzülüyorum. Bir de yeteri kadar seyahat edip diğer kültürleri tanımadığıma üzülüyorum.
Hayatımı tamamlamaya çalışmam gerektiğini hissediyorum, “bir hayatı tamamlamak” ne demekse artık. Doksanlı ve yüzlü yaşlardaki bazı hastalarım nunc dimittis ilahisini söylüyor: “Dolu dolu bir hayat yaşadım ve şimdi gitmeye hazırım.” O insanların bazılarına göre bu, cennete gitmek demek, cehenneme değil de hep cennete; gerçi hem Samuel Johnson hem de James Boswell cehenneme gitme fikrinden ürpermiş ve böyle inançlarla işi olmayan David Hume’a fena bozulmuştu. Ölümden sonra bir varoluşa ne inancım var ne de ona yönelik bir isteğim; bir tek dostlarımın hatırında kalmaya inanıyorum ve bazı kitaplarımın ölümümden sonra da insanlara bir şeyler “söylemesini” umuyorum.
W. H. Auden bana sık sık seksen yaşına kadar yaşayacağını, sonra da “basıp gideceğini” sandığını söylerdi (çok değil, altmış yedisine kadar yaşadı). Ölümünün üzerinden kırk yıl geçmiş olsa da onu, anne babamı ve eski hastalarımı sıkça rüyamda görürüm; hepsi uzun zaman önce bu dünyadan ayrılmış olsa da hayatımda önemli yer tutan bu insanlara duyduğum sevgi içimde yaşıyor.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) İnceleme/Araştırma
- Kitap AdıBenim Periyodik Tablom
- Sayfa Sayısı64
- YazarOliver Sacks
- ISBN9789750838996
- Boyutlar, Kapak13,5 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviYapı Kredi Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Karakter – Edebiyat Çalışmalarında Üç Soruşturma ~ Amanda Anderson, Rita Felski, Toril Moi
Karakter – Edebiyat Çalışmalarında Üç Soruşturma
Amanda Anderson, Rita Felski, Toril Moi
“Birçoğumuz bir roman ya da filmdeki bir karakterle aramızda bir bağ hissetmişizdir: ya ona bir yakınlık duyarız ya da onunla aynı tepkiyi veririz. Bu...
- Soğuk Ateş – Son Adım Üzerine Yazılar ~ Melek Aydoğan
Soğuk Ateş – Son Adım Üzerine Yazılar
Melek Aydoğan
Yazının imkânlarını, dilin ve anlatmanın sınırlarını ilk romanından itibaren sorun edinmiş bir yazar Ayhan Geçgin. Okur ve eleştirmenler tarafından tartışılmaya devam eden romanı Son...
- Faydasız Bilginin Faydası ~ Abraham Flexner
Faydasız Bilginin Faydası
Abraham Flexner
Cep boy tasarımıyla dikkat çeken Faydasız Bilginin Faydası, Delidolu’nun kurmaca dışı kitaplar koleksiyonunun “Ne Yapmalı?” başlıklı alt dizisindeki yerini alıyor. İleri Araştırmalar Enstitüsü’nün kurucusu Abraham Flexner’in 1939...