“Âkif ’ten Emanetler”de, Mehmed Âkif Ersoy’un 1936’da Mısır’dan ayrılırken yakın dostu Müderris İhsan Efendi’ye emanet ettiği başta Kuran Meali olmak üzere bazı evrak, şiir müsveddeleri ve mektupları gün yüzüne çıkarken şairin Mısır’daki hayatının bilinmeyen yönlerine de ışık tutuluyor.
Üç bölümden oluşan kitapta ilk olarak Mehmed Âkif’in hayatının son on yılı boyunca üzerinde çalıştığı Kuran Meali’nin yazılı olduğu defter inceleniyor. Ardından Safahat’ın yedinci kitabı olan “Gölgeler”in yazıldığı defterler ve müsveddeler ele alındıktan sonra üçüncü bölümde dostlarının şaire gönderdiği mektuplara yer veriliyor.
Mehmed Âkif’in Müderris İhsan Efendi’ye bıraktığı emanetler ve kendisi hakkında yayımlanan birinci el kaynaklar üzerinden şairin Mısır’daki yıllarının incelendiği kitap, edebiyat tarihçileri için değerli bir kaynak niteliği taşıyor. Şairin ailesine ve dostlarına ait zengin bir fotoğraf arşivini de içeren bir kitap Âkif ’ten Emanetler.
İçindekiler
Önsöz • 7
Kısaltmalar • 9
Birinci Bölüm
Mehmed Âkif’in Son Yılları ve Kuran-ı Kerim Meali
1. Kendi Kaleminden Mehmed Âkif’in Hayat Hikâyesi (1873-1936) • 13
2. Milli Mücadele Kahramanı ve İstiklâl Marşı Şairi (1919-1923) •16
3. Kuran Tercümesi / Meali •28
4. Mısır’a Son Gidiş (1925) •37
5. Âkif’in Mısır’daki Hayatı •43
6. Gurbet ve Uzlet Yıllarında Kendi Sözleriyle Mehmed Âkif • 51
a. Mektuplarda Kuran Meali • 52
b. Âkif’ten Ailesine Mektuplar • 60
c. Arkadaşlara, Öğrencilere ve Diğer Şahıslara Mektuplar •71
7. İstanbul’a Dönüş ve Kuran Meali Hakkındaki Tutumu • 89
8. Âkif’in Vefatı ve Meal’in Serencamı • 99
a. Kurtulan Defterin Hikâyesi •112
b. Tek Meal Üç Nüsha •114
c. Üç Nüshanın Karşılaştırılması •117
İkinci Bölüm
Âkif’in Emaneti Şiir Defterleri
Safahat’ın Yedinci Kitabı Gölgeler’in Müsveddeleri • 129
Üçüncü Bölüm
Mektuplar
1. Mehmed Âkif’e Mektuplar • 143
Abbas Halîm Paşa • 145
Prenses Emine Halîm Hanım • 147
Şerif Mehmed Muhiddin [Targan] • 166
Ali Rifat Çağatay • 181
Ali İlmî Fânî • 187
Mithat Cemal Kuntay • 201
Hasan Basri Çantay •205
Prenses Zeynep Tevhîde Hanım • 209
İbrahim Emîn [El-Şevaribî] •211
2. İthaflar • 216
3. Ali Ekrem Bolayır’ın Mektupları • 219
Ekler
Ek 1. Meal Defteri • 226
Ek 2. Âkif’in El Yazısıyla İstiklal Marşı • 299
Ek 3. Mukavelenâme Sureti • 303
Ek 4. Elmalılı Hamdi Efendi’nin Kuran Tefsiri’nden Bir Örnek • 310
Ek 5. Safahat’ın Yedi Kitabı ve Yayım Tarihleri Listesi • 311
Ek 6. Safahat’ın Yedinci Kitabı Gölgeler’deki Şiirlerin Listesi • 312
Ek 7. Safahat’ın Yedinci Kitabı Gölgeler’de
Bulunmayan Şiirlerin Listesi • 315
Ek 8. Ali İlmî Fânî’nin Şiirleri (Faksimile/Tıpkıbasım) • 316
Ek 9. Mithat Cemal’in Şiirleri (Faksimile/Tıpkıbasım) • 320
Bibliyografya • 324
Önsöz
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun yüzüncü yıl dönümünün kutlandığı bugünlerde, Milli Mücadele sırasında ordunun muharebelerde maneviyatını yükselten, milletin yekpare bir vücut olarak savaşan ordunun arkasında bulunmasını sağlayan manevi kahramanların başında şair Mehmed Âkif’in geldiği hiçbir zaman göz ardı edilemez. Mehmed Âkif vatanın işgalinin akabinde halkı coşturmak ve düşmana karşı bilinçlendirmek için faaliyetlere başlamış ve Mustafa Kemal Paşa’nın daveti üzerine TBMM’nin açılışını takip eden günlerde Ankara’ya gitmiştir. Milletvekili de seçilerek daha güçlü ve yüksek perdeden manevi cephede önemli hizmetlerde bulunmuş ayrıca Anadolu’nun çeşitli şehir ve kazalarını dolaşarak halka hitap etmiştir. Bu arada Ankara hükûmetinin milletin iç ve dış istiklali uğrunda giriştiği mücadeleleri ifade ve terennüm etmek için açmış olduğu İstiklal Marşı yazma yarışmasına önce katılmamış fakat daha sonra ısrarlar üzerine düşman işgalinin en zor zamanlarında İstiklal Marşı’nı yazmıştır. Bu marş çok beğenilmiş ve TBMM’de alkışlarla kabul edilmiştir. Savaşın zaferle taçlanmasından sonra Âkif’ten Kuran-ı Kerim’i tercüme etmesi istenmiş ancak kendisinin bunu yapacak yetkinlikte olmadığı, “Kuran’ı tercüme etmek için ya çok âlim ya da çok câhil olmak lâzım” düşüncesiyle reddetmiştir.
Fakat büyük ısrarlar üzerine 1925 yılı sonunda bu vazifeyi kabul etmiştir. Yakın dostu ve hamisi Mısırlı Abbas Halîm Paşa’nın her yıl yaptığı seyahatlere katılan Âkif, 1925 yılı sonlarında bir daha dönmemek üzere Mısır’a gitmiştir. İstiklal Marşı’nda
Cânı cânânı bütün vârımı alsın da Hudâ
Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ
beyitiyle Allah’a yakarmış olan Âkif, hayatının son on bir yılını zannedilenin aksine ne yazık ki bu kitapta tafsilatlı olarak incelendiği üzere vatancüdâ olarak çeşitli maddi ve manevi sıkıntılara maruz kalarak yaşamıştır.
el-Ezher’de dinî ilimler tahsil etmek niyetiyle yola çıkmış olan müderris namzeti Yozgatlı İhsan Efendi, 1924’te çıktığı Mısır yolculuğu esnasında Mehmed Âkif’le aynı gemide seyahat edenlerden biriydi. Sonraki yıl Âkif de Mısır’a yerleşince, İhsan Efendi kendisinin en yakın dostu ve sırdaşı olmuştu. Âkif’in İhsan Efendi için söylediği “Sen olmasaydın ben bu gurbet ellerde ne yapardım?” cümlesi dostluklarının en veciz ifadesidir. Âkif 1936’da hastalığı ilerlemiş vaziyette Mısır’dan ayrılırken başta Kuran-ı Kerim Meali olmak üzere birtakım evrak, şiir müsveddeleri ve kendisine gönderilmiş mektupları İhsan Efendi’ye emanet etmişti. Bu belgeler bu kitapla gün yüzüne çıkmış bulunuyor ve görüleceği gibi Âkif’in Mısır’da meşakkatlerle geçmiş hayatının bilinmeyen yönlerine ışık tutuyor.
Elimizdeki belgeleri kitabımızda üç kısımda inceledik. Bunların birincisi Kuran-ı Kerim Meali’nin yazılmış olduğu defterdir ve bunun faksimilesi kitabın ekler bölümünde bulunmaktadır. İkinci kısımda Safahat’ın Yedinci Kitabı olan Gölgeler’in Âkif Bey’in el yazısıyla yazdığı defterler ile müsveddeleri bu çalışmayla Âkif uzmanları ile edebiyat tarihçilerinin dikkatlerine sunulmaktadır. Üçüncü bölümde ise Âkif’e dostlarından gönderilmiş olan mektupların bugünkü alfabeye aktarılmış metinleri bulunmaktadır.
Âkif’in son yıllarını çok şeffaf ve ayrıntılarla anlatan bir biyografi parçası olan bu çalışmamızın tamamlayıcısı olarak kendisinin 1936 yılı Haziran ayında hasta yatağında yazmış olduğu, şahsı ve ailesi hakkında kısa malumat verdiği ve fazla bilinmeyen fakat kanaatimizce çok önemli olan otobiyografiyi de kitabın başına yerleştirerek okuyucuların dikkatine tekrar sunmuş buluyoruz. Milli Mücadele esnasında tek yumruk hâlinde olan Türk aydınlarının arasında savaşın zaferle sonuçlanması ve düşman askerinin denize dökülmesinden sonra çıkan siyasi ve fikrî ihtilaflar ve Mehmed Âkif ile çevresinin bu yeni dönemde nasıl tavır aldıkları ve neler düşündükleri aralarındaki mektuplaşmalardan belli ölçüde takip edilebilmektedir. Bu bakımdan bu mektuplar başka kaynaklarda görmediğimiz bilgileri ihtiva etmektedir. Âkif’in TBMM birinci dönemindeki vazifesini tamamladıktan sonra Ankara’dan ayrılıp İstanbul’a döndüğü ve daha sonra Mısır’da geçirdiği yıllar ana kaynaklara dayanılarak çok fazla incelenmiş değildir. Biz bu kitapta Âkif’in gurbet yıllarını iki temel kaynağa dayalı olarak inceliyoruz. Birincisi Mısır’dan ayrılırken (1936) dostu Müderris İhsan Efendi’ye bıraktığı emanetler ile son yıllarda kendisi hakkında yayımlanmış olan birinci el kaynaklardır. Bu eserin hazırlığı esnasında, biyografilerin yazımında teati edilen mektupların önemi çok açık bir şekilde kendini belli etmiştir. Yani başka bir ifadeyle biyografisi yazılan kişinin iç dünyasının yansıtılması ve bulunduğu ruh hâlinin ortaya çıkarılmasında mektupların kaynak olarak kullanılmasının birinci derecede önemi görülmüştür. Eminim ki son dönemde Âkif ile ilgili yayımlanan, hayatının değişik dönemlerine ait dostları ve aile efradı ile karşılıklı mektuplaşmaları ışığında farklı bir Âkif biyografisi ortaya çıkacaktır. Âkif’in aile fertleri ve dostları konusundaki zengin fotoğraf arşivini bize açan sayın Mehmed Rûyan Soydan Bey’e en candan teşekkürlerimizi sunarız. Tarihimizi ve kültürümüzü şekillendiren önemli şahsiyetler ve eserleri hakkında ilmî yaklaşımla, yeni belgeler ışığında yeni değerlendirmeler yapılması ihtiyacının aşikâr olduğu bu günlerde, kitabımızın Âkif çalışmalarına mütevazı bir katkı sağlamasını temenni ederiz.
Ekmeleddin İhsanoğlu
23 Eylül 2023
Birinci Bölüm
Mehmed Âkif’in Son Yılları ve
Kuran-ı Kerim Meali
1
Kendi Kaleminden Mehmed Âkif’in Hayat Hikâyesi (1873-1936)
Babam, İpekli Tahir Efendi merhumdur. Kendisi İpek’in Şuşisa köyündendir. Tahir Efendi’nin babası Nurüddin Ağa’dır. Nurüddin Ağa ümmîdir ve halis Arnavud. Babam Tâhir Efendi, Fatih müderris ve mücizlerindendi. Vefatı, Arabî 1305’tedir [1888]. Annem Hâcce Emine Şerîfe Hanım’dır. On sene evvel öldü. 90 yaşına kadar yaşadı. Babası, Buharalı Mehmed Efendi’dir. 100-105 sene kadar evvel, Buhara’dan Anadolu’ya Hekim Hacı Baba isminde biri geliyor. Boyabat’tan evleniyor. Sonra karısını alıp Tokat’a gidiyor. Benim annemin annesi Tokat’ta dünyaya geliyor, orada büyüyor ve yine Buhara’dan gelen tacir Mehmed Efendi ile evleniyor. Annem bu izdivacın mahsulüdür. Bu suretle annem, hem baba, hem ana tarafından Buharalı oluyor. Annem, çok hassas bir kadındı. Babam da öyle idi. Şiir söylemezlerdi, fakat şiir ve inşâda âşıktılar.
Ben İstanbul’da, Fatih’te Sarıgüzel’de 1290 Arabî senesinde [1873] doğmuşum.2 İlk tahsilime Fatih’te Emir Buhârî mahalle mektebinde dört yaşında başladım. Daha sonra Fatih’te muvakkithanenin yanındaki iptidâî mektebine devam ettim. Babamdan da Arabî öğrenmeye devam ediyordum. Rüşdiye tahsilimi Fatih Merkez Rüşdiyesinde yaptım. Buradaki hocalarımdan en değerlisi, son sınıfta kendisinden Türkçe okuduğum Hoca Kadri Efendi’dir (ö. 1918). Hoca Kadri Efendi, devrinin hürriyetçi şahsiyetlerindendi. Evvela Mısır’a kaçtı, orada Kanun-ı Esâsî gazetesini çıkardı. Sonra Paris’e gitti, Umumî Harb’in ortalarına kadar orada yaşadı. Aslen Hersekli idi. İlmen ve ahlaken çok yüksek bir zattı. İngiliz Kerim Efendi’den (ö. 1886), Hoca Tahsin Efendi’den (ö. 1881) okumuştu. Arapça, Acemce ve Fransızcası çok kuvvetli idi. Şahsiyetini hâlâ unutamam.3 O çapta bir adamın tek nasihati bile insanın hayat istikametini değiştirir.
Rüşdiye tahsil devremde babamdan öğrendiğim Arapça ve hususi ders aldığım Esad Dede’nin (ö. 1911) himmeti ile Farsçam kuvvetlendi. Mesnevi, Hâfız Dîvânı, Gülistân gibi muhalledatı okuyordum. Fransızcamı da kendi kendime ilerletiyordum. Mektepte, dört lisanda (Türkçe, Arapça, Farsça, Fransızca) birinci idim. Şiiri çok seviyordum. İlk okuduğum şiir kitabı, Fuzulî’nin (ö. 1556) Leylâ ve Mecnûn’u idi.
İlk idadî terbiyemi veren ev ve mahalle, iptidâî ve rüşdî tahsilde aldığım telkinler olmuştur. Bilhassa evin bu hususta tesiri büyüktür. Annem, çok âbid ve zâhid bir hanımdı. Babam da öyle. Her ikisinin de dinî salâbetleri vardı. İbâdetin vecdini, zevkini, heyecanını tatmışlardı. Rüşdiyede vezinsiz, kafiyesiz özenme kabilinden manzum parçalar karaladım. Rüşdiyeyi bitirince pederim mektep ve meslek tercihini bana bıraktı. Ben de o zaman revaçta bir mektep olan Mülkiyeyi tercih ettim, üç senelik idâdî kısmını muvaffakiyetle tamamlayarak âlî kısmına geçtim. Bir sene sonra babamın ölümü, biricik dayancımız olan evimizin yanması üzerine zaruret içinde kalmıştım. İki sene sebat edip Mülkiyeyi bitirmek kabildi. Lâkin o aralık Mülkiye mezunlarına ya hiç vazife vermiyorlar yahut pek az maaşla tayin ediyorlardı. Bu yıl, Mülkiye Baytar Mektebi açılmıştı. Birkaç arkadaş “- Bu mektep yenidir, bitirenlere iş verirler…” düşüncesiyle oraya girdik. İki senesi gündüzlü, iki senesi geceli olan Baytar Mektebini de birincilikle bitirdim. Bu senelerde şiirle de uğraşıyordum. Hocalarımızın çoğu doktordu. İçlerinde Bakteriyoloji muallimi Rıfat Hüsameddin Paşa4 (ö. 1922) gibi kıymetli hocalar vardı.
Yüksek tahsilimi bitirdikten sonra hafız oldum.
Beden terbiyesine çok meraklı idim. Güreşe girdim. Kısbet ve zeytinyağlı güreşlerimi, Çatalca köylerinde yaptım. Güreşte üstadım, meşhur Kıyıcı Hacı Osman Pehlivandı. Yüzmek, atlamak, taş atmak, koşmak gibi bedenî mümareselerle meşgul oldum.
Mektebi bitirince birinci olan beni ve ikinci olan Simon isimli bir Ermeni gencini, Ziraat Nezareti Umur-ı Baytariye Şubesine tayin ettiler. 750 kuruş maaş alıyordum. Üç, dört sene kadar Rumeli’de, Anadolu’da, Arabistan’da vazifeler gördüm, köylü ile yakın münasebetler kurdum, onları tanıdım.
En son memuriyetim Umur-ı Baytariye müdür muavinliğidir. Bir taraftan Halkalı Ziraat Mektebinde kitabet, Dârülfünûn’da Edebiyat dersleri veriyordum. Balkan Harbi’nden sonra Ziraat Nezaretindeki memuriyetimle Dârülfünûn’dan istifa ederek çekildim. Umumî Harp’te Teşkilât-ı Mahsûsa namına Almanya’ya, daha sonra yine siyasi vazifelerle Medine ve Necid’e gittim. Siyasi hayatla alakam bu vazifelerledir. İstiklâl Harbi devresinde, Birinci Büyük Millet Meclisinde Burdur mebusu idim.
İlk şiirlerim, 1313 senesinde [1896] Resimli Mecmua’da çıktı. Mevzuları ahlaki, dinî, pek azı garamî idiler. İlk şiirlerimde birkaç şairi kendime numune olarak almıştım. Bunların başında Ziya Paşa (ö. 1880) gelir. [Muallim] Naci’den (ö. 1893), Namık Kemal’den (ö. 1888), [Abdülhak] Hâmid’den [Tarhan] (ö. 1937) çok müstefid oldum. Babam, sarf ve nahvi [grameri] kuvvetli öğretmişti. Onun için şerhli edebî eserleri kolaylıkla okuyabiliyordum. Arap edebiyatından edindiğim en büyük istifade, gerek Arapların, gerek diğer İslâm ulemasının Arapçaya verdikleri kıymet ve ehemmiyeti anlamış olmamdır. Her kelime için nasıl uğraştıkları malumdur. Bence iki şey mukaddestir: Din, dil. Din, bütün kudsî duyguları, düşünceleri insana telkin eder. Bu düşüncelerin, duyguların mümkün olduğu kadar tebliğ vasıtası da dil’dir. Fransız şairlerinden [Victor] Hugo (ö. 1885), [Alphonse de] Lamartine (ö. 1869) ile klasiklerle meşgul oldum. [Alphonse] Daudet (ö. 1897) ile [Émile] Zola (ö. 1902) beni cezbetti.
Meşrutiyetin ilanından sonra çıkan Sırat-ı Müstakîm mecmuası mümessilleriyle olan münasebetim dolayısıyle bu mecmuaya yazmaya başladım. Manzum, mensur bütün şiir ve yazılarım Sırat-ı Müstakîm –Sebilürreşad mecmuasında intişar etmiştir.
2
Milli Mücadele Kahramanı ve İstiklal Marşı Şairi (1919-1923)
Mehmed Âkif, 1918 yılı sonunda Birinci Dünya Savaşı bittiğinde İstanbul’da bulunuyordu. Eşref Edib Bey [Fergan] (ö. 1971) ile birlikte çıkardıkları Sebilürreşad’da5 yazıları yayımlanıyor aynı zamanda Şeyhülislamlığa bağlı dinî-akademik bir kuruluş olan Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiye’nin başkâtipliğini6 yapıyordu. Savaşın bittiğini ilan eden Mondros Mütarekesi’nin (30 Ekim 1918) imzalanmasını takip eden günlerde “manda” tartışması başlamıştı. Bir kısım yazarlar bu yönetim tarzını destekleyen yazılar yazarken Mehmed Âkif bu konudaki fikrini Sebilürreşad’da yazdığı bir makalede ayrıntılı ele almıştı. Türklerin bağımsız milletlerden olduğu üzerinde duran Mehmed Âkif “manda” yönetimine şiddetle karşı çıkmıştır:
Türkler, yeryüzünde mevcut akvam [kavimler] arasında şimdiye kadar müstakil yaşamış tarihî milletlerin en kıdemlilerinden biridir. Türklerin istiklalini altı yüz senelik bir devre hasr etmek hakayık-ı tarihiyyeyi [tarihî hakikatleri] ayaklar altına almak demektir. Türkler ancak altı yüz hatta bin seneden beri müstakil yaşamış bir millet değildir… Türklerin yirmi beş asırdan beri istiklâllerini muhafaza etmiş bir millet oldukları tarihen müspet bir hakikattir… Türkler istiklâlsiz yaşayamaz.
Bu tartışmalar devam ederken İzmir’in işgali (14 Mayıs 1335 [1919]) herkesi derinden üzmüştür. Mehmed Âkif bütün bu ümitsizlikler içinde memleketin kurtuluşuna olan inancını hiç kaybetmemiş bilhassa Ayvalık ve Karesi’de [Balıkesir] başlayan Harekât-ı Milliye’nin artarak devam edeceğine ve bütün memlekete yayılacağına inanmıştır.
Eşref Edib Bey, Âkif’in bir gün Sebilürreşad idarehanesine çok heyecanlı geldiğini ve Balıkesir’e gideceklerini haber verdiğini aktarır. Birlikte 1920 senesi Ocak ayının son haftasında yola çıkarlar.8 Mehmed Âkif, Zağanos Paşa Camii’nde toplanmış çok kalabalık cemaate hitap eder ve şiirlerini de okuduğu etkili bir konuşma yapar (23 Ocak 1920).9 İstanbul’a döndüklerinde haberler yayılmış hem hükümetin hem de İngilizlerin şiddetli baskıları başlamıştır. Rahatsızlığın sebeplerinden biri de Sebilürreşad idarehanesinin Ankara ile İstanbul arasında Milli Mücadele’nin irtibat bürosu gibi çalışmasıdır.10 Bu sırada Âkif’in damadı Ömer Rıza Bey [Doğrul] (ö. 1952) Müslüman yazarlardan Şeyh Müşir Hüseyin Kıdvâî’nin11 (ö. 1937) eserlerini tercüme ediyordu ve bu metinler geceleri işgal güçlerinden gizli olarak basılarak dağıtılıyordu. Âkif’in bu hissiyatla kaleme aldığı “Yeis Yok”, “Hüsran”, “Azimden Sonra Tevekkül” şiirleri daha sonra yayımlanacak Safahat’ın yedinci kitabı olan Gölgeler’de yer alacaktır (1033).12 Yine bu günlerde Harekât-ı Milliye’nin “İttihatçılık eseri” olduğu konusundaki eleştirilere karşı Mehmed Âkif, bir tartışma sırasında fikrini çok net olarak beyan etmişti:
– Hayır, dedi; artık buna da İttihatçılık denemez. Bu memleket meselesidir. Buna herkes elbirliğiyle sarılmalıdır.
Mücadelenin genişlemesi ve Ankara’da toplanmaya başlamasıyla aldığı davet üzerine14 Âkif de Anadolu’ya geçmeye karar verir. Eşref Edib Bey, Âkif yola çıkmadan önceki geceyi ayrıntılı olarak anlatır:
– Artık burada duracak zaman değildir, gidip çalışmak lâzım. Bizim tarafımızdan halkı tenvire ihtiyaç varmış. Çağırıyorlar. Mutlaka gitmeliyiz. Ben yarın Ankara’ya hareket ediyorum. Hiç kimsenin haberi olmasın. Sen de idarehanenin işlerini derle topla, Sebilürreşad klişesini al, arkamdan gel. Meşihattakilerle de temas et, Harekât-ı Milliye aleyhinde bir halt etmesinler, dedi. Elini öptük, vedalaştık.
Mehmed Âkif 10 Nisan 1920 sabahı namaz kıldıktan sonra gizlice Ali Şükrü Bey (ö. 1923) ile birlikte oğlu Emin’i (ö. 1967) de yanına alarak İstanbul’dan ayrılır16 ve İnebolu üzerinden TBMM’nin açılışının ertesi günü (24 Nisan 1920) Ankara’ya ulaşır.17 Önce kendisini tren garında karşılayan Akavanzade Tevfik Bey’in [Çiftdoğan] (ö. 1968) evinde misafir edilir fakat ziyaret uzayınca daha fazla kalmak istemez. Bunun üzerine daha çok Taceddin Dergâhı olarak bilinen Taceddin-i Veli Camii’nin imam evi kendisi için hazırlanır ve Âkif oraya yerleşir.
Nisan sonunda (1920) Türkiye Büyük Millet Meclisi Burdur19 ve Biga milletvekili olur.20 Ankara’ya vardıktan yirmi beş gün kadar sonra davet üzerine oğluyla birlikte Burdur’a giden Mehmed Âkif bu şehirde bir hafta kalmıştır.21 Şehir ahalisinin yakın ilgisiyle karşılanmış, hükümet konağında toplanan üç, dört yüz kişilik kalabalığa da hitap etmiştir.22 Burdur’dan seyahatlerine devam etmişler Sandıklı, Dinar üzerinden Antalya’ya geçmişlerdir. Burada kaldığı on beş günde Âkif, Millî Mücadele’ye nakdi yardım yapabilecek şahıslarla çeşitli görüşmeler gerçekleştirmiş; tekrar Ankara’ya gelince burada çok kalmamış, ahaliye nasihat etmek için Eskişehir üzerinden birtakım isyan hareketleri görülen Konya’ya gitmiştir.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Araştırma-İnceleme İslam İslam ve Düşünce
- Kitap AdıÂkif’ten Emanetler
- Sayfa Sayısı336
- YazarEkmeleddin İhsanoğlu, Fatma M. Şen
- ISBN9789750863783
- Boyutlar, Kapak13,5 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviYapı Kredi Yayınları / 2024