Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Baba, Oğul ve Kutsal Roman
Baba, Oğul ve Kutsal Roman

Baba, Oğul ve Kutsal Roman

Murat Gülsoy

Yüzü olmayan adam rollerine çıkıyorum artık. Bu saatten sonra, karanlıkta her şey, her şeye dönüşebilir. Ay ışığı vurduğunda bir garip Âdem. Karanlıkta yüzü olmayan…

Yüzü olmayan adam rollerine çıkıyorum artık. Bu saatten sonra, karanlıkta her şey, her şeye dönüşebilir. Ay ışığı vurduğunda bir garip Âdem. Karanlıkta yüzü olmayan adam. Daktilonun gırtlağını sıkıyorum. Babamdan kalma. Baba, oğul ve kutsal roman adına, diye haykırarak saldırıyorum yazmaya. Yaşlı metal bacaklar titriyor. Üst üste basıyor a ve e harflerini. Âdæm çıkıyor siyah maddeden pırıl pırıl. Ara tür. Melez. Parçalı bir resim. Murat Gülsoy okurları bilir: Âlemler Süreklidir. Zamanda kaybolan Tanpınar, oyunda kaybolan Oğuz Atay, rüyada kaybolan Borges, şehvette kaybolan Nabokov, davasında kaybolan Kafka, kendi hikâyelerinden kaçıp gelen Olric, Gollum, Doktor Ramiz ve daha pek çok yaratıcı ruh, Baba, Oğul ve Kutsal Roman’ın labirentinde birbirlerini arıyorlar. Murat Gülsoy bu romanında kurduğu fena halde eğlenceli ve kendine özgü âlemde, hem büyü yapmaya hem büyü bozmaya davet ediyor okurlarını. Karanlığın aynasına koyu bir ironiyle, acımasız bir yalınlıkla güle oynaya giriyor, kırıp parçalarına ayırdığı bir hayatı gözlerimizin önüne seriyor. Baba, Oğul ve Kutsal Roman, edebiyatın başkalarının hayatlarına kaçıp saklanmanın değil kendi dehlizlerinde dolaşmanın bir yolu olduğuna inananlar için…

Gerçekten rüya görüyorsam,
belleğimi durdur ulu Tanrım,
tek bir rüyanın bunca hayali
barındırması olanaksız;
hepsinden kurtulup aklından çıkarana ne mutlu.

PEDRO CALDERÓN DE LA BARCA
Hayat Bir Rüyadır, 1635

Beddua

Son zamanlarda her şeyin ne kadar tuhaflaştığının farkında mısınız? Sabahları özellikle. Her zaman kalabalık olan sokak şimdi bomboş. Saatlerdir bekliyorum bir hareket olsun diye. Olmuyor. Zaman durmuş gibi. Sanki Allah uyanamamış, her şey onu bekliyor. İnanmıyorsunuz bana. Kimse inanmıyor zaten. Ben de size inanmıyorum işte! Siz de yoksunuz. Burada, pencerenin önünde oturmuş kendi kendime konuşuyorum. Oh olsun size de… Sveta marketten gelene kadar konuşmayacağım sizinle.

Ah, bilmezsiniz, bir gün uyanacak. Gerinecek, esneyecek, titreyecek toprak. Bütün bu evler yıkılacak. Açıkgöz yapıcıların malzemeden çalarak yaptığı bu apartmanlar ânında yerle bir olacak. Ne muazzam bir iş Yarabbi! Sen her şeye kadirsin. Ama uyansan artık. Silkinsen. Senin olanı senden çalan bu serseriler sürüsünü bir döksen uzaya. Cansız karıncalar gibi dağılıverseler boşluğa. Bir üflesen, toptan uçup gitse atmosfer denilen gaz bulutu. O dev parmaklarının arasına alıp şöyle bir sallasan da denizleri, okyanusları dökülüp kuruyuverse. İşte ondan sonra kuru bir ceviz gibi fırlatsan uzayın derinliklerine doğru. Kuru bir ceviz. Hiç güleceğim yoktu. İşte kurumakta olan kafatasım.

Ah Sveta, nerede kaldın? Baksana, kandırıyorlar beni, konuşturuyorlar. Beddualarımı ele geçiriyorlar. Yüz yaşıma çok az kaldı. Bilmiyor musunuz? Yüz yaşına gelen her kim bir dilekte bulunur, tez gerçekleşirmiş. Öyle buyrulmuş insanlık kurulurken. Hiçbir şeyden haberiniz yok. Siz o sakallı köpeği dolaştırın, dekolte elbiseler giyin, gizli gizli sigara için, deliklerinizle oynayın yalnız kalınca… Allah hepinizin belasını verecek!

Duvara asılı tüfek patlar

İçeri girdiğimde bir tuhaflık olduğunu hemen anladım. Duvardaki resim indirilmişti. Yerinde beyaz dikdörtgen bir boşluk kalmıştı. Bu beyazlığın ortasında kirli bir çıkıntı olarak duran çiviye de bir tüfek asılmıştı. Silahı görünce tedirgin oldum ama belli etmedim. Daha önce buraya defalarca gelmiş olmama rağmen yabancılık hissediyordum. Beni şaşırtmak istediğini biliyordum. Son çare bu değil midir ilişkilerde? Karşındakini etkilemek istersin, hangi yolla olursa olsun. Ama bizimkisine ilişki denir mi? Karşılıklı oturduk.

“Korkuyorum.”

Dedi.

“Boş versene. Yeni bir şey söyle bana.”

Dedim.

“Bu sefer farklı.”

Başıyla işaret etmedi ama anlamıştım. Duvarda asılı olan tüfeği ima ediyordu. Üzerinde soluk mavi bir sabahlık vardı. Bense paltomu çıkarmamıştım. Hemen gidecek gibiydim. Aslında hemen de gitmek istiyordum. Burada durdukça hızla eskiyor, onun hayatının bir parçasına dönüşüyordum.

“Boş ver. Bunun bir önemi yok. Hem bizimle ilgisi olduğunu nereden çıkarıyorsun ki?”

Dedim.

“Nasıl bu kadar saf olabiliyorsun? Bir hikâyenin içindeyiz. Bunun farkında değil misin?”

Dedi.

Sırıttım. Bu halini tanıyordum. Bir hayal kurar, uzun uzun anlatır, tam ben ayrıntılarına kendimi kaptırmışken, başka bir şeyden söz ettiğini, hiçbir şey anlamadığımı söylerdi. Bir yanlışlığın ortasında dururdum öylece.

Yeterince beklersen hayaller eriyip yok olur. En iyisi geçiştirmek:

“Evet, berbat bir hikâye. Kahramanları ikimizsek…

Evet, gerçekten de sıkıcı olurdu.”

Güldüm.

“Anlamayacağını biliyorum. Senin rolün de bu işte.

Anlamamak.”

Gülüşüm yok olup gitti. Öfkelenmeye başlamıştım.

Gecenin bir vakti arayıp beni evine çağırıyor, duvara bir tüfek asıp tedirgin etmeye çalışıyor, sonra da anlaşılmaz şeyler söyleyip sinirimi bozuyordu.

“Niyetin nedir senin? Bak bu sefer de geldim, ama her ıslık çaldığında geleceğimi sanma.”

“Neden geldin peki?”

“Sana bir şey oldu sandım.”

Dedim… Acı bir alayla kıvrıldı dudakları. Eskiden başkalarına takındığı tavırla beni küçümsüyordu. Onu değil de başka bir hayatı seçtiğim için benden nefret ediyordu. Bunları biliyordum. Deterjan ve sabun kokan evimi küçümsüyordu. Sabahlığının önünü bilinçli olarak araladı. Her seferinde aynı şey oluyordu. O ne zaman isterse ben geliyordum. Bazen üzerimdeki paltoyu bile çıkarmadan, kapıdan girer girmez, hemen holde… Bazen, soğuk ve kirli çarşaflarının arasında… Bazen sıcak yaz rüzgârlarının altüst ettiği balkonda, saksı çiçeklerinin gölgesinde… Bazen, kalorifer böceklerinin cirit attığı kirli mutfak zemininde… Eskiden bu kadar pis değildi. Hiçbir zaman düzenli biri sayılmazdı ama zaman içinde temizlik duygusunu tamamen yitirmişti. Deliliğin göstergelerinden biri.

“Başın dertte sandım. Sesin kötü geliyordu.”

Sözlerimi dokunaklı bir ses tonuyla vurgulamaya özen gösteriyordum. Ona acıdığımı anlasın artık ve beni aramaktan vazgeçsin diye canını acıtmak istiyordum.

“Senden kahraman falan olmaz.”

Aşağılamak… Tek yapabildiği bu. Siyah kılları uzamış bacaklarını sehpaya uzattı.

“Sen kendini adam sanıyorsun değil mi? Seni çağırdığım zaman koşa koşa geliyorsun… Sana ihtiyacım olduğunu düşünüyorsun. Öyle mi? Aptalsın. Gerçekten de aptalsın. Ama yine de içinde küçük karanlık bir yılan yaşıyor. Çiftleşmekten başka bir şey düşünmeyen, akılsız bir yılan…”

Canım sıkılmaya başlamıştı. Saat ilerliyordu. Bir an önce işimi bitirip gitmek istiyordum. Daha eve dönerken alışveriş yapacaktım.

“Bu son. Bir daha gelmeyeceğim.”

“Öyle mi?”

“Evet, öyle. Artık başka hayatlar yaşıyoruz. Senin için de en sağlıklısı bu.”

“Sağlık… Evet, sağlık önemli tabii.” Yanıma gelip kollarını boynuma doladı. Ter kokuyordu. Ekşi.

“Korkuyorum. Çok kötü bir şey olacak.” Yumuşamıştım. Kollarımla onu sıkı sıkı sardım. Eskiden olduğu gibi.

“Korkma, işte buradayım, yanındayım.”

“Tam da bu nedenle korkuyorum.”

Dudaklarını kulağıma yapıştırdı. Gözlerimi yumdum. Fısıltıyla acele acele konuşuyordu. Heyecanla.

“Bir hikâyenin içindeyiz… sonu kötü bitecek bir hikâyenin… bilirsin, eğer hikâyelerde duvara asılı bir tüfek varsa… bir an gelir mutlaka patlar!”

Beni öldürmek istediğini ima ediyordu. Ya da onu öldürmem için beni kışkırtıyordu. Silaha baktım. İlk kez, gözümü kaçırmadan, dimdik bakıyordum. Odanın içindeki her şeyden daha gerçek görünüyordu. Meşin askısı, tahta kabzasının üzerindeki çizikler, uzun siyah namlusu, Şeytan’ın tırnağı gibi siyah kıvrık tetiği, süslü horozu… Odanın içindeki diğer eşyalar belirsizliğin pastel renklerindeydi. Uğursuz bir iş için imal edildiği hissi uyandıran bu antika tüfek ise neredeyse kendiliğinden hareket edecekmiş gibi canlı… Sırasını bekliyordu.

“Birimiz bunu yapacağız.”

Bu cümleyi söylerken ayağa kalkmaya davrandığını hissettim. Ani bir refleksle ondan önce fırlayıp tüfeğe uzandım. Göründüğünden daha ağır olan silahı ona doğrulttum. Parmaklarım bana danışmadan gerekeni hızla yapıyordu. Korkunç bir gürültüyle patladı, az kalsın yere düşüyordum. Midesinin olduğu yerde büyük bir delik açılmıştı. Kurşun arkasından çıkmış, kanepeye saplanmıştı. Yüzüne bakmadım. İleride rüyama girer diye çekindim. Artık duyamayacak olmasına rağmen yüksek sesle konuştum:

“İşte hikâye dedin, oldu.”

Silahın üzerindeki parmak izlerimi silip hikâyeden çıktım.

Düşüş

“Şimdi hastalığını da, tedavisini de biliyor. Yaman adamdır.
Mükemmel bir kültürü vardır. Sonra iradesi… Bu irade
sayesinde öyle bir rüya gördü ki!..”

AHMET HAMDİ TANPINAR
Saatleri Ayarlama Enstitüsü, 1962

Bir

HAVA O KADAR TUHAF Kİ. Kollarımı yukarı aşağı sallıyorum ve koşarak hızlanıyorum, hızlanıyorum, hızlanıyorum. Hava beni kaldırmaya karar vermiş, yumuşak. Ayaklarımın yerden kesildiğini fark ediyorum. İşte oldu! Hafifçe yerden yükseliyorum. Kollarımı kanat gibi kullanabiliyorum. Barın arkasında oturanlar şaşkınlıkla izliyorlar uçuşumu. İşleri güçleri yok, öylece bakıyorlar. Güpegündüz uçuyorum işte bu tatil beldesinde!

“Hey! Hey! Bakın, uçuyorum.”

İnanmıyorlar, boş bakıyorlar.

“Gelin siz de yapın. Uçabilirsiniz. Belli ki bir rüya bu!”

İlgilenmeyip kafalarını çeviriyorlar. Önlerinde çoktan boşalmış meyve kokteylleri duruyor. Hoşlanmıyorlar bu tavrımdan. Ciddiyetsiz buluyorlar. Çok önemli işleri varmış gibi kaşlarını çatıyorlar. Bu sırada gücüm tükeniyor. Daha hızlı sallıyorum kollarımı. Daha hızlı. Ama yine de irtifa kaybediyorum. Barın arkasında oturan tiplerden biri kafasını kaldırıp kızgın bir şekilde bakıyor düşüşüme. Elinde kalem var, birtakım fişler dolduruyor. Hareketlerimdeki uyum kayboluyor. Panikliyorum. Düşüyorum. Yüzümü çarpıyorum yere.

Nefes nefese uyandım. Ağrı sağ gözümün altından başlayarak kulağıma doğru vuruyor. Çok yorgunum. Başucumda duran ağrı kesicilerden iki tane yutuyorum. Bir bardak su… Gözlerimi karanlığa alıştırıyorum. Nesneler şekilden şekile giriyor. Karaltıların içinde birileri var sanki. Eşya nefesini tutuyor. Bir bıraksalar… Yeniden uykuya dönmeye korkuyorum. Kıtmir başını kaldırmış bana bakıyor karanlıkta. Tekinsiz bir hali var. Tek gözü saydamlığını yitirip mavi bir bulutla kaplanmış. Dışarıdan geçen bir arabanın farıyla parlıyor, gölgesi duvarda büyüyerek yok oluyor. Köpekten başka her şeye benziyor.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yerli)
  • Kitap AdıBaba, Oğul ve Kutsal Roman
  • Sayfa Sayısı256
  • YazarMurat Gülsoy
  • ISBN9789750724947
  • Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviCan Yayınları / 2012

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Gölgeler ve Hayaller Şehrinde ~ Murat GülsoyGölgeler ve Hayaller Şehrinde

    Gölgeler ve Hayaller Şehrinde

    Murat Gülsoy

    Buraya ait olamamaktan yoruldum.Ama gidemiyorum da… Paris’e de ait değilim çünkü.Charles, Marcel, Evelyn, Margaret, hepsi başka bir yere ait olmanın güveniyle istedikleri yere gidebiliyorlar....

  2. Ve Ateş Bizi Tüketiyor ~ Murat GülsoyVe Ateş Bizi Tüketiyor

    Ve Ateş Bizi Tüketiyor

    Murat Gülsoy

    Sokak lambasının aydınlattığı girişte, gemi tarifesinin yanında asılı olan semt haritası dikkatimi çekti. Kırmızı bir noktanın yanında “Buradasınız” yazılıydı. Ağır ceza reisinin titreyen parmaklarıyla...

  3. Âlemlerin Sürekliliği ve Diğer Hikâyeler ~ Murat GülsoyÂlemlerin Sürekliliği ve Diğer Hikâyeler

    Âlemlerin Sürekliliği ve Diğer Hikâyeler

    Murat Gülsoy

    “Ne o gece geldi ne de bir başka gece… Sonradan çok düşündüm. Bu hikâye böyle bitemez. Evet, elimde hiçbir delil kalmadı; evet, o gün...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Kayıp Yüz ~ Elçin PoyrazlarKayıp Yüz

    Kayıp Yüz

    Elçin Poyrazlar

    Hayatındaki tek kadın benim En azından ben öyle sanıyordum. Ta ki telefonu çalana kadar. Ekranda isim yerine sayı vardı. Sıfır Gizli bir kod, bir...

  2. Dokunmadan ~ Nermin YıldırımDokunmadan

    Dokunmadan

    Nermin Yıldırım

    Adalet, yirmi dokuz yaşında genç bir kadın. Hayata ve insanlara dokunmadan, ne mutlu ne mutsuz, öylesine yaşayıp gitmektedir. Ta ki doktoru, ölümcül bir hastalığa...

  3. Ninatta’nın Bileziği ~ Ahmet ÜmitNinatta’nın Bileziği

    Ninatta’nın Bileziği

    Ahmet Ümit

    Bir Hitit Destanı Anadolu’daki ilk büyük devlet: Hititler. Yeryüzündeki ilk büyük savaş: Kadeş. Kadeş’e giden sevgilisini 3 300 yıldır bekleyen Hititli bir kadın: Ninatta....

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur