Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Volvo Kamyonlar
Volvo Kamyonlar

Volvo Kamyonlar

Erlend Loe

“İnsanın insana olan ihtiyacı dışında her şey hikâye” Norveçli yazar Erlend Loe’nun sıradışı kahramanı “Doppler”, bu kez ülke sınırlarını aşıyor. Geyiği Bongo ve oğlu…

“İnsanın insana olan ihtiyacı dışında her şey hikâye”

Norveçli yazar Erlend Loe’nun sıradışı kahramanı “Doppler”, bu kez ülke sınırlarını aşıyor. Geyiği Bongo ve oğlu Gregus ile komşuda yepyeni arkadaşlar edinen “Doppler”, birdenbire yaşamına giren yaşlı ve isyankâr bir kadın ile takıntılı ve titiz bir adam sayesinde, hayatı “doğal bir şekilde” akışına bırakmak ya da eski günlerdeki gibi sorumlu davranıp başarıdan başarıya koşmak arasında bir seçim yapmak zorunda kalıyor.

Sanayi toplumunun ve 20. yüzyıl demokrasisinin Kuzey Avrupa’daki çöküşünü şaşırtıcı ve eğlenceli bir üslupla anlatan Loe, “Volvo Kamyonlar”da “bunu yazan kişi olarak” kendisi için de bir pencere aralıyor, “çalışkan” okurlara ve eleştirmenlere “bizzat” içini döküyor.

“Ona biraz imrendiğini hissediyor. Âdetleri, kuralları aşmış biri olarak yaşamayı bir biçimde beceriyor Maj Britt, Doppler de aşmayı deniyor ama bu ona çok külfetli geliyor, daima düşünmesi gereken bir şey var, çalışkanlıktan uzak durmak için hep tetikte olmalı, oysa bu iş, Maj Britt için refleks gibi bir şey. Bunu o kadar doğal bir biçimde yapıyor ki. Bu işi onun gibi beceriksizce ve cazip bir biçimde yapabilmesi için yaşlanması gerektiğini düşünüyor, Maj Britt’in ağzı kulaklarında gülümsediğini görüp onu kocaman kucaklamak için yanına çağırdığını duymadan önce.”

*

Maj Britt’in gelecekte muhabbetkuşu sahibi olması mahkeme kararıyla yasaklanmıştı.

Mahkemenin kararı son derece netti.

Muhabbet kuşlarını sahiplenmekten ve onlara bakmaktan ömürboyu MEN edilmişti. Başka bir deyişle, uçsuz bucaksız İsveç ormanlarındaki evinin salonunu yıllarca doldurmuş olan üstü örtülü kafeslerdeki bu minnacık yaramazların keyifli cıvıltılarıyla uyanmanın cazip alışkanlığını toptan unutabilirdi.

Muhabbetkuşu ALAMAZDI.

Benzer gaga yapısına sahip kuşları da. Başka kuşlar onun ilgisini çekmiyordu zaten. Onlarla ne işimiz olabilirdi, buna aklı ermiyordu. Ayrıca altı bin kron da ceza ödemesi gerekiyordu. Parası yoktu. Diğer çulsuzlarla birlikte İskandinav Enskilda Bankası’ndan bir ödeme planı aldı.

Zaten kuş kadar olan emeklilik maaşından her ay iki yüz kron kestiler.

Bütün bunlar yıllar önce meydana gelmişti ama Maj Britt’in bu olaya üzülmediği tek bir günü yok. Düşünme şeklini de etkiliyor bu. O aşağılanmayı unutup geçemedi. Tersine, bunu bir bayrak gibi yükseklerde dalgalandırıyor. Bunun onu uyandırdığı da söylenebilir.

Muhabbetkuşu meselesine kadar, tüm yaşantısı boyunca çalışkan ve özenli bir ev kadınıydı Maj Britt. Kendi kuşağının diğer kadınları gibi az konuşup az yorumda bulunurdu; meşguliyeti yalnızca çocuklar, bulaşık ve evin dört duvarının dışından görülmeyen işlerden ibaretti.

Muhabbetkuşu meselesinden sonra Maj Britt dünyaya başka bir gözle bakmaya başladı.

Ve halledilecek bir sürü şey olduğunu anladı.

Muhabbetkuşları olan Maj Britt, muhabbetkuşları olmayan Maj Britt’ten çok farklı biriydi.

Muhabbetkuşu-Maj Britt neredeyse acıklı bir şekilde mutluydu. Şarkılar mırıldanarak sabırla kocası Birger’in Göteborg’daki fabrikadan (sonra da Umeå’dakinden) hafta sonları eve gelmesini beklerdi; bir yandan da çocuklara bakar, ekmek yapar, patates tarlasıyla oyalanır ve mevsimlerin avludaki kocaman ağacı’ hırpalamasını gözlemlerdi; bu arada, ağaç bir çınardı. Sonraları, çocuklar kendi başlarına bir şeyler keşfetmek için büyük şehirlere taşındığında, hiç durmadan muhabbetkuşlarının sularını değiştirdi, yemlerini verdi ve kafesin metal parmaklıklarına küçük elma dilimleri (bahçenin elmaları) sıkıştırdı. Kafesleri pırıl pırıl tutardı, söylemeye ne hacet ama şimdi fazladan söylendi ve altı çizildi işte. Ayrıca, Muhabbetkuşsuz Maj Britt öfkeli biri oldu çıktı. Hem yerel hem de küresel bağlamda.

İsveç hukuk sistemine kızgın. Devlete hiç tahammülü yok. İskandinav Enskilda Bankası’nın boynu altında kalsın. Kamyonların gelişiminde Birger’in değerli katkıları asla takdir edilmediği için Volvo Kamyonlarını suçluyor; arada bir denediğinde ona muhabbetkuşu satmayı reddeden Karlstad’daki hayvan dükkânında çalışan adamın, dükkândaki merdivenlerden düşmesi ve kapı kolunun ucunun sinüslerine ya da en azından damağına batması için her gece Tanrı’ya yakarıyor.

Ayrıca Tanrı’ya da kızgın. Ama onu toptan gözden çıkaramıyor. Onun için kapıyı hafif aralık bırakıyor. Konuşacak başka kimsesi yok.

Maj Britt haddini aştı. Bu konuda şüpheye yer yok. Bunun da acayip farkında. Bugün farkında. Ve üzgün. Böyle olmasını istemezdi. Ama Birger öldüğünde dünyası karardı ve muhabbetkuşlarına on yıl doğru düzgün baktıktan sonra, birdenbire aklına gagalarının tepesindeki minnacık çıkıntının onları rahatsız ettiği geldi; kötü bir günde herkesin aklına binbir türlü şeyin gelebileceği gibi. Bu burunların ya da bunlar neyse işte, doğadaki kusurlu tasarımlardan biri olduğuna kanaat getirdi ve birazcık büyük bir tırnak makasıyla bunları kesti. Bir eliyle muhabbetkuşlarını sıkıca tuttu, diğeriyle kesti.

Bu hareketi tabii ki cezasız kalmayacaktı.

Sistem, ona yardım eli uzatmak ya da onunla konuşmak yerine, onu mahkeme karşısına çıkartp onurunu kırdı; onu anlayan ve anlamanın faydasını gördüğü tek şeyle bir arada olmaktan onu mahrum bıraktı.

Maj Britt, doksan iki yıl boyunca küçük çiftliğinde yaşamıştı. Yedi kardeşiyle birlikte orada büyümüştü. Diğerleri taşındığında ve anne babası yaşlanıp ortadan kaybolduğunda orada kalmayı seçmişti. Sonra Birger ortaya çıktı, neyse ki o da ormanda olmaktan hoşlanıyordu. Biraz avlanıyor, biraz balık tutuyordu. Sessizlikten yana bir şikâyeti yoktu. Keyif alıyordu. 1940’larda Birger, Göteborg’daki Volvo Kamyonlar şirketinde iş bulunca Maj Britt’in keyfi kaçtı ama Birger zamanla Maj Britt’in Göteborg’da bir işi olmadığını kabul etti, sonra da şehre gidip gelmeye başladı. İlk yirmi yıl boyunca hafta sonları gidip geldi, sonraları kendi isteğiyle Umeå`daki Volvo Kamyonlara tayin olunca aylarca gelmediği oldu, ancak yollar biraz düzelince yine hafta sonları oradan gidip gelmeye başladı. Her bir yön yüz yüz yirmi kilometre tutuyordu. İş için uzak yola gitmesi gereken başkaları olduğunu da duymuşlardı; bununla yaşamayı öğrendiler. Herkes farklı. Bazıları işe gitmek için kısa mesafe katediyor, bazıları uzun. Bandosuyla prova yapabilmek için haftada altmış kilometre kateden birinin hikâyesini radyoda dinlemişlerdi.

Eda Belediyesi’nin başı yıllardır Maj Britt ile dertteydi. Yaşlılık döneminde tam bir baş belası olup çıkmıştı. Bacaklarından çok çekiyordu ama tedaviye gelmiyordu, çünkü (haklı olarak) onu evden taşınmaya ve keşfettiklerini kolayca dizginleyebilecekleri bir yer olan yaşlılar evine yatırmaya ikna etmeye çalışacaklarından şüpheleniyordu. Hayatında beklenmedik bir maddenin ortaya çıkması yüzünden (bu konuya daha sonra değinilecek) ağrılarını unutmuş gibiydi; bambudan yapılma eski püskü kayaklarını ayaklarına geçirip etrafta dolanıyordu. Maj Britt kayaklarıyla bütünleşmiştir. Bu yüzden Eda Köyü’nde tanınan bir tiptir. Ayağındaki kayaklarla zar zor ilerleyen posası çıkmış bir kocakarı. Konuya yabancı biri, elli altmış yaşındaki bazı insanlar gibi onun da Kuzey yürüyüşü2 modasına kendini kaptırmış olduğunu düşünebilir ama bunun gerçekle hiç mi hiç alakası yoktur. Maj Britt’ın bambu batonlarının Kuzey yürüyüşüyle bir alakası yoktur. Kuzey yürüyüşünün ne olduğunu bilseydi bundan tiksinirdi. Onun için batonlar, en basit şekliyle bir yere varmasının tek yoludur. Nadir olarak uyuduğu zamanlarda batonları başucundaki komodine yaslı durur. Geri kalan zamanlarda ise onları gittiği ve kaldığı her yere yanında götürür. Evindeki tahta zemin, batonların ucundaki demir çivilerin açtığı minik deliklerle doludur. Yerin ya da aslında herhangi bir şeyin nasıl göründüğüne epeyce yıldır kafa yorduğu yok. Belediye çalışanları onunla nasıl baş edeceklerini bilemiyorlar. Bir yandan, oraların en yaşlı kadınına hürmette kusur etmemek gibi ahlaki bir zorunluluk hissederken, öte yandan onu kurtarmanın artık hiçbir şekilde mümkün olmadığından eminler. Sonrasını düşündüklerinden, başlarına iş açmamak için arada sırada önüne cazip bir yem attıkları oluyor, tıpkı köpeklere verildiği gibi. Çünkü Maj Britt asla pes etmiyor. Telefon ediyor, kalkıp geliyor, konuşması gereken kişinin orada olmadığı söylense de oturup bekliyor. Kimseden korkusu yok.

Hakları olduğunu idrak ettiğinden beri bürokrasinin kâbusu. Ondan hoşlanmıyorlar ama ona yardım etmekle yükümlüler ve Maj Britt bu ikircikli durumun tadını sonuna kadar çıkarıyor. Bazen, özellikle de telefonda, son derece kibar ve mantıklı olabiliyor ve istediğini kolaylıkla elde ediyor. Mesela bir defasında, bölgenin iş ve işçi bulma kurumunun denetiminde açılan birkaç kursa yazılmayı becerdi; halbuki bu kurslar, yeniden eğitime tabi tutulacak ya da bir şekilde işbaşı yapabilmeleri için yardım edilmesi gereken emeklilik yaşını aşmamış kişilere yönelikti. En son, birkaç ay önce sekiz haftalık bir internet kursuna katıldı, yaşı geçmiş olmasına rağmen bilgisayar alabilmek için ekonomik yardımdan faydalandı. Bilgisayar mutfaktaki masada duruyor. Maj Britt için varsa yoksa mutfağı. Büyük değil ama ihtiyacı olan her şey elinin altında; odun sobası, radyosu, kahve makinesi, çocukların, torunların ve torunların çocuklarının* fotoğrafları, bahçedeki çınar ve arada adını hatırlayamadığı komşuya kiraladığı toprakların manzarası.

Maj Britt’in iki oğlu var; Gösta ve Hasse, ikisi de yetmişlerinde. Gösta hayatı boyunca Helsinki’deki bir okulda hocalık yaptı ve emekli olunca orada kaldı; bunun sebebi, çocuklarının (adları önemli değil) ve çocuklarının çocuklarının da orada yaşıyor olması, bir de tabii ki oraya çakılıp kalması. Finlandiyalılarla olmayı seviyor. Hasse emekli bir eczacı, Stockholm’de yaşıyor ve hayatı genellikle olduğundan daha da zorlaştıran yüz körlüğünden mustarip. Arkadaşlarını tanımıyor ve bu da tabii çok tuhaf, bazen de kırıcı durumlara yol açıyor. Arada çocuklarını bile tanımadığı oluyor. Onları kıyafetlerinden ya da kullandıkları arabalardan tanıyor. En büyük oğlu senelerce sakallıydı, o zamanlar durum iyiydi, ancak sakallarını kesen oğlan, Hasse için herhangi birinden farksız oluverdi. Yüz körlüğü araştırmacıların ilgisini yeni yeni çekmeye başladı, o yüzden buna neden olan geni bir müddet sonra izole edebilmeleri, hatta dize getirebilmeleri için umut var.

Ne Gösta ne de Hasse annelerini sık sık ziyaret ederler. Senede bir da iki defa. Torunlar ve torunların çocukları daha da seyrek gelirler. Bir Noel akşamı Maj Britt evinin arka köşesinde ağrı kesici ve kişilik değiştirici bir maddeyi alırken yakalanınca (bu konuya ileride değinilecek) iki oğlu da pes etti. Belediyenin sunduğu yaşlılar evinde bir yer teklifini kabul etmesi konusunda onu cesaretlendirmeye çalışıyorlar. Maj Britt’in yaşamının evrildiği yeni yönden hiç memnun değiller. Hasse eczacılık dergilerinde, yukarıda sözü geçen maddenin dünyanın bazı bölgelerinde ağrı kesici olarak kullanıldığını okumuş olmasına rağmen, annesinin alışkanlığının duyulmuş şey olmadığını düşünüyor ve bunu kabullenmekte zorlanıyor. Annesinin yüzünü de her zaman tanımıyor zaten. Bu kaçık da kim, diye düşünürken onun kendi annesi olduğunu anlayıp yeniden pes ediyor.

Bu olaydan sonra yüz körlüğü nedir diye merak edenler çıkarsa http://www.choisser.com/faceblind/ sayfasında bu hastalığıa dair daha fazla bilgiyi kendi tempolarında okuyabilirler. Araştırmak istemeyenler de başka bir şey okuyabilir ya da şu güzel havada bir yürüyüşe çıkabilir belki.

Maj Britt, bilgisayar yardımıyla, kendince zararlı faaliyet olarak nitelendirdiği bir internet sitesi hazırlıyordu. Yavaş gidiyordu ama beceriyordu, sayfayı güncelliyor, onu bunu protesto eden yazılar yazıyor, dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar insanları devrime teşvik ediyordu. Diyelim ki bu insanlar Sri Lanka’daydılar; Maj Britt onları dağa çıkmaya, çay toplayanların yaşama ve çalışma koşullarından ne kadar nefret ettiklerini göstermeye çağırıyordu. Neredeyse bedavaya çalışıyorlar, kabul edilemez koşullar altında yaşıyorlardı, başka bir yaşamı seçme şansları yoktu ve bütün bunlar, bir dahaki sefere hülyalar içinde demli bir çayla keyif yaparken, aklımızın bir köşesinde olmalıydı. Birilerinin bu çayı bize sağlamak için çalıştığını bilmemizi istiyor Maj Britt. Bizim için günün sakin, ufak bir kaçamağı olan bu çay, başkalarının cehennemiydi; bunun farkında olmamızı istiyor.

Bu tür çarpıklıkları gazetelerden, dergilerden ve internetten takip ediyor. İngilizce okumakta zorlanıyor ama anladığı dillerde, yani İsveççe, Norveççe ve çat pat Dancasıyla pek çok bilgiye ulaşabildiğini düşünüyor. İnternetten memnun Maj Britt. İnternet önüne bir sürü olanak serdi. Hatta, Stockholm’de sağlıklı gıdalar satan bir dükkândan arayıp internet sitesine ilan verebilir miyiz diye sordular. Maj Britt onlara siktiri çekti ama sonra pişman oldu; onları arayıp tekliflerini kabul etti o gün bugündür, internet sitesinin en tepesinde, farklı doymamış yağlar içeren gıda takviyesi ürünlerinin küçük bir ilanı görülebilir. Gazetelere ve dergilere abone olmaz Maj Britt, onları kütüphanede okur. (Yaşam boyu öğrenim, kültürel deneyimler ve temel demokratik değerler için kütüphane bir kesişme noktasıdır. Hem yeni teknoloji hem de yüksek bilgi donanımı söz konusu olduğunda kütüphane, Eda Belediyesi’nin önceliklerindendir.)3 Okumak istediklerini zaman zaman alıp eve götürür. Araklar yani. Ve bunu o kadar sık yaptı ki, oturma odasına dergi rafları koymak zorunda kaldı. Raflara yer açmak için, aşağı yukarı altmış senede …

 

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Mal Sayımı ~ Erlend LoeMal Sayımı

    Mal Sayımı

    Erlend Loe

    Boğaziçi’ni izlerken şiirine yeni kelimelerle sarılmış bir şair Nina Faber. İstanbul seyahatinden Oslo’ya dönüp yeni şiir kitabını çıkarıyor ama olaylar beklediği gibi ilerlemiyor. Şiirlerinin...

  2. Kadının Fendi ~ Erlend LoeKadının Fendi

    Kadının Fendi

    Erlend Loe

    “Aşk ne kadar çok şey olabilirdi, bunu anladım.” Eserleri yirmiden fazla dilde okunan Norveçli yazar Erlend Loe, kült metinlere dönüşen “Doppler” ve “Bildiğimiz Dünyanın...

  3. Doppler ~ Erlend LoeDoppler

    Doppler

    Erlend Loe

    “Merak uyandıran, huzursuz eden, duygu yüklü bir metin; yazar için yeni bir sanatsal başarı.” – Stein Roll, Adresseavisen “Loe’nun Naif. Süper’den bu yana yazdığı...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Taşra Hayatından Manzaralar ~ J.M. CoetzeeTaşra Hayatından Manzaralar

    Taşra Hayatından Manzaralar

    J.M. Coetzee

    J.M. Coetzee, kazandığı Booker Ödüllerini almaya bile gitmeyecek kadar içine kapalı bir yazar. Rian Malan onu şöyle anlatıyor: “Coetzee bir keşiş gibi disiplinli ve...

  2. Dune ~ Frank HerbertDune

    Dune

    Frank Herbert

    İyi bir bilimkurgu ve iyi bir edebiyat yapıtı okumak isteyen herkesin yolu Dune serisinde birleşiyor… İthaki’nin yepyeni “Bilimkurgu Klasikleri” dizisi Dune efsanesiyle başlıyor… Okurlar...

  3. Swann’ların Tarafı – Kayıp Zamanın İzinde ~ Marcel ProustSwann’ların Tarafı – Kayıp Zamanın İzinde

    Swann’ların Tarafı – Kayıp Zamanın İzinde

    Marcel Proust

    “…tıpkı Japonların, suyla dolu porselen bir kâseye attıkları silik kâğıt parçalarının, suya girer girmez çözülüp şekillenerek, renklenerek belirginlik kazandığı, somut, şüpheye yer bırakmayan birer...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur