Bir kadının hikâyesi, hiçbir zaman yalnızca bir kadının hikâyesi değildir. Dünyanın bambaşka yerlerinde, bambaşka rahimlere düşenlerin hikâyeleri bile ilmek ilmek örülür birbirine.
Bir kadın istediği kadar tek başına ve bağımsız olduğunu hissetsin; kimsenin ayak izinin olmadığı, yürüdükçe kendi döşediği yepyeni bir yola çıkmış sansın kendini…
İstediği kadar bu dünyaya yalnız geldiğine, sonra da yalnız gideceğine inansın…
Önünde sonunda yürüdüğü yolda, ondan önce ve onunla aynı dünya vaktinde yürüyenlerin, düşüp kalkanların ayak izleri eşlik eder kendisine.
Bazen birinin takıldığı taşa diğeri de takılır. Bazen ondan önce yürüyenin kaldırdığı bir taş sayesinde birinin yolu açılır.
Bir kadının yolculuğu, tüm kadınların kendine hac yolculuğudur.
Kendine yürüdüğün yol, aynı zamanda tüm kadınların kendine yürümesi için yürümen gerekendir.
Ben de onlardan biriyim.
Düşe kalka, dura dinlene kendine yürüyen bir kadınım.
Bakalım, biricik ve bir o kadar da bilindik hikâyemi sevecek misin?
*
Birinci Bölüm
20 Nisan 2019, Burgazada, İstanbul
Ada havası bu sabah heyheyli. Yadigâr Yengem derdi öyle: “Amcan bugün biraz heyheyli, dolaşma etrafında e mi?” Balkonu tümden toplamak hiç içime sinmiyor. Tahta kasalardan yaptığım deniz manzaralı bankımın, küpe çiçeklerimin, sakız sardunyalarımın keyfini sürmeye yeni başlamıştım. Daha dün akşam, balkondaki masada yemeğimi yerken hayran hayran izledim onları. Akşamları içeride geçirmem artık, diye düşündüm. Ama rüzgâr fena. Bu akşam, kalan son odunlarla şöminenin sıcağına sığınacağım belli ki.
Minderleri topluyorum, saksıları kenara çekiyorum. Üşümüş halde içeri daldığımda demlenen kahvenin kokusu sarmış oluyor tüm evi. Bugün kahvemle uzun uzun demlenemeyeceğim. Günün ilk fincanını elime alıp hemen giyinmeye gitmeliyim.
Dün onca şey denedim. Sonunda hiçbirini giymemeye karar verdim. Hâlâ içine girebildiğime pek sevindiğim siyah elbisemi çıkarayım gömme dolaptan. Bir de Almanya’dayken iki toplantı arasında, topuklular ayağımı vurunca aldığım, gün boyu canım hiç acımadan yürüyebildiğim babetler. İşte tamamım!
Kahvemin soğumuş son yudumlarını içip, oturduğum koltuktan girişe doğru bakıyorum. Gözüm, masanın üzerindeki elektrik ve su faturalarına takılıyor. Yine vaktini geçirmedim inşallah.
Göçebelikten, bir evi sahiplenmeye geçişin cilveleri. Faturaları takip etmeyi artık öğrenmeliyim. İnternetten değil, postaneden ödeyeyim de biraz insan yüzü göreyim yarın. Emektar veznedarımız Suna, “Oo güzellik!” diye karşılar beni yine. Kedilere de mama götürürüm, pek sevinir.
Garbis toparladı mı acaba? Mari izin verdi de köşesine havalanmaya çıkabildi mi? Sayfa falı yapsak da sigara içmekten gıcıklı sesiyle bana yine okusa. Ben böyle yaşayarak kitap okuyan bir adam görmedim, bir de sigarayı böyle yer gibi içen. Dışarıdaysa ve “Dur, faldan önce bir sigara içeyim,” derse Mari kesin duyar içeriden, söylenir.
Vapur 10.40’da. Vapura inişim, üç dakika. Bugün vapuru kaçırma şansım yok. Tam vaktinde orada olmalıyım. Mutfağa bir kahve daha almaya yönelmişken, yarı yoldan döndürüyorum kendimi.
Hızlıca giyinip, elbisenin nasıl durduğuna bakmak için girişteki boy aynasının karşısına geçiyorum. Bu elbiseyi son giydiğimde saçlarım upuzun ve kömür karasıydı. O zamanlar kaşlarım daha çok çatılırdı. Şimdi her şeyim daha yumuşak tonlarda sanki. Saçlarım artık kulak hizasında ve kahverengi. Siyah giymeyi hâlâ çok sevsem de, bu adanın renklerinden beyazlar ve maviler de değer oldu şimdilerde tenime. Bunları düşünürken gülümsememi yakalıyorum aynada. İçimden, “Kendine sevecen bir gülümsemeyle bakabilmen ne güzel genç kocakarı!” diyorum. Öyle ya, artık bu mertebeye eriştim. Bunu düşünürken acı tatlı karışık bir gülümseme yerleşiyor yüzüme. Aynaya son bir kez daha bakıp toparlanıyor, sonra da kendimi dışarı atıyorum.
Yokuştan aşağı kendimi bırakıp sahile varınca, durağın oraya koydukları masada sigarasını tüttüren Hüseyin Abi’yi görüyorum. Doğu’da doğup büyümüştür o, Ada rüzgârında kolay kolay üşümez. Hüseyin Abi, fahri turist rehberim benim. Ada’nın köşe bucağını, faytonla beni gezdirdiği zamanlarda ondan öğrendim.
Nasıl işlemişti içime, “Küçükken çalışayım diye getirip bıraktılar, sonra bakkal İlhan Abi sahip çıktı bana sağ olsun, buralı olduk,” dediğinde. Birinin yarası yaranı sızlatınca, başka bir yoldaşlık hissediyorsun onunla. Ondan olacak, Hüseyin Abi’yi tanıdım tanıyalı bir başka sevdim.
Beni görünce gözleri ışıldıyor, “Ödül mü alcan sen şimdi?” diyor.
“Alıcam valla Hüseyin Abi de, ödül benim değil,” diye cevap veriyorum. “Sesini duyurmaya cesaret edenlerin. Ben onların adına alıcam.”
Ada’da herkes duydu ödül alacağımı. Aleksi, “Benim mekânda bir kutlama yemeği yensin muhakkak!” diye tutturdu. Hüseyin Abi’ye de, “Dönüşte kesin yolunu, eve çıkmasın,” diye tembihlemiş. Âlem adam. Koskoca kadının yolunu kesip zorla alıkoyacaklar sanki.
Dün güneşle canlanan iskele meydanı bugün sakin, herkes evlere çekilmiş.
Vapurun kalkmasına hâlâ birkaç dakikam olunca, iskeleye arkamı verip yamaçlara bakıyorum. İçim aydınlanıyor. Mimoza mevsiminin bitişinin hüznü, yerini erguvanların açmasının heyecanına bırakıyor. Yeşilli, sarılı, pembeli, morlu çiçekleriyle bahar bu adaya çok yakışıyor. Varsın bugün üşütsün. Rüzgâr elbet diner, güneş yeniden çıkar. Önümüzde tüm rengârenkliğiyle, içimizi ısıtacak bir bahar var.
Vapura binerken niyetim iki dakika da olsa denizi solumak, martılarla selamlaşmaktı. Rüzgâr zar zor yaptığım saçlarımı darmadağın edecek kadar güçlü olunca, doğrudan iç tarafa geçmeye karar verdim. İstanbul’a doğru her yola çıkışımda hem güvenli yuvadan ayrılmanın belli belirsiz huzursuzluğu hem evden çıkıp giderek maceraya atılan bir ergenin heyecanı sarıyor içimi. Bu kez bambaşka bir heyecanla gidiyorum şehre tabii. Her nasıl olursa olsun gitmek, dönebileceğimi bildiğim için güzel.
Vapur, dalgaları yararak ilerlerken son bir kez arkama baktım. Adanın renkli yamaçları, sakin sokakları hızla geride kalıyordu. Artık yüzümü şehre dönme vakti.
Narin’den mesaj geldi. Belki o çoktan kongre merkezine varmıştır.
Ahmet aradı, o da gelmiş? Buralardaymış, kongre merkezine girmeden kahve içtik. Türkiye’ye geleceğinden zerre fikrim yoktu. Sana da sürpriz olacaksa görünce bana şarlamayasın.
Sadece havadan sudan konuştuk. Keine Sorge!*
İçimden bir ürperti geçti okuyunca. Heyecan ile öfke çekişti, öfke saniyeler içinde galip geldi. Mesaja hemen cevap yazdım: Benden çaldığı zaman yetmezmiş gibi. Gelmesin ya istemiyorum, çıksın gitsin, çeksin ellerini artık hayatımdan!
Gönderir göndermez; “Görünce kendin söyle. Bir saate görüşürüz,” cevabı geldi Narin’den.
Ahmet’le karşılaşmak istediğim yer ödül töreni değildi. Sanki beni kazanan olarak gördüğü zaman içi rahat bir şekilde, “Ben hiçbir şey almadım senden, bak gördün mü hayatın çok güzel zaten,” diyebilecekti. Bense onun bana kötü şeyler yaptığından emin olmasını, kendini suçlamasını istiyordum. “Vebalini aldim,” desin, “Allah belamı versin!” desin. Pişmanlık duysun, kahrolsun, ne bileyim…
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap AdıKendine Ait
- Sayfa Sayısı208
- YazarBurcu Özer Katmer
- ISBN9786257425278
- Boyutlar, Kapak13.5 x 21.5 cm, Karton Kapak
- YayıneviDüşbaz / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Mevut Hüküm ~ Halide Edib Adıvar
Mevut Hüküm
Halide Edib Adıvar
Sanatının, ilminin vezaifini her şeyden mukaddes bilen Kasım! Şimdi aşk ve merhametin karşısında, hiçbir insanın aşkı için hususi bir aleti olamayacağına iman ettiği büyük...
- Kehribar Geçidi ~ Nazan Bekiroğlu
Kehribar Geçidi
Nazan Bekiroğlu
Kusurlu bir sikke elden ele, keseden keseye geçerek bütün Roma’yı nasıl dolaşır? Hikâyeyi hikâyeye, yolu yolcuya, rüyayı rüyete, yedi kişiyi erdemli bir köpeğe nasıl bağlar? Gölgelerin mağarasına dönen haberci her defasında niye taşlanır?
- Dağınık Yatak ~ Murathan Mungan
Dağınık Yatak
Murathan Mungan
Söz konusu bu üç kitap, Dört Kişilik Bahçe, Dağınık Yatak ve Başkasının Hayatı´dır. Bir zamanlar yazmış olduklarınızı, günün birinde nasıl bir araya getirirsiniz? Nasıl...