Pilar, aniden ortadan kaybolan kocası Eyüp’ün başına kötü bir şey geldiğinden şüphelenmektedir. Çünkü kocasının habersiz ortadan kaybolması için bir sebep yoktur. Polisi arayan Pilar kocasının İstanbul uçağına binerek memleketine gittiğini öğrenince çaresizce evde beklemeye dayanamayıp soluğu İstanbul’da alır ve orada kocasının yıllardır görüşmediği ve kendisinin de ilk kez tanıştığı ailesinin yardımıyla Eyüp’ü bulmaya çalışır. Uyku problemleri çeken, uykuları kâbuslarla bozulan, ancak uyandığında hiçbirini hatırlamayan Eyüp’ün bir psikoloğun tavsiyesiyle tuttuğu rüya günlüğü de Pilar’ın yanındadır. Ancak günlüğün sayfaları ilerledikçe rüyalar kâbuslara devşirilecek, korkunç bir aile sırrı ortaya çıkacaktır.
I
PİLAR
İçerdekiler içerlerde
Dışardakiler dışarlarda kalmışlar.
Ece Ayhan, “Anahtarlar”
*
Pilar polisi arayıp kocasının kaybolduğunu bildirdiğinde,
saat gecenin üçüydü. O vakte kadar çıkar gelir diye beklemiş, yanında olabileceği birkaç kişiyi yoklamış, saatlerdir kapalı olan cep telefonuna birbirinden endişeli yedi mesaj bırakmış, atölyesine gidip bakmış, şehir rehberindeki hastaneleri arayıp kocasını sormuştu. Ona kalsa daha evvel arardı polisi ama ta Madrid’den telefon marifetiyle yetişen Isabel’in telkinlerini dinleyip sakin olmaya çalışmış, kendini tutmuştu. Oysa bu kadar beklemenin âlemi olmadığını düşünüyordu. Öyle aklına estikçe ortadan kaybolmazdı kocası. Sorumluluk sahibi biriydi, azıcık gecikecek olsa muhakkak haber verirdi. Bu saate kadar aramıyorsa, eve gelmiyorsa, üstelik cep telefonuna dahi ulaşılamıyorsa, durum hiç de hayra alamet değildi.
Telefondaki polise nefes nefese anlatmıştı vaziyeti. Ne var ki hattın öbür ucunda mesai dolduran genç adam, durumun vahametini kavrayamıyordu sanki. Uykulu bir sesle yersiz sorular soruyor, verilen cevapları anlamamakta ısrar ediyor, belli ki işittiklerini ciddiye alınmayacak kadar sıradan buluyordu. Kim bilir kaç defa karşılaşmıştı benzer durumlarla. Kim bilir kaç defa kayıp şahsın kaydını aldıktan birkaç saat sonra, sırra kadem basarak yakınlarını telaşa düşüren kişi, saatten bihaber, elinde yuvayı arayan anahtar, kilidi açmaya çalışırken, ev halkı tarafından kapıda karşılanmıştı.
Ama Eyüp sarhoş olana kadar içmezdi ki. Gecenin bir yarısı kör kandil kapıda belirmezdi. Bu uyuşuk polisin gördüğü vakalardan hiçbirine benzemezdi o. Bunu bildiği için tedirgindi Pilar, endişeliydi. Bir an evvel harekete geçilsin, kocası her neredeyse bulunup çıkarılsın istiyordu. Oysa polis işi olabildiğince ağırdan alıyor: değil teşkilatı ayaklandırıp Eyüp’ün peşine düşmek, kayıp ihbarı almak konusunda bile gönülsüz davranıyordu.
“Ama hanımefendi söyledim size, şahıs hakkında kayıp işlemi yapabilmemiz için aradan yirmi dört saat geçmesi gerekiyor.”
“Ya o arada başına bir şey gelirse? Ya şu anda başına bir şey geliyorsa? Bunun sorumluluğunu alabiliyor musunuz siz?” “Ama hanımefendi, böyle her…”
“Bakın, ben daha fazla bekleyemem. Gerekirse tekrar arayıp, telefonu açacak olan memura eşimden yirmi dört saattir haber alamadığımı söylerim, ama bekleyemem. Lütfen yardımcı olun.”
“Yani aslında… Neyse, ben notumu alayım, gerisine bakacağız” diyerek nihayet pes etmiş göründü memur. “Kocanızın adı ne demiştiniz?”
Sabah yedide başka bir polis tarafından geri arandığında, bütün gece uyku yüzü görmediği için kan çanağına dönmüş olan gözleri umutla parladı Pilar’ın.
“Ne oldu? Bir haber var mı?”
“Hanımefendi, kocanız dün saat 14.30’da Barselona’dan ayrılmış.”
Pilar ne hissetmesi gerektiğini bilemedi. Şaşırsa mı, rahatlasa mı, aksine iyice endişelense mi, emin olamıyordu.
“Na… Nasıl ayrılmış?” “Iberia Havayolları’yla.”
Dalga mı geçiyordu bu polis? Elbette kocasının hangi havayolu şirketini tercih ettiğini sormuyordu. Kafası karışmıştı sadece; kulağının işittiğini aklı almıyordu.
“Hayır, yani… Nereye gitmiş?”
“Kendisinin 14.30 İstanbul uçağına bindiğini tespit ettik.” “Ne! İstanbul mu?”
“Evet hanımefendi.”
“Peki niye benim bundan haberim yok?” diyemedi Pilar. Aklından geçenleri içine atıp bilgi veren polis memuruna yarım ağız teşekkür etmekle yetindi. Kafasında kuyrukları birbirine değmeyen onlarca tilki ve kalbinde tatsız bir yükle bitirdi konuşmayı.
Almacı yerine bırakmasıyla telefonun yeniden zırıldamaya başlaması bir oldu. Hattın ucundaki bu kez, olayı öğrendiğinden beri saat başı arayıp gelişme var mı diye yoklayan kardeşi Isabel’di. Kocası Paco’nun, azıcık uyuması yönündeki ısrarlarına aldırmadan bu saate kadar beklemiş; tıpkı ablası gibi o da geceyi ayakta geçirmişti. Oysa bu aralar sağlığına dikkat etmesi, düzenli uyuması lazımdı. Hamileliğinin son aylarındaydı.
Polisin söylediklerini öğrenince şaşırdı. Yine de, işe yaramayacağını bile bile “En azından başına kötü bir şey gelmemiş, kaza filan geçirmemiş” diyerek ablasını teselliye çalıştı. “Belki de ailesinden birine bir şey olmuştur” diye bir laf attı sonra ortaya. Sakın zavallı adam haberi alır almaz apar topar yola çıkıp o hengâmede karısını aramayı unutmuş olmasındı? Bu ani ziyaretin bir ölüye veda için yapıldığına ikna olsa, ölenin durmuş kalbini kırmak pahasına rahatlayacaktı Pilar. Ne var ki kocasının, ailesindeki dirilere bile pek düşkün olmadığını bildiğinden bu ihtimali ciddiye alamıyordu. Üstelik teselli duymak değil, neler olup bittiğini anlamak istiyordu. Ve kendi kendine tekrar ediyordu: Ölmemişti Eyüp. Elim bir trafik kazası filan da geçir-memişti. Sadece gitmişti. Alıp başını, öylece, sessiz sedasız, tek kelime etmeden… Peki ama neden?
Yatağa uzanıp biraz gözlerini kapamayı denediyse de beceremedi. Gözleri o sırada, sadece Eyüp’ün suretiyle aydınlanabi lecek iki karanlık delikti. Uykusuz, mutsuz ve huzursuz…
En son gördüğünde yatakta mışıl mışıl uyuyordu kocaSı. Evden çıkarken uyandırmayı düşünmüş, sonra ya yine gece uyuyamadıysa deyip vazgeçmişti. Son zamanlarda mustarip ol duğu karabasanlar uykularını bölük pörçük ettiği için, adamcağızın bütün düzeni şaşmış, gecesi gündüzüne karışmıştı. Oysa gece ve gündüz birbirine mesafeli durmalıydı, karıştılar mı bir kere, artık sadece gece vardı.
Bir önceki geceyi düşünüp duruyordu Pilar. Dikkatini çeken tuhaf bir şey olmamıştı. Elindeki işi bitirebilmek için fazla mesai yapan Eyüp eve yine biraz geç gelmişti. Yemek yapmaya üşendikleri için Mercadona’nın hazır tortilla’sını ısıtıp yemişlerdi. Vicky duysa “Bana da akşam yemeği olarak bunu versen, ben de kaçar giderdim” diye dalga geçerdi. Yok yok, dalga geçmek şöyle dursun, felaket senaryolan yazar, meraktan çıldırırdı. Zaten bu yüzden de şimdilik durumu bilmeyecekti.
Yemekten sonra bir müddet oturma odasında televizyonun karşısında pineklemişlerdi. Pilar ofisteki işlerden bahsetmiş, Eyüp az konuşup çok dinlemişti. Sonra biraz kitap okumak için çalışma odasına çekilmiş, karısı uykuya dalmak üzereyken de yatağa gelmişti. Pek de öyle ertesi gün evi terk etmeyi planlıyormuş gibi bir hali yoktu. Evet, biraz dalgındı, durgundu ama Pilar bu durumu onun yorgunluğuna veriyordu. Uyku düzeni bozulduğundan beri tadı tuzu kaçmıştı adamcağızın. Bir de üstüne işler eklenince…. Şehir merkezinde açılacak bir alışve riş merkezinden acil kaydıyla aldığı pano siparişini yetiştirebilmek için son bir haftadır her zamankinden fazla çalışıyor, eve turşusu çıkmış halde geliyordu. Pilar düşünüyor, fakat önceki geceyi evvelkinden ayıran, kocasını apar topar yollara düşürecek makul bir şey bulamıyordu.
Başka bir kadın olsa aklına türlü hikâyeler, aldatılma senaryoları gelirdi belki. Mesela Ramon böyle aniden ortadan yok olsa, sonra da tek kelime etmeden başka bir ülkeye uçtuğu ortaya çıksa, Paz hemen aldatıldığına hükmederdi. Kocasının ofisinde çalışan kadınları, okul yıllarından kalan arkadaşlarını, eski sevgililerini birer birer düşünüp içlerinden birini uçaktaki cam kenarı koltuğa oturtuverirdi hayalinde. Ve sonra da buna bütün kalbiyle inanır, karalar bağlardı.
Ama Pilar öyle değildi. Eyüp’le aralarındaki ilişki de… Sevdiği adamın tehlikede olduğunu seziyor, endişelenmekten fazlasını yapamıyordu. On bir yıldır tanışıyorlardı ve bu vakte kadar birbirlerinin arkasından hiç iş çevirmemişlerdi. Şimdi onun böyle tek kelime etmeden,gizlice İstanbul’a gitmesi, yıllarca kapıdan bacadan uzak tutulmuş kötücül düşüncelere ister istemez davetiye çıkarıyordu. Acaba bir şeyler, mesela çocuk meselesi onu kendisinden uzaklaştırmış olabilir miydi? Hani çatıyı dövüp yıllar içinde aşındıran yağmur damlaları gibi, usul usul, farkına dahi varmadan… Belki sıkılmış, bunalmış, serbest olmak, yeni sorumluluklar üstlenmesine neden olacak gelecek hayallerinden azat edilmek istemişti. Bunu yüzüne söyleyecek cesareti bulamayıp öylece çekip gitmişti… Yüreği ezildi Pilar’ın böyle düşününce. İçindeki ağırlığı hafifletmek için Eyüp’le geçen güzel günleri hatırlattı kendine. Paris’te tanıştıkları günü, birlikte çıktıkları ilk tatili, Lizbon’da kıyıyı döven azgın dalgalara karşı fado dinleyişlerini… O ilk günler ne kadar heyecanlıydı. Aşk başka bir gezegene taşıyordu insanı, iki kişiden ibaret küçücük bir gezegene. Hava diye birbirlerinin nefesini soludukları yepyeni bir evrene. Evvelce yaşamak için zaruri saydıkları şeylere artık ihtiyaç duymuyorlardı. Acıkmıyor, susamiyor, uyumuyorlardı. Su içer, yemek yer gibi sevişiyor; uyur gibi birbirlerinin göğsünde dinleniyorlardı. Becerebilseler, kalple…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap AdıRüyalar Anlatılmaz
- Sayfa Sayısı336
- YazarNermin Yıldırım
- ISBN9786051920856
- Boyutlar, Kapak13.5 x 19.5 cm, Karton Kapak
- YayıneviHep Kitap / 2021
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Forsa Halil ~ Reşad Ekrem Koçu
Forsa Halil
Reşad Ekrem Koçu
Reşad Ekrem’in dilinde tarih gerçek hayattan daha canlı, daha güzel, daha büyülü… Reşad Ekrem Koçu’dan, deyiş yerindeyse, bir “tarihi polisiye.” 16. yüzyıl sonlarında, Sultan...
- İstanbul’da Bir Yabancı ~ Halide Edib Adıvar
İstanbul’da Bir Yabancı
Halide Edib Adıvar
Sadullah Bey de kendi hayatını baştan başa gözden geçirmek için geri çekildi, dam bahçesinin arka tarafından Boğaz’a hâkim olan yere gitti. Kararan suların üstünde...
- İhtizar ~ Mehmet Rauf
İhtizar
Mehmet Rauf
Zaten hayatın zevkinde, eleminde o başka ne bulmuştu ve ne bulacaktı? Eziyet, daima eziyet, sonsuza kadar eziyet değil mi? Herkeste böyle miydi, diye merak...