Steinbeck’in doğaya ve insana on yaşındaki bir çocuğun gözünden baktığı Al Midilli kendi edebi kariyerinde olduğu kadar Amerikan edebiyatında da bir dönüm noktası.
Salinas Vadisi’ndeki bir çiftlikte anne-babası ve yardımcıları Billy Buck’la yaşayan Jody’nin tekdüze hayatı babasının hediye ettiği al bir midilliyle renklenir. Jody’nin henüz tay olan midilliye binebilmesi için hem tayın büyümesini beklemesi hem de onu eğitmesi gerekir. İnsan doğasının zayıflıklarını ve karmaşıklığını resmetme ustası Steinbeck, kendi çocukluk anılarından esinlenerek kaleme aldığı Al Midilli’de ergenliğin ıstıraplarını gözler önüne seriyor.
“Al Midilli, Steinbeck’in kendi kişisel ve sıradan deneyimlerini ‘sanatın simyası’ aracılığıyla evrensel masallara dönüştürme konusundaki becerisini gösteriyor.”
JOHN TIMMERMAN
“Bir başyapıt … Çocukluğun yürek burkacak kadar gerçek bir tablosu.”
CLIFTON FADIMAN
İÇİNDEKİLER
1 Armağan……………………………………………………………………….7
2 Yüce Dağlar…………………………………………………………….41
3 Vaat…………………………………………………………………………………..57
4 Halkın Lideri………………………………………………………..79
1
Armağan
Billy Buck günün ilk ışıklarıyla barakadan çıktı, verandada bir an durup gökyüzüne baktı. Tıknaz, çarpık bacaklı, pos bıyıklı bir adamdı. Elleri kocaman, avuçları ise geniş ve kuvvetliydi. Derin düşünceler içindeymiş gibi duran ela gözleri nemli, kovboy şapkasının altından çıkan saçları yıpranmış ve diken dikendi. Billy verandada dikilirken hâlâ gömleğini kotunun içine sokuşturmaya çalışıyordu. Kemerini şöyle bir çözüp tekrar bağladı. Kemerdeki her deliğin kenarındaki aşınmış, parlak yerler Billy’nin orta kısmının yıllar içinde nasıl yavaş yavaş genişlediğini gösteriyordu. Billy havaya baktıktan sonra sırasıyla burun deliklerine işaretparmağını dayayıp gürültüyle sümkürdü. Ardından ellerini ovuşturarak ahıra doğru yürüdü. Bölmelerde duran iki binek atıyla yatıştırıcı bir sesle konuşarak onları tımarlayıp fırçalamaya koyuldu. Tam işini bitirdiği sırada evdeki üçgen zilin çaldığını duydu. Billy kaşağıyla fırçayı birbirine tutturup tırabzanın üstüne bıraktı ve kahvaltı için eve yöneldi. Hareketleri öyle bilinçliydi ve zamanı o kadar iyi kullanıyordu ki eve vardığında Bayan Tiflin hâlâ zili çalıyordu. Kadın kır saçlı başını sallayarak onu selamlayıp mutfağa girdi. Billy Buck merdivene oturdu, çünkü o bir sığırtmaçtı ve yemek odasına giren ilk kişi olması uygunsuz kaçardı. Bay Tiflin’in evin içinde ayaklarını yere vura vura çizmelerin içine geçirdiğini duydu.
Zilin tiz sesi Jody adındaki oğlanı da harekete geçirmişti. Daha küçüktü, on yaşındaydı, saman sarısı saçları vardı. Ela gözlerinden mahcubiyet ve kibarlık okunur, düşüncelere daldığı zamanlarda da ağzını oynatırdı. Zil onu uykusundan kaldırmıştı. Kulakları tırmalayan bu sese itaatsizlik etmek aklından bile geçmedi. Tanıdığı hiç kimse bu çağrıya itaatsizlik etmezdi. Dağınık saçlarını gözünün önünden çekti, geceliğini çıkardı. Mavi patiskadan gömleğini ve tulumunu bir çırpıda üzerine geçirdi. Yaz sonu olduğundan, giymekle uğraşması gereken ayakkabılar yoktu elbette. Mutfakta annesinin lavabonun önünden çekilip ocağa doğru gitmesini bekledi. Sonra elini yüzünü yıkadı, saçlarını ıslatıp parmaklarıyla geriye doğru taradı. Lavabonun başından uzaklaşırken annesi sert bir edayla ona doğru döndü. Jody utangaçça gözlerini kaçırdı.
“Gecikmeden kesmem lazım o saçı,” dedi annesi. “Kahvaltı masada. Otur da Billy gelebilsin.”
Jody, yer yer aşınmış beyaz muşamba örtülü masaya oturdu. Yağda yumurtalar servis tabağına ayrı ayrı dizilmişti. Jody tabağına üç yumurta koydu, ardından üç kalın dilim pastırma aldı. Yumurtalardan birinin sarısında dikkatini çeken kan damlasını özenle ayırdı.
Billy Buck içeri girdi. “Bir zararı yok onun,” dedi. “Horozun bıraktığı bir işaret sadece.”
Jody’nin uzun boylu, sert bakışlı babası içeri girdi. Jody döşemedeki seslerden onun çizme giydiğini anlamıştı, ama yine de emin olmak için masanın altına baktı. Babası masanın üstündeki gaz lambasını kapattı, çünkü artık pencereden yeterince ışık giriyordu.
Jody o gün babasının ve Billy Buck’ın at sırtında nereye gideceğini sormadı, ama yanlarında gidebilmeyi çok istiyordu. Babası disiplinli bir adamdı. Jody onun her dediğini sorgusuz sualsiz yapardı. Carl Tiflin oturup yumurta tabağına uzandı.
“İnekler hazır mı, Billy?” diye sordu.
“Aşağıdaki ağıldalar,” dedi Billy. “Onları tek başıma da götürebilirim.”
“Elbette götürebilirsin. Ama insan yanına yoldaş ister. Üstelik boğazın fazlaca kurur.” Carl Tiflin bu sabah pek neşeliydi.
Jody’nin annesi kapıdan başını uzattı. “Ne zaman dönersiniz, Carl?”
“Bilemem. Salinas’ta birkaç adamı görmem lazım. Akşama kadar gelmem herhalde.”
Yumurtayı, kahveyi ve somunları hızla silip süpürdüler. Jody iki adamın peşinden dışarı çıktı. Atlarına binmelerini, altı yaşlı süt ineğini ağıldan çıkarmalarını ve Salinas’a doğru tepeye tırmanmaya başlamalarını izledi. Yaşlı inekleri kasabada satacaklardı.
Onlar tepeyi aşıp gözden kaybolduktan sonra Jody evin arka tarafındaki tepeye tırmanmaya başladı. Köpekler evin köşesinden koşarak çıktı, yüzlerinde haz dolu korkunç bir sırıtışla yaltaklanarak yaklaştılar. Jody başlarını okşadı – kocaman kalın kuyruğu ve sarı gözleriyle Kocabaş, bir çakalı öldüren ama bu sırada bir kulağını kaybeden çoban köpeği Herkül. Herkül’ün sağlam kulağı çoban köpeklerinde görülmemiş ölçüde dik dururdu. Billy Buck bunun hep böyle olduğunu söylemişti. Coşkulu karşılaşmanın ardından köpekler görev bilinciyle burunlarını yere yaklaştırıp önden gittiler. Zaman zaman da başlarını çeviriyor, çocuğun gelip gelmediğini kontrol ediyorlardı. Kümeslerin oraya geldiklerinde bıldırcınların da tavuklarla beraber yemlendiğini gördüler. Belki bir gün koyun gütmesi gerekir diye pratik yapmak isteyen Herkül tavukları biraz kovaladı. Jody yukarı doğru devam ederek boyundan büyük mısırların bulunduğu bostana girdi. Balkabakları henüz yeşil ve ufaktı. İleriye, buz gibi kaynak suyunun borudan yuvarlak bir ahşap yalağa döküldüğü çalılığın kenarına doğru yürüdü. Eğildi ve yeşil yosunlu ahşaba yakın bir yerden kana kana su içti. Suyun en lezzetli yeri burasıydı. Sonra arkasını dönüp çiftliğe baktı: Kırmızı sardunyalarla çevrelenmiş beyaz badanalı ev ve servi ağacının oradaki, Billy Buck’ın tek başına yaşadığı uzun işçi barakası. Jody servi ağacının altındaki kocaman kara kazanı görebiliyordu. Domuzlar burada haşlanırdı. Güneş artık tepenin ardından çıkmış, evlerin ve ahırların beyaz badanası üzerinde parlıyor, ıslak otları usul usul kurutuyordu. Jody’nin hemen arkasındaki çalının içinde kuşlar cıvıldaşıyor, kuru yaprakların arasında epeyce bir hışırtı çıkarıyorlardı; yamaçlardan sincapların tiz çığlıkları geliyordu. Jody çiftlik binalarına göz gezdirdi. Havada bir belirsizlik vardı; bir şey değişmiş, kaybedilmiş ve aşina olunmayan yeni bir şeyler kazanılmış hissi. İki kocaman kara akbaba yere yakın süzülerek yamaçtan inerken gölgeleri de önlerinden hızla ilerliyordu. Civarda bir hayvan ölmüştü. Jody bunu biliyordu. Bir inek ya da bir tavşanın kalıntıları olabilirdi. Akbabalar hiçbir şeyi gözden kaçırmazdı. Her dürüst insan gibi Jody de akbabalardan nefret ederdi, ama onlara bir şey yapılamazdı, çünkü leşleri ortadan kaldırırlardı.
Bir süre sonra çocuk sallana sallana tepeden aşağı indi. Köpekler çoktan ondan umudu kesmiş, kendi işlerine bakmak üzere çalıların arasına girmişlerdi. Bostandan geçerken bir an durup yeşil bir kavunu topuğuyla ezdi, ama ezdiğine pek memnun olmadı. Kötü bir şey yaptığını gayet iyi biliyordu. Ezilmiş kavunu örtmek için üzerine tekmelerle toprak attı.
Eve döndüğünde annesi kaba ellerini yakalayıp parmaklarını ve tırnaklarını kontrol etti. Gerçi okula giderken temiz olmasını sağlamanın pek faydası yoktu, çünkü yolda başına kimbilir neler gelecekti. Kadın çocuğun parmaklarındaki kara çatlaklara bakıp içini çekti, sonra da kitaplarını ve sefertasını verip birkaç kilometre uzaktaki okula yolladı. Bu sabah çocuğun ağzının fazlaca oynadığını fark etmişti.
Jody yolculuğuna başladı. Ceplerini yolda bulduğu minik beyaz kuvars taşlarıyla doldurdu. Her gördüğü kuşu ya da yolun üzerinde güneşlenmeyi fazlaca uzatmış tavşanları taşlayarak yürüyordu. Köprünün oradaki kavşağa gelince iki arkadaşıyla buluştu ve birlikte yürümeye koyuldular. Yürürken komiklikler ve saçma sapan şeyler yapıyorlardı. Okul açılalı daha iki hafta olmuştu. Öğrenciler arasında hâlâ biraz isyan ruhu kalmıştı.
Jody tepeyi aşıp tekrar çiftliğe yukarıdan baktığında öğleden sonra dört olmuştu. Gözleri binek atlarını aradı, ama ağıl boştu. Babası daha dönmemişti. Bunun üzerine adımlarını yavaşlattı, öğleden sonra yapacak bir sürü işi vardı. Çiftlik evinin verandasında annesini çorapları tamir ederken buldu.
“Mutfağa iki çörek bıraktım senin için,” dedi annesi. Jody hemen mutfağa doğru süzüldü. Geri geldiğinde çoktan birinin yarısını bitirmişti ve ağzı doluydu. Annesi o gün okulda ne öğrendiğini sordu, ama ağzından çörek parçaları saçarak verdiği cevabı dinlemedi. Bir noktada da sözünü kesti: “Jody, bu gece odun sandığını tam doldur. Dün gece odunları çapraz koymuşsun ve yarısına kadar bile dolmamış. Bu sefer odunları düzgün koy. Bir de Jody, tavuklardan bazıları yumurtalarını saklıyor ya da köpekler yiyor. Otların arasına gizli yuva yapmışlar mı diye bir bak.”
Jody çöreklerini yiyerek çıkıp işleri yapmaya koyuldu. Darıları attığında bıldırcınlar da inip tavuklarla beraber yemlendi. Nedense babası bıldırcınların gelmesinden gurur duyuyordu. Bıldırcınlar orayı terk eder diye korktuğundan evin civarında ateş edilmesine asla izin vermiyordu.
Odun sandığı dolduğunda Jody 22’lik tüfeğini alıp yukarıya, çalılığın oradaki soğuk pınara yöneldi. Tekrar su içtikten sonra tüfeğini etraftaki her şeye doğrultmaya başladı: kayalara, uçan kuşlara, servinin dibindeki kocaman kara kazana… Ama ateş edemedi, çünkü kurşunu yoktu ve on iki yaşına kadar da olmayacaktı. Babası onun tüfeği eve doğrulttuğunu görseydi kurşunları vermeyi bir yıl daha geciktirirdi. Jody bunu hatırladı ve bir daha tüfeği tepeden aşağı doğrultmadı. Kurşun için iki yıl bekleyecekti zaten. Babasının armağanlarının neredeyse hepsi bazı şartlarla gelirdi ve bu da değerlerini biraz azaltırdı. İyi disiplin böyle bir şeydi.
Babası dönmediği için karanlığa kadar akşam yemeği yemediler. Nihayet Billy Buck’la birlikte döndüklerinde, Jody nefeslerinden o nefis konyak kokusunu aldı. İçten içe sevindi, çünkü babası konyak koktuğu kimi zamanlarda onunla konuşurdu, hatta bazen kendi çocukluğundaki vahşi zamanlarda yaptığı şeyleri anlatırdı.
Yemekten sonra Jody şöminenin başına oturup mahcup, nazik bakışlarıyla odanın köşelerini araştırmaya başladı. Babasının artık baklayı ağzından çıkarmasını bekliyordu, çünkü bir şeyler sakladığını anlamıştı. Ama hayal kırıklığına uğradı. Babası ona sert sert parmağını salladı.
“Artık yatma zamanı geldi, Jody. Yarın sabah bana lazımsın.”
Bu çok kötü değildi. Jody kendisine söylenenleri yapmayı severdi, yeter ki rutine binmesin. Gözlerini yere çevirdi ve aklındaki soruyu sormadan önce biraz ağzını oynattı. “Yarın ne yapacağız, domuz mu keseceğiz?” dedi usulca.
“Boş ver şimdi. Git yat artık.”
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıAl Midilli
- Sayfa Sayısı97
- YazarJohn Steinbeck
- ISBN9789750531392
- Boyutlar, Kapak13x19,5 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİletişim Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- İkiz Taçlar ~ Catherine Doyle, Katherine Webber
İkiz Taçlar
Catherine Doyle, Katherine Webber
İKİ KIZ KARDEŞ. BİR TAÇ. Wren Greenrock, bir gün kız kardeşinin saraydaki yerini elinden alacağını çok iyi biliyordu. Doğduğu andan itibaren, ailesinin katledildiği topraklara...
- Babam Nasıl Fenomen Oldu? ~ Ben Davis
Babam Nasıl Fenomen Oldu?
Ben Davis
Babam kazara internet fenomeni olunca! Ödüllü İngiliz yazar Ben Davis’in kaleminden çıkan Babam Nasıl Fenomen Oldu?, yıkık dökük ailesini yeniden bir araya getirmek ve eski mutlu...
- Güle Güle ~ A.S.King
Güle Güle
A.S.King
“Zekice. Komik ve kesinlikle özel.” Ellen Hopkins “Gerçekten dudak uçuklatan, harika bir kitap. Bayıldım!” Terry Trueman Ölü birinden nefret edebilir misiniz? Onu bir zamanlar...