Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Budapeşte’de Bir Osmanlı Şehzadesi
Budapeşte’de Bir Osmanlı Şehzadesi

Budapeşte’de Bir Osmanlı Şehzadesi

Tarık Demirkan

Sultan Abdülhamid’in şehzadelerinden Mehmed Abdülkadir Efendi, 1924 yılında Osmanlı hanedanının yurtdışına sürülmesiyle hayatı altüst olan hanedan mensup­larının en ilginçlerindendi. Saltanat devrinde isyankâr tavırları sonucu…

Sultan Abdülhamid’in şehzadelerinden Mehmed Abdülkadir Efendi, 1924 yılında Osmanlı hanedanının yurtdışına sürülmesiyle hayatı altüst olan hanedan mensup­larının en ilginçlerindendi. Saltanat devrinde isyankâr tavırları sonucu babasının hışmına uğrayan Mehmed Abdülkadir Efendi, sürgünden sonra ailesiyle birlikte yer­leştiği Macaristan’da renkli gece hayatı ve Şark usulü çokeşli aile yapısı ile Macar bası­nının ilgi odağı olmuştu. İki eşinden ayrıldıktan sonra üçüncü eşiyle Macaristan’dan Bulgaristan’a geçen şehzade, son eşi tarafından da terk edilip İkinci Dünya Savaşı esnasında Sofya’da vuku bulan bir hava saldırısında hayatını kaybetmişti.

Budapeşte’de Bir Osmanlı Şehzadesi aldığı Batı kültürü ve görgüsüne rağmen özünde mensup olduğu despotik Doğu geleneğinden sıyrılamamış ve belli bir yaşa kadar da geçim sıkıntısı gibi dertlerden bihaber bir insanın sefalete düşüşünün ibret verici hikâyesini sunarken yirminci yüzyılın başlarında bir Orta Avrupa ülkesinde Türklere ne gözle bakıldığını da gösteriyor.

İçindekiler
1924, Budapeşte, Doğu Garı • 9
İsyankâr Şehzade • 13
Neden Budapeşte Seçildi? • 17
Budapeşte Sürgün Hayatı Başlıyor • 20
Şehzade Abdülkadir: Budapeşte Gece Hayatının “Renkli” Siması • 24
Macaristan’daki Türk Dünyası • 27
Budapeşte’deki İstanbul • 29
1924 Yılı Sonunda ve 1925 Yılı Başında
Şehzadenin Hayatındaki İki Tuhaf Olay • 34
Şehzade Abdülkadir 17 Yaşındaki Bir Macar Kızına Âşık Oluyor • 38
Sultan Abdülhamid Bir Macar Torun Sahibi Oldu • 44
Macide Hanım İsyan Bayrağını Açıyor • 49
Macide Hanım Evi Terk Ediyor, Şehzade Hırsızlıkla İtham Ediyor,
Polise Suç Duyurusunda Bulunuyor • 53
Şehzade Abdülkadir Yaveri Afif Bey ile Otel Lobisinde
Yumruk Yumruğa Kavga Ediyor • 64
Şehzade Abdülkadir İcraya Veriliyor • 72
Macide Sultan Budapeşte’de Güzellik Salonu Açıyor • 77
Güzellik Salonu Kapatılıyor, Şehzade “Barışma” Taraftarı • 83
Macide Hanım Şehzade Abdülkadir’e Dönüyor
Ama Sadece Birkaç Aylığına • 88
Mutlu Aile Tablosunu Lulu mu Bozuyor? • 91
Macar Medyası Meziyet Hanım’ı “Keşfediyor” • 99
1927 Yılı Hızlı Başlıyor: Macide Hanım Çocuklarını Abdülkadir
Efendi’nin Evinden Kaçırıyor, Kitap Yazıyor, Sahneye Çıkıyor • 102
Bir Kitap: “Doğu’nun Peçenin Altındaki Görünmez Yüzü:
Özlemler ve Acılar” • 104
Macide Sultan Çocuklarını Kaçırıyor • 107
Abdülkadir Efendi Yine Polise Başvuruyor:
Bu Kez Oğlu Şehzade Orhan’dan Şikâyetçi • 110
Macide Hanım Aşk İlişkileri İddialarıyla Manşetlerde. Şehzade
Abdülkadir Çocuklarını Sinema Salonundan Kaçırıyor. • 113
Macide Sultan Film Yıldızı Oluyor • 117
“Türkçe Şantaj Nasıl Denir?” • 121
Macar Mahkemesi: Abdülkadir Acaba Gerçekten Bir Şehzade mi? • 124
Hanedan Abdülkadir’in Hovardalıklarından ve
Hayat Tarzından Rahatsız mıydı? • 128
“Şehzade Abdülkadir Karısı Macide Sultan’a Şiddet Uyguladı mı?” • 131
Şehzade Abdülkadir ile Macide Sultan 1924 Yılı Öncesinde de
Macaristan’a Gelmişler miydi? • 133
Komünist Rejimde “Mahsur Kalan” Osmanlı Şehzadeleri • 136
Macide Hanım’ın Sonu • 140
Şehzade Abdülkadir Orkestra Kuruyor, Müzisyenliğe Başlıyor • 144
“4192 No’lu Caz Müzisyeni” Şehzade Abdülkadir, Peşte
Kahvehanelerinden İyi Bir Teklif Bekliyor • 148
Meziyet Hanım’dan Abdülkadir Efendi’ye Büyük Destek • 152
Abdülkadir Efendi’nin “Esrarengiz” Eşi Mislimelek • 158
“Dişçi Sami Bey” ve Diğer Bazı Dolandırıcılar
Şehzadenin Servetini Nasıl Elinden Aldı? • 162
Gazetelerde Küçük İlan:
“Sultan Babamın Sarayından Kalan Halılarımı Satıyorum!” • 165
Yoksulluk ve Sefalet Koşullarında Şehzade Abdülkadir Mislimelek
Hanım’ın Şefkatine Sığınıyor • 169
İsyan Sırası Meziyet Hanım’a Geliyor • 172
Osmanlı Tahtının Vârisinin İki Karısı Vardı, Şimdi Artık Hiçbiri Yok • 176
Kavga Büyüyor! Meziyet Hanım Şehzadeyi Tımarhaneye
Kapattırmak Niyetinde • 179
Şehzade Abdülkadir Macaristan’ı Terk Ediyor, Bulgaristan’a Gidiyor • 183
Sofya’da Yaşam: Abdülhamid Han’ın Oğlu Kantarcılık Yapıyor • 187
Meziyet Hanım ve Neslişah Sultan’ın Budapeşte Yaşamının Sonu • 190
Hitler Osmanlı Şehzadesi Abdülkadir Efendi’ye Ortadoğu
Stratejisinde Nasıl Bir Rol Biçmişti? • 194
Osmanlı Hanedanı İkinci Dünya Savaşı’nda Taraf Oldu mu? • 198
Gurbetteki Hüzünlü Son: Abdülkadir Efendi’nin Ölümü • 201
Kaynakça • 204
Dizin • 206

Budapeşte’de
Bir Osmanlı Şehzadesi
Sultan Abdülhamid’in Oğlu Abdülkadir Efendi’nin
“Orijinal Belgelerle” Macaristan’daki Sıra Dışı Sürgün Hayatı

1924, Budapeşte, Doğu Garı

8 Mart 1924 tarihinde Belgrad Ekspresi Budapeşte’nin yirminci yüzyılın başlarındaki en modern tren istasyonlarından olan Doğu Garı’na ulaştığında, o gün yolu gara düşen şehir sakinleri olağanüstü bir şeylerin cereyan ettiğinin hemen farkına varmışlardı. Aralarında siyasetçilerin de bulunduğu resmi zevat, şehrin ileri gelenleri, ellerinde çiçeklerle bekleyen çocuklar, trenden inecek birilerini karşılamaya hazırlanıyorlardı. İstasyonun özel bekleme salonu konuklar için ayrılmıştı. Görevliler telaşla değerli konuklara gereken itibarın gösterilebilmesi için son teftişleri yapıyorlardı. Tüm bu hazırlıklar Belgrad Ekspresi’yle şehre varmak üzere olan konukların önemli şahsiyetler olduğunun işaretiydi. Gerçekten de öyleydi: Resmi bir tören olmasa da karşılanması için ciddi hazırlıklar yapılan tren bir zamanlar üç kıtada uçsuz bucaksız topraklara egemen olan Osmanlı İmparatorluğu’nun devrik hanedan mensuplarını taşıyordu. Belgrad Ekspresi’nin özel iki vagonu sürgüne gönderilen Osmanlı hanedan üyelerine tahsis edilmişti.

Dünyayı altüst eden, Avrupa’da bin yıllık imparatorlukların sonunu getiren büyük savaşın ardından Osmanlı İmparatorluğu dağılmıştı. Son padişah Sultan Vahideddin, İstanbul’daki işgal kuvvetlerinin savaş gemilerinden birine sığınıp ülkeyi terk etmişti. Bitkin ve umutsuz imparatorluğun enkazı üzerinde boy veren ulusal kurtuluş savaşı, dünyanın hiç beklemediği bir başarıyla Osmanlı Devleti’nin Anadolu’daki ve Trakya’da ağırlıklı olarak Türklerin yaşadığı topraklarını kurtarmış, direnişin lideri Mustafa Kemal Paşa zaferini ilan etmişti. Ankara, “yeni rejimin tesisi” amacıyla ülkede istikrarı sağlayabilmek açısından bir tehdit olarak gördüğü Osmanlı hanedan mensuplarından bir an önce kurtulmak istiyordu. Bu nedenle de ilk adımlarından biri hilafet ve saltanatın hızla tasfiyesi ve hanedan üyelerinin de sürgüne gönderilmesi olmuştu. İşte Belgrad Ekspresi sınır dışı edilen ve ülkeye dönmesi de “ilelebet yasaklanan” Osmanlı hanedanının öncelikle Budapeşte’ye, Viyana’ya ve de bu şehirler üzerinden Paris’e giden mensuplarını taşıyordu.

Büyük savaşta Osmanlı İmparatorluğu’nun müttefiki olan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu da yenilginin ardından büyük bir yıkıma uğramıştı. Avrupa’nın en büyük imparatorluğu ulus devletlere bölünmüş ve eski imparatorluk sınırları içinde en büyük zararı da topraklarının üçte ikisini, nüfusunun da üçte birini kaybeden Macaristan görmüştü. Oysa Birinci Dünya Savaşı öncesindeki Macaristan’ın son 50 yılı görkemli bir gelişme ivmesi çizmişti:

1848’de Avusturya’ya karşı verdiği bağımsızlık savaşında yenilgiye uğramasının ardından bir süre kendine gelemeyen Macaristan 1867’de Avusturya monarşisi ile anlaşmış ve iki başkentli bir imparatorluk modelinin yaşama geçirilmesi ve tanınan bazı özerklikler şartıyla bağımsızlık iddialarından vazgeçmişti. Bunun ardından da tüm ülke ve de özellikle imparatorluğun ikinci başkenti haline gelen Budapeşte, tarihte görülmemiş bir hızla gelişmeye başlamıştı. Monarşi ile olası bir savaş ihtimalinin ortadan kalkması, etnik azınlıklara bazı haklar tanınması, ülkede barışçı ve liberal bir siyasetin güç kazanması ekonomide inkâr edilemez bir canlanmayı da beraberinde getirmişti. O yıllardan itibaren Budapeşte Viyana ile yarışmaya başlamış, Orta Avrupa’nın ekonomi ve kültür yaşamında iddialı bir başkent haline gelmişti.

1899 yılı Macarlar açısından çok önemli bir tarihti. Macar kavmi boylarının bugünkü Macaristan’ın bulunduğu Karpat havzasındaki bu topraklara gelişinin bininci yıldönümü olan 1900 yılı için son on yılda büyük hazırlıklar yapılmıştı. Yeni şehir planı çerçevesinde başlayan imar hamleleri kentin çehresini tamamen değiştirmişti. Osmanlı hanedan üyelerini taşıyan trenin geldiği Doğu Garı da dahil olmak üzere Budapeşte’nin belli başlı binaları, Kıta Avrupası’ndaki ilk metro hattı, büyük bulvarlar, kapalı pazarlar ve şehir içindeki büyük park alanları bu hazırlıklar döneminde inşa edilmişti. Bu baş döndürücü kalkınma Birinci Dünya Savaşı’na kadar devam etmişti. Savaştaki yenilginin ve ülkenin trajik parçalanmasının ardından yaşanan ekonomik çöküntü ve ulusal bilinçte oluşan büyük zedelenme Macaristan’ı toplumsal bir krize sevk etmişti. Siyasi ve askeri elitin uluslararası olumsuz koşullar nedeniyle çözüm yollarını bulamadığı bu kaos döneminde kısa süren Sovyet benzeri bir konsey cumhuriyeti de yaşanmış ve bunun ardından da müttefik devletler temsilcileriyle 4 Haziran 1920 tarihinde imzalanan Sevr benzeri Trianon Antlaşması’yla ülkenin toprak ve nüfus kaybı resmen tescillenmişti.

İşte Osmanlı hanedanı sürgünleri böyle bir ülkeye geliyorlardı. Savaşın sona ermesinin ardından geçen altı yıl içinde Budapeşte yaşadığı yıkıntıyı henüz atlatamamıştı. Memleketin bazı önemli şehirlerinin barış görüşmeleri sonucunda Macaristan’dan kopartılıp çevre ülkelere bağlanması, ulusal birliğin en önemli faktörlerinden olan demiryolu ağının da parçalanmasına neden olmuştu. Sanayi üretimi görülmemiş bir şekilde azalmıştı. Savaştaki kayıpların neden olduğu insan zayiatına, ekonomik kriz nedeniyle ülkeyi terk edip Amerika kıtasına göçenler de eklendiğinde, nüfus içinde iş görebilecek insan sayısının kritik eşiğin altına düştüğü uyarıları haklılık kazanıyordu. Macaristan’da on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında yaşanan ve Avrupa’da bile emsali görülmeyen ekonomik kalkınmanın tekrar eski dinamizmine kavuşmasını beklemek bir hayaldi. Budapeşte’nin ünlü kafe ve restoranları, tiyatro, kabare ve gece kulüpleri henüz eski parıltısından çok uzaktı. Ancak şehir bu düşkün haliyle bile sürgüne gönderilen hanedan üyeleri için özlenen bir vaha gibiydi. Yol yorgunu ve moralsiz kafile şehrin ileri gelenleri tarafından karşılandı ve kendilerine gerekli itibar gösterilerek kalacakları otellerine götürüldüler.

Osmanlı hanedanı sürgünlerini ülkeyi terk etmek zorunda bırakan olaylar zinciri çok hızlı gelişmişti. 29 Ekim 1923’te cumhuriyetin ilan edilmesinin ardından genç Türkiye Cumhuriyeti devleti kelimenin tam manasıyla var olma mücadelesi veriyordu. Savaşın yerle bir ettiği ekonomiyi ayağa kaldırma çabaları, hazırlanan devrim niteliğindeki toplumsal ve sosyal reformlar muhafazakâr halk arasında memnuniyetsizlikler yaratabilirdi. Genç cumhuriyetin kurucu kadroları yeni rejim için en büyük tehlikelerden biri olarak hanedanı ve hilafeti görüyorlardı. Son padişah ülkeyi terk etmiş olsa da hanedanın üyeleri hâlâ ülkedeydiler. Halife hâlâ Cuma selamlıklarına çıkıyor, Ankara’daki Meclis içinde hilafet yanlısı bir mebus grubu oluşturmaya çalışıyordu. İstanbul basınında 1923 yılları sonlarında hilafetin önemi ve hilafetin sona erdirilmesinin muhtemel sonuçları üzerine bir tartışma başlamıştı. Hilafetin elden kaçırılmasının İslam âleminde Türk devletinin yüzyıllardır tuttuğu pozisyonları zayıflatacağı tezleri Babıâli basınında ısrarla işleniyordu. Bu kampanya elbette tesadüfî değildi. Eski başkent İstanbul, Osmanlı’nın hâlâ var olan kurumları aracılığıyla Anadolu’da yakılan ateşin önce harını kesip sonra bu ateşi tümden söndürmeye kalkışabilirdi. Ankara’nın duyduğu endişe temelsiz sayılmazdı.

Sonunda cumhuriyet karşıtı olası bir isyan kaygısı Ankara’yı harekete geçirdi: Çok ani bir kararla 3 Mart 1924’te hilafet lağvedildi ve aralarında son halife Abdülmecid de olmak üzere Osmanlı hanedanına mensup 155 kişinin yurtdışına sürgüne gönderilmesine karar verildi. Yıldırım hızıyla çıkarılan yeni yasa hanedanın erkek üyelerine ülkeyi terk etmeleri için iki gün, kadın üyelerine ise 10 günlük süre tanımaktaydı. Hanedan mensuplarına yurtdışına çıkabilmeleri için sadece “gidiş belgesi” olarak kullanılabilecekleri tek yönlü bir yolculuk belgesi ve kişi başına da ikişer bin İngiliz sterlini tahsis edilmişti. Sürgüne gönderilen hanedan mensuplarının bundan böyle tekrar memlekete dönüşleri yasak olduğu gibi, sadece transit geçiş amacıyla bile olsa ülke topraklarına adım atmaları “kat’-i surette” yasaklanmıştı. Mal varlıklarına o an itibarıyla el konulmamıştı, ancak ülkeyi terk etmeleri için sadece iki günleri vardı. Bu kadar kısa süre içinde mülkiyetlerindeki gayrı menkullerin ve servetlerinin paraya çevrilmesi de mümkün olmadığından, hanedan mensupları sadece yükte hafif pahada ağır altın ve mücevher gibi değerli eşyalarını yanlarına alarak yolculuğa hazırlandılar. 6 Mart’ta ünlü Simplon Express treniyle Belgrad’a doğru yola çıkan Osmanlı hanedan mensupları arasında Bulgaristan’a, Avusturya’ya, Fransa’ya gidenler olduğu gibi sürgün hayatını Budapeşte’de sürdürmek isteyenler de vardı ve onların başında da Şehzade Abdülkadir Efendi ve ailesi geliyordu. Abdülhamid Han’ın oğlu Mehmed Abdülkadir Efendi’nin, üç refikası, üç şehzadesi, henüz bebek olan bir kızı, bir haremağası, dört kalfa ve bir hizmet mensubu1 ile birlikte Budapeşte’ye gelişi, şehzadelere yakışan bir şekilde karşılanması, seçkin Bristol Oteli’ne yerleşmesi ve şehrin önde gelenleriyle tanışması uzun bir süre Macaristan basınının manşet haberlerinden oldu. Şehzade Abdülkadir Efendi’nin dokuz yıl aralıksız yaşadığı, ardından da Sofya’ya taşınsa da 1944 yılındaki vefatına kadar hiç bağını koparmadığı, hareketli ancak bir o kadar da acılı ve skandallarla dolu Budapeşte’deki sürgün hayatı işte böyle başlamıştı.

İsyankâr Şehzade

Abdülkadir Efendi 16 Ocak 1878’de İstanbul’da doğdu. Abdülhamid Han ile Bidar Kadınefendi’nin oğluydu. Hanedandaki yeri itibarıyla Abdülhamid’in üçüncü oğlu, beşinci çocuğuydu. Diğer şehzadeler gibi o da çok yönlü bir saray eğitimi almıştı. Abdülhamid’in Yıldız Sarayı’nda yaşayan ve eğitim alan sekiz oğlu, dokuz kızı vardı. Şehzadeler yaş sırasıyla Mehmed Selim, Ahmed Nuri, Mehmed Abdülkadir, Mehmed Burhaneddin, Abdürrahim Hayri, Ahmed Nureddin, Mehmed Bedreddin ve Mehmed Abid idi. Şehzadelerin her biri çocukluklarında sarayda valideleriyle birlikte kendi özel dairelerinde kalır ancak günün önemli bir kısmını sarayda şehzadeler için düzenlenmiş Saray Mektebi’nde geçirirlerdi. Abdülhamid çocuklarının eğitimine büyük önem veren bir sultandı. Mektepte Osmanlı ve yabancı milletlerden getirtilen hocalar, çocuklar için matematik, fen, lisan ve sosyal dersler okutuyorlardı. Bunun yanı sıra şehzadelere askeri eğitim ve özel hocalarla din ve Kuran eğitimi de veriliyordu. Ancak bu saray eğitiminin ilginç bir özelliği de fen dersleri ile sosyal derslerin yanı sıra her şehzade için ilgi duyduğu bir sanat ya da zanaat dalını da zorunlu kılmasıydı. En büyük şehzade Mehmed Selim edebiyata yatkındı. Kitaba olan sevgisi ve edebiyatı yakından tanıyan hocaları sayesinde zamanla dünya edebiyatı ve Osmanlı edebiyatı üzerine iyice bilgi sahibi olmuştu. Abdülkadir için ise teknik gerektiren el işlerinin yanı sıra, çizim ve grafik de ilgisini çekse de en sevdiği ders müzik olmuştu. Keman ve piyano çalmaktan çok hoşlanıyordu. Üçüncü şehzade Mehmed Burhaneddin için resim vazgeçilmezdi ama onu müzik de ilgilendiriyordu. Burhaneddin piyanoyu, Abdürrrahim ise çelloyu seçmişti. Abdülhamid’in sadece oğulları değil, kızları da müziğe yatkındı: Naile Sultan güzel piyano çalar, Şadiye ve Ayşe sultanlar da saraydaki müzik hayatında yer alırlardı. Şehzade Abdülkadir Efendi’nin müziğe olan ilgisi daha sonraları Budapeşte sürgün yıllarında hayatını sürdürebilmesinde kendisine çok yardımcı olacak, yaşamını büyük ölçüde kolaylaştıracaktı.

Ama aslında onu diğer şehzadelerden farklı kılan en önemli özelliği sarayın katı kurallarını çoğu kez dikkate almayan “başına buyrukluğu” idi. Abdülkadir Efendi’nin eşi Mislimelek Hanım, yeğeni Nemika Deryal Marşanoğlu’nun Haremden Sürgüne Bir Osmanlı Prensesi adlı kitabında aktarılan anılarında onu şöyle anlatır:

“Sultan Hamid’in en sevgili oğlu Şehzade Burhaneddin Efendi idi. Diğer şehzade ve sultan efendiler ise bu hallere pek kıskanç bakarlardı, zira babaları kendilerine Burhaneddin Efendi’ye gösterdiği itina ve alakanın aynısını göstermez, onlara daha resmi davranırdı. Bu sebepten zevcim Abdülkadir Efendi biraderini çok kıskanır ve babasını sinirlendirmek için elinden geleni yapardı. İşte kayınpederimle zevcim arasındaki uyuşmazlık bu sebeptendi. Abdülkadir Efendi her daim babasının istediğinin tam aksini yapardı. Kayınpederim ise oğlunun isyankâr hallerinin tabiatı sebebiyle olduğunu düşünürdü. Maalesef bu haller Sultan Hamid’in vefatına kadar devam etmiş, kayınpederim hiçbir zaman oğlunu anlamamış ve anlamaya da çalışmamıştır.”

Abdülkadir Efendi’nin “isyankâr” karakterinin en ilginç örneklerinden biri de sonraları sarayın izin ve onayını almadan daha henüz çocuk olan on üç yaşındaki Macide Hanım ile gerçekleştirdiği evlilikti. Şehzade Abdülkadir Efendi, Macide Hanım’dan önceki ilk evliliğini sarayın dayatmasıyla yapmak zorunda kalmış ve sonraları bunu asla bağışlamamıştı. Saray dışından ve kendisinin seçtiği biriyle evlilik yapma konusu Abdülkadir Efendi için hep önemli olagelmişti. Şehzade, evliliğinin, istediği ve kendisinin beğendiği biriyle olmasında ısrar ediyordu. Ancak Osmanlı’da saray gelenekleri şehzadelerin mutlaka sarayda eğitilen, gereği gibi yetiştirilen, örf âdet bilen ve mutlaka valide sultanların önerdiği namzetlerle evlendirilmesi yönündeydi. Haremde yaşayan ve saray terbiyesi alan kızlardan biri olan Mislimelek Hanım’la evlenmesi Sultan Abdülhamid tarafından gündeme getirilmiş ve bu konu Sultan Abdülhamid ve oğlu Abdülkadir arasında çok sert tartışmaların yaşanmasına neden olmuştu. Mislimelek Hanım bu olayı anılarında şöyle anlatıyor: “Şehzade Abdülkadir Efendi bir saraylı ile evlenmeyi hiç istemiyordu. Aksine hariçten biri ile evlenmeyi daha makul buluyordu. Bu sebeple de benimle evlenmeyi hiç arzu etmiyordu. Lakin Sultan Hamid bu hususta irade buyurmuştu ve her ikimiz de bu iradeye boyun eğmeye mecburduk. Bilahare işittiğime göre Sultan Hamid oğluna kararını tebliğ etmek için huzuruna çağırınca şehzade yüksek sesle benimle evlenmeyeceğini söyleyerek odayı terk etmiş. Bir şehzadenin padişah babasına itaatsizlik etmesi tamamıyla hanedan kaidelerine karşıdır ve hoş kabul edilemez. Bu sebepten Sultan Hamid de celallenerek Abdülkadir Efendi’yi dairesine kapattırmıştı.”

Osmanlı hanedan üyelerinin sosyal hayatını ve aile hukukunu düzenleyen ve ilki 1913 yılında hazırlanan “Hanedan-ı Saltanat Nizamnamesi” o zamana kadar “teamül-ü kadim” kabul edilen pek çok uygulamayı yazılı kurala bağlıyor ve aslında hanedan üyelerinin halk arasında giderek zayıflayan itibarını düzeltmeyi amaçlıyordu. Nizamname şehzadelerin eğitimlerinden akrabalarla olan ilişkilerine, eğlence ve “sefahat evlerini” ziyaretlerinden evliliklerine ve hatta yıllık gelirlerinin net olarak belirlenmesine kadar birçok alanda katı kurallar içeriyordu. Bu kurallardan biri de evliliklerinde şehzadelerin padişahın onayını almaları zorunluluğuydu. Bu kural elbette Abdülkadir için de geçerliydi. Şehzadenin evlilik için Macide Hanım’ı sarayda gündeme getirmesi kayıtlara şöyle yansımıştı: “II. Abdülhamid’in oğlu Abdülkadir Efendi’nin ‘askerî kaimmakamlığından mütekaid mütevaffâ Şerif Bey’in küçük kerimesi Macide Hanım’la izdivac niyetinde olduğundan bahisle…’ yine Nizamname’ye göre ihdas olunan Hanedan-ı Saltanat Umurunun Rü’yetine Mahsus Meclis’e müracaat ettiği anlaşılmaktadır.”4 Ancak şehzade bu başvurusuna olumlu yanıt alamadı. “Abdülkadir Efendi’nin evlilik izni için yaptığı müracaat söz konusu Meclis’te ele alındı. Macide Hanım, şehzadeye layık görülmedi. Meclis, hanedan üyesi birinin evlenmesinde dikkate alınacak öncelikli hususun ‘kefâet’ olduğunu ve Macide Hanım’ın şehzadeye denk olmadığını belirtti. Ayrıca Meclis kararına göre Macide Hanım’ın ‘hâl ve mevkii’ hanedan azasından biri ile izdivaca müsait değildi. En önemlisi de şehzadenin onunla evlenmesi ‘hanedan-ı saltanatın şan ve şerefiyle gayri mütenasib’ olacaktı”

Abdülkadir Efendi’nin sarayın iznini almadan böylesi bir evliliği gerçekleştirmesinin hem kendisi hem de eşi ve ilerdeki çocukları açısından riskli bir adım olacağı belliydi. Ancak o nizamnamedeki tehditlere aldırmadı ve evliliği gerçekleştirdi. Ardından da evliliğin duyulması üzerine elbette beklenen cezalar geldi. Macide Hanım ve ondan doğan çocukların ‘hanedan-ı saltanata ve onların izdivac ve zevcatına aid bilcümle hukuk ve imtiyazat ve muhassasattan mahrumiyetleri’ne ve saraya kabul edilmemelerine karar verildi.6 Bu karar Abdülkadir Efendi ile Macide Hanım’ın evliliklerinden 1914’te doğan Necib Ertuğrul ve 1917’de doğan Alâeddin Kadir’in şehzade kabul edilmeyecekleri ve saraydan maaş da alamayacakları anlamına gelmekteydi. Abdülkadir Efendi ayrıca maaşının kesilmesi cezasına da çarptırılmıştı. Sarayın yasaklamasına rağmen bu evliliğin nasıl gerçekleştiği ve Abdülkadir Efendi’nin başına buyruk hayatı ve özellikle İstanbul’daki gece hayatı Macide Hanım’ın Macarca olarak yayımlanan hatıralarında da ayrıntılı bir şekilde yer almaktadır.

İşte eşleri ve çocuklarıyla zorunlu sürgün kararıyla İstanbul’dan ayrılmak zorunda kalan, ancak bununla Osmanlı saray disiplinin baskısından kurtulma imkânına da kavuşan Abdülkadir Efendi için Budapeşte yeni bir hayat…

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur