Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Arabadakiler
Arabadakiler

Arabadakiler

Patrick White

Arabadakiler, Nobel edebiyat ödüllü Patrick White’ın roman sanatında zirveye ulaştığı dönemin başyapıtı. Miss Hare bir zamanların büyülü Xanadu’sunun harabeleri arasında dolanırken yerli bir ressam…

Arabadakiler, Nobel edebiyat ödüllü Patrick White’ın roman sanatında zirveye ulaştığı dönemin başyapıtı.

Miss Hare bir zamanların büyülü Xanadu’sunun harabeleri arasında dolanırken yerli bir ressam ve Yahudi bir mülteci ile karşılaşır. Mrs. Godbold’un da ekibe dahil olmasıyla birlikte “arabadaki” dört karakteri ortak bir yazgıda kenetleyen yolculuk başlar. Geçmişte her biri çeşitli şekillerde dışlanan ve incinen bu dört karakterin kurtuluşu aradığı yolculuk Nazi Almanyası’ndan Avustralya kırlarına, Kabbala geleneğinden çarmıha geriliş mitine uzanacaktır. Geniş bir kültürel coğrafyayı insanî bir ışıkla aydınlatan Arabadakiler kolektif hafızadaki acı verici deneyimleri sanatsal bir imkâna dönüştürmenin yolunu arayan bir başyapıt.

“Ancak büyük yazarlar eserlerinin onlardan bağımsızlaşmasına ve kendilerinden daha büyük bir varlığa kavuşmasına izin verirler. Patrick White da bu yazarlardan biri.”
David Malouf

“White’ın Arabadakiler romanı bir araya geldiklerinde bir insan ve bir toplum meydana getiren dört yetiyi simgeliyor.”
Carolyn Bliss

*

Birinci Bölüm
1

“Kimdi o kadın?” diye sordu Mrs Colquhoun; Mrs Colquhoun, Sarsaparilla’ya yeni gelip yerleşmiş zengin bir kadındı.

“Ah,” dedi Mrs Sugden, güldü. “Miss Hare’di o.”

“Tuhaf bir insana benziyor,” demek cüretinde bulundu Mrs Colquhoun.

“Eh,” diye cevapladı Mrs Sugden, “Miss Hare’in biraz değişik bir insan olduğunu inkâr edemem doğrusu.”

Ama postane müdiresi bu sözlerine başka bir şey eklemedi. Kuru bir süngerle oynamaya başladı. En konuşkan anlarında, başlıca konusu olan hava üzerine yetkiyle söz ederken bile, nesnel yaklaşımı tercih ederdi.

Mrs Colquhoun kendi hesabına, Miss Hare’in ufak tefek, çilli, çorabı düşük bir yaratık olduğunu görebiliyordu. Aslına bakılırsa, Mrs Colquhoun postane müdiresinin bu ağzı sıkı huyundan hiç memnun değildi, ama ilelebet böyle kalamazdı, çünkü savaş bitmişti, barış ise daha tam yerleşmemişti.

Miss Hare, güneşin solgun tekerleği altında, nemli ısırgan kokuları arasında, postaneden uzaklaşıyordu. Sabahın inci gibi solgun ışığı, kuzu postu gibi tazeliği, bin yıllık barış dönemini müjdeliyordu, ama, yolla Godbold’ların oturduğu baraka arasındaki paslı kangallar halinde pinekleyen, bekleyen yanık böğürtlen çalıları, düşmanın henüz bütünüyle geri çekilmemiş olabileceğini de akla getiriyordu. Miss Hare geçerken birkaç diken eteğine takıldı, çektiler, çekiştirdiler eteğini; öyle ki, arkası gerildi, yarı kadın, yarı şemsiye.

“Yırtacaksınız,” diye uyardı Mrs Godbold. Bir şey aramak için –kimbilir, çocuk mu, keçi mi, ya da sadece sabah gazetesi mi– yolun kıyısına gelmişti.

“Varsın yırtılsın,” diye cevap verdi Miss Hare. “Ne çıkar bir yırtıktan?”

Önemi yoktu.

Mrs. Godbold iri yarı bir kadındı. Yere bakarak gülümsedi, pek inanmadan, ama hoşlanarak.

“Bir vombat1 gördüm,” diye seslendi Miss Hare.

“Yok canım! Buralarda mı? Vallahi inanmam!” diye cevap verdi Mrs Godbold.

Miss Hare güldü.

“Nasıl bir şeydi?” diye seslendi Mrs. Godbold, gülerek.

Hâlâ gözü otlarda.

“Anlatırım,” dedi Miss Hare, gülerek, ama bir yandan da uzaklaşarak.

Birçok şeyin açıklanmadan kalmasını ikisi de umursamıyordu. Birbirlerinin yüzüne bakmamaları da önemli değildi. Çünkü o anın, ikisinin de bildiğinden fazla bir şey veremeyeceğinin farkındaydılar. Geçmişte bir yerlerde, bu özel ilişki onaydan geçmişti. Miss Hare, kurtardığı eteğiyle yoluna devam etti. Elinin tersiyle bir çitin tahtasına vurdu, babasının kırmızı taşlı yüzüğünün çıkardığı sesi işitmek için.

Böyle oraya buraya vururdu, başka türlü sonu gelmeyecek gibi görünen dönemlere nokta koymak için. Şimdi kurtarıcı tıklamayı işitmişti. Ansızın sessizliğin içinden kopan bir kuşun kanat çırpışını işitti. Biraz şarkı söyler gibi yaptı, ya da ses çıkardı. Yol boyunca –ya da, eskilerin deyişiyle, patika– yani Sarsaparilla’dan Xanadu’ya kadar, bahar başlangıcının seher vaktinde toprak kara ve ıslaktı. Bu düşsel manzarada her zerrecik, hattâ Miss Hare kendisi, belli bir kusursuzluğa katkıda bulunur gibiydi. Bütünü düzeltecek hiçbir şey eklenemedi.

Evet, böyle bir teşebbüse girişmek üzere değil miydi?

Miss Hare yolun ortasında durdu. Postanede de böyle durmuştu, ama o zaman, insanların ondan beklediği ifade vardı yüzünde.

“Bu önemli bir olay, bir fırsat, Mrs Sugden,” demişti.

Miss Hare’in konuşma tarzını hiç anlamayanlar da vardı, ama postane müdiresi alışmıştı artık.

“Ya, öyle mi,” demişti Mrs Sugden, birtakım kâğıtlar ve kullanıla kullanıla neredeyse zamk kesilen zamk kutusunu güzel güzel yerleştirerek.

Sonra beklemişti.

“Evet,” dedi Miss Hare.

Şu münasebetsiz kalemi bulamıyordu, kendi teni gibi uçuk renkli telgraf formlarını bulamıyordu.

“Belli bir ilişki içindeyim. Bir dulla. Melbourne’da. Bir ilân verdim,” dedi ve formları buldu, Xanadu’ya bir hizmetçi buldum.”

“Öyle mi, buna çok sevindim!” dedi Mrs Sugden, sahiden de sevinmişti.

“Kimseye söylemezsiniz, değil mi?” diye sordu Miss Hare.

Nasıl da kızıyordu şu pis kaleme.

“Ah, hayır, hiç söyler miyim!” dedi Mrs Sugden, heyecanla.

“Memur olmak demek, ağzı sıkı olmak demektir.”

Miss Hare düşündü. Postanenin kalemi kâğıdı deliyordu.

“Size anlatayım,” diyerek bildirdi vardığı kararı. “Ama önce şu telgrafı yazmalıyım. Melbourne’a.”

Mrs Sugden beklemesini bilirdi.

“Bir hanım kadın olarak anlatıyor kendini; hem yetenekli hem görgülü.”

“Ah, inşallah öyledir!” diye haykırdı Mrs Sugden, aklına gelen başka ihtimallerle yüzü kızararak. “Bu zamanlarda, hem de aynı çatı altında!”

Miss Hare, telgraf formunun çirkin çölü üzerinde düşe kalka ilerliyordu.

“Hiçbir şeyden korkum yok,” dedi. “Ya da herkesin korktuğu şeylerden.”

“Şüphesiz, başka şeyler de vardır,” diye onayladı Mrs Sugden. Memuriyet hayatında, pek çok deney geçirmiş olmalıydı. Postane memuresi bekledi. Miss Hare’in başında gene o şapka vardı –hasırdan çok, saz gibi bir şeyden örülme pek kaba saba– yaz kış giyerdi bunu ve bazan bir ayçiçeğine, bazan da parçalanıp dağılmak üzere bir sepete benzerdi bu şapkayla. Tezgâhın ötesinden Mrs Sugden şapkanın tepesindeki göbek deliğine benzer kabartıyı görebiliyordu. O kadar kısaydı Miss Hare’in boyu. Bütün görünen şapka ve şapkanın altından çıkmış, kalemle mücadele halinde bir eldi. Kalem direnişe geçmişti görünüşe bakılırsa. Bu şapka nereden peyda olmuştur acaba diye düşündü Mrs Sugden. Bundan başkasını gören, hatırlayan yoktu.

“Hep kuzenim Eustace Cleugh sayesinde,” diyerek söze başladı Miss Hare; nihayet imzayı atmayı da başarmıştı. “Yıllar önce buraya gelmişti. Hatırlamazsınız. Hani bazan insanlar oğullarını Avustralya’daki akrabalarını ziyarete yollar ya. Çok şaşırtıcıydı o zamanlar, Avustralya’ya! İki savaş epey değişiklik yarattı, tabii, bir de yiyecek kolileri. Ama kuzenim Eustace de böyle gelmişti işte. Annem tarafındandır. Banio Downs’daki Fanny Teyze tarafından. Ah, çok güzeldi! Bekârların dairesi doluydu. Şamdanları da hemen her gece yakarlardı. Sonra balolar, Sydney’den çalgıcılar gelirdi. Annem bana konukların arasına çıkmamı söylemişti –genç kızdım o zamanlar; saçımı daha yeni toplamıştım– ama nasıl girerim aralarına? Xanadu’ya gelen bütün o insanları gözetlemem gerek daha. Bir kız vardı –size anlatayım– Helen Antill adında, minicik aynalarla işlenmiş bir elbisesi vardı. Bir gün annemin belki de Miss Antill’i çağırmakla iyi etmediğini söylediğini işittim. Ne onu ne de öbür kızları, diyordu babam; ne de delikanlıları ayrıca. Babam şaka yapmaya bayılırdı. “O zaman yemeğimizi huzur içinde yerdik, dedi, ekmek sosuyla birlikte. Babam fırında tavukla ekmek sosunu severdi, aşçılardan biri de ona özel olarak hazırlardı bu yemeği.”

“Ya?”

“Hem de dövülmüş soğanla!” diye haykırdı Miss Hare.

Mrs Sugden ayak değiştirdi. Hayatının çoğu beklemekle geçmişti.

“Ama durun hele –Kuzenim Eustace, şu gelip giden, nedense annemle babamın pek hoşuna gitmemişti– daha sonra gönüllerini aldığı halde. Ha, tabii, bana da küçük bir gelir bağladı, çünkü kendi durumu iyiydi, oturduğu Jersey Adası’ndan gönderiyordu. Daha annem hayattaydı bu olduğunda. Neyse ki. Çünkü babamın işine bir hal oldu, ben hiç anlayamamıştım ne olduğunu.”

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Yağmurdan Sonra Avrupa ~ Alan BurnsYağmurdan Sonra Avrupa

    Yağmurdan Sonra Avrupa

    Alan Burns

    İsimsiz bir anlatıcının dolaştığı Avrupa toprakları harap haldedir; hem coğrafi hem de ahlaki açıdan çarpıklaşmış, biçimsizleşmiştir. Anlatıcı mesafeli bir ilgiyle, asla umutsuzluğa ya da...

  2. Majestelerin Ejderhası ~ Naomi NovikMajestelerin Ejderhası

    Majestelerin Ejderhası

    Naomi Novik

    FANTASTİKTE YENİ BİR SOLUK VE SIRADIŞI BİR DÜNYA Tarih ve fantastik kurgunun iç içe geçtiği, zekice kurgulanmış, sürükleyici ve nefes kesici bir roma ‘‘Temeraire,...

  3. Gizemli Nehir ~ Cheryl Kaye TardıfGizemli Nehir

    Gizemli Nehir

    Cheryl Kaye Tardıf

    Çok uzaklara gitmek için ne kadar uzağa gidebiliriz? Güney Nahanni Nehrinin tarihi; gizemli ölümlerle, kaybolma hikâyeleriyle ve başsız cesetlerle süslüdür. Ama aynı zamanda insanlığın...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur