“Çok zordur konuşmak sevgili ölülerimizle,
Rüyalardan bildiğimiz üzere!
Endişemizi, kırılganlığımızı, utancımızı
Görmezden gelirler. Artık eskisi gibi olmayışları
İnsana fena koyar. Uzak bir savaşta ölen
Okul arkadaşımız, şaşkın değildir bizi
kapısında görmekten;
İşaret eder biraz kaygısız, biraz kederli,
Bodrum katı odasındaki su birikintilerini.”
SOLGUN ATEŞ
“Nabokov dilimizi kullanmayı ve dönüştürmeyi seçmekle, hepimize şeref bahşetmiştir.”
ANTHONY BURGESS
ÖNSÖZ
Beşlik düzende yazılmış, birbiriyle ikişerli olarak kafiyeli dokuz yüz doksan dokuz mısradan ibaret ve dört kantoya bölünmüş epik bir şiir olan Solgun Ateş, John Francis Shade tarafından (doğ. 5 Temmuz 1898, öl. 21 Temmuz 1959), hayatının son yirmi gününde, Amerika Birleşik Devletleri’nin Appalachia bölgesindeki New Wye şehrinde bulunan konutunda yazıldı. Bu kitaptaki metni hazırlarken tamamen sadık kaldığımız, büyük ölçüde son düzeltmeleri yapılmış haldeki elyazması, seksen adet orta boy kartoteks fişinden müteşekkildir. Shade, fişlerin her birinin pembe üst satırını başlıklara (kanto numarası, tarih) ayırmış; on dört mavi satırı, ince uçlu bir kalemle minik harfli, derli toplu, dikkat çekici şekilde temiz bir elyazısıyla şiirinin metnini yazmaya tahsis etmiş, çift aralık verdiği yerlere işaret etmek için bir satır boşluk bırakmış ve yeni bir kantoya başlarken her seferinde yeni bir fiş kullanmış. Eğlenceli kuşlardan, parhelionlardan1 bahseden kısa Birinci Kanto (166 mısra), on üç fişe yazılmış. En sevdiğiniz kısım2 olan İkinci Kanto ile zorlu bir yetenek gösterisi olan Üçüncü Kanto eşit uzunlukta (334 misra) ve her biri yirmi fişi dolduruyor. Dördüncü Kanto birincinin uzunluğunda olup, yine on üç fişe yazılmış; son dört fiş, Shade’in öldüğü gün, son hali verilmemekle birlikte tashihi yapılmış bir elyazmasını hazırlamak üzere kullanılmış.
Sistemli bir adam olan John Shade genellikle, gün içinde tamamladığı belli sayıdaki mısrayı gece yarısı kopyalardı; ama bunları sonradan tekrar kopyalıyorsa bile, ki bazen bunu yaptığını sanıyorum, fişin ya da fişlerin üzerine son düzeltmeleri yaptığı tarihi değil, tashihli metnin ya da nihai düzeltmeleri yapılmış ilk metnin tarihini yazardı. Yani ikinci, üçüncü kere düşünüp hazırladığı metinlerin değil de, asıl yaratının tarihini muhafaza ederdi. Şimdilerde ikamet ettiğim mekânın ön tarafında, çok gürültülü bir lunapark var.
Sonuç olarak elimizde, Shade’in eserine dair bütünlüklü bir takvim bulunuyor. Birinci Kanto, 2 Temmuz günü geceyarısından sonra yazılmaya başlamış ve 4 Temmuz’da tamamlanmış. Şair sonraki kantoyu, doğum gününde başlayıp 11 Temmuz’da bitirmiş. Üçüncü Kanto’ya bir hafta ayrılmış. Dördüncü Kanto 19 Temmuz’da başlamış ve belirttiğimiz üzere, metnin son üçte birlik bölümü (949. ila 999. mısralar), tashihli bir müsvedde halinde kalmış. Bu bölümde son derece kaba bir biçimde kâğıda zarar verilerek silinmiş kısımlar, karmakarışık görünen eklentiler mevcut; son düzeltmeleri yapılmış metnin aksine, fişteki satırları sıkı sıkıya takip etmiyor. Aslında bir kere dibe dalıp, karmaşık sathın altındaki berrak derinliklerde gözlerinizi açmaya kendinizi zorladığınız zaman, her şeyin dosdoğru olduğu anlaşılıyor. Tek bir noksanlı dize, tek bir kesin olmayan okuma yok burada. Bu gerçek, bir Shade uzmanıyla yapılmış gazete mülakatında (24 Temmuz 1959’da) ortaya konan ithamların (elyazmasını görmediğini beyan ettiği şiirin, “bütünlüklü bir metin oluşturmayan kopuk taslaklardan ibaret olduğunu” söylemişti) büyük bir şaire çalışmasını yarım bıraktıran ölüm hadisesine yazıklanmak yerine, huzurunuzdaki editör ve yorumcunun yeterliliğine, belki de dürüstlüğüne çamur atmayı arzulayanların kötücül uydurmalarından kaynaklandığını göstermeye yeter.
Prof. Hurley ve hizbinin bir diğer beyanı, daha yapısal bir meseleye değiniyor. Aynı mülakattan alıntılıyorum: “Hiç kimse John Shade’in, şiirini hangi uzunlukta tasarladığını bilemez; ancak geride bıraktığı metnin, bir camın içinde karanlık şekilde gördüğü kompozisyonun sadece küçük bir bölümü olması ihtimal dışı değildir.” Bu da saçma bir söz! Dördüncü Kanto boyunca kendini belli eden içsel kanıtlar bir yana, Sybil Shade -25 Temmuz 1959 tarihli bir belgedeeşinin “dört bölümün ötesine geçmeye asla niyet etmediğini” onaylamıştı. Shade’in nazarında Üçüncü Kanto, sondan bir önceki bölümdü; ben de onun bir günbatımı vakti gezintisinde, günlük çalışmasını sanki yüksek sesle düşünüyormuşçasına değerlendirirken böyle söylediğini duymuştum; el kol hareketleriyle, mazur görülebilecek şekilde kendine övgü payı çıkararak konuşurken, ağzı sıkı refakatçisi de uzun bacaklarının salınışını pejmürde yaşlı şairin sarsak yürüyüşüne uydurmanın beyhude gayreti içindeydi. Yok, hatta -gölgelerimiz halen bizimle yürürkenşunu iddia edeceğim ki, şiirde yazılmadık tek bir mısra (yani 1000. misra) kalmıştı; bu mısra yazılsaydı 1. mısrayla aynı olacaktı ve birbirine eş iki merkezî bölümün sağlam ve heybetli yapısı, iki yandaki daha kısa bölümlerle birlikte, beş yüzer mısralık iki kanat oluşturarak yapının simetrisini tamamlayacaktı; hay lanet olsun şu müziğe de.
Shade’in birleştirici zihin yapısını ve ahenkli bir denge kurma hususundaki incelikli algısını bildiğimden, yarattığı kristalin yüzlerini, bu kristalin önceden tahmin edilebilir büyüyüşüne müdahale ederek bozacağını hiç sanmıyorum. Bu kadarı yeterli değilse (aslında öyle, yani yeterli), şunu belirteyim: 21 Temmuz akşamı dramatik bir durum yaşadım; zavallı dostumun emeklerinin sona erdiğini ya da neredeyse sona ermek üzere olduğunu, kendi sesinden işittim. (991. dizeyle ilgili notuma bakınız.)
Seksen fişten oluşan bu takım, bir paket lastiğiyle tutturulmuştu; bunların kıymetli muhtevasını son defa inceledikten sonra, lastiği büyük bir ihtimamla tekrar fişlere geçirdim. Ataçla bir araya getirilmiş ve ana takımla aynı sarımsı zarfa konmuş bir düzine fişten oluşan daha ince bir takımda, aynı kafiye sistemiyle yazılmış başka mısralar da var; bunlar ilk taslakların karmaşası içinde, kısa ve zaman zaman puslu rotalarında seyrediyorlar. Shade, ihtiyacı kalmayan taslakları imha etmeyi kural haline getirmişti: Işıl ışıl bir sabah vaktinde onu verandamdan izlediğimi hatırlıyorum; çöp fırınının solgun ışığı önünde durarak bunların bir sürüsünü yakıyor, evin arka bahçesinde kitap yakma seansını gerçekleştirirken, öne eğik başıyla, rüzgârın getirdiği siyah kelebekler arasında duran bir ağıtçı gibi görünüyordu. Ama kullanılmış taslakların cürufu arasında parıldayan kullanılmamış güzel ifadeler sebebiyle, bahsettiğimiz on iki fişi saklamıştı. Belki kararsızca, son düzeltmeleri yapılmış metindeki bazı bölümlerin yerine bu dosyada yer alan güzel kısımları koymayı düşünüyordu veya daha kuvvetli bir ihtimal olarak, falanca edebî süslemeye duyduğu ama şiirin mimarisine ilişkin kaygılarından ya da bu süslemenin Bayan S.’yi rahatsız etmesinden ötürü bastırdığı gizli saklı yakınlık, fişleri imha etmeyi ertelemesine yol açmıştı; ta ki kusursuz şekilde daktilo edilmiş bir metnin mermerimsi kesinliği bunu tasdik edene, yahut en nefis varyant bile elverişsiz ve katışıklı görünene dek. Tevazuyla ekleyeyim; kendisinin ne yapmayı tasarladığını bildiğim için, şiirini bana okuyup tavsiyelerimi almak istemişti.
Şiirle ilgili notlarımda okur, bu yarıda kalmış okumaları bulacaktır. Yerlerini, bitmiş mısraların hemen yanındaki taslaklar göstermekte, yahut en azından ima etmektedir. Bunların epeyi sanatsal ve tarihsel olarak nihai metindeki en iyi kısımların bazılarından daha kıymetlidir bir bakıma. Şimdi, nasıl Solgun Ateş’in editörü olduğumu açıklamam gerekiyor.
Dostumun ölümünden hemen sonra, derin endişeler içindeki dul karısını, ticari çıkar güdenlere ve akademik entrikalar çevirenlere karşı hazırlıklı olması için uyardım, böylelerini bozguna uğratmaya ikna ettim. Bu insanlar eşinin -daha bedeni mezara ulaşmadan güvenli bir yerde bana verilenelyazması etrafında fır döneceklerdi. İmzaladığımız sözleşme, dostumun elyazmasını bana devrettiğini, bu elyazmasını gecikmeksizin, açıklamalarımla birlikte, kendi seçeceğim bir şirketten yayım-latacağımı, yayıncının yüzdesi dışındaki tüm kârın dul eşe aktarılacağını ve basım günü elyazmasının, kalıcı olarak saklanmak üzere Kongre Kütüphanesi’ne teslim edileceğini hükme bağlıyordu. Mukavelemizi adil bulmayan ciddi eleştirmenler varsa, onlara itiraz etmek zorundayım. Bununla birlikte, mukavelemiz -Shade’in eski avukatı tarafından “kötülüklerin enfes bir karışımı” olarak nitelenmiş; başka bir zat da (Shade’in eski temsilcisi) dudak bükerek, Bayan Shade’in titrek imzası “acayip bir kırmızı mürekkeple” mi atıldı merak ediyorum, demiş. Böyle yürekler, böyle beyinler kişiyle bir başyapıt arasındaki gönül bağının ne kadar kahredici olabildiğini kavrayamıyor; hele gözlemcinin, bu duruma bizzat vesile olan kişinin hayran olduğu şey kumaşın ters yüzüyse; kendi geçmişi orada, günahsız yazarın kaderiyle sarmaş dolaş olmuşsa.
Galiba şiirle ilgili son notumda belirttiğim gibi, Shade’in ölümünün yarattığı şok öyle sırları ifşa etti, o kadar çok ölü balığın yüzeye çıkmasına yol açtı ki, hapisteki katille son mülakatımdan kısa zaman sonra New Wye’dan ayrılmak zorunda kaldım. Açıklama bölümünü yazmayı, kimliğimi gizli tuttuğum daha sükûnetli bir ortam buluncaya değin ertelemek zorunda kaldım; fakat şiire dair tatbikî meselelerin bir an önce halledilmesi gerekiyordu. Uçakla New York’a gittim, elyazmasının fotokopisini çektirdim, Shade’in yayıncılarından biriyle mutabakata vardım ve tam sözleşmeyi tamamlayacaktık ki, uçsuz bucaksız bir günbatımının ortasında (dizi dizi skarablardan3 elli kat yukarıda, ceviz kerestesi ve camla kaplı bir hücrede oturuyorduk), muhatabım gayet gelişigüzel şekilde şöyle dedi: “Sizi mutlu edecek bir haber vereyim Dr. Kinbote; Profesör Falanca (Shade kurulunun üyelerinden biri), bu şiirin yayıma hazırlanmasında bize danışmanlık yapmaya rıza gösterdi.”
“Mutluluk” son derece öznel bir şeydir. En gülünç Zembla atasözlerimizden biri şöyle der: Kaybolmuş eldiven mutludur.
Hemen evrak çantamı kilitledim, başka bir yayıncının kapısını çaldım.
Yumuşak, sakar bir dev düşünün; paraya dair bildikleri kamu borcunu oluşturan soyut milyarlardan ibaret bir tarihî şahsiyet düşünün; kol düğmelerindeki Golkonda’nın farkında olmayan sürgün edilmiş bir prens düşünün! Kastettiğim şey (ah, abartılı olacak) dünyadaki en beceriksiz adam olduğum. Böyle biriyle kitap yayıncılığı işindeki ihtiyar bir tilki arasında geçen münasebetler, başlangıçta dokunaklı şekilde tasasız ve samimidir; geniş geniş şakalaşılır, her tür canayakınlık gösterisi girla gider. Şimdiki yayıncım sevgili ihtiyar Frank’le en başta kurduğumuz bu ilişkinin sekteye uğramasına yol açacak bir şey yaşanacağını düşünmek için bir sebep yok.
Frank benim buraya göndermiş olduğum, ilk tashihi yapılmış metnin sağ salim iade edilmesini kabul etti ve benden, Önsöz’de, açıklamalardaki tüm hatalardan benim sorumlu olduğumu belirtmemi istedi – ben de memnuniyetle yapıyorum bunu. Bir profesyonelden önce ekle.5 Bir profesyonel düzeltmen, şiirin basılı metnini, elyazmasının fotokopisiyle karşılaştırdı ve benim kaçırdığım birkaç önemsiz dizgi hatası buldu; dışarıdan aldığım yardım bu kadardı. Sybil Shade’in bana sağlayacağı zengin biyografik bilgilere ne çok ihtiyaç duyduğumu söylemeye lüzum yok; maalesef kendisi New Wye’ı benden de önce terk etti. Şimdi Quebec’teki akrabalarıyla kalıyor. Tabii onunla mektuplaşmak da çok verimli olabilirdi, ama Shade uzmanlarından yakamızı sıyıramadık. Ben onunla ve değişken ruh halleriyle irtibatımı kaybettiğim anda, yaşlı kadının üzerine çullanmak üzere sürüler halinde Kanada’ya gittiler. Bayan Shade, bir ay evvel Cedarn’daki mağaramdan yolladığım ve en çaresizce sorularımı, mesela “Jim Coates”un gerçek adını sorduğum mektubu yanıtlamak yerine, aniden bir telgraf çekerek, Prof. H. (!) ve Prof. C.’nin (!!) kocasının şiirine yardımcı editörlük yap…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Roman (Yabancı)
- Kitap AdıSolgun Ateş
- Sayfa Sayısı286
- YazarVladimir Nabokov
- ISBN9789750512834
- Boyutlar, Kapak13x19,5 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİletişim Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Babalar ve Oğullar ~ Ivan Sergeyeviç Turgenyev
Babalar ve Oğullar
Ivan Sergeyeviç Turgenyev
Turgenyev’in başyapıtı sayılan Babalar ve Oğullar, dünya edebiyatının en önemli klasik eserlerindendir. Turgenyev, geleneksel değerlerin tümünü karşısına alana, kızgın genç adam, nihilist Bazarov karakteri...
- Anahtar Deliğinden Esen Rüzgar ~ Stephen King
Anahtar Deliğinden Esen Rüzgar
Stephen King
Roland ve arkadaşları, ışın demetine doğru süren yolculuklarında yeri göğü birbirine katan, ağaçları köklerinden söken bir fırtınaya yakalanırlar. Fırtınadan korunmak için sığındıkları yerde, Roland...
- Sisle Gelen Yolcu ~ Jean Christophe Grange
Sisle Gelen Yolcu
Jean Christophe Grange
Ben gölgeyim. Ben avım. Ben katilim. Ben hedefim. Kurtulmak için tek çarem var: diğerinden kaçmak. Peki ya diğeri de bensem? Zil sesi şuuruna kızgın...