Granit ve Gökkuşağı, Virginia Woolf’un edebiyat, sanat ve biyografi üstüne yazılarından oluşan titiz ve derli toplu bir seçki.
Yazarın ölümünden sonra kocası Leonard Woolf tarafından hazırlanan Granit ve Gökkuşağı, genç yaşlardan itibaren birçok deneme kaleme alan Virginia Woolf’un külliyatından seçilmiş edebiyat ve biyografi yazılarından oluşuyor. Woolf’un George Meredith’ten Henry James’e, Henrik Ibsen’den Edgar Allen Poe’ya, Walt Whitman’dan Fanny Burney’e birçok yazarın hayatları ve kurmaca eserlerine dair yorumlarını; kadınlar ve kurmaca, coşkulu düzyazı, romanda doğaüstü, Gotik romans gibi başlıklardaki yaratıcı fikirlerini bir bütünlük içinde sunan Granit ve Gökkuşağı, büyük yazarın merakları, arayışları, sanat ve gerçeklik anlayışını geniş bir yelpazede ortaya koyuyor.
“Virginia Woolf’un dehasının düzyazılarına da yansıyan çok güçlü bir tarafı vardır.”
DAVID DAICHES
İÇİNDEKİLER
KİTABA DAİR GÖRSELLER……………………………………………………………………………………….8
KRONOLOJİ……………………………………………………………………………………………………………………….13
ÖNSÖZ / NECDET DÜMELLİ…………………………………………………………………………………..23
Granit ve Gökkuşağı
BİRİNCİ BÖLÜM
KURGU SANATI………………………………………………………………………………………………….29
Dar Sanat Köprüsü………………………………………………………………………………………….31
Kütüphanedeki Saatler……………………………………………………………………………….45
Coşkulu Düzyazı…………………………………………………………………………………………………53
Yaşam ve Romancı…………………………………………………………………………………………… 63
Meredith’i Yeniden Okumak…………………………………………………………………71
Romanın Anatomisi…………………………………………………………………………………………77
Gotik Romans………………………………………………………………………………………………………….81
Romanda Doğaüstü……………………………………………………………………………………….. 85
Henry James’in Hayalet Hikâyeleri…………………………………………….91
Aşırı Duyarlı Bir Akıl………………………………………………………………………………….. 99
Kadınlar ve Kurmaca…………………………………………………………………………………103
Eleştirel Bir Makale………………………………………………………………………………………113
Romanın Aşamaları…………………………………………………………………………………….121
İKİNCİ BÖLÜM
BİYOGRAFİ SANATI………………………………………………………………………………….175
Yeni Biyografi……………………………………………………………………………………………………….177
Anılar Hakkında Bir Konuşma……………………………………………………..185
Sir Walter Raleigh………………………………………………………………………………………….191
Sterne……………………………………………………………………………………………………………………………… 197
Eliza ve Sterne…………………………………………………………………………………………………….207
Horace Walpole…………………………………………………………………………………………………213
Johnson’ın Bir Arkadaşı………………………………………………………………………….221
Fanny Burney’nin Üvey Kız Kardeşi……………………………………..227
Aşk ve Para……………………………………………………………………………………………………………….241
Hayal……………………………………………………………………………………………………………………………….249
Fani Portre……………………………………………………………………………………………………………….255
Poe’nun Helen’ı…………………………………………………………………………………………………..265
Walt Whitman Ziyaretleri……………………………………………………………………271
Oliver Wendell Holmes…………………………………………………………………………….275
Granit ve Gökkuşağı
BİRİNCİ BÖLÜM
KURGU SANATI
Dar Sanat Köprüsü
Çok sayıda eleştirmen sırtını şimdiki zamana dönüp gözünü sabit bir şekilde geçmişe dikmektedir. Şüphesiz akıllıca bir şekilde şu anda yazılan hiçbir şeyle ilgili yorum yapmayarak, bu görevi, unvanları kendilerindeki ve inceledikleri nesnelerdeki geçiciliği ima eden eleştirmenler nesline bırakmışlardır. Ancak bazen insan kendine şu soruyu soruyor: Eleştirmenin görevi her zaman geçmişe bakmak mıdır, gözleri her zaman geçmişe mi çevrili olmalıdır? Bazen arkasını dönüp ıssız adadaki Robinson Crusoe gibi gözlerini ışıktan koruyarak geleceğe bakamaz mı, geleceğin sisleri içindeki, belki bir gün ulaşabileceğimiz toprakların silik çizgilerini izleyemez mi? Bu spekülasyonların gerçekliği elbette ki kanıtlanamaz; ancak bizimki gibi bir çağda bu spekülasyonların cazibesi büyüktür. Bu dönemin, bulunduğumuz yere sıkı sıkıya demirlemediğimiz; etrafımızdaki nesnelerin hızla hareket ettiği ve kendimizi de hareket ettirdiğimiz bir dönem olduğu açıktır. Eleştirmenin görevi nereye gittiğimizi söylemek, en azından tahmin etmek değil midir?
Sorgulamanın kendisini oldukça katı bir şekilde daraltması gerekir; ancak belki de bir tatminsizlik ve zorluk durumunu kısaca ele alıp bunu inceledikten ve aştıktan sonra, hangi yönü takip edeceğimizi tahmin etmek daha da kolay olur.
Birtakım tatminsizliklerin ve zorlukların önümüzde uzandığından haberdar olmaksızın modern edebiyatı çok fazla kişi okuyamaz. Yazarlar dört bir yandan başaramayacakları şeyleri yapmaya kalkışmaktadır; kullandıkları biçimi, bu biçime yabancı bir anlamı içerecek şekilde zorlamaktadır. Bunun için birçok neden öne sürülebilir; ancak biz bir tane seçelim: şiirin, geçmiş birçok nesle hizmet ettiği gibi bizim neslimize hizmet etmedeki başarısızlığı… Şiir, geçmiş nesillere yaptığı gibi bize isteyerek hizmet etmiyor. Büyük miktarda enerjiyi ve dehayı alıp götüren ifade kanalı, görünüşe bakılırsa kendini daraltmış veya başka bir yöne sapmıştır.
Bu elbette ki sadece bazı sınırlar içerisinde doğrudur; çağımız lirik şiir bakımından oldukça zengindir, belki de başka hiçbir dönem bu kadar zengin olmamıştır. Neslimiz ve bizden sonraki nesil için oldukça yoğun, kişisel ve sınırlı olan, coşkunun veya umutsuzluğun lirik haykırışı yeterli değildir. Akıl canavarca, karışık ve kontrol edilemez duygularla doludur. Dünyanın yaşı üç milyar yıldır; insan ömrü sadece saniyeler sürmektedir; ama insan aklının kapasitesi yine de sınırsızdır; yaşam son derece güzel ama tiksindiricidir; bir kişinin hemcinsleri çok güzel ama iğrençtir; bilim ve din kendi aralarında inancı yok etmiştir; tüm birlik bağları kopmuş görünmektedir; yine de biraz kontrol olmalıdır – yazarlar, işte bu şüphe ve çelişki ortamında yaratmak zorundadır. Lirik şiirin güzel dokusunun, bir gül yaprağının bir kayanın sert kütlesini kaplaması gibi bu görüşü içermesinden daha uygun olamaz.
Buna karşın kendimize geçmişte bunun gibi bir tavrı –zıtlıklar ve çatışmalarla dolu bir tavır; bir karakterin diğeriyle çatışmasını ister görünen bir tavır; ancak aynı zamanda bazı genel şekillendirme gücüne ihtiyaç duyan; tüm uyumu ve gücü veren bir kavram– ifade etmeye neyin olanak sağladığını sorarsak bunun lirik şiir türü değil, Elizabeth dönemindeki şiirsel drama türü olduğu cevabını alırız. Bu türün, bugün hiçbir şekilde yeniden dirilme ihtimali olmayan, ölü bir tür olduğu görülmektedir.
Şiirsel oyunun durumuna bakarsak, dünya üzerindeki herhangi bir gücün bu türü canlandırabilmesinin neredeyse imkânsız olduğunu görürüz. Bu tür, en zeki ve hırslı yazarlar tarafından uygulanmıştır ve hâlâ uygulanmaktadır. Dryden’ın ölümünden beri, büyük şairler kurtlarını dökmüş gibi görünmektedir. Wordsworth ve Coleridge, Shelley ve Keats, Tennyson, Swinburne ve Browning (sadece ölmüş şairleri sıralarsak) şiirsel oyunlar yazmış ancak hiçbiri başarılı olamamıştır. Yazdıkları tüm oyunlardan, muhtemelen sadece Swinburne’ün Atalanta’sı ve Shelley’nin Prometheus’u halen okunmaktadır; fakat bu oyunlar da aynı yazarların diğer eserlerinden daha az okunmaktadır. Diğerleri kitaplıklarımızın en üst rafına tırmanmış, başlarını kanatlarının altına koyup uykuya dalmışlardır. Hiç kimse isteyerek bu oyunları uykularından uyandırmayacaktır.
Üzerinde düşündüğümüz geleceği aydınlatmak amacıyla bu başarısızlık için bazı açıklamalar bulmaya çalışmak oldukça caziptir. Şairlerin artık şiirsel oyunlar yazamamasının nedeni, belki de bu yönde bir yerde yatmaktadır.
Hayat duruşu denilen belirsiz ve gizemli bir şey var. Bir an için edebiyattan yaşama döndüğümüzde, varlıkla kavgalı olan, istediklerini asla elde edemeyen mutsuz insanları; bulundukları rahatsız açıdan her şeyi çarpık gören, şaşırmış ve şikâyetçi insanları görürüz. Bazıları ise hallerinden oldukça memnun görünmelerine rağmen gerçekle bağlantıyı kaybetmiş gibi görünmektedir. Tüm sevgilerini ve ilgilerini küçük köpeklere ve eski porselenlere bol bol harcarlar. Kendi sağlıklarındaki değişikliklerden ve toplumsal snopluğun inişlerinden ve çıkışlarından başka hiçbir şeyle ilgilenmezler. Buna karşın, tam olarak neden olduğunu söylemek zor olsa da, önemli şeyler için, yeteneklerini, yaratılışlarından ötürü veya koşullara göre tam olarak kullanabilecekleri bir durumda bulunan insanlar olarak bizi çarpan kişiler vardır. Bu insanların ille de mutlu veya başarılı olmaları gerekmez; ancak varlıklarında bir canlılık, yaptıklarında bir etki bulunmaktadır. Tamamen canlı görünmektedirler. Bu, kısmen şartların sonucu olabilir – kendilerine uygun çevrelerde doğmuş olabilirler; fakat daha büyük bir ihtimalle, kendi özelliklerindeki mükemmel denge sayesinde olmaktadır; böylece şeyleri çarpık, ters veya sis yüzünden bozulmuş bir açıdan değil, dosdoğru ve orantılı bir şekilde görürler; sert bir şeyi sıkı sıkıya tutarlar ve iş eyleme döküleceği zaman gerçekten çok etkili olurlar.
Bir yazarın yaşamı diğerlerininkinden farklı olsa da onun da hayata karşı bir duruşu vardır. Yazarlar da rahatsız bir açıda bulunuyor olabilirler; şaşırmış, hüsrana uğramış ve yazar olarak istediklerine ulaşamamış olabilirler. Örneğin bu, George Gissing’in romanları için doğrudur. O zaman yine kırlara gidip ilgilerini köpeklere ve düşeslere, güzelliklere, aşırı duygusallıklara ve snopluklara bolca harcayabilirler. Bu durum, oldukça başarılı romancılarımızdan bazıları için doğrudur. Yaratılışlarından ötürü veya koşullar nedeniyle öylesine kıdemli olan başka yazarlar da vardır ki bunlar önemli şeyler için yeteneklerini özgürce kullanabilirler. Mesele, hızlı veya kolay yazmalarında veya aniden başarılı ya da ünlü olmalarında değildir. Edebiyatın çoğu büyük döneminde bulunan ve en çok Elizabeth dönemi oyun yazarlarının eserlerinde karşımıza çıkan bir özelliği analiz etmeye çalışalım. Bu edebiyatçıların, hayata karşı bir duruşu olduğu, uzuvlarını serbestçe hareket ettirmelerine olanak sağlayan bir durumda bulunduğu ve farklı birçok şeyden oluşmasına rağmen amaçları doğrultusunda doğru noktada bulunan bir görüşe sahip olduğu görülmektedir.
Bazı durumlarda elbette ki bu, şartların sonucuydu. Toplumun kitaplara değil de oyunlara olan iştahı, kasabaların küçüklüğü, insanları ayıran mesafeler, eğitimli insanların dahi içinde yaşadığı cahillik Elizabeth dönemi hayal gücünün kendisini aslanlarla ve tek boynuzlu atlarla, düklerle ve düşeslerle, şiddetle ve gizemle doldurmasını doğal kıldı. Bu, kolaylıkla açıklayamayacağımız ancak kesinlikle hissettiğimiz bir şeyle kuvvetlendi. Bu yazarların, kendilerini özgürce ve tam olarak ifade etmesine olanak tanıyan bir hayat duruşları vardı. Shakespeare’in oyunları şaşırmış ve hüsrana uğramış bir aklın eserleri değildi; bu oyunlar, düşüncelerinin mükemmel bir şekilde esnek olan zarflarıydı. Bir aksaklık olmaksızın felsefeden bir sarhoş kavgasına, aşk şarkılarından bir tartışmaya, sade bir şenlikten derin bir spekülasyona atlar. Elizabeth dönemi oyun yazarlarının, tümünün canımızı sıkmasına rağmen –can sıkıcı oldukları doğrudur– hiçbir zaman korkmuş veya içine kapanık insanlar olduğunu veya akıllarından geçenleri sakladıklarını, engellediklerini veya tuttuklarını asla hissetmeyiz.
Gelgelelim, modern bir şiirsel oyunu açtığımızda ilk düşüncemiz –bu modern şiir için de çoğunlukla geçerlidir– yazarın içinin rahat olmadığıdır. Yazar korkmuştur, baskı altındadır ve içine kapanıktır. “Peki hangi iyi neden yüzünden!” diye haykırırız; zira hangimiz harmani içindeki bir erkeğin isminin Senokrates olmasından veya battaniye ile örtülen bir kadının isminin Ödoksa olmasından rahat olabilir? Bazı nedenler dolayısıyla modern şiirsel oyunlar her zaman Mr. Robinson değil Senokrates; Charing Cross değil Thessaly hakkındadır. Elizabeth dönemi oyun yazarları dekorlarını yabancı yerlerde kurduklarında, erkek ve kadın kahramanlarını prensler ve prensesler yaptıklarında sahnelerini bir mekândan ince bir tülün ardındaki diğerine kaydırırlardı. Bu, karakterlerine derinlik ve mesafe kazandıran doğal bir yöntemdi. Halbuki ülke yine İngiltere olurdu; Bohemya prensi İngiliz asiliyle aynı kişi olurdu. Ne var ki modern şiirsel oyun yazarlarımız, farklı bir nedenden dolayı geçmişin ve uzak yerlerin örtüsünü arıyor görünmektedirler. Büyüten bir örtü değil, bazı şeyleri saklayan bir perde istemektedirler; çünkü şimdiki zamandan korkmaktadırlar. Beyinlerinde dönen duran düşünceleri, hayalleri, olumlu ve olumsuz duyguları içinde bulunduğumuz 1927 yılına göre ifade etmeye çalışsalar, şiirsel kuralların çiğneneceğinin farkındadırlar; bu kişiler sadece kekeleyip bocalarlar; belki de oturmak veya odayı terk etmek durumunda kalırlar. Elizabeth dönemi oyun yazarlarının ise kendilerine tam bağımsızlık sağlayan bir duruşları vardı; modern oyun yazarının bir duruşu yoktur ya da bu duruş öylesine gergindir ki kollarına ve bacaklarına kramplar girmesine ve görüşünün bozulmasına yol açar. Bu sebeple de hiçbir şey söylemeyen veya kafiyesiz şiirin kurallarıyla söyleyebileceklerini söyleyen Senokrates’e sığınmaktadır.
Ancak düşüncelerimizi daha iyi bir şekilde açıklayabilir mi…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çağdaş Dünya Edebiyatı Deneme
- Kitap AdıGranit ve Gökkuşağı
- Sayfa Sayısı283
- YazarVirginia Woolf
- ISBN9789750536267
- Boyutlar, Kapak13 x 19,5 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİletişim Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Suçtur Umutsuzluğa Kapılmak ~ Cezmi Ersöz
Suçtur Umutsuzluğa Kapılmak
Cezmi Ersöz
Buralarda ölüm çok farklı algılanıyor. Buralarda insanlar ölüme bir son gibi bakmıyorlar. Buralarda hiçbir şey kesintiye uğramıyor. Hayat, ölüm ve çocukluk, her şey kesintisiz...
- Don Kişot ~ Miguel De Cervantes Saavedra
Don Kişot
Miguel De Cervantes Saavedra
Yeni Çağın gerçek anlamda ilk best-sellerı, ince, parıltılı bir espri anlayışının en büyük jonglörü Don Kişotun okurlarla buluşmasının üzerinden tam dört yüz yıl geçti....
- Kişisel Bir Sorun ~ Kenzaburo Oe
Kişisel Bir Sorun
Kenzaburo Oe
Kendini kandırma zehrini bir kez tadan insanlar, bir daha kendilerini asla kurtaramazlar…Büyükşehir ortamındaki yalnızlaşma ve yabancılaşma sancılarından kurtuluşu Afrika gezisi hayallerinde arayan dershane öğretmeni...