Federico Sánchez’in Özyaşamöyküsü, 20. yüzyıla özgü Komünist Parti ideolojisi ve yaşam tarzının belirlediği bir hayata dair çarpıcı bir anlatı.
Jorge Semprún’un gerçek hayatının bir dönemine, yani yasa dışı Federico Sánchez olduğu döneme ait hatıraları, sadece sıradan bir yaşam öyküsüne değil, aynı zamanda dünyayı ve sosyalizmi yalnızca Parti’nin doğrularından ve çeşitli buyruklarından ibaret zanneden bir anlayışa ışık tutar. İspanya Komünist Partisi’nin gayri resmî tarihini, kendini feda etmeye hazır militanları, reelpolitiğe sığınmış yöneticileri, bir değil binlerce Stalin üreten totaliter bir sosyalizm anlayışını bir edebiyatçı duyarlılığıyla eleştiren Semprún’un meydan okuyuşu kişisel olduğu kadar kolektif siyasal hafızayı da tazeleyici niteliktedir. Federico Sánchez’in Özyaşamöyküsü doğruları ve yanlışları, kazanımları ve kayıplarıyla 20. yüzyıl sosyalizm deneyimine dair dürüst bir tanıklık.
“Semprún’un yapıtları 20. yüzyılın dehşet verici kesitlerine dair en kusursuz tanıklıklardan biridir ve Semprún bütün Avrupa’da en zorlu hakikatleri araştırma gereğinde ısrar eden bir entelektüel olarak tanınır.”
Mıchael Eaud
İçindekiler
ÖNSÖZ / KEREM ÜNÜVAR………………………………………………………………………………………………9
1. La Pasionaria Söz İstedi………………………………………………………………………..15
2. Concepción Bahamonde Sokağı,
Beş Numara…………………………………………………………………………………………………………..41
3. U Be Ge………………………………………………………………………………………………………………………79
4. Merkez Komitenin Özel Dikkatine…………………………………145
5. Ampurdán’da Perde Arası………………………………………………………………193
6. Büyük Yolculuk…………………………………………………………………………………………….245
7. Ölüler, Ölüm… ……………………………………………………………………………………………301
8. La Pasionaria Söz İstedi……………………………………………………………………..347
SONSÖZ
SEMPRÚN, KOMÜNİST HAREKET VE HATIRALAR /
KEREM ÜNÜVAR………………………………………………………………………………………………………………..355
KİTAPTA GEÇEN BELLİ BAŞLI ADLAR DİZİNİ………………………………………365
KİTAPTA ADI GEÇEN YAYIN ORGANLARI……………………………………………….369
KISALTMALAR………………………………………………………………………………………………………………….371
1. La Pasionaria Söz İstedi
La Pasionaria söz istedi.
Bakışlarını önündeki, masanın üzerine konmuş kâğıtlardan ayırıyor ve La Pasionaria’ya bakıyorsun. Sinirli, belli. Önüne düşen bir tutam beyaz saçını düzeltiyor. Sonra ellerini kavuşturuyor, ayırıyor, önceden hazırlamış olduğu konuşma metnini bir katlayıp bir açıyor. Size okuyacak o metni; Fernando’ya ve sana. Konuşmasını yazılı hazırladı çünkü. Seni şaşırtan bir durum değil bu. Kritik anlarda konuşmalarını hep yazılı hazırladığını görmüştün.
Örneğin bundan beş yıl önce, 1959 yazında, Moskova yakınlarındaki Uspenskoy’da, parti genel sekreterliği görevinden istifa ettiğinde de –itiraz kabul etmeyecek şekilde sunduğu bu karar toplantıda hazır bulunanlar arasında bomba etkisi yapmıştı– konuşmasını yazılı hazırlamıştı, hatırla (hem de nasıl hatırlıyorum, düşün, yıllar sonra, 1976’da, şu an bu anıları kaleme alırken bile çok iyi hatırlıyorum – 1959 yazıydı – demek ki on yedi yıl olmuş – on yedi yıl, dile kolay – o tarihle bugün arasında bir kuşak var – yazdı, demek, temmuzun ortasına doğru – belki de ayın tam sonu – La Pasionaria’yla tartışmak için Moskova’ya gitmekle görevli delegasyondaydım – delegas- yonun başındaki, elbette, Santiago Carrillo’ydu – Enrique Lister Santiago Alvarez Juan Gomez belki hiç hatırlayamadığım başkaları da delegasyondaydı – hatta Romero Marín bile – sonra ben – aslında ben değil – o dönemde henüz yeni var oluyordum – ne ben ne sen – Federico Sánchez – Dolores’i ikna etmek gerekiyordu; kısa süre önceki yankılar uyandıran yenilgiye rağmen Ulusal Barışçıl Grev – 18 hazirandaki UBeGe yani – yenilmemişti aslında bir başarıydı – fikirlerin, ideolojinin hayal mahsulü gerçekliğinde bir başarıydı – ben – yani sen Sánchez – adı geçen U-Be-Ge olasılığına yönelik parti çalışmasını yürüttüğün Madrid’ten geliyordun – yönetimi Francisco Romero Marín ve Simón Sánchez Montero ile birlikte üstlenmiştin ama Simón o yaz toplantılara katılmak için yurtdışına çıkabilecek durumda değildi – Simón yenilgimizin arifesinde yakalanmıştı – 17 haziran öğleden sonrasında – o öğleden sonranın son saatlerinde – oysa La Pasionaria’nın bu grev emrine karşı çıkmaya çalıştığı ortaya çıkıyordu – bu slogandan vazgeçmenin gerekliliğine Carrillo’yu ikna etmek için defalarca mektup yazmıştı – Romero Marín ve ben ülke dışına çıktığımızda bunu öğrendik; bu mektuplar parti arşivinde bulunuyor olmalı – en azından böyle olduğunu varsayıyorum – neyse, sonuçta bu eylemin yenilgisi La Pasionaria’nın biçimsel olarak başında bulunduğu parti yönetiminde nazik bir durum yaratıyordu – biçimsel derken ihtiyatlı davranmıyorum tamamen biçimsel bir şeyi kastediyorum – genel sekreterlik görevini –Romero Marín ile ben Madrid’ten ayrılmadan önce 18 haziran eyleminin sonuçlarını tartışmaya yönelik parti yönetiminin ilk toplantılarında Fernando Claudín’in başı çektiği güçlü bir eleştiri akımının ortaya çıkmasıyla bu nazik durum iyice şiddetlenmişti – Carillo, bu yenilginin yenilgi olmadığına Dolores’i ikna ederek bu durumu çözme niyetindeydi, iyice düşünüldüğünde – daha diyalektik bir analize tâbi tutulduğunda – tümüyle politik bir zaferdi bu, daha doğrusu, onun, Carrillo’nun başarısıydı – Carillo’nun – ve batıdan gelen delegasyonla o dönemde Moskova’da bulunan merkez komite üyelerinin – hafızam beni yanıltmıyorsa – Saiz – Balaguer – Sandoval – ve Azcá- rate’nin – etrafını sarmış olduğu La Pasionaria arasındaki Uspenskoy toplantısı bu koşullarda başladı – ve o sırada, toplantının hemen başında, daha haber bile vermeden, Dolores genel sekreterlik görevinden kesin olarak istifa ettiğini bildiren kısa metnini bize okudu) tamam, pekâlâ, ne diyordun, hatırla, o anda da La Pasionaria’nın sinirli olduğunu söylüyordun. O anda beyaz saçlarındaki isyankâr bir tutam saçı yüzünden çekmişti. Şaşırmadın sen. Dolores, önemli bir konuşma yapmaya hazırlandığı her seferinde, konuşmasını yazılı olarak hazırlar. Bunda senin bilmediğin bir şey yok zaten. Bakışlarını kâğıtlarından kaldırdın. La Pasionaria’ya baktın. Konuşmasının önemli olacağına hiç kuşku yoktu, ama çok da kısa olacaktı. Onun karşısında oturuyorsun, uzun masanın öteki tarafında. Size okumaya hazırlandığı kâğıt parçasının üzerine, iri yazısıyla üstünkörü birkaç satır karalamış olduğunu gayet iyi görebiliyorsun. Önemli bir şey söyleyecek, kuşku yok, ama kısa, hatta şimşek hızında konuşacak. En azından böyle olduğu varsayılabilir.
Eğer sen orada bir romanın içinde bulunuyor olsaydın, bir roman kişisi olsaydın, Dolores Ibárruri’ye bakarken, onunla önceki buluşmalarını kolaylıkla hatırlardın. Ustalıkla kurgulanmış romanlarda, bellek aydınlanmaları daima tam zamanında imdada yetişir, daima çok etki uyandırır. Dahası, tamamen doğrusal bir anlatının gelişimiyle erişilemeyecek bir yoğunluğu hikâyeye vermeyi de sağlar. Eğer sen orada, komünist partinin yürütme komitesinin bir toplantısında bulunmak yerine, bir romanın içinde bulunuyor olsaydın, La Pasionaria’yla ilk buluşmanı hemen hatırlardın. Bundan daha mantıklı bir şey olamaz: Önemli anlarda bellek, içine gömülmüş olunan yaşanan anın en gerideki köklerine kadar uzanır hep. En azından ustalıkla tasarlanmış, yapısı sağlam romanlarda bu böyledir. La Pasionaria’yla ilk buluşmanı hatırladın. Paris’te, 1947 yılı.
İlkbahar mıydı? Belki; olmayacak şey değil. César Vallejo’yu anımsatan o sağanak yağışlı Paris günlerinden biriydi sanki. Velhasılı, Kléber Caddesi’nde parti yönetimine tahsis edilmiş lokaldeydi. Fransız hükümeti İspanyol KP’nin toprakları üzerindeki faaliyetlerini yasakladığında ve size bağlı örgütleri yasadışı ilan ettiğinde, Eylül 1950’de kapanan lokal. Ama yasadışılık döneminden önce bile, yoldaşlarla randevuların henüz parklarda, metro çıkışında, meçhul bir apartman dairesinde –ya da, Paris’te buluşmak için başka yer bilmiyor görünen KBSP (Katalonya Birleşik Sosyalist Partisi) yöneticileri söz konusu olduğunda, République Meydanı’nın yakınlarında, Toile d’avion’un vitrinleri önünde– verilmediği dönemlerde bile; aslında, iletecek acil mesajlarıyla Katalonya’dan ansızın gelmiş yoldaşlardan öğrenmiştin ki, randevudan randevuya koşturan KBSP yöneticilerinden birinin ille de geçeceğini bekleyerek onlarla ilişkiye geçmek için République Meydanı’ndaki o kaldırımın karşısına çöreklenmek yeterliydi; ne diyordun, evet, hatta 1950’de yasadışına geçmeden önce bile bu Kléber adı etrafında belli bir gizem halesi vardı. “Kléber dedi ki.” “Bunu Kléber’de tartışmak gerek.” “Kléber’in kararını bekleyelim.” Hem ara nağmeden yoksun hem de çok anlamla yüklü bu tür cümleleri o yıllarda çok işitmiştin. Sonuçta “Kléber”, hem uzak hem yakın, ataerkil türde –hatta dinî bile diyebilirsiniz– tartışmasız bir iktidarın sembolik adı halini alıyordu. “Kléber” sözcüğünün bu sembolik işlevinde, kuşkusuz, onun gerçek tarihsel yan anlamı da işin içindeydi: Kléber’in Fransız Devrimi’ndeki bir generalin adı olması ve bu aynı adın, daha yakın dönemde, sizin iç savaşınız sırasında, Uluslararası Tugaylar’ın askerî sorumlularından biri tarafından takma ad olarak kullanılmış olması olağanüstü olduğu kadar da tuhaf (sizin iç savaş, Federico – çok doğal bu – benimki değil – bu çok açık – ama devam edelim devam edelim – bir daha sözünü kesmeyeceğim). Yine de önemli olan bu değildi. Senin sözünü ettiğin topo- lojik simgeleştirme görüngüsüne yalnızca İspanyol komünist partisinde rastlanmaz, ne de yalnızca Kléber Caddesi’ndeki çoktan unutulmuş o lokale özgüdür. Bu durum, şu ya da bu biçimde o dönemde yaygındı. Örneğin Fransız komünistleri onlarca yıl –merkez komite bürolarını Colonel-Fabien Meydanı’ndaki teknokratik ve modernist binaya taşıyana dek– “44” diye söz etme alışkanlığındaydılar; bu numara parti binasının bulunduğu Châteaudun Sokağı’ndaki numaraydı. Ve onlar da “44”ten, sizin Kléber’den söz ederkenki neredeyse dinî coşku ve ürküntünüzle söz ediyorlardı. Belki de söz konusu durumda, Fransız Devrimi’nin romantik esini ve genel keyif hali en az önem taşıyan şeydi. Kléber adı olmasa da topolojik karizma aynı şekilde işlerdi. Karizma, Üst Merciler’le bu tür ilişkinin içkin bir özelliğiydi, evrensel bir şeydi: Hem Châteaudun’de hem Kléber’de, hem Fransız KP’de hem İspanyol KP’de vardı. Şu an bir semiyoloji seminerinde ya da sempozyumunda bulunuyor olsaydın, ya da o güzel eski zamanlarda olduğu gibi, Docteur-Esquerdo Sokağı’ndaki bir bardan diğerine girererek, Rafael Sánchez Ferlosio ve Javier Pradera’yla birlikte bir iki kadeh kırmızı şarap tokuşturmak üzere oturuyor olsaydın, şu anda Ferlosio ve Pradera ile birlikte bulunuyor olsaydın, anında doğaçlamaya başlardın, tıpkı eskiden birlikte hep yaptığınız gibi, parti dilinin, komünist dilin yarattığı bu ritüelleşmiş ve hiyerarşik, ezoterik ve etkili jargonun püf noktaları üzerine yarı teorize edici, yarı maskaraca bir saçmalamaya ya da bilimsel kompozisyona başlardın. Ama o güzel eski zamanlarda olduğu gibi, Docteur-Esquerdo Sokağı’nda, Rafael ve Javier ile birlikte değilsin henüz. Ferlosio ve Carmiña’yla, Javier ve Gabriela’yla birlikte, Docteur-Esquerdo Sokağı’ndaki eski zamanın geleceğine açık bu anımsamada, bu hikâyede o güzel eski zamanlara daha sonra sıra gelecek. Docteur-Esquerdo Sokağı’ndaki bir bardan ötekine giderek semantik saçmalamalarınızdan söz edecek bol bol vaktin olacak daha. Şimdilik, Kléber’desin, yıl 1947, ve Kléber Caddesi’nin Docteur-Esquerdo Sokağı civarından çok daha az eğlenceli bir yer olduğunu belirtmek gereksiz, ama durum böyle, ve senin La Pasionaria ile tesadüfen karşılaşmana tanık olacağız. İyi de Kléber’de ne arıyorsun sen? 1947 yılında, sen taban örgütündeki bir militansın yalnızca. Hatta militan sözcüğü tartışmaya yol açabilir. Daha doğrusu, aidat ödeyen ve mahalle hücresinin toplantılarına ara sıra katılan biri diyelim. Açıkçası, 1947 yılında öncü partiye katılımın Leninist ölçütlerine gerçekten sahip olduğunu söyleyemezsin. Ve madem ki açık sözlü bir anındasın, açıkça söyle: Militanın yasal yaşamının mecbur bırakıldığı gündelik bürokratik normallik türü seni asla fazlasıyla ilgilendirmedi. Bu normalliğin, toplumsal doku üzerindeki bu sabırlı ve rutin çalışmanın yararsız olduğu değil söylediğin. Senin açından böyle bir çalışmanın seni asla ilgilendirmediğini söylüyorsun. Hepsi bu. On sekiz yaşında, kendini rahat ve neşeli hissetmiyorken Nazi-karşıtı direnişin yasadışı faaliyetine katıldın. Buchenwald’daki toplama kampı deneyimine, ciddi sorunlar yaşamadan, daha ziyade doyumsuz bir entelektüel merakla katlandın. 1953 yılında, yaşama geri dönüşün vahşi neşesiyle, yasadışılığa yeniden daldın, bu kez İspanyol yasadışılığına. Ama, Buchenwald’dan döndüğün 1945 ile İspanya’ya ilk yasadışı yolculuğunun tarihi olan 1953 arasında, açıkçası, örnek bir militan olduğun söylenemez. Seni sıkıntıdan en fazla bunaltan şey, sürgündeki zafer edebiyatı ve beylik nostaljik laflar; toplumsal gerçeklikle bağlardan tamamen yoksun toplantıların o mutlandırıcı hayhuyu; ve sanki tüm sorun bir ibadet değirmenini harekete geçirmekmiş gibi biçimsel olarak Marksist bir dilin kullanılması oldu. Aslında, gündelik yanlarıyla politika seni her zaman sıktı, risk ve tümüyle katılım dışında seni hiç ilgilendirmedi. Dahası, şunu kesinlikle kabul etmelisin: Asla gerektiği gibi bir militan olamadın. Velhasıl, 1947 yılında, mahallendeki hücre toplantılarına katılmakta asla titizlik göstermiyordun. Hücre toplantıları, SaintMichel Meydanı’ndan uzak olmayan, Bilginler Cemiyeti’nin sa-lonlarında tutulmuş bir odada yapılıyordu. Bu toplantılara katılan militanları elbette hatırlıyorsun. Yaşlı Vicente Arroyo, örneğin. Yirmili yılların sonuna doğru, Arroyo partinin önde gelen yöneticilerinden biriydi. Aslında o dönemde parti, genellikle kişisel nitelikteki iç çatışmalarla bölünmüş çok küçük bir hizipten başka bir şey değildi; partiyi çelişik politikalarla sürekli görüş değiştirmeye ve değişime sürükleyen Komintern’in her şeye kadir delegelerinin kaprisli, askerî baskıcı ve manipüle edici yönetimi partinin öncülük potansiyelini yok etmişti. Primo de Rivera’nın diktatörlüğünün son dönemlerinde, Bullejos, Adame ve Trilla’nın etrafında yeniden toparlanan İKP (İspanyol Komünist Partisi) yönetici çekirdeği İspanya’da kendini yeniden kodeste bulduğunda, Vicente Arroyo parti çalışmasını ta Paris’ten yeniden örgütlemekle görevlendirildi, bu görev için ona iki yabancı danışman yardımcı olarak verildi. O dönemde İKP’nin İspanya’nın işçi sınıfı ve sömürülen yığınlar ile dışsal ilişkisini, içinde Moskova’nın missi dominici’lerinin cıvıltılarının da işitildiği sürgündeki bu yönetim kadar iyi hiçbir şeyin sembolize etmediğini söylemeye gerek yok: Onlar için İspanya, Komünist Enternasyonal’in VI. Kongresi’nin sonucu olan ani sol virajdan beri Komintern’in üst düzeyinde cereyan eden çözümsüz entrika ve karşılıklı ödün savaşının manevra alanından başka bir şey değildi. Bütün bu yıllar boyunca, Arroyo, İspanyolca adı Correspondencia internacional olan Komünist Enternasyonal’in haftalık bülteni Inprekor’un başyazarıydı. Arroyo’nun başyazarlık görevi, Komintern yönetiminin kendi haftalık organlarında yayımlamaya karar verdikleri makaleleri İspanyolca’ya tercüme etmekten ibaretti. Arroyo, enternasyonal sekreterliğinin olağan çalışma dili olan Rusça’yı da Almanca’yı da bilmediğinden, İspanyolca baskıya yönelik metinleri Fransızca’daki Correspondance internationale’den çeviriyordu. Böylece, kendi içinde zaten karmakarışık şeylerle oldukça dolu olan Komintern’in politik literatür versiyonları, İKP’nin basın organlarını zehirleyen galatımeşhurlarla dolmuştu. O dönemin İKP’si diline vara-na dek İspanyol gerçeğine yabancıydı. Süreli yayın koleksiyonlarını karşılaştırmaya vakti ve arzusu olanlar bunu saptayabilir. Ne var ki, kelimenin gerçek anlamıyla toplantılar sırasında yaşlı Arroyo’ya kulak vermeye pek önem vermiyordun. Onun konuşmaları zafer retoriğinin, Mundo Obrero’nun son sayısındaki başyazının basit açımlamalarının izini taşıyordu. Buna karşılık, her fırsat bulduğunda, toplantıdan sonra yakındaki herhangi bir kafede Vicente Arroyo’ya eşlik ediyor ve kahramanlık dönemi anekdotlarını sana anlatması için onu teşvik ediyordun. Arroyo yorulmak bilmez bir anlatıcıydı ve İspanya’da KP’nin ilk yıllarını en ince ayrıntılarına kadar anımsamasını hiç bıkmadan dinliyordun. Kolektif bellek, herkesin bildiği gibi, seni hep ilgilendirmiş bir şeydir; anlatıcının olağanüstü sekterizmiyle deforme ettiği, dolayımlandırdığı bir hikâyenin anlatıldığı durumlar da dahil… Biz devam edelim. Danton Sokağı’ndaki Bilginler Cemiyeti’nin bir salonunda, her hafta uykulu uykulu toplanan bu parti seksiyonunun tüm üyelerini burada sayacak değilsin. Öncelikle, hepsini hatırlamıyorsun. Anımsayamayacağın kadar önemsiz ya da çok geçici biri ister istemez hep olur. Dahası, bu toplantıları, yıllar içinde, ta 1954’e kadar, taban örgütlenmesindeki bir komünist olarak kaldığın süre boyunca Paris’in başka mahallelerinde tanık olduğun toplantılarla karıştırabilirsin. Hepsinde aynı şeyi tartışıyordunuz. Konuşmalarına her zaman, yıllar boyunca ve tartışma konusu ne olursa olsun şu sözlerle başlayan bir yoldaşın konuya girişini belleğinde simgeleyen şu dil tüm toplantılarda baskın çıkıyordu: “Her şey ortada yoldaşlar… Başarıdan başarıya, zaferden zafere koşuyoruz…” Ve ardından da bu güçlü düşünceyi açıklamaya koyuluyordu; tıpkı 1937’de, La Haye’de Eugenio Xammar’ın size anlatacağı ve belki de bu kitap sona ermeden anlatma fırsatı bulacağın anekdotta geçen Silvela dönemindeki o liberal gazetenin müdürü gibi… Onların hepsini sayacak değilsin, yine de Tano’yu anmak istersin. Gerçekten de yalnızca Tano diye mi yazmalı, yoksa parantez içinde “Tano” diye mi, sen de bilemiyorsun. Tano bir ad …
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çağdaş Dünya Edebiyatı Roman (Yabancı)
- Kitap AdıFederico Sánchez’in Özyaşamöyküsü
- Sayfa Sayısı372
- YazarJorge Semprun
- ISBN9789750522413
- Boyutlar, Kapak13x19,5 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİletişim Yayınları / 2017
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Riko, Oskar ve Gökteki Cennet ~ Andreas Steinhöfel
Riko, Oskar ve Gökteki Cennet
Andreas Steinhöfel
Gerçek dostluk engel tanımaz! Alman çocuk ve gençlik edebiyatının yıldız kalemlerinden Andreas Steinhöfel’in otuzdan fazla dile çevrilen “Riko ve Oskar” serisi, uzun süredir merakla...
- Usta ile Margarita ~ Mihail Bulgakov
Usta ile Margarita
Mihail Bulgakov
Yabancılarla sakın konuşmayın! Stalin’in ülkesini demir yumrukla yönettiği günlerde Profesör Woland adında tuhaf görünümlü bir yabancı, arkadaşlarıyla Moskova’yı mesken edinir. Paranoyaya teslim olmuş halkın,...
- Yalanım Varsa Ajan Olayım ~ Ally Carter
Yalanım Varsa Ajan Olayım
Ally Carter
Yakalandıktan, göz hapsine alındıktan ve erkek arkadaşı Josh’ı bırakmaya zorlandıktan sonra Cammie’nin istediği tek şey huzurlu bir dönemdi. Ama CIA’in varisiyseniz ve dünyanın en...