Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Sirk Kızı
Sirk Kızı

Sirk Kızı

Sevim Ak

Trende kimse onun sesini duymak istemiyordu. Şu yerel gazete satan kızın ünlediği sorular hiç bitmez miydi? Oysa yolcular onun ne adını biliyorlardı, ne de…

Trende kimse onun sesini duymak istemiyordu.

Şu yerel gazete satan kızın ünlediği sorular hiç bitmez miydi? Oysa yolcular onun ne adını biliyorlardı, ne de hikâyesini. Ne belediyenin çocuk koruma evinde kaldığını, ne de bunca yüksek sesli sorunun arasında, asıl hangisinin cevabını aradığını: Annesine ve babasına ne olmuştu? Bir gün geri dönecekler miydi?.. Hayat onu yüzüstü bırakmamış, dertlerin yanında iyi insanlarla da buluşturmuştu.

Peki ya bundan sonra? Derken, bir gün gazetede o haberi gördü. Cevap, arkasında bambaşka bir hikâyeyle gelmişti. Bir çocukluğun hayallerle karışık anıları, bir sirkin “tıngır mıngır” yankılarıyla birlikte…Çocukların en sevdiği yazarlardan Sevim Ak, bu romanında, geçmişinin eksik parçalarını tamamlayarak geleceğe doğru yürüyen “sirk kızı”nın öyküsünü anlatırken, bir gencin hayata ve aileye dair sorularına eşlik ediyor.

*

Son Anda Trene…

Soluk soluğa trene yetişip sağ ayağımı attığımda, son düdük çalmıştı. Şansım varmış; gri bereli, kolları kaslı bir genç beni gördü. Kapanan kapı kanatlarını, kollarını gere gere iteledi. Kara gözleriyle, ‘Atla!’ işareti verdiğinde, kendimden önce gazete tomarını içeri fırlattım. Yüzlerini görmediğim, babam cüssesinde güçlü iki el dirseklerimi kavrayıp beni vagonun içine doğru çekti.

Oh! Trendeyim!

Bu sabah geç kaldım. Rüyamın ağız sulandıran sahnesinde saatimin alarmı ciyakladı. Gözkapaklarımı açmakla açmamak arasında kalakaldım. Kolay rastlanacak bir düş olsa yatakta dönüp durmaz, fırlayıp kalkardım. Bataklıkta açan kırmızı bir gül nasıl heyecanlandırırsa, rüyam da içime buram buram sevinç salıyordu.

İnanmazsınız, konak benzeri bir evin salonundaydım, üstelik ihtişamlı bir ziyafet sofrası hazırlıyordum. İşim gücüm buymuş meğer. İlk kez düşte gördüğüm ama tadını henüz bilmediğim o dumanı üstünde yemekleri usta aşçılara pişirtmişim, sofra düzeni kuruyordum. Tabakları arkeoloji müzesinden kapkaççılar çalmış, gizli mahzenime getirmişler. Yüzlerine kazınmış tarihi öykülerin sahnelerini, ancak tabaktakileri silip süpürürken görebilirdiniz. Altın flamingo kulplu servis kâselerini, kazı alanı bekçisinden almışım. Topraktan ne zaman çıktığını, kulplardaki mat benekler söyleyecek; dikkat kesilin! Bakır balkabağı kapaklı tencereleri masal diyarından ödünç vermişler. Sihirli çubukla dokununca, sarı kabak şık bir balo arabasına dönüşecek; gözlerinizi ayırmayın ondan. İşte bu masallara layık, şatafatlı, iştah kabartan masayı kolayca terk edecek yürek kimde vardır? Bende yok. Lezzet küpü yemeklerin birer lokmasını yutmaya can atarken üstelik! Uykumu gözlerime sıkıca gömdüm. Tam da elimi masanın ortasında duran gümüş sepetteki, meyvelerle süslü kaz dolmasına atmışken bitmez ki bir rüya! Yüzlerce çeşidin arasında bir ona gömsem yüzümü, o bile yeterdi bana. Allem ettim, kallem ettim, ağzımı sulandıran o güzelim sofrayı terk etmedim… desem sakın inanmayın! Puff etti, söndü masalsı rüya balonum. Bir sis bulutuna gömüldü canım yemekler. Bir daha yakala yakalayabilirsen…

7:45, 8:00, 8:15 trenleri kaçtı… 8:30 trenini de yakalayamasaydım başım belaya girebilirdi. İşe gidenler 7:30-8:45 trenlerini doldurur. İlerleyen saatlerde yolcu sayısı düşer.

Belediyenin Sosyal İşler Birimi’ne geçen ay gelen kel kafalı adam kaç gündür kafamı ütülüyor. Hakkımdaki şikâyet mesajlarıyla başı dertteymiş. Savrukmuşum, konuşmaktan işimi bitiremiyormuşum, yolcuları canından bezdirmişim. Görevimi sessiz sakin görmezsem başkasına verirlermiş. Gazete dağıtım işini üç kuruşa yapmak için sırada bekleyenlerin sayısını bir söylese dudaklarım uçuklarmış.

Ağzıma bant yapıştırsın bari biri! Sesimi yutmamı mı istiyorlar? Dilim tutulsa, sussam, düşüp kalırım orada. Yok olurum!

Dağıttığım gazeteleri önceden okuyabilsem keşke. Zaman yok ki! Kahvaltıya inemiyorum bile. İçine peynir doldurulmuş çeyrek ekmeği aşçı Firdevs Teyze zorla koltuğumun altına sıkıştırmasa, günü aç geçiririm.

Trende gazeteyi sesli okumama yaşını başını almış dedeler ses çıkarmaz, genç adamlar ise dakikasında homurdanır. Geçen gün kirli kara sakallı biri, elimden çekip yırttı gazeteyi. Kafasını ütülüyormuşum! İlçemizde neler olup bitiyor duymaya sabrı yok bu akılsızların. Varsa yoksa kendi dünyaları! Beyinlerindeki çekmeceler öyle düzenli ki, ben konuşunca karışıyor!

Genç kızlar gazete manşetlerini okumamı alaya alır, kikirdeşir dururlar. Ergen kızların ayaklarını bastığı yer, dünyanın tam merkezidir. Benim gibi evsiz yurtsuzlar, onların deyişiyle, ‘ezik’tir. Alay edilmeyi hak ederiz. Bu kızlar grup halinde gezer, bir söyler beş güler. Kulak kabartır, neye güldüklerini anlamaya çalışırım. Çözemem. Şifreli mi konuşurlar, yoksa boş mu, bilemem. Yanlarından ses etmeden süzülür giderim. Gazete okumayı küçümserler. Her konuyu en iyi onlar bilir, yorumlar. Okumadan bilgin kesilmişler.

Haberleri ancak sesli okursam öğreniyorum ben. İçimden okursam aklım hayaller âlemine kaçıyor. Okuduğumu anlayamıyorum.

Yüreği karanlık kişiler düşünmemi, akıl yürütmemi istemezler. Gazetede şu haberi okudum geçenlerde:

Antarktika’da en düşük sıcaklık eksi 98 derece ölçüldü.

Beş yıl önce eksi 93’müş. O bölge soğuyor demek. Nefes alırken akciğeri donuyormuş insanın! Acı veriyormuş.

Bu konuyu bilmesem dünyam yıkılmaz. Antarktika’ya mı gideceğim? Duymuşsam nedenini, daha sonra olacakları merak ederim. Kime sorup öğreneceğim? Vagondakilerden başka kimi görüyorum?

Sesimi elimden geldiğince yükseltir, “Niye böyle abiler, teyzeler?” diye başlarım. “Kitapları yalayıp yutmuş bir vatandaş, bu alışılmadık olayın nedenini açıklayabilir mi?”

Çıt çıkmaz.

“Heey, neler oluyor orada? Sesim gelmiyor mu?”

Tren istasyona yanaşmadan yerinden kalkar üç beş kişi. Ben ısrarla sorarım.

“Buzul çağına mı giriliyor? Biri ses versin!”

Tık yok gene.

“Bilim insanı aramıyorum, amatöründen bir meraklı yok mu aranızda?”

Ben ses tellerim acıyana kadar bağırıyorum. Bir Allah’ın kulu söz alıp, ‘İklimler değişti, çünkü şu şu yanlış işler yapıldı, daha da beteri olacak,’ deyip de bildiğini benimle paylaşmıyor, yorum yapmıyor. Başlarını eğmiş, cep telefonlarına gömülmüş, bir vagon dolusu aymaz yolcu var trenlerde.

“Sus be kız!” diye tersliyor, ayık kalmış biri.

Konuşurken akıl yürütürüm ben. Huyum bu! Birlikte düşünürsek, ne kaybederiz? Kafamın basmadığı bir konuyu sizden öğrensem… Teknik terimler, duymadığım kavramlar kullansanız bile kafa yorar, anlamaya çalışırım.

Bugün başımda alışılmadık bir ağrı var. Göğsümün ortasında ise kaynayan bir kara kazan. Vagonlar dolusu insanla didişemem. Susma hakkımı kullanıyorum. “Gazete isteyen var mı?” diye sorup geçiyorum.

Benimköy Gazetesi’ni günü gününe okunacak bir gazete sanmayın. Haftada bir çıkar. Bu beldenin haberlerine ağırlık verir. Sorsalar erkenden yollara düşmeme gerek yok, ama kim bana kulak verir!

Emrah Amca, “Haftalık gazeteleri pazartesi, salı dağıttın dağıttın, yoksa eskir, bir anlamı kalmaz,” der.

Bana ne buyrulursa onu yaparım. Hele emir Emrah Amca’dan gelirse, elim kolum bağlanır.

Niye mi?

Beni, belediyemizin çıkardığı Benimköy Gazetesi’nin dağıtım işine o aldı. Almasaydı şimdi nerede barınır, ne iş yapardım, hayal bile edemiyorum.

Benimköy Gazetesi ücretsiz. Ara sıra cebime iki kuruş sıkıştıran çıkar. Yanaklarım pembeleşir, para pul istemem. Dilenci yerine konulmak gururumu incitir.

Bazı günler eve dönüşte cebimde on lira birikir. Ayaklarım nasıl yerden kesilir, bilemezsiniz! Dönerci İzzet’e uğrar, paramı tezgâha vurur, “On liralık ver,” derim. Bol bol keser, koyar yarım ekmeğe. Her lokmayı ağzımda uzunca bekletir, gözlerimi yumarım.

O an dünyanın en mutlu kızı ben olurum.

Biz Tanırız Birbirimizi

O gün topu topu üç vagon dolaştıktan sonra beter suratıyla Acar’a rastladım. Yolcu koltuğuna bıraktığı gazete tomarının üstüne çökmüştü. Gamlı baykuş gibi kendi içine kapanmış, derin derin düşünmeye dalmıştı. Yanakları patlıcan moruna dönmüş, bakışları bön mü bön! Dudağının ucu yırtılmış, kanıyor mu ne? Yorgun mu, hasta mı, dayak mı yemiş, anlayamadım.

Lafı ağızdan cımbız gibi çekmede üstüme yoktur. Tomarın açıktaki ucuna da ben çöktüm, pattadak sordum:

“Ne oldu? Canını sıkan ne var?”

O omuz silkip susunca, dirseğimi dirseğine geçirdim. Dile geldi o zaman:

“Sorma yaa… Yine utanmazın biri çıktı işte!”

“Dalga mı geçti seninle?”

“Keşke geçse… Belediye bizim gibileri doyurmasa vergileri kısarmış; işe yarar, aklı başında elemanlar alırmış… gibi bir sürü laf! Sanki ben istedim oraya sığınmayı!”

“Adamın tepesini attırmasan babalanmazdı herhalde!”

“Gazete vereyim mi, dememden rahatsız olmuş.

Kulağını çiziyormuşum sözde.”

“Dert etmemeyi öğrensek ya artık… Her gün teşekkür eden de çıkar, omuz atıp diklenen de…”

“Off… Sıkılıyorum bazen.”

“Boş ver! Vız gelir tırıs gider.”

“Hep böyle mi gidecek? Zincirlerimi kırmak istiyorum. Sahi… Bir gün başımızı alıp kaçsak ya bu bataktan.”

“Kaçsak mı? Şaşkın mısın sen? Evimiz yurdumuz burada. İşimiz bu.”

“Kaldığımız yere ev mi diyorsun?”

“Başımızı sokacak başka yerimiz mi var? Nesini beğenmedin? Köşkmüş orası eskiden. Saraylıların yakınları oturmuş.”

“Şimdi ise ipini koparanların sığınağı!”

“Of… Abartma… Aç mısın, açıkta mısın? Dışarıda sefil oluruz biz.”

Acar önemli bir şey söyleyecekmiş gibi gözlerime ısrarla baktı. Trenin istasyonda durduğu en sessiz anda, ağzından, “Bir gün dağıttığımız gazetede kendi haberimin çıkmasını isterdim,” sözü döküldü.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Çilekli Dondurma ~ Sevim AkÇilekli Dondurma

    Çilekli Dondurma

    Sevim Ak

    Gülüş, şeker mi şeker bir kızdır. Evin tek kızı olmasına karşın, yalnız kalmaya hiç niyeti yoktur müzede çalışan halasıyla, annelerini kaybetmiş, yüreği yaralı yavru...

  2. Domates Saçlı Kız ~ Sevim AkDomates Saçlı Kız

    Domates Saçlı Kız

    Sevim Ak

    Çürük Yumurta Kenti’nin en gevezeleri kimlermiş, biliyor musunuz? Nereden bileceksiniz. Hadi ben söyleyeyim: Günlerini kent meydanındaki sakız ağacında çan çan konuşarak geçiren iki kargaymış....

  3. Sakız Kızın Günleri ~ Sevim AkSakız Kızın Günleri

    Sakız Kızın Günleri

    Sevim Ak

    Sakız, sekiz yaşında bir kız çocuğu. Annesi, babası, kardeşi Nazlı ve Yusuf adını koyduğu semenderiyle bir ara sokaktaki apartman dairesinde yaşıyor. Üçüncü sınıfa gidiyor;...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur