Yol, Jack London’ın henüz on sekiz yaşındayken giriştiği çılgınca serüvenin anlatısıdır. Dünyayı keşfetme fikrinin büyüsüne kapılan genç London, işini bırakıp trenlerle binlerce kilometre kat ederek Kuzey Amerika coğrafyasını dolaşır. Yolculuğu sırasında tuttuğu notlarını 1907 yılında Yol adıyla kitaplaştırdığında, ortaya çıkan toplum panoraması okurları derinden etkiler. Serüveni sırasında yazar kimi zaman trenlerde kaçak yolculuk ederek, kimi zaman yürüyerek amaçsızca bu engin coğrafyada mekik dokuyan başıboş gezginlerin, yani “hoboların” arasına karışır. 1890’ların ağır ekonomik krizi sonrası işsiz ve evsiz kalıp yollara düşen hobolar kanunla, açlıkla, soğukla mücadele ederken özgürlüğün nice felsefelerde es geçilmiş biçimlerini de yaşarlar. Yol’da aktardığı dokuz çarpıcı öyküde Jack London özgürlüğün gizli kaynakları ile özgürlüğü arayan insan arasında bir köprü rolü üstlenmiştir.
*
İtiraf
Nevada eyaletinde, birkaç saat boyunca kendisine sürekli, tutarlı ve utanmazca yalan söylediğim bir kadın var. Ondan özür dilemek istemiyorum; benden uzak olsun. Ama açıklamak istiyorum. Maalesef onun ne adını, ne de şu anki adresini biliyorum. Eğer şans eseri bu satırları okursa bana yazmasını umarım.
1892 yazında Reno, Nevada’daydım. Panayır zamanı olduğu için dolandırıcılarla, madrabazlarla, küçük hırsızlarla ve kumarbazlarla dolu kasabada koca bir de aç hobolar sürüsü vardı. Kasabayı “aç” bir yerleşime dönüştüren şey, bu avarelerdi. İnsanlar tamamen cevap vermez hale gelene kadar, yiyecek istemek için evlerin arka kapılarını “dövüp durdular”.
Hoboların o zamanki deyişiyle, “tıkınmak” için zor bir kasabaydı. Her ne kadar birinden geri çevrilince “paket” veya “sofra daveti” almak için bir sonraki evin “kapısını dövdüysem,” ya da “bir çeyreklik” istemek için sokakta “dilenme seferine çıktıysam” da kursağıma bir şey gitmeden çok öğün geçirdiğimi iyi hatırlıyorum.* O kasabada o kadar dara düşmüştüm ki bir gün bir vücut hareketiyle kamarottan sıyrılıp iş seyahatindeki bir milyonerin özel vagonuna baskın verdim. Vagonun sahanlı-ğına çıktığım anda tren hareket etti. Kamarot hemen arkamda, tam beni yakalamak üzereyken milyonerin yanına vardım. Yarışta kamarotla berabere kaldık sayılır çünkü o beni yakaladığı anda ben de milyonere ulaşmıştım. Formalitelere vaktim yoktu. “Açım. Bana bir çeyreklik ver,” deyiverdim. Gözlerime inanamıyordum, milyoner elini cebine attı vee… çıkara çıkara tam olarak bir çeyreklik çıkardı, uzatıp bana verdi. Tahminime göre o kadar şaşkına dönmüştü ki otomatik olarak kendisine söyleneni yaptı. O gün bu gündür adamdan neden bir dolar istemedim diye pişmanlık çekerim. Kesin verirdi. Sonrasında vagonun sahanlığından kendimi sarkıtıp yere bırakacağım sırada kamarot da suratımı tekmelemek için hamle etti. Iskaladı. Hareket halindeki trenin sahanlık merdiveninin en alt basamağından vücudunu sarkıtarak kendini yere bırakacağı anda sahanlığın üstündeki öfkeli Habeş’in 45 numaralı pabucunu tatmamak için kafasını geri atarken bir yandan da boynunu kırmamaya çalışan insan, feci uygunsuz bir durumda kalmış oluyor. Ama çeyrekliği almıştım ya! Bendeydi ya!
Utanmazca yalan söylediğim kadına dönersek… Reno’daki son günümün akşamıydı. Yarış alanına gidip yarışan atlara bakayım derken yemeğimi, yani öğle öğününü kaçırmışım. Açtım. Ayrıca kasabayı benim gibi aç fanilerden kurtarmak amacıyla yeni bir halk güvenlik komitesi kurulmuştu. Hobo kardeşlerimin çoğu Kanun Abi* tarafından toplanmıştı. Zaten ben de Sierra Dağları’nın soğuk zirvelerini aşarak kulağıma kadar gelen güneşli California vadilerinin çağrısını duyuyordum. Reno’nun tozunu üstümden silkmek için yapmam gereken son iki şey kalmıştı. Biri, o gece Omaha’dan gelip batıya devam eden uzun mesafeli trenin1 kör vagonuna kapağı atmaktı. Diğeri ve asıl öncelikli olanıysa yiyecek bir şeyler bulmaktı. Kar duvarlarının ve dehlizlerinin arasından, göklere yükselen dağlardaki bitmek tükenmek bilmez karların içinden geçerek yapılacak ve gece boyunca sürecek bir yolculuğa çıkarken, gençlik bile duraksayacaktır.
İşin zor kısmı da işte bu yiyecek konusuydu. Bir düzine evden “yüz geri” edilmiştim. Bazısında aşağılayıcı yorumlarla karşılanmış, demir parmaklıklı konukevinde misafir edilirsem layığımı bulmuş olacağım konusunda bilgilendirilmiştim. En kötüsü de bu değerlendirmelerin tamamen gerçek olmasıydı. O gece batıya gidecek olmamın nedeni de buydu zaten. Kanun Abi sokaklarda geziyor, demir parmaklıklı konukevine buyur etmek için büyük bir hevesle açları ve evsizleri arıyordu.
Başka evlerde de yiyecek istemek amacıyla kibarca ve utana sıkıla yaptığım ricaları yarıda keserek kapılar suratima çarpıldı. Bir evde kapıyı bile açmadılar. Ben verandada durup kapıyı çalınca pencereden bana baktılar. Hatta o evden yiyecek bir şey kopartamayacak olan avareyi görsün diye bir tosuncuk oğlancığı başlarının üstüne kaldırdılar.
Görünüşe göre yiyecek bulmak için yoksullara gitmek zorundaydım. Aç gezgin için en son ve en emin yardım kaynağı, yoksullardır. Onlara her zaman güvenebilirsiniz. Açları asla geri çevirmezler. Çeşitli zamanlarda, ABD’nin çeşitli yerlerinde, tepenin üstündeki malikaneden yiyecek verilmeden geri çevrilmişliğim olmuştur ama derenin kenarında veya bataklığın köşesinde bulunan, kırık pencereleri paçavralarla kapatılmış, bezgin suratlı hanımı çalışmaktan yorulmuş küçük kulübeden her zaman bir aş, bir ekmek almışımdır. Sizi yardımseverlik tellalları sizi! Gidin de yoksullardan öğrenin çünkü asıl yardımseverler onlardır. Ellerindeki fazlayı vermek veya kendine saklamak diye bir şey yoktur onlarda. Ellerinde fazla yoktur da ondan. Kendilerine lazım olur diye asla saklamadan ellerindekini verirler ki genellikle de feci halde lazım olur. Köpeğe kemik vermek yardımseverlik değildir. Yardımseverlik, o köpek kadar aç olduğunda bile kemiği onunla paylaşmaktır.
Özellikle o akşam beni yüz geri eden bir ev vardı. Verandanın penceresi yemek odasına bakıyordu ve ben de bir adamın börek yediğini görüyordum; kocaman bir kıymalı börekti. Açık kapının önünde durduğum için adam bir yandan yemeye devam ederken bir yandan da benimle konuşuyordu. Gönenç içindeydi ve yaşadığı bolluk dolu hayatla birlikte, kendinden talihsiz kardeşlerine karşı içinde bir kızgınlık gelişmişti.
Yiyecek istemek için yaptığım konuşmayı keserek “Senin çalışmak istediğine inanmıyorum,” diye şarladı.
Yahu, ne ilgisi var… İş istemiş falan değildim. Gündeme getirdiğim konu “yiyecek” idi. Hakikaten iş de istemiyordum. Sadece o gece batıya gidecek uzun mesafeliye binmek istiyordum.
“Fırsat bulsan da çalışmazsın sen,” diye efelendi. Karısının uysal yüzüne bir bakış atınca şu Kerberos* orada dururken bana faydasının dokunmayacağını anladım. Kerberos ise böreğe öylesine yumulmuştu ki eğer bir parçasını istiyorsam adamın gönlünü etmem gerektiği belliydi. Böylece içimi çektim ve adamın iş ahlakını kabul ettim.
“Tabii ki çalışırım,” diye kurusıkı salladım. “İnanmıyorum,” diye homurdandı.
“Deneyin,” diye blöfümü devam ettirdim.
“Peki bakalım. Yarın sabah şu şu sokakların (adresi unutmuşum) köşesine gel. Yanmış binayı görürsün. Sana oradaki tuğlaları atma işi vereceğim.”
“Peki efendim, orada olacağım.”
Homurdanarak yemeğe döndü. Ben bekledim. Birkaç dakika sonra, sen daha burada mısın ifadesiyle başını kaldırdı ve sordu:
“Eee?”
“Şey… yiyecek bir şey verirsiniz diye bekliyorum,” dedim kibarca.
“Çalışmayacağını biliyordum işte,” diye kükredi.
Haklıydı elbette ama kurduğu mantıktan çıkmayacağı için bu sonuca ancak zihin okuma yöntemiyle ulaşmış olabilirdi. Bense adamın ahlakını nasıl kabul ettiysem mantığını da kabul ettim; birinin kapısında dileniyorsanız, alçakgönüllü olmalısınız.
Yine nezaketle, “Görüyorsunuz ki açım,” dedim. “Yarın sabaha daha da aç olurum. Bütün gün tuğlaları oradan oraya atarken nasıl acıkacağımı da düşünün. Bana şimdi yiyecek bir şeyler verin ki o tuğlaları atmaya gücüm olsun.”
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıYol
- Sayfa Sayısı184
- YazarJack London
- ISBN9786254298189
- Boyutlar, Kapak12.5 x 20 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİş Bankası Kültür Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu ~ Stefan Zweig
Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu
Stefan Zweig
Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu ; Stefan Zweig’ın 1922 tarihli bu novellası, saplantılı aşk üzerine yazılmış en çarpıcı metinlerden biridir. Hayatı boyunca kendisinin farkında bile...
- Beden Çalanlar ~ Guillermo del Toro, Chuck Hogan
Beden Çalanlar
Guillermo del Toro, Chuck Hogan
“PAN’IN LABİRENTİ yönetmeninden fantastik bir gerilim romanı…” FBI’ın kadın ajanlarından Odessa Hardwicke’ın yaşamı, azgın bir katilin peşindeyken başına gelen akıl almaz bir olayla tamamen...
- Hayaletin Cadıları ~ Joseph Delaney
Hayaletin Cadıları
Joseph Delaney
Yoksa kulaklarınızın zarını delmeye çalışan bu dehşet verici çığlık Öcü Cadısı’ndan mı geliyor?.. Hiç merak ettiniz mi, Hayalet sivri burunlu ayakkabılar giyen kızlara neden güvenmez?...