Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Osmanlı Dünyasında Diplomasi Ve Siyaset
Osmanlı Dünyasında Diplomasi Ve Siyaset

Osmanlı Dünyasında Diplomasi Ve Siyaset

Kemal Beydilli

“Artık, devletin ayakta kalmasının tek yolu diplomasidir ve bunu idrak eden Tanzimat ricâlinin de ifadesiyle, devletin koruyucusu artık bizzat İstanbul’un kendisidir!” Prof. Dr. Kemal…

“Artık, devletin ayakta kalmasının tek yolu diplomasidir ve bunu idrak eden Tanzimat ricâlinin de ifadesiyle, devletin koruyucusu artık bizzat İstanbul’un kendisidir!”

Prof. Dr. Kemal Beydilli

Osmanlı tarihi alanında yaptığı orijinal çalışmalarla hem yurt içinde hem de yurt dışında maruf Prof. Dr. Kemal Beydilli uzun yıllar boyunca sürdürdüğü titiz çalışmalarının sonucu olan makalelerini bir araya getirmeye devam ediyor. Serinin üçüncü cildinde Osmanlı tarihinde hatırı sayılır yeri olan mühim şahsiyetlerin hayatları ve eserleri özgün bir şekilde ele alınıyor. Osmanlı Dünyasında Diplomasi ve Siyaset: Önemli İsimler ve Eserleri / Seçilmiş Makaleler 3, kitaba ismini veren diplomasi konusundaki bir incelemeyle başlıyor. Kelimenin tahlilinden tatbikattaki değişkenliklere kadar Osmanlı diplomasisini masaya yatıran Beydilli, Avrupa’nın uluslararası siyaset sahnesinde güç kazanmasıyla diplomasinin Osmanlı için nasıl hayati bir unsur hâline geldiğini anlamamıza olanak sağlıyor.

Eserin devamında Osmanlı’nın ilk tarihçisi Âşıkpaşazâde Derviş Ahmed , Evliya Çelebi’nin Seyahatnâmesi’ni keşfeden ve daha ziyade 10 ciltlik Osmanlı Tarihi ile tanınan, meşhur Avusturyalı tarihçi ve Şarkiyatçı Joseph von Hammer, Osmanlı İmparatorluğu’nun hukuksal yapısı ve toplumsal tarihi bakımından en önemli kaynaklardan biri sayılan ve müstesna gravürler içeren Osmanlı İmparatorluğu’nun Menâzır-ı Umûmisi adlı maruf eserin sahibi Ermeni kökenli bir Osmanlı vatandaşı olan Ignatius Mouradgea d’Ohsson (Muradcan Tosunyan) ve yine döneminin en önemli devlet adamlarından Avusturya başbakanı Prens Metternich üzerine makaleler yer alıyor. Beydilli ayrıca bu isimler kadar bilindik olmasa da yaşadıkları dönemde tanınan, tarihe yön veren ilginç kişiliklerin yaşam öykülerine ve faaliyetlerine de mercek tutuyor.

Makaleler bir bütünlük içinde okunduğunda ise Osmanlı’nın son dönemdeki diplomatik faaliyetleri ve izlediği politikalar hakkında okuyucunun zihninde canlı bir resim oluşuyor.

*

JOSEPH VON HAMMER-PURGSTALL (1774-1856)
VE
FUNDGRUBEN DES ORİENTS
(ŞARK’IN HAZİNELERİ) DERGİSİ*
I
“Yusuf bin Hammer li-rûhihi zikr-i cemîl”
Şark’ın Gizli Hazineleri Peşinde Geçen Bir Hayat
Hatırât ve Hissiyât

“[11 Eylül 1799] Posta geldikten sonra Büyükdere’ye gittim, oradan bir kayık gezisine çıkarak [karşıda] Hünkâr İskelesi’nin güzel kıyısına vardım. İlk defa Asya toprağına ayak basacaktım, hemen kayıktan atladım ve yere kapanarak manevî vatanımın toprağını öptüm”.1 Hammer’in yaklaşık bir sene kaldığı İstanbul’a ilk gelişiyle2 ilgili olarak kaydettiği bu satırları kadar hiçbir şey Şark’a karşı duyduğu hissiyatını bu denli etkili aksettiremez. Hatıratının matbu nüshasında ilk İstanbul izlenimleri on üç sayfa (35-48) tutan bir hacim içermekle beraber, yazma metinde bu 24 sayfalık dört Defter (III. Kitap, Defter nr. 11-14) halinde bir kitapçık oluşturacak hacimdedir.3 Bilindiği üzere Hammer’in hatıratının basılı kısmı, yazma nüshanın ancak onda birini teşkil etmekte olup, toplam 592 sayfanın 414 sayfasına kadarki kısmı esas metin, geri kalanlar ise ilave edilen belge ve mektuplardan oluşmaktadır. Eser Reinhart Bachofen tarafından yazma metnin daktiloya çekilmiş nüshasından seçme ve kısaltmalar yapılmak suretiyle yayına hazırlanmıştı. Hammer hatıratını, 1841-1856 yılları arasında yaz mevsimini geçirmek üzere gelip iki ay kaldığı Purgstall ailesinden intikal eden Steiermark’taki Hainfeld mâlikânesinde 1841 senesinde 68 yaşındayken yazmaya başlamıştır. Son kayıt 29 Eylül 1852 tarihini taşımaktadır.4 Yazma nüshada yer alan mekatip ve vesaikin tutarı 800 kadar olup, hatırâtın kendisi ise 246 defterde 5904 sayfalık bir hacme ulaşmaktadır.5 Yazma metin üzerinde çalışanların gözünden kaçan veya belirtilmesi ihmal edilen, ama iç dünyasını bilenlere hiç de şaşırtıcı gelmeyecek olan ilginç bir nokta Hammer’in hatıratına Arap harfleriyle “besmele” çekerek başlamış olmasıdır.6 Hammer’in yazısı çirkindi ve okunaklı değildi, bu muhtemelen her okuduğundan acele notlar çıkartma alışkanlığının bir sonucuydu. 1799’da tercüman yardımcısı olarak İstanbul’a geldiğinde amiri olan Avusturya elçisi Herbert von Rathkeal (ö. 1802) yazı örneğini okunaklı bulmamıştı; hatta bizzat babası oğluna gönderdiği bir mektupta yazısını acilen düzeltmesini tavsiye etmekteydi. Yazdıklarını okumaya çalışan araştırıcıların da bunların çözümünde sıkıntılar çektikleri ifade edilmektedir.7 Bunu Hammer de kabul etmiş olmalı ki hatıratının 1829. sayfasından sonrasını okuma kolaylığı olsun diye istifî ve işlek bir yazı türü olan, günümüzde ise ancak uzmanları tarafından okunabilen eski Alman elyazısı (Kurrentschrift) yerine okunaklı ve sade bir elyazısıyla yazmaya başlamış ve hatıratın mütebaki sayfalarındaki fazla hacim tutmayan bazı kısımlarını da -muhtemelen kızına- dikte ettirmiştir.8 Hammer’in geride bıraktığı evrakının söz konusu hacmi de göz önüne alındığında, bunların değerlendirilmesi ve yayına hazırlanmasının ne denli zorlu bir iş olduğu açıkça görülür.Viyana Devlet Arşivi’nde elyazması halinde bulunan dört cilt hacmindeki Osmanlı-Avusturya münasebatına dair yazma eserinin unutulma derecesindeki ihmali belki biraz da bu sıkıntıdan kaynaklanmış olmalıdır.

O dönemlerde kullanılan Kurrentschrift’in nasıl fevkalade girift bir Divânî’ye dönüştüğünü mektup yazışmalarında görmek mümkündür.10 Hatırat yazması 1872’de mikrofilme alınmış, İki Cihan Savaşı arasındaki daktiloya çekilme işi nihayet Ekim 1932’de sona ermiştir. Daktilo metin (Typoskript) 2839 sayfa tutmuş olup, matbu metin bunun altıda birini oluşturmaktadır.11 Ancak metni okuyanın elyazısı dışında Şark’a mahsus yer ve şahıs isimleri, teknik tabirler, terimler, kitap adları gibi zorlukların üstesinden gelememiş ve yanlış yazılımlarda bulunmuş olmasından ötürü, araştırıcıların bunları tekrar yazma metne dönerek karşılaştırması gerekmektedir.

Bir ülkenin, özellikle ayrı bir din ve kültür dünyasına mensub bir ülkenin tanınması ve bilinmesinde en temel unsur, onun edebiyat ve kültürünü tanımaktan geçtiğine inanan -ve bu yüzden de özellikle o dilin sözlüklerini okuyan- Hammer,13 öncelikle şiire, bu anlamda kültür kimliğinin göstergesi olarak ayrı bir yer vermiştir.14 Şiir tercemesinin aynı zamanda bir kültür dünyasının tercemesi olduğu unutulmamalıdır. Zamanla İslâmiyet, İslâm edebiyatı ve şiiri Hammer’in üzerinde ruhanî bir etki icra etmeye başlamış, hayalhanesinde yarattığı ve gerçeklerle pek bağdaşmayan romantik İslâmî değerlerin tesiri kendi din dünyasında da izler bırakmıştır. İşlerine Besmele ile başlayan, her sabah İnşallah ile kalkan, her gece Maaşallah çekerek yatağa giden,15 İslâmî elfâz ile bezenmiş bir Hristiyanlık Hammer’in Şark’a dönük ruhunun göstergesi oldu. Birincisinin mermeri dayanıksız çıktığından, ikincisini aynı mezarı paylaşacağı eşi Caroline’in kalp yetmezliği sonucunda ölmesinden (1 Mayıs 1844) hemen sonra yeniden ve bu sefer granitten yaptırdığı, Türk tarzı lahit mezarının baş ve ayak uçlarında yer alan Arap harfli şâhidesindeki Hammer’in elinden çıkan kitâbesi, 1808’den sonra bir daha ayak basma imkânı bulamadığı Şark dünyasının tahayyülünü yansıtır.16 Hammer, kitâbenin hattını İstanbul’da ismini vermediği ancak “saray kâtibi” (ein Schreiber des Serail) olduğunu belirttiği iyi bir hattata yazdırmış olup,17 bu hat şâhide taşına Fundgruben des Orients dergisinin serlevhasındaki Arapça metni ve dergide yer alan sair resimleri bakır üzerine oturtan, Hammer’in Viyana’nın en iyi ustası diye takdim ettiği Mansfeld tarafından hakkedilmiştir.18 Ayak ucu şâhidesi üzerindeki Türkçe kitâbenin muhtevası Osmanlı mezar taşlarındaki metinlerle benzeşir. Burada, Müslüman olmadığından “üç dilin tercümanı Yusuf bin Hammer ruhuna fatiha” denmiyor ama, “ölüleri hayırla yâd edin” hadisine işaret eder tarzda, aynı sözün Latincesi olan “de mortuis nil nisi bene” deyişini de muhakkak hatırlamış olarak “li-rûhihi zikr-i cemîl” (جمیل ذكر لروحه (deniliyor. Baş ucundaki şâhidenin Arapça kitabesinin 6. satırında yer alan, “Leyse hayâtün sermeden” (سرمدا حیات لیس (ifadesi, kitabelerin Almanca anlamlarını ve yine Arap harfleriyle açık yazılımını verildiği kısımda19 “leyse hayyensermeden” (سرمدا حیا لیس (şeklinde okunmuştur.20 Bununla beraber bu farklı okunuşa herhangi bir açıklama getirilmemiştir.

1787’de girdiği Orient Akademisi’nde (Orientalische Akademie) diğer gençlerle beraber sabah erken saatten geç vakitlere kadar sürmek üzere altı senelik zorlu bir eğitim gördü. Öğrenme ve kelime ezberleme yeteneği kemal mertebede olup, yeterince Arapça, Farsça ve çok iyi derecelerde Türkçe öğrendi; ayrıca Fransızca, İtalyanca, Latince, Modern Yunanca, Matematik, Fizik ve Coğrafya tahsil etti, bunlara daha sonra İngilizceyi de kattı. Akademide Arap harfleriyle güzel yazı yazma dışında binicilik derslerinin de verilmekte olması eğitim programının kapsamındaki ayrıntı mükemmelliğinin işaretidir.21 Mezuniyetten sonra Şark hizmeti, beklenen ve görülen eğitimin doğal bir sonucu ve tamamlayıcı aşamasıydı. Böyle olmakla beraber Hammer kendisine uygun bir yer bulunamadığından on sene kadar daha akademide kalmaya devam etti. Bu sıralarda başvekalet (Staatskanzlei) bünyesi içinde hizmet gördü ve Kâtib Çelebi’nin (ö. 1657) 17. yüzyıl bilgi birikiminin göstergesi olan Arapça Keşfü’z-zünûn adlı bibliyografik eserinden hülasa çıkartma işini üslendi.22 Bu arada makaleler ve tercemeler yapmaktaydı, bunlar İsviçreli tarihçi Johannes von Müller’in (ö.1809) destek ve yardımıyla 1790’da çıkmaya başlayan Der Neue Deutsche Merkur dergisinde yayınlandı, 1810’da dergi kapandığında Hammer’in buradaki yayınları 25 adete erişmiş bulunuyordu.23 Özellikle 1810’lardan itibaren giderek artan sayılarda küçük büyük pek çok esere imza atmaya başladı. Çalışma disiplini ve temposu, bunu bütün hayatı boyunca tavizsiz bir katılıkla uygulaması takdire şâyândır. Geceleri saat 21’de yatan Hammer sabah 4’te kalkar, 7’ye kadar yazı masasında çalışır, kahvaltı vs’den sonra amirlerinin hoşgörülü davrandıkları ve fazla bir iş hacminin de bulunmadığı bakanlıktaki bürosuna gider24 ve burada saat 12’ye kadar kalır. Yemek sonrası ilmî çalışmasını saat 16’ya kadar sürdürürdü. Bundan sonra tabir caizse sosyalleşir, ev hayatı dışında akşam üstü salon ziyaretlerine veya davetli olduğu yemeklere katılır ve yine saat 21’de yatağa girerdi.25 Bu düzen dahilinde ömrünün son senelerine kadar çalışan Hammer, geriye binlerce sahifelik hatırâtı dışında çeşitli makaleler ve 69 künyede 100 kadar kitap olmak üzere toplam 700 parça eser bırakmış, binlerce mektup yazmış, her sene sonlarında imha ettiği önemsiz addettikleri dışında, şarkiyât sahasıyla ilgili olarak kendisine gelen 5 bin kadar mektubu saklamıştır.

Başta Fransa olmak üzere genelde Avrupa’da Arabistik’in, siyasî gelişmelerin de etkisiyle zaman içinde kilisenin vesâyetinden kurtulup, kendi ayakları üzerinde duran müstakil bir disiplin haline gelmeye başladığı bilinmektedir. İslâmiyet, onun peygamberi ve kutsal kitabıyla ilgili yeni yaklaşımlar, yeni Kur’ân tercemeleri, yeni yorumları ve tanımlamaları beraberinde getirmiş, İslâm peygamberinin Ortaçağlarda tanımlandığı gibi kötülenmemesi gerektiği; onun, Hristiyanlığın çok fevkinde bir dinin, bir “akıl dini”nin yaratıcısı olduğu, İslâmiyetin “pozitif din” ve “doğal din” kavramları içinde geçerlilik kazandırıldığı bir döneme girilmiştir. İngiltere’de Georg Sale (ö. 1736) yayınladığı Kur’ân tercemesinde, yaptığı işin amacının “uzun zamanlardan beri olumsuzluklarla yargılanan Kur’ân’ın haysiyetini kurtarmak” olduğunu belirtmesi,27 başlayan yeni dönemin asrî yaklaşımını gözler önüne serer.

Alman yüksek okullarına bu gelişme geçikmeli olarak aksetmiş ve eski muhafazakâr durumunu sürdürmeye daha bir müddet devam etmiştir. Sacra Philologia tanımlaması şarkiyat çalışmalarının ait olduğu sahaya işaret etmekteydi. Bunun neticesi olarak bilimsel Arabistik yüksek öğrenim kurumlarındaki temsilcilerinden ziyade eğitilmiş burjuvazi içinden çıkan sâde insanların uğraştıkları bir saha oldu. 18. yüzyılın aynı zamanda Akıl Çağı olarak nitelendirilen Aydınlanma dönemi, kilisenin Kitab-ı Mukaddes’in beşerî ve fizikî coğrafyası, kavimleri, tarih ve kültür dünyaları ve dilleri sebebiyle ilgilendiği Şark’a bakış açısında köklü değişiklikler ve yeni yaklaşımlar meydana getirdi. Bu gelişme şarkiyât sahasına belirli bir çalışma rahatlığı getirmiş olmakla beraber, bu ekonomik mantığı olan bir uğraş olarak görülmemekteydi. Daha ziyade kibâr kesimin merakını tatmin eden bir “sosyete bilimi” (Luxuswissenschaft) ve “karın doyurmayan” (Brotstudium) bir iş türü olarak kabul ediliyordu.28 Bu aşamada Hammer, Alman dünyasında eski anlayıştaki ilahiyata dayanan şarkiyatçılığın bilimsel nitelikte yeni bir sistematiğe dönüşmesinin kilometre taşlarından biri olarak öne çıktı. Yeni bir Şark imajının yaratılmasında, onun olağan üstü yoğunluktaki faaliyeti ve yorulmazlığı içindeki hizmet ve katkılarının önemli bir payı olduğu tartışılmaz olmakla beraber; yine de zorlu tahsilinin uzun seneler aldığı, ancak yeterince istihdam sahası bulunmayan şarkiyât sahasının ekonomik getirisi olan bir bilim dalı haline gelmediği açıktır. Nitekim, 19. yüzyıldan itibaren Avrupalı devletlerin şarkiyatçılığı yeni emperyalist siyasetlerini yürütecekleri bir bilgilenme aracı olarak görüp, sahip çıkmaları aşamasına geçilmeden önceki bu dönemlerde gözlendiği üzere, ilim adamlarına destek çıkan ve Şark’a ilgi duyan zengin bir soylu kişinin himmetine muhtaç olma halinin devam etmekte olması bunun göstergesidir.29 Öte yandan üniversitelerde  şarkiyat sahası ilmî bir disiplin olarak yerleşip yükseldikçe, özel âlimler de giderek itibâr kaybetmeye ve üniversiteye mensûbiyet aslolmaya başladı.

Genelde Alman dünyasında özelde ise Avusturya’da Şark’a duyulan ilgi ve merâkın çağın fikri ve vicdânı giderek daha da hürleşen havası içinde büyük ölçüde artması, genelde pek dile getirilmemekle beraber biraz da Türk tehdidinin artık sona ermesiyle alakalı olmalıdır. Yekdiğerine amansız düşman nazarıyla bakan iki ayrı dünyanın birbirine yaklaşımını, yakın zamanlarda ortadan kalkan soğuk savaş dönemlerindeki insanların Doğu-Batı ayırımı içinde birbirlerine tamamen irtibatsız ve uzak durmaları, hattâ herhangi bir yakınlığın tehlikelerle dolu olduğu haliyle kıyaslamak ve örneklemek pek yanlış olmayacaktır. Bununla beraber siyaseten Osmanlı dünyasının temsil ettiği Şark’ın Garb’a dolayısıyla Avrupa’ya karşı ilgisinin de ters oranlarda olduğu açıkça gözlemlenebilmektedir; öyle ki yayınlanmış olan 5 bine yakın mektup listeleri içinde Hammer’le Şarkiyât konulu yazışma sürdüren, hattâ bir kere yazmış olan tek bir Türk’e rastlamak mümkün değildir.30 Hammer, Osmanlı Tarihi’nin 9. cildinin (Pest, 1833) önsözünde (s. XXV-XXVI), eserini hazırlama aşamasında kendisine pek çok malzeme temin eden, bazı eserlerin muhtevasını ve tarihî bilgilendirmeler aktaran İstanbul’daki elçilik tercümanı Von Raab’a yorulmak bilmez dostluğundan ötürü hararetle teşekkür ederken, bunun gönderdiği bilgileri İstanbul’daki isimlerini zikretmediği bazı Türk hocalardan ve bilginlerden edinmiş olarak kendisine yolladığını belirtir. Hammer, bunlar içinden yalnızca birisinin ismini açıkça yazmıştır; bu da III. Selim zamanında 1792-1794 arası sadarette bulunan Melek Mehmed Paşa’nın (ö. 1801) oğlu ve o sıralarda Rumeli Kazaskerliği gibi yüksek bir mertebede bulunan Abdülkadir Bey’dir (ö. 1846).31 Von Raab, Hammer’in sorduklarını ve öğrenmek istediklerini [mesela, Naîmâ ve Râşid tarihleri arasındaki Hicrî 1070 (1659) senesi içindeki vekâyi boşluğunun itmâmı gibi] Abdülkadir Bey’den aldığı bilgileri aktararak cevaplamıştır. Hammer Abdülkadir Bey’in yardımlarından dolaylı olarak istifade ettiğini ifade etmekte olup, kendisiyle şahsen mektuplaşmamıştır.32 Hammer, son demlerine kadar İstanbul’daki neşriyâtı takip etmiş, yeni çıkan ve basılan eserlerin listelerini yayınlamıştır. Cevdet Paşa (o sıralarda henüz efendi), 1. ve 2. ciltleri basılan Tarih’ini Hammer’e yollamış olduğunu ve Hammer’in de bunlara bir tanıtma yazısı yazarak Viyana İlimler Akademisi Jurnali’nde neşrettiğini yazmaktadır.33 Bu uzaktan tanışıklığın ise Cevdet Paşa’nın “müverrih-i meşhûr” olarak tanımladığı Hammer’in İstanbul’da açılan Encümen-i Dâniş’in üyesi olmasından kaynaklandığını tahmin etmek zor değildir. Ancak paşanın bu beyanından o zamanlar aralarında herhangi bir mektuplaşma yaşanmadığı anlaşılıyor. Şark’ın Defineleri/Hazineleri gibi bir anlam taşıyan Fundgruben des Orients (FdO) dergisinde, dolayısıyla lebâleb Şark ile dolu bir eserde tek bir yazısı olan şöyle dursun, neşredildiği zamanlar dahil olmak üzere günümüze kadar gelen süre içinde Türkiye’deki bir iki kütüphane dışında bunun bir tek sayısının dahi yer almaması, hakkında herhangi bir yayında bulunulmaması ve hemen hiç kullanılmamış olması bu genel ilgisizliğin en çarpıcı örneğidir.

Kendi ayakları üzerinde doğrulan Arabistik, dolayısıyla Şarkiyât sahasında oluşan ilgi Avrupa kütüphânelerindeki Arapça, Farsça ve Türkçe yazmaları mevcûdunda önemli artışlara yol açtı. 19. yüzyılın ilk çeyreğinde Paris Şark dillerinin öğrenildiği bir merkez haline dönüştü. Bu, özellikle dönemin önde gelen isimlerinden Antoine Isaac Silvestre de Sacy (1758-1838) sayesinde gerçekleşmişti. Hammer akademisyen olmamakla beraber onun karşısında bir diğer kutbu oluşturmakta, ancak de Sacy’nin ilmî üstünlüğünü kabul eden bir duruş sergilemekteydi. Kendisiyle tanışanların “sıcak kanlı, bir çocuk safiyeti içinde”35 nitelemesinde bulundukları Hammer, keskin bir zekaya, açık fikirliliğe ve ruh zenginliğine sahipti, ancak bir dilbilimci değildi. İhtiraslıydı ve fevkalade çalışkandı, ama yazdıklarında metodik disiplin, ince eleyip sık dokuma ve aslına sadık kalma gibi nitelikler itibarıyla zayıftı. Bütün bu halleriyle kıyaslandığında de Sacy’nin gerisinde kalmaktaydı. Tenkide uğramak gibi bir endişesi yok gibiydi, oysa büyük ölçüde ve süratle üretmesi sebebiyle doğal olarak buna müsaitti. Kendisi gibi bir amatör olan Prusyalı şarkiyatçı ve diplomat Friedrich von Diez’in36 Fundgruben des Orients dergisinde çıkan Veysî’nin Nasîhat-ı İstanbul (FdO, I, Sıra no 37) isimli manzûmesi37 ve yine aynı dergide (I, Sıra no 51) yayınlanan Kemâlpaşazâde’den istifadeyle “İnsan Nedir” ismini verdiği yazının hatalı ve manzum çevirilerin yetersizliğine dair yapılan tenkid ve ortaya çıkan yazılım ve imla tartışmasını pek önemsememiş görünüyordu, belki de bu atışmada Berlin ve Viyana arasındaki şarkiyât kutbu olma yarışının iki devlet arasındaki siyasî rekabetten etkilenmiş izlerini görmekteydi. Prusya kralı IV. Friedrich Wilhelm dönemin (1840-1861) havasına uymuş olarak bir prestij konusu olan şarkiyat çalışmalarına özel bir önem vermekte, bu anlamda üniversiteleri desteklemekte ve Şark yazmalarının satın alınmasına para ayırmaktaydı.38 Ancak köklü bir Osmanlı dünyası, dolayısıyla şarkiyât birikimine sahip olan Viyana karşısında Berlin’in pek fazla bir şansı bulunmamaktaydı. Sonuçta Almanya genelinde arabistik ve şarkiyât Hammer’in eserleri üzerinden yol aldı ve hayatiyet kazandı. Buna muvazî olarak de Sacy’nin Fransa’da yaptıkları için de aynı şeyi söylemek mümkündür.

Bununla beraber Hammer’in Arapça tercemelerinin, çok ciltli Arap ve Türk edebiyatı tarihlerinin, Farsça filolojisiyle ilgili çalışmalarının ve genelde bir dereceye kadar Osmanlı tarihi ve teşkilatıyla ilgili kitapları dışında kalanların zamana karşı dayanıklılığı kalmadığı yargısında bulunmak,39 doğruluk payı içerse de oldukça haksız bir değerlendirme sayılmalıdır. Kendisinden geriye kalanların genelde kaynak olarak ağırlığı kalmamış olsa bile, geçmiş bir dönemin tarihsel malzemesi olarak değer taşımaya devam edeceklerdir. İlmî bir kuruma mensup olmama zafiyetini yoğun bir yazışma trafiğiyle telâfi etmeye çalışan Hammer, önemli bir dizi oryentalist ve 30 kadar kurumla irtibat halinde âdeta tek başına yaygın bir haberleşme ağı (Networking) gibi çalışmıştır. Genelde zihnindeki belirli bir imajın görüntüsünü verdiği Şark’ı değerlendirmesi, içinde bulunduğu yüzyılın gerçeklerinden farklıdır. 19. yüzyılda oryentalistik geliştikce filoloji ağırlıklı şarkiyatçılar Hammer’i bir “Dilettant” olarak nitelemeye, dil ve filolojik açıdan onu amatör olarak görüp tenkid etmeye başladılar.40 Ama özellikle bunda haksız olduklarını söylemek mümkündür, zira, başta Hammer olmak üzere Fundgruben des Orients çevresinde toplananlar zaten kendilerini “Liebhaber / amateur / muhibbân” olarak adlandırmaktaydılar. Teolojik önyargılardan kurtulmuş akademik orientalizm zaten Şark ile ilgilenen az sayılardaki bu tür orientalistlerin himmetiyle gelişmemiş miydi?

De Sacy’nin talebelerinden diğer önemli isimler başında 1807’de Farsçadan çevirdiği Leylâ ile Mecnûn’u yayınlayan Antoine Léonard de Chézy (1773-1832), Collège de France ve École des Langues Orientales’de hocalık yapan Étienne Quatremère (1782-1852) gelmekte olup, Joseph Reihaud (1795-1867), Louis Mathieu Langlès (1763-1824), de Sacy’nin talebelerinden olmakla beraber bu parlak isimler yanında pek sönük kalmışlar ve hattâ kısa zamanda unutulmuşlardır. Hammer örneğinden de bildiğimiz üzere şarkiyât, âlimin özel hayatını da zorlayan bir bilim dalıydı. Hammer ile evlendiğinde 19 yaşında olan eşi Carolin sonunda “melankoli” hastalığına yakalanmıştı.41 Étienne Quatremère’in dış dünyaya kapalı münzevî hayatı, Şark yazmaları hariç 40 bin eserden oluşan zengin kütüphânesinde geçti.42 Louis M. Langlès, 1795’te İstanbul/Hasköy’de açılan Kara Mühendishanesi’nin genç hocalarından Seyyid Mustafa’nın III. Selim zamanındaki yenilikleri tanıtan ve 1803’de Üsküdar Matbaası’nda Fransızca olarak basılan marûf risâlesine bir önsöz yazmış olarak 1807’de Paris’te tekrar basmış olmasından ötürü bizim de ayrı bir ilgi kaynağımızdır.

Esmekte olan Şark rüzgârı giderek Avrupa’nın büyük kütüphânelerindeki Arapça, Farsça ve Türkçe yazma eserlerin sayılarında önemli artışlar meydana gelmesine yol açmıştır. Paris’teki Kraliyet Kütüphânesi’nde (daha sonraların millî Kütüphânesi: Bibliothèque Nationale) 18. yüzyılın ortalarına doğru 1693 Arapça yazma bulunmaktaydı. Asrın sonlarında mevcuda ancak birkaç yüz parça ilave edilebilmişti, bunlar da büyük ihtilal esnasında manastırlardan müsadere edilenlerden ve Mısır Seferi’nden ganimet olarak getirilenlerden oluşmaktaydı. Bu mevcudat yalnızca 1835’te Kahire’deki Fransız başkonsolosu Asselin de Cherville’in (1772-1822) terekesinden gelme 1500 parça Arapça yazma ile adeta ikiye katlandı. Aynı yüzyılın sonlarına doğru bu sayı Bibliothèque Nationale kataloğuna göre (Paris, 1883-1895) 4665 parçaya ulaşmış bulunuyordu. British Museum 1800’lerde 250 parça yazma esere sahipken, bu sayı 1825’te Hammer’in de yazıştığı ve Fundgruben des Orients’de yazılarına yer verdiği Bağdad’da Doğu Hindistan Kumpanyası temsilcisi ve İngiltere başkonsolosu olarak bulunan Claudius James Rich (1787-1821) terekesinden gelen 390 adet yazmayla daha da zenginleşmişti. Bu kütüphânedeki Arapça yazmaların sayısı süratle arttı. Bağdad’da 1828- 1843 arası Doğu Hindistan Kumpanyası temsilciliğini yapan Robert Taylor’ın 247 parça yazmadan oluşan koleksiyonu bunlara ilave edildi, sayı 1880’lerde 2 bine çıktı, 1886’da terekelerden gelen parçalar buna 1300 yazmalık bir artış sağladı.

Hammer ex Orient: Kitap ve Kütüphâne Peşinde

Geçen Bir Hayat

Hammer’in bir sene kadar kaldığı İstanbul’daki ilk ikameti (1799), daha uzun kalacağı ikinci gelişinde de şahit olacağımız üzere kitap peşinde koşmalar ve kütüphâne ziyaretleriyle geçti. Bu, Hammer’in hayatının sonuna kadar devam ettiği ve asla usanmadığı bir uğraş oldu. 1825 senesi Mayıs ve Ekim ayları içinde yaptığı bir İtalya gezisi esnasında uğradığı yerlerde tam 27 kütüphâneyi ziyaret etmişti.45 Parasının önemli bir kısmını herhalde kitaba yatırmaktaydı ve sonunda büyük bir kısmını Saray Kütüphânesi’ne (Hofbibliothek) satacağı yaklaşık 500 kadar yazmaya sahip olmuştu.46 Mühendishane Matbası’nda basılan ve zor bulunan Su Risâlesi’ni47 de satın alarak koleksiyonunu tamamladı.48 Hasköyde’ki bu mühendishaneyi şahsen ziyaret etmiş, kendi beyanına göre Burhân-ı Katı o sıralarda yeni itmam edilmiş bulunuyordu.49 İstanbul’da çok senâ ettiği I. Abdülhamid Kütüphânesi’nden semereli bir şekilde istifade etmiş ve burada tüm Osmanlı kroniklerini baştan sona inceleme imkânını bulmuştur.

1799’da Mısır’a saldıran Fransa’ya karşı kurulan İngiliz-Osmanlı ittifâkının Doğu Akdeniz’deki donanma kumandanı Amiral Sidney Smith ve Mısır’ı kurtarmak üzere yola çıkan ordunun başındaki Sadrazam Kör Yusuf Ziyâ Paşa (ö. 1819) arasında görüşmelerde İngiliz hizmetinde olarak tercümanlık yapan Hammer, Türkçeden Arapçaya, buradan Fransızca, İtalyanca veya İngilizceye karşılıklı çeviriler yaptığını, Almanca kadar Türkçe konuştuğunu ifade ederek ilk defa lisan becerisi gösterisinde bulunur.51 Bu işe koyulmak üzere yol üzerinde uğradığı ve Mayıs-Haziran arasında (1799) altı hafta kadar kaldığı Rodos Adası’nı terk ettikten sonra, burada Ebû Bekir Râtib Efendi (ö. 1799) tarafından kurulmuş zengin bir kütüphâne olduğunu öğrenmiş ve buraya gitmemiş olduğu için -özellikle 1792’de sefâretle geldiği Viyana’da Orient Akademisi’ni ziyaret ederken tercümanlık hizmetinden memnun kalmış ve “sen ileride büyük adam olacaksın” demiş olan bu mültefitini52 hatırlamış olarak daha da- üzülmüştür.53 Bu kütüphânede 2000 yazma bulunduğuna dair kayıt54 hayıflanmasını haklı çıkartır. Ancak, Hammer kütüphânenin kurucusu hakkında yanılmaktaydı. Kütüphânenin aslında III. Selim döneminde rikâbdâr olarak vazife gören ve 1216’de (1802) ölen Hâfız Hâcî Ahmed Ağa adına kurulduğunu ve Râtib Efendi’nin idam edildiği (1799) aynı ada üzerinde olmaktan başka onunla bir ilişkisi olmadığı açıktır.

Daha sonra Mısır’ın işgali esnasında Avusturya konsoloslarının durumunu tahkik etmek gizli vazifesiyle Şubat 1800’de Kahire’ye gönderildi. Burada da 1001 Gece Masalları’nın peşini bırakmaz. Clarke ve Crippe adlı iki İngiliz seyyahın da bu kitabın izini sürdüklerini görür. Bunlar önce, yine Avrupa’da bilinmeyen ve nadir eser olarak aranan Arapça bir “şövalye romanı” olarak tanımlanan Antar’ı56 ele geçirirler, bunun hacmi 43 varaktır.57 Daha sonra da kendisinin bütün aramalarına rağmen bir türlü bulamadığı 1001 Gece Masalları’nı birkaç saat içinde satın almış olarak geri dönerler, Yazmanın sahibi olan “kelli felli Şeyh” de yanlarındadır ve Hammer nüshanın tam ve eksiksiz metin olduğunu teyid eder.58 Bu eserler Lord Elgin’in59 Atina’da gasbettiği yazmalarla beraber İngiltere’ye sevk edilmek üzere gemiyle yola çıkarılmışlar, ancak Rodos yakınlarındaki bir deniz kazası sonunda zâyi olmuşlar ve kurtarılanlar da okunamaz hale gelmişlerdir. Hammer bütün aramalarına rağmen ikinci bir nüsha bulamamıştır. Bulma işini evinde müsâfereten kaldığı Avusturya konsolosu Rosetti’ye havale ederek, 1801 senesi Kasım’ında İngiltere’ye gitti, Nisan 1802 başına kadar kaldığı Londra’da kütüphâneler ve kitaplar peşinde koştu. Mısır’dan ayrılmadan önce konsolos Rosetti Fransızların elinden kurtaramadığı yazmaları arasında elinde kalan son ve en kıymetlilerinden biri olarak nitelediği ve hiyeroglif yazısının okunmasına yardımcı bir “anahtar” olduğu kanaatini taşıdığı bir …

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Osmanlı’da Devletlerarası İlişkiler – 2 ~ Kemal BeydilliOsmanlı’da Devletlerarası İlişkiler – 2

    Osmanlı’da Devletlerarası İlişkiler – 2

    Kemal Beydilli

    “Osmanlı’nın son yüzyılındaki yenileşme ve Batılaşma, zaruretin meziyet haline gelişinden başka bir şey değildir.” Prof. Dr. Kemal Beydilli Osmanlı Tarihi alanında yaptığı orijinal çalışmalarla...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur