Gökhan Yılmaz üçüncü öykü kitabında akışkan, kıvrak, kırılmayan ama büküle büküle büyüyen ilişkilenmeleri dillendiriyor.
Birbirine bakan aileler, bıçak kesiğiyle tutturulmuş ölümler, zamanla geçmesi beklenen hayatlar, içeride bir kör kuyuya dönüşen günler, dışarıda kanatları akılda büyüyen bir gökyüzü, ekmek yutan ve ekmek kusan bir fırının ağzında hikâyeler…
“Günler geçtikçe başka ayrıntıları hatırladık. Yanımıza kolonya ile gönderirlerdi. Sokağa. Hem saçında hem cebinde. Koruyacağına inanırlardı belki, kim bilir. Kendini ayıltsın diye ihtimal. Aniden. Saçının önü burnuna doğru düşük. Bakışında yasa duran bir koyuluk. Sanılır ki bir karga.”
*
Bir Buçuk Dayı Hikâyesi
On altı buçuk metre oda. Metre dediysek kare. Altı buçuk insan. İki yüz altı buçuk yıl ömür. Standart bir aile içi çatışması yaşanması için gayet uygun. Hava nasıl sıcak, piii… Nefesler çarpışıyor önce, enfes. Yeteeerrr, diye bağırmak bir ihtiyaç. Sırf sıcaktan bir ihtiyaç. Başka şeye gerek yok. Ama çocuklar var. Merkezde onlar. Öyledir. Çocuklar hayatın akan tarafıdır. Etrafındaki her şeyi durdururlar.
Gelelim şu ömürleri pay etmeye. Âdil olalım. Hakiki de olalım. Dede altmış var. Görsen altmışa altı buçuk daha eklersin ama tam altmış. Zorlama yok. Herkes hakkına razı. Her şeyi ölçüp biçtik. Metreler bile kare. Buçuklar bile insan. Yıllar bile ömür. Bu hikâyenin buçuklusu dede değil.
Dedeye tekrar döneceğiz. Çünkü orada bir mevzu var. Çünkü herkesin burada, dede evinde, bu şekilde var olma gerekçesi o zaten. Yani dede ölse mesela, kimse burada olmaz. Herkes kaçar, hatırlamanın güç olduğu bir yöne. Bu ev, dedenin merkezinde herkesin kendine bir şekilde anlam kattığı yer. Bir çeşit acil durum toplanma alanı. Dede de bunun farkında. Kısmen. Çünkü o bir dede. Kök salmış acıları ve tecrübeleri var. Arada bir çözdüğü yumruğu, geçmişten gelen.
Durumlar acil. Toplanmalar alan. Çeşitler bir.
Anneanne de tam altmış. Kocasına vurgun bir kadın bu. O yüzden o da tam altmış yaşında. Bir yıl fazla olmayı varlığına yediremez. Haddi aşmak sayar. Düşük olsa korkar kocasını da düşüreceğinden. Bazı şeyler yaşa başa bakar. Kocasının varlığının ispatı o. Gölgesi gibi. Bir öğün lokması eksik olsa, uykuları kaçar. Hatta ölür, tecrübeyle sabit. İlaçlarından birinin saati, ne saati Allah korusun, dakikası gecikse yine ölür. Ölmek onun var olma biçimidir. Şiir bilmez ki söylesin, sahne bilmez ki çıksın. En güzel sahnesi, en sade şiiri mevttir işte. Daha önce kaç buçuk kez ölmüştür. Artık pro-lisans sahibidir bu buçuklu ölmekler konusunda. Yabancı dili de var. Kendini iade edecek miktarda içine atmaca. İçine içine düşürdükçe bir şeyleri, yükselir tansiyonu. On altı buçuk. Gözlerinden anlar herkes. Herkes onun gözlerine bakarak anlar bir şeyleri. Hava durumunu, beklenen torunun cinsiyetini, enflasyon rakamlarını, daha neler neleri, piii. Yiğidine bakışı bile değişir tansiyonu yükselince. Paniğe gerek yok. Çoktan ilaca başladı. Şimdilik daha az dönüyor dünya ve gözler. Gözler tam iki göz oda. İstediğin gibi döşe. Böyle evlendiler. Gelinliği, yerden kaldırılan gözleri giymişti önce. Böylesi daha güzel.
Bu hikâyenin buçuklusu anneanne değil.
Otuzlardan biri anne. Dedik ya merkezde çocuklar var. Çocukların annesi. Dedenin kızı. Tam otuz. Otuzların kadını. Görsen yaşı başı değil de kilosu çarpar göze. Piii, nasıl zayıf. Güneş harlayıp duruyor bu arada hâlâ. Olacaklar başından belli aslında. Bu kadar güneş, bu kadar nem bu kadar insanın gırtlağından gırtlağından sıkarsa. Olacağı bu. Anne tam bir koruyucu anne. Herkesi koruyası var. En çok da babasını. Amma annesini de elbet. Evlenmiş, çekip gitmiş. Yok yok, teliyle duvağıyla, usulca. En son gözleri giymiş gelinliği. Evlenmek anadan kalma bir egzersiz. Yanlış hareket kas yırtılmasına, gönül kurumasına yol açar. Evi ayrı, yolu ayrı. Ama yüreği burada. Kaç kez gözlerini belertip, kılıçlarını çekip yükselmiştir kocasına. Bir şeyden değil, aşırı düşkünlükten. Düşkünlükten yükselmek bir anlatma biçimidir onca. Yanlış anlamaya bile müsaade etmez. Ana babası masum ve mahfuzdur her daim. And içerim. Bu evin hâlâ direği değilse de bir şeyi işte, beli belki. Olanı olmayanı doluyor kendine. Babasının, düğün günü salon kapısının ardında dizlerini ovuştura ovuştura ağlaması hiç gitmiyor aklından. O eller hep ilaç kokuyor şimdilerde. Yumruksuz. Kendi dizlerine bakıyor aklına geldikçe, kemikli kemikli. Ne de az baktığını fark ediyor kendine. Bir ayna karşısına geçip şöyle, dayanamıyor süzmeye. Aynada gördüğünde kendi eksik. Kaldırmayan bir yürek. İnsan bu kadar kendinden başkası olur mu hiç? Belki de tükendiğini görmemek için bakmıyor kalana. Silgi gibi, başkalarının hatalarını silmek için. Kendi yakın tarihi böyle tükenmelerle dolu. Ülkenin yakın tarihine benzetiyor onu baba. Kocası yani. Devlet gibi kadın, diyor bu yüzden. İçinden. Karışıyor sonra. İç karışıklık. Kadınanne, buluyor işte böyle eksiğini. Bunu fark ediyor hep yeni bir şeymiş gibi. İnsan ansızın fark edendir bakışlarını. Hemen dönüyor oradan, iyi yerler değil oralar, dön kendinden, aynandan. Düşündükçe iyice zayıflıyor. Aklıyla çözemedikleri etinden budundan gidiyor. İki çocuğu, iki buçuk tutam da beyazı var saçlarında. Son iki buçuk aydır. Çok beyazlara gebe beyaz. Biliyor. Seziyor. Evli. Gitmiş. Ama bağlı. Sanki belinden. Babasının annesi. Sigortası. Bu son iki buçuk ay önemli. Niye geldim ki zaten ben buraya. Birazdan böyle diyecek. Niye gittim ki ben buradan diye tercüme edilecek belki. Çok özlese de inat etti, gelmedi iki aydır buçuk. Yüreği hep orada ama. Mutlu mu, önemli değil. Evliliğinden yani. Mutlu olmak için mi evlenir hiç insan. Evinden çıkıp gittiği ana babası, en çok da babası mutlu olsun, yeter. Büyük anlamlar peşinde koşmak lüzumsuz. Niye böyleyim ben diye kızdığı, sorduğu anlar var. Onu anlar kimse yok mu? Soru gelip dayatıyor kendini bazen, bir görüntü biçiminde. Soru işaretinin noktasına inmeden dönüyor hemen. Noktası elinde kalıyor, eli koynunda. Mutluluk pimi çekilmiş bir bomba. Peşinden koşanın elinde patlar. Başkalarını mutlu etmektir asıl mesele. Peki bakışlarını, kendinin? Bunu anlayamayan ahmaktır. Ya anlayan? Kardeşi gibi. Dayı yani. İki buçuk aydır gelmeme sebebi. Nasıl onunla kardeş olabildiğine inanamıyor. Daha doğrusu böyle bir anne babanınnn böyle bir evladı olduğunaaa. Elinin sırtını kaç buçuk kez kanattı bunu düşünmekten. Büyük kız dedi ki, anne öpiyim. Kan durmadı, dudak öpmedi. Ama yapacak bir şey yok. Gidip gidip akıtıyor lavaboya. Mutluluk o lavabodan akıp giden o kırmızı gibi işte. İlle bir yerlere bulaşıyor acısı.
Bu hikâyenin buçuklusu anne de değil.
Diğer otuz, damat. Yok, baba. Çocuklardan biçiyoruz payı. Nasıl desek, hakkında bir iki buçuk kelime etsek kırılacak orta yerinden sanki. Görseniz acır, sonra da karşısına geçip sarılırsınız. Hemen sonra git burdan lütfen diye yalvarırsınız. O gitmez de siz gidip evinize ışıkları kapatıp ağlarsınız ayakta. Yüreğiniz kaldırmaz oturmayı. Öyle bir adam. Yetersiz bakiye. İki çocuğu olmasa bahsetmeye bile gerek yok ondan. Önemsiz bir altyazı gibi geçer hayattan. Bir köşede durur. Kaktüs gibi. Batmaz, faydalıdır da. Radyasyonu, gerilimi çeker. Alçalır ki yükselebilsinler. Susar. Susmalar hususunda yüksek lisans madalyaları vardır. Her şeyi anlar kendince. Anlayış bakımından. Ona göre her şeyin anlaşılabilir bir yanı vardır. Herkes haklıdır. Eşini de anlayabildiği için evlenebilmiştir zaten onunla…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Öykü
- Kitap AdıHevesin Kaçış Yönü
- Sayfa Sayısı88
- YazarGökhan Yılmaz
- ISBN9789750850363
- Boyutlar, Kapak13,5 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviYapı Kredi Yayınları / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Nasıl Ölünür ~ Émile Zola
Nasıl Ölünür
Émile Zola
Ölüm gerçek, ölüm döşeği tabu, cenaze ortak, yas bireysel… Peki ölüm herkesi eşitler mi?Romanlarından tanıdığımız Émile Zola’dan toplumsal ve ekonomik koşulların ölümü nasıl şekillendirdiğini...
- Aldanan Kadın ~ Thomas Mann
Aldanan Kadın
Thomas Mann
Rosalie eşini kaybetmiş, kırık bir aşktan geride kalan boşluğu resim yaparak gidermeye çalışan kızı ve lise öğrencisi oğluyla birlikte sakin bir yaşam sürmektedir. Oğluna...
- Gergedan ~ Mine Söğüt
Gergedan
Mine Söğüt
Uçsuz bucaksız bir bataklıkta bir gergedan bize doğru koşuyor kinle ve senin cesedin kötü kokuyor o gece. Annem ağzını her açtığında, koku daha da...