Selçuk Baran’ın yedi öykü kitabı daha önce Yapı Kredi Yayınları’ndan “Ceviz Ağacına Kar Yağdı” (2008) adıyla tek ciltte toplanmıştı. Bütün öyküleri şimdi gözden geçirilerek, yazar portreli kapaklarla ayrı ayrı basılıyor.
Selçuk Baran’ın ilk öykü kitabı “Haziran” (1972) 1973 Türk Dil Kurumu Öykü Ödülü’ne değer görülmüştü. “Ceviz Ağacına Kar Yağdı”, “Zambaklı Adam”, “Kavak Dölü” gibi yirmi bir unutulmaz öyküden oluşan kitap çıktığı tarihte güçlü bir yazarın gelişini müjdelemişti.
Yalnızlık ve umutsuzluk dolu öykülerinde düşsel, şiirli bir hava yaratmakta başarı gösterdiği kabul edilen Selçuk Baran, Behçet Necatigil’den Vedat Günyol’a, Füsun Akatlı’dan Selim İleri’ye, Hulki Aktunç’tan İbrahim Yıldırım’a, İnci Aral’dan Behçet Çelik’e pek çok yazarın övgüyle üstünde durduğu, ancak günümüz okuru tarafından daha fazla keşfedilmeyi bekleyen bir yazar.
“Hayır, baharla gelen bir ruh zayıflığı filan değildi! Ne münasebet! Gerçi gözlerimin hafifçe dolduğunu yadsımıyorum. Bekâr bir kızın çiçek alması dokunur bana. Hepsi bu işte!”
*
Odadaki
Ellerine bakıyordu adam. Ne de ağırdılar yorganın üzerinde! Etleri iyice erimiş, yalnızca saydam, sedef rengi, ama donuk bir deri kalmıştı. Gene de hantal bir ağırlık içinde güçsüzdüler. Gözlerini kapadı mı daha bir duyuyordu, dirençsiz, kendini koyvermiş ağırlıklarını. Ellerini oynatmaya çalıştı yavaştan. Orada, beyaz çarşaflı pembe yorganın üzerinde kendinin değillermiş gibi kıpırdanıyorlardı. Ellerini, hep kimseler yokken oynatırdı. Başkalarının, bu ellerin artık onun olmadığını bilmelerini istemezdi de ondan. Utanılacak bir şeydi insanın bir zamanlar kendinin olan ellerini yitirmesi. Ayakları ellerinden de uzaktaydı. Ayaklarıyla ilgilenmeyi çoktan unutmuştu. Onları kıpırdatmaya hiç uğraşmazdı. Yatağın ta öbür ucunda iki uzun yabancı şey… Bütün anlamını yitirmiş.
Kadın odaya girdi. Yatağın başucunda duran küçük masadan boş bardağı aldı. Adama bakmadan çıkmak üzereydi. “Otursana biraz❞ dedi adam. Hep öyleydi. Odaya girenler, yüzüne bile bakmadan, gözle görülür bir aceleyle işlerini bitirir, sonra gene başları önlerinde, çıkar giderlerdi. Unutuluyordu yavaş yavaş. Onun ayaklarını unuttuğu gibi, ötekiler de adamı unutuyorlardı. Kadın bir an duraksadı. Elindeki bardağı tekrar masanın üzerine bıraktı. Yatağın kenarına ilişti. Elleri çaresizlik içinde, ayaları yukarı doğru çevrik duruyordu kucağında. Umutsuz, boynu bükük bir bekleyişti bu. Gene de adam, kadının durgun ellerindeki hafifliği ve kıpırdama gücünü sezdi.
Kadın eğreti bir oturuşla önüne bakıp bekliyordu. Hemen gidiverecekti sanki. İstediği anda da topuklarına dayandığı gibi firlardı yerinden. Belki elleriyle yatağın kenarına şöyle bir abanırdı, o kadar. Oysa adam kımıltısız ağırlığıyla bütün bütün döşeğine gömülmüştü.
“Şu üst camlar” dedi birden sızlanarak.
“Ne olmuş?” diye çıkışıverdi kadın. Daha çok kendini savunur gibiydi. “Sonra kokuyor oda. O kadar temizliyorum seni. Ovmaktan derilerin soyuluyor. Gene de buranın eski, yağlı kokusunu gideremiyorum. Varsın camlar açık dursun, ne çıkar? Hava daha öyle ayazlamadı ki…”
“İyi, iyi,” dedi adam, kısa kesmek istercesine, “açık dursun!”
Bir süre boş gözlerle karşı duvara baktı. Sonra birden: “Naciye’ye ne oldu?” diye soruverdi. Şaşaladı kadın. Yüzü karıştı. Kirpiklerinin dipleri kızardı. Büyükçe bir yutkundu: “Bu da nereden geldi aklına?” dedi. Sesi titriyordu. “Unuttun mu? Naciye öldü.” Üzülmedi adam. Karşı duvara bakmaktan da geri durmadı. “Ben sokakta oynuyor sandımdı” dedi yalnızca. Kadın acısına rağmen güldü. “Sokakta ne işi var?” dedi. “Yaşasaydı gelinlik kız olmuştu şimdi.” Kadının gözleri hâlâ kırmızıydı ya, adam Naciye’yi çoktan unutmuştu. Kadın boş bardağı aldı, odadan çıktı.
Günbatımıydı. Üst camdan dışarının sesleri doluyordu odaya. Akşama doğru sokak öyle patırtılı olurdu ki… Okuldan çıkan çocuklar, dükkânlara mal dağıtan kamyonlar, simitçiler, bir de işten dönen adamlar… Sokaktan gelen sesler birbirine karışıp adamın kulağına çarpıyor, sonra onun oda dolusu yaşantısında hiçbir kıpırtı yaratmadan yere düşüyordu. Ayrıntıları, özellikleri, yeni yeni inmeye başlayan sisle birlikte, yüklü akşam havasında eriyip gidiyor, kafasında belirsiz bir uğultu halinde tozlaşıp kalıyordu. Karısı, arada camdan bakıp avunsun diye yatağını pencerenin önüne çekmişti ya, dışarısı adamı hiç ilgilendirmiyordu. Dünya; sesleri, renkleri, acıları, sevinçleriyle çoktan bırakıp gitmişti onu. Oda kapısının gerisinde kalan her şey yabancıydı. Karısı bile. Kapıdan her girişinde, onu yeni baştan tanıyordu. Sonra çıkıp gidince, o da sokak gibi yabancılaşıyordu. Bu yüzden çişi gelince karısına seslenemiyordu. Kapının ardındaki yabancıyla böyle şeyler konuşulmazdı. Utanıyordu daha doğrusu. Utanıyordu da bırakıveriyordu çişini. Karısı odaya girip fark edinceye dek ıslakta bekliyordu. Sonra kıyamet kopuyordu. Söylenip duruyordu kadın. Hiç susmayacakmış gibi. Ama sonunda nasıl olsa susuyordu. Adam, bunu bildiğinden, karısı kızıp dururken aldırmıyordu.
“Tanrı aşkına dur Naciye!”
Bir çocuk sesi olanca gücüyle odanın boşluğuna düşüverdi ve adamın bütün bilincine yayıldı. Portakal büyüklüğünde, ama her şeyi yerli yerinde bir dünya gibi… Adam ellerini yorganının üzerinde unuttu. Uzak duvarlara baktı. Sevinçsiz bir tohum çatlaması, ardında karanlık esintilerle pırıl pırıl masmavi bir perdenin aralanması gibi bir şeydi bu. Çocuk sesi sustu. Cevap veren olmadı. Sokak, akşam karanlığında eski patırtısıyla karmakarışık, anlamsız, büyüye büyüye uzaklaşıyordu.
“Tanrı aşkına dur Naciye!” Belki kızın Naciye’den isteyeceği şey pek önemsizdi. Odanın yüreğine mavi ışıltılı bir bıçak gibi saplanıveren bu yalın tümce, bağırtının gırtlağa böylesine sürtünmesi, o ince çocuk sesinin genişliğinin, bu yüksek titreşime dayanamayıp çatlamasından başka bir şey değildi. Ama neden bağırmıştı öyle? Kara renkli okul giysisi, kocaman beyaz pike yakasıyla kız beliriverdi karşısında. Örgüleri, tatlı bir umursamazlıkla omuzlarından aşağıya iniyordu. “Gene de üstüne varmaya görün, başının şöyle bir dönüşüyle ilk başkaldıracak onlardır” diye düşündü adam. Sonra da “Naciye sana ne yaptı, Naciye ne yaptı sana?” diye bağırdı. Kadın elinde örgüsüyle kapıda göründü. “Ne var?” diye sordu, “Gene mi Naciye?” Onun ortaya çıkıvermesiyle kız yok olmuştu. Kadın örgüsünü masanın üzerine bıraktı. Yatağın kenarına oturdu. Adamın alnında terler boncuklanmıştı. Güçlükle soluyordu. Yüzünün derinliklerine sığınmış gözleri şimdi iri iriydi. Kadın adamın terini sildi. “Ne var?” diye tekrarladı sorusunu, daha bir tatlılıkla. “Çocuk…” dedi adam. Biraz durulmuştu. “Deminki kız… Duymadın mı? Tanrı aşkına Naciye dur, diye bağırdı.”
“Ne çıkar bundan?”
“Ama Naciye durmadı.”
Kadın inanmıyordu. Ona inandığı yoktu zaten. Söylediklerini doğru dürüst dinlemezdi bile. Ama Naciye durmamıştı. Belki de bunu adamdan başka bilen yoktu. Çaresizlik içinde inledi. Elleri, o ağır, hantal elleri iki yanına düşüverdi. Kadın, adamın terden sırsıklam olmuş yanaklarını okşadı. “Hadi, hadi uzatma,” dedi sonra da, işe yarar bir şey söylüyormuş gibi, “burada bir başına kötü kötü kurup duracağına, pencereden baksaydın ya. Dur, ışığı açayım. Sonra da yemeğini getireyim. Ispanak böreği yaptım, seversin.” Yerinden kalktı. Kapıdan çıkarken “Yaşasaydı, gelinlik kız olmuştu şimdi” diye söylendi. Düğmeyi çevirip ışığı yaktı. Tanıdığı eşyalar adamın gözü önünde bir kez daha biçimlendi. Ama kırmızı kurdeleli kız görünmedi. Besbelli gelecek hali yoktu. Yukarılarda, çıplak ampulün çevresinde, halka halka bir uğursuzluk döneniyordu.
Ellerine baktı adam. Ne çağırıştı o? Küçücük, minicik bir insanın son seslenişi, çaresizliği içinde son umudunu koyvermemek…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Öykü
- Kitap AdıHaziran
- Sayfa Sayısı136
- YazarSelçuk Baran
- ISBN9789750847561
- Boyutlar, Kapak13,5 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviYapı Kredi Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Işıklı Kaplumbağa Adası ~ Levent Turhan Gümüş
Işıklı Kaplumbağa Adası
Levent Turhan Gümüş
Yorgun yıldızların gittiği yerIşıklı Kaplumbağa Adası, kâinatın uzak mı uzak bir yerinde yaşayan minik bir yıldızın, o yıldızın kulağına büyümenin sırrını fısıldayan bir masal...
- Buraya Kısıldık Sanırım ~ Aslı Akarsakarya
Buraya Kısıldık Sanırım
Aslı Akarsakarya
Aslı Akarsakarya, 2021 Yunus Nadi Öykü Ödülü’nü alan “Buraya Kısıldık Sanırım”da on sekiz etkileyici öykü anlatıyor. Çok çeşitli konu ve karakterle örülü öyküler, geçmişin...
- Muhtelif Evhamlar Kitabı ~ Ömür İklim Demir
Muhtelif Evhamlar Kitabı
Ömür İklim Demir
“Kendime vereceğim bir iyi, bir de kötü haberim var. Kötü haber: Hayatımda hiçbir şey hayal ettiğim kadar iyi olmayacak. İki artı bir evde, yalnız...