Türkiye’nin ulus ve üniter devlet inşa politikalarında dilsel hakların engllenmesi önemli bir rol oynadı. Tek dilde zorunlu eğitim asimilasyonu kolaylaştırdı. Farklı alfabeler yasaklanırken, Osmanlı alfabesi bir anda Latin alfabesine çevrilmesi aslında dilkırım politikalarının bir parçası idi. Sadece dilsel değil tarihsel ve sosyolojik bir kopuş da amaçlanıyordu.
GİRİŞ
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Alman Başbakanı Angela Merkel, Şubat ayında Almanya’da Türk ve Alman öğrencilerle bir araya geldiklerinde Başbakan Erdoğan, Almanya’daki Türk gençlerinin sıkıntıları olduğunu belirtip “Entegrasyona evet, asimilasyona hayır demişti. Berlin’deki bir görüşmesinde de yine Erdoğan “Asimilasyon bir insanlık suçudur, kimse Türkleri asimile edemez” demişti. Almanya’daki Türk çocukları için de daha çok Türkçe eğitim istemişti.
Başbakan Erdoğan’ın asimilasyon ile ilgili tespiti hem Almanya’da hem de Türkiye’de oldukça büyük bir tartışma yaratmıştı. Alman yetkililer, Türkleri asimile etmediklerini, sadece onları sisteme entegre etmek istediklerini söylediler. Başbakan Erdoğan ise Türkiye’ye geri döndüğünde de aynı görüşlerini tekrar etti ve “Asimilasyon bir insanlık suçudur dedi. Yani “Almanların Türkleri eriterek Almanlaştırmak istediklerini ve bir insanlık suçu işlendiğini” iddia etti.
Başbakan Erdoğan’ın bu tespiti oldukça çarpıcıydı. Her ne kadar Alman Hükümeti bu tespite karşı çıkıp tepki gösterdiyse de, Erdoğan’ın söylediklerinde doğruluk payı vardı. Türk Hükümeti de bütün gücüyle bu asimilasyon politikasına karşı duracak ve Türklerin Almanlaşmasını engelleyecekti. Başbakan Erdoğan’ın Almanya’daki Türk toplumuna ve Türk öğrencilerine verdiği açık mesaj buydu.
Şubat 2008 tarihinde yapılan bu tartışmalar epeyce İlgimi çekti. Ben de Türkiye’deki asimilasyon çarkından geçen biriyim. Asimilasyondan çektiğim büyük acılardan dolayı asimilasyonu ve özellikle de Türkiye’nin asimilasyon politikalarını yıllardır araştırıyorum, Asimilasyon ile ilgili Türkiye’de kimse Başbakan Erdoğan kadar böylesine doğru bir tespit yapmadı: ASİMİLASYON BİR İNSANLIK SUÇUDUR! Artık, bütün dünya da bu konuda hemfikirdir. Avustralya’da işçi Partisi Hükümeti de, 1910’dan 1970’lere dek süren asimilasyon politikasının kurbanı olan yerli halk Aborjinlerden, uyguladığı asimilasyon nedeniyle samimi bir özür diledi. Bu da ulusal uzlaşma adına tarihi bir adımdı.
Yapılan bu tartışmalara biraz olsun katkı sunmak için çalışmalarımı biraz daha yoğunlaştırdım ve günümüz dahil Türkiye’nin asimilasyon politikalarını geniş çaplı araştırdım. Ulaştığım belgelerle birlikte, bu belgeler çerçevesinde asimile edilmek istenen tüm etnik yapılarla devletin “asimilasyon ve dilkırım’ politikalarını görüştüm ve bu söyleşileri çalışmama aktardım. Şunu açıkça belirtmem gerekir ki, Türkiye’de ‘öteki’ konumda olup da asimile edilmeyen hiçbir dil, kültür ve kimlik yoktur. Bundan en çok etkilenen ve yok olmayla karşı karşıya kalanlar da Çerkesler, Lazlar, Araplar, Gürcüler, Arnavutlar, Boşnaklar, Rumlar, Ermeniler, Yahudiler, Süryaniler gibi adını sayamayacağımız onlarca etnik yapılardır. Kürtler de bu konuda epeyce ‘yara’ almışlardır Bu yapılanlar bir ‘Beyaz Katliam’ ve hatta onun da çok ötesinde bir ‘Beyaz Soykırım’dır; çünkü bütün ‘ötekiler’ Türk kimliği içinde yok edilip, Anadolu tarihinden silinmek isteniyordu, işte amacımız, ittihat Terakki’den beri acımasızca devam ettirilen bu insanlık dışı politikayı teşhir etmek ve bu politikanın önüne geçilmesini sağlamaktır. Bu çalışmada, devletin yüzyıllık dilsel ve kültürel soykırım politikalarını ve buna karşı direnmeye çalışan Kürtlerin, Çerkeslerin, Lazların, Gürcülerin, Ermenilerin, Süryanilerin, Yahudilerin ve Rumların Türkleştirilme’ serüvenlerini göreceksiniz.
“Osmanlı İmparatorluğu, dünyanın birçok milletini sine-sinde toplamış olan bir imparatorluktur. Türkler. Araplar. Kürtler. Arnavutlar, Bulgarlar. Yunanlılar, Ermeniler. Zen-cilerden ve diğer birçok unsurdan teşekkül etmiş”
II.Abdülhamid
OSMANLI SİSTEM YAPISI
Osmanlı İmparatorluğu’nu otuz yıl boyunca yöneten II. Abdülhamit’in belirttiği gibi. Osmanlı toplum yapısı çok dilli, çok kültürlü, çok etnikli ve çok dinli bir yapıya sahipti ve milliyet, bir kişinin dini bir cemaate üyeliği temelinde belirlenirdi. Altı yüz yıla yakın hakimiyetini sürdüren Osmanlı’da İmparatorluğu teşkil eden halkların dillerine. kültürlerine, kimliklerine pek karışılmamış, her milletin kendisini geliştirebilmesi için de çeşitli olanaklar tanınmış, çok dilli, çok dinli, çok kültürlü ve deyim yerindeyse yetmiş iki milletten oluşan etnik yapı büyük oranda korunmuştur:
“Osmanlı İmparatorluğumda ulusal sorun İslam gelenekleri ve pratik anlayışlar uyarınca düzene konmuştu. Bu gelenekler, Müslümanlarla “Ehl-i Kitap (Yahudiler ve Hıristiyanlar) arasındaki ilişkiyi düzenliyordu. Bireyler arasındaki sınırlar etnik ya da toplumsal değil, dinseldi. Gayrimüslimler (Ortodokslar, Katolikler, Protestanlar, Yahudiler vb.) millet biçiminde örgütlenmişlerdi. Bunlar dinlerini, kültürlerini özgürce geliştirebilen yarı özerk topluluklardı. Onları yöneten hiyerarşi yalnız dinsel sorunlar değil, bireyin kişisel statüsünü de düzenliyordu.
Bu sistemde Türklerin özel bir konumu yoktu. Onlar, imparatorluğun öteki Müslümanları (Araplar, Kürtler, Arnavutlar) ile birlikte hakim milleti oluşturuyorlardı. Aralarında etnik engeller yoktu…” (Georgeon, 2005, 9) Mete Tunçay da, Osmanlı sistem yapısıyla ilgili, François Georgeon’in görüşüne yakın bir tespit yapar:
“16. yüzyılda doruğunu yaşayan bu yapı, İslam ideolojisine dayanmakla birlikte, bir teokrasi (din devleti) saylamaz. Zaman zaman dinin önemi daha çok vurgulansa da, teokratik bir imparatorluk oluşturulamaz ve allı yüzyıl süremezdi. Hanedanın ve teb’adan birçoğunun etnik açıdan Türk olmalarına karşılık, ‘millet-i hakime’ denildiğinde kastedilen Türkler değil, bütün Müslüman teb’aydı.” (Tuncay. 2000: 242)
Gareth M, Winrow da, “(1908’den) önce, Türkler vardı; fakat, bu halkın kolektif bilincinde ‘Biz Türk ulusuyuz’ düşüncesi yoktu: Başka bir ifadeyle, o zaman Türk ulusu yoktu.’
Türkler, esas olarak bir ‘etnik kategoriydi. Yabancı gözlemciler, ayrı dilleri, kültürleri ve tarihleriyle ayrı bir grup olarak Türkleri tanımlayabilirdi. Sununla birlikle birçok Türk’ün, etnik kimlik bilinci çok azdı ya da hiç yoktu. Ancak 19. yüzyılın sonunda birçok önde gelen Osmanlı şahsiyeti, Türk diline ve kültürüne ilgi göstermeye başladı.” der. (Kirişçi, Winrow, 2007: 105)
Yusuf Akçura da Osmanlılarda, Tanzimat dönemi dahil. Türklerle ilgili bir milliyet kavramı olmadığını belirtir: “Gerçekten Tanzimat devresinde ‘Türk’, Türklük’, ‘Türk milleti’, ‘Türk milliyeti’ gibi ifadelere rastlanmaz. Ve bugün bu tabirlerle ifade edilen kavramın da o zamanlar açıklıkla bilindiğini ispat eden delil ve belirliler bulunup gösterilemez.” (Akçura, 2008: 27)
18, yüzyılda Avrupa’da gelişen milliyetçilik hareketleri Osmanlı İmparatorluğunu büyük oranda etkilemiştir. Başta Yunanistan ve Sırbistan gibi Balkan ülkeleri Osmanlı’dan koparak bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Milliyetçilik akımlarının etkisiyle Balkan halkları tek tek bağımsızlığını ilan edip Osmanlı’dan kopunca, Osmanlı da uzak kaldığı Doğu halklarına yönelmeye başlamış, onları merkeze bağlamaya çalışmıştır:
“19. yüzyılın başlarından itibaren Avrupalı subayların gözetiminde oluşturulan Yeni Düzen Askerleri (Nizam-ı Cedid Ordusu), bir…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Araştırma/İnceleme Güncel Sorunlar Kültürel Tarih Sosyal Tarih
- Kitap AdıBeyaz Soykırım/Türkiye'nin Asimilasyon ve Dilkırım Politikaları
- Sayfa Sayısı379
- YazarGülçiçek Günel Tekin
- ISBN9753444311
- Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviBelge Yayınları / 2009