Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Kavgam
Kavgam

Kavgam

Adolf Hitler

Adolf Hitler’in, Landsberg Cezaevi’nde hapis yattığı dokuz aylık dönemde kaleme aldığı bu eser, otobiyografi olduğu kadar siyasi manifestodur. Kitap, “Milliyetçilik ne değildir?” sorusuna da…

Adolf Hitler’in, Landsberg Cezaevi’nde hapis yattığı dokuz aylık dönemde kaleme aldığı bu eser, otobiyografi olduğu kadar siyasi manifestodur.

Kitap, “Milliyetçilik ne değildir?” sorusuna da yanıt verebilir ve kılavuz olma niteliği taşıyabilir.

1.BÖLÜM

Kader beni, iki Alman devletinin tam sınırları üzerinde bir kasabada, Braunau am Inn’de dünyaya getirdi. Alman olan Avusturya, büyük Alman vatanına tekrar dönmelidir. Hem bu birleşme, iktisadi sebeplerin sonucu olmamalıdır. Bu birleşme, iktisadi bakımdan zararlı olsa bile, mutlaka olmalıdır. Aynı kan, aynı imparatorluğa aittir. Alman kavmi, kendi evlatlarını tek bir devlet halinde bir araya toplamadıkça, sömürge siyaseti çalışmalarında bulunmayı hak etmeyecektir. Alman sınırları bütün Almanları ihtiva ettiği zaman bu nüfusu besleyemeyecek kadar güçsüz olduğunu tahakkuk ederse; bu kavmin hissedeceği gerek ve zorunlulukta yabancı topraklar elde etmek için hak sahibi olacaktır. İşte o vakit, sapan yerini kılıca bırakacak ve temiz gözyaşları gelecekteki dünyanın ürünlerini hazırlayacaktır. Dünyaya gözlerimi açtığım şehrin durumu, yukarıda açıkladığım büyük ve şerefli bir görevin sembolü gibi görünüyordu. Bu şehrin büyük bir hatırası vardı. Bu hatıra, her Alman milliyetçisini kendisine çekecek büyüklükte idi. İşte bu ıssız, bu köşede kalmış memleket, yüzyıl önce milletimizin tarihinde ölmez olaylar görmüş ve hatırlandığında her milliyetçi Almanı üzecek bir faciaya sahne olmuştu. Almanya’nın yıkılmasına ramak kaldığı devrede Nürenberg’de kitapçı dükkânı sahibi olan, milliyetçi (nasyonalist) ve Fransız düşmanı Johannes Palm, Almanya uğruna canını vermekten çekinmedi. Feci olaydaki ortaklarını açıklamamakta gösterdiği cesaret, her Almanın ders alacağı bir fedakârlık örneği idi. Leo Schlageter de fedakâr kitapçının izinden yürümüştü.

O da Johannes Palm gibi, kendi hükümetinin bir temsilcisi tarafından Fransa hükümetine gammazlanmıştı. Agusbourg’un polis müdürü olan Leo Schlageter, bütün Alman milliyetçilerini üzen, fakat feci olduğu kadar şerefli olan bir sonla karşılaşmıştı. İşte Leo Schlageter’in bu tutumu Severing Hükümeti’nin yeni Alman memurlarına örnek olmuştu. Annem ve babam 1890 yılına doğru kan itibariyle Bavyeralı, fakat siyaset bakımından Avusturyalı küçük Inn şehrinde ikamet ediyorlardı. Babam görevine bağlı bir memurdu. Annem ev kadını idi. Ev işleri ile meşgul olurdu. Annem ve babam çocuklarının üstüne şefkatle titrerlerdi. Hayatımın bu bölümleri bende çok az iz bırakmıştır. Aradan birkaç yıl geçtikten sonra babam Braunau am Inn’den biraz daha uzakta Passan’da yeni bir göreve başladı. Passan asıl Almanya’da idi ve babam yine memurdu. O günlerde Avusturyalı memurların memuriyet hayatlarında birçok tayin, nakil ve takaslar söz konusu olurdu. İşte bir gümrük memuru olan babam da bir müddet sonra Linz’e döndü. Babam Linz’de memuriyetteki görevine bir süre daha devam ettikten sonra emekli oldu. Emeklilik sevgili babam için hiçbir zaman bir dinlenme devresi olmayacaktı. Babam bir çiftçi ailesinin oğlu idi. Genç yaşta evini terk etmek zorunda kalmıştı. On üç yaşında iken çıkınını hazırlayıp köyünü terk etti. Köylülerin israrlı uyarılarına rağmen bir sanat sahibi olmak üzere Viyana’ya gitti. 1850 yılında cebinde sadece üç ecus ile böyle bir karar vermek, cesaret isteyen bir işti. Dört yıl Viyana’daki çalışması sonunda babam esnaflıkta biraz ilerlemişti. Ancak bu gelişme babama yeterli gelmiyordu. O günlerin yoksulluğu babamı daha iyi bir mevkiye sahip olmak için mesleğini bırakmaya zorluyordu. Köyde yaşarken papazın yaşayışı onun gözünde insanların yaşayışlarının en son sınırı olarak görünüyordu. Oysa şimdi büyük şehir onun fikirlerini değiştirmiş, yeni bir görüşün sahibi yapmıştı. Artık babam memuriyeti her şeyin üstünde tutuyordu. On yedi yaşında henüz bir delikanlı iken her türlü yoksulluk ile karşı karşıya olmasına rağmen, kararlı bir şekilde hedefine ulaşmak için bütün fedakarlıklara katlanıyordu. Sonunda hedefine ulaştı ve yirmi bir yaşında iken memur oldu. Böylece baba ocağına “adam” olduktan sonra dönmek üzere ettiği yemini yerine getirmiş oluyordu. Köyde kimse onu hatırlamıyordu ve o da köyü yabancı buluyordu. Şimdi elli altı yaşında idi. Emekli olmuştu, ama boş durmak istemiyordu. Avusturya’nın Lambach kasabasında arazi satın aldı. Toprağı işletmeye başladı. Uzun memuriyet görevinden sonra hayatının son halkasında tekrar aile kaynağına dönüyordu. Zevklerim, beni babamı hayatına benzer bir hayata itmiyordu. Konuşma yeteneğim, çocukluk arkadaşlarıma verdiğim, ikna edici ve daha doğrusu kandırıcı söylevlerle oluşmaya başladı. Kendi kendimi zor idare edebilen küçük bir lider olmuştum. Bu arada iyi bir öğrenci olduğumu da söyleyebilirim. Çalışmak bana kolay geliyordu. Boş zamanlarımda “Lambach Chanoine”lerin yanında şan dersleri takip ediyordum. Dini yortuların ihtişam dolu gösterileri beni mest etmeye yetiyordu. İşte bu durum tıpkı babam gibi düşünmeme sebep oluyordu. Köyünün papazının yaşayışı babamı nasıl büyülemiş ise, muhterem Peder Abbe de benim gözümde büyüyor ve bana hedef olarak gözüküyordu. Konuşma yeteneğim babam tarafından takdir edilmiyordu. Ailem benim davranışlarımdan dolayı endişeleniyordu.

Konuşma hevesim yavaş yavaş kaybolurken, kişiliğime daha uygun becerilerim ortaya çıktı. Babamın kütüphanesinde elime geçen askeri konularla dolu çeşitli kitapları ve 1870-1871 Alman-Fransız savaşlarına ait yazıları büyük bir dikkatle okuyordum. Kısa zamanda kahramanlık, ahlaki düşüncelerimde birinci sıraya geçti. Savaşa ve askerliğe ait şeylerin tamamını her türlü kaynaktan toplamaya başladım. Bu, aynı zamanda bir gerçeğin ortaya çıkışıydı ve bazı sorular aklımı karıştırmaya başladı. Öyle ya, bu savaşları yapan Almanlarla diğerleri arasında tark var mıydı? Babam dahil bütün Avusturyalılar neden bu savaşa katılmadılar? Bizler (yani Avusturyalılar) diğer Almanlarla aynı değil miydik?

Bu sorular beynimin içinde dönüp duruyordu. Sonunda bütün Almanların Bismarck Hükümeti’ne dahil olmak saadetine sahip bulunmadıkları hükmüne vardım.

Nihayet eğitim zamanı gelip çattı. Babam benim davranışlarımdan lise eğitimi için bir becerim olmadığı sonucuna varıyordu ve benim için Realschule’yi daha uygun buluyordu. Babamin bu karara varmasına biraz da resim alanındaki yeteneğim sebep oluyordu. Babam Avusturya liselerinde resim dersinin geçiştirildiğini söylüyordu. Kendi hayatının zorluklarla dolu çalışma dönemi, onu, gözünde uygulamada hiçbir faydası olmayan “humanites”den uzaklaştırıyordu. İşin esasına bakılırsa babam, beni de kendi gibi memur yapmak istiyordu. Yoklukla geçen gençlik devresinden sonra elde ettiği küçük mevki babamda bu kararın doğmasına sebep oluyordu. Hatta benim daha da yüksek bir memuriyete girmemi istiyordu. Amacı, benim hayatımı kolaylaştırmaktı.

Bir vakitler kendi hayatının en büyük halkalarını oluşturan şeyin, benim tarafımdan kabul edilmemesine bir türlü akıl erdiremiyordu. İşte bu yüzden babamın kararı basit, emin ve çok doğaldı. Hayat kavgasının kazandırdığı çelik gibi bir karaktere sahip olan babam, benim, daha doğrusu tecrübesiz bir delikanlının geleceği hakkında karar vermesine izin vermiyordu.

Fakat sonunda iş bambaşka oldu.

Babam beni memur yapmak istiyordu. On bir yaşımda idim. Derhal babama karşı çıktım. Memur olmak istemiyordum. Öğüt ve sert hareketler beni yenemedi.

Babam kendi hayatına ait bir sürü hikâyeler anlatarak bende de memur olma isteği uyandırmak için bir hayli çaba harcadı. O ne kadar çaba gösterdiyse, ben de o kadar direndim. Aslında anlattığı öyküler bende hep olumsuz etki yaptı. Günün birinde karanlık bir odada masa başında oturacağımı, daha doğrusu hapis olacağımı ve vaktimi istediğim gibi harcayamayacağımı, günlerimi birtakım kağıtların arasında geçireceğimi düşündükçe memuriyete karşı duyduğum tiksinti gittikçe kabarıyordu.

Realschule’ye devam ettiğim sürece vaktimi geçirmek hususundaki daha önceki alışkanlıklarımda bir değişiklik olmadı. Okulun öyle uzun çalışmayı gerektirmeyen dersleri, benim zamanlarımı açık havada değerlendirmemi sağlıyordu. İşte bugün siyasi düşmanlarım, benim gençliğimde neler yaptığımı ortaya koymak için, çocukluk devreme varincaya kadar hayatımın bütün devrelerini büyük bir dikkatle araştırdıkları zaman, bana mutlu günlerimi tekrar yaşama fırsatı vermiş oluyorlar. Bu yüzden kendilerine teşekkür ederim.

Realschule’ye devam ettiğim günlerde yaşayışımda bir değişiklik olmadı. Babamın beni memur yapma çabaları ve benim direnmem devam ediyordu. Bu duruma tahammül ediyordum. Kendi düşüncelerimi gizleyebiliyor, böylece babamla devamlı bir çatışma içine düşmüyordum. Hiçbir zaman memur olmama kararım kesindi. Bu karar beni mutlu yaşatmaya yetiyordu.

Fakat sonunda babamın düşünceleri, benim idealim ile karşılaşınca işler çatallaştı, o sıralarda on iki yaşımda idim. Bir gün ressam olmam gerektiğine karar verdim. Bu nasıl oldu, şimdi tam hatırlayamıyorum. Desinatörlük yeteneğim su götürmezdi. Hatta babamın beni Realschule’ye kayıt ettirmesinin sebeplerinden biri de bu yeteneğimi görmüş ve sezmiş olmasıydı. Ancak babam, benim ressam olacak kadar bu yeteneğimi geliştireceğimi aklına getirmiyordu. Onun tek düşüncesi beni memur yapmaktı. Bundan uzak durduğumu gördüğü ve tam olarak anladığı zaman ilk defa bana ne olmak istediğimi sordu. Ben kararımı çok önce vermiştim. Derhal şu cevabı verdim: “Ressam”. Babamın adeta dili tutulmuştu. Önce benden şüphe etti. Sonra yanlış işittiğini sandı. Fakat düşüncelerimi ve idealimi tam öğrenince, şiddetle karşı koydu. Benim yeteneğimle ilgili düşüncelerime hiç önem vermedi.

“Ressam olmak mı? Hayır… hayır… asla!..” diyordu. Fakat kendisi ne kadar inatçı ise, onun oğlu da, yani ben de, o kadar inatçı idim. İnatçılık babadan oğla geçmişti. Babam “asla” deyip duruyordu, ben de “her şeye rağmen” diye direniyordum. Çatışma böylece kaldı.

Bu karşıtlığın sonuçları pek hoş değildi. Babamın hayatı acılarla doluydu. Ben kendisini çok seviyordum. Oysa babam ressam olmak isteğini benden tamamen çekip koparmaya çalışıyordu. Sonunda ben biraz daha ileri giderek, artık öğrenim yapmayacağımı söyledim

Otoritesini kuran babam, benim bu çıkışlarıma kulak asmadı, yeniden ben oldum. Böyle olunca ben de dikkatli bir sessizliğe büründüm. Realschule’den istifade edemediğimi görünce babamın ister istemez arzuladığım hedefe doğru beni rahat bırakacağını hayal ediyordum. Bunda başarılı olacak mıydım? Bilmiyordum. Bilinen bir şey varsa, o da benim okulda başarısız bir öğrenci olduğumdu.

Okuldaki başarısızlığım gözle görülür gibiydi. Hoşuma giden derslere çalışıyordum. Zevkle çalıştığım derslerden tam not, diğerlerinden ise “orta” ve “zayıf ” notlar alıyordum. En çok tarih ve coğrafya derslerinde başarı gösteriyordum.

İşte bu sıralarda “milliyetçi” oldum ve tarihin gerçek anlamını anlamayı, idrak etmeyi ve bu konuya nüfuz edebilmeyi öğrendim.

Eski Avusturya’nın sınırları içinde çeşitli milletler yaşıyordu. O günlerde Reich’a mensup olanların, böyle bir devlette herhangi bir kimsenin, günlük hayatının ne şekil alabileceğini tanımlaması çok zordu. Kahraman orduların büyük zafer yürüyüşlerini andıran Alman-Fransız Savaşı’ndan sonra, Almanların sınırlarının ötesinde kalan Alman topraklarına duyulan ilgi her geçen gün biraz daha azalıyordu. Çoğu kimse bu dışarıda kalan Alman topraklarının değerini bilmeye yanaşmıyor veya bu iş de aciz kaliyordu. Özellikle Alman olan Avusturyalılar çöküş halinde bulunan bir hanedan ile sağlam bir ırkı birbirine karıştırıyorlardı. Gerçekten de elli iki milyonluk bir devlete kendi üstünlüklerini ve meziyetlerini kabul ettirebilmeleri için Avusturyalı Almanların en iyi ırk olmaları gerekirdi. Halbuki Almanya’da, Avusturya’nın bir Alman devleti olduğu sanılıyordu. Bu tanım büyük bir hataydı. Öyle ki çok kötü sonuçlar verebilirdi. Fakat bu hatalı tanim, doğudaki on milyon Alman için gurur verici bir görüştü.

Reich’a dahil olan Almanlardan pek çoğu, Avusturya’da Alman dilinin ve Alman okullarının zaferi için daha doğrusu Avusturya’da Alman kalabilmek için devamlı şekilde çalışmanın gerektiğini bilmiyordu. Bugün bu üzücü gerçek, Reich’in tarihinde yabancı egemenliği altında müşterek vatan düşünen, dikkatlerini bu düşünceye toplayan ve hiç olmazsa ana diline kutsal hakkı elde etmeye çalışan birkaç milyon ırkdaşımız tarafından görülmektedir. Fakat bununla beraber, ırkı için mücadele etmenin ne demek olduğu daha büyük bir çevrede idrak edilmektedir. Hiç şüphe yok ki, bazı kimseler Reich’in doğu sınırındaki Alman…

 

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Kavgam 2 ~ Adolf HitlerKavgam 2

    Kavgam 2

    Adolf Hitler

    “Nazi Partisi 1928 seçimlerinde başarı kazanamayınca Hitler fikirlerini yeterince anlatamadığını düşünmüştü. Münih’e döndükten sonra Kavgam adlı kitabının devamı niteliğinde bir yazı dikte ettirmeye başladı....

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur