Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Rüya
Rüya

Rüya

Namık Kemal, Ziya Paşa

“Mademki Devlet-i Âliye dahi Avrupa familyasından sayılmaktadır, bütün âleme muhalif olarak bizim bu halde bekamız imkân dahilinde olamaz. Millet meclisi, dokunsa dokunsa vekillerin bağımsızlıklarına…

“Mademki Devlet-i Âliye dahi Avrupa familyasından sayılmaktadır, bütün âleme muhalif olarak bizim bu halde bekamız imkân dahilinde olamaz. Millet meclisi, dokunsa dokunsa vekillerin bağımsızlıklarına dokunur. Zira o zaman her şeyi istedikleri gibi yapıp sonra, ‘Ne yapalım, padişah böyle yaptı,’ diyemezler, o zaman keyifleri istediği kadar Avrupa’dan borçlanmayla yağma edemezler, o zaman canları istedikleri kadar ahaliye vergi ve rüsumat yükletemezler, o zaman istediklerini tekrar muhakemesiz görevinden alıp ve sürgüne gönderip huzurunuzda birtakım yalanlar söyleyerek takdir ve ikbale mazhar olamazlar. Çünkü bunlardan her biri millet meclisinde mesul tutulurlar.”Edebiyatımızın iki dev ismi Ziya Paşa ve Namık Kemal’in farklı dönemlerde yazdıkları bu iki “rüya” metni, dönemin zor şartlarında ülke için bir çıkış yolu arayan Osmanlı aydınının ütopyalarına dair iki önemli kaynak.Kuşakları etkilemiş romanlar, ufuk açıcı öyküler, ezberlere kazınmış şiirler… Gazetelerde kalmış söyleşiler, gezi yazıları, denemeler, makaleler… Edebiyatımızın farklı dönemlerinden, iz bırakan metinler Kısa Miras’la bir araya geliyor.

ZİYA PAŞA – NAMIK KEMAL
RÜYA

Çevrimyazı ve günümüz Türkçesine uyarlayan
Remzi Demir

ZİYA PAŞA, 1825’te İstanbul’da doğdu. Sadaret Kalemi’nde ve sarayda çalıştı. Kıbrıs’ta ve Amasya’da mutasarrıf olarak bulundu. Meşrutiyet isteyen Yeni Osmanlılar Cemiyeti üyesi olduğu için 1867’de Avrupa’ya kaçtı. Londra’da Namık Kemal’le Hürriyet gazetesini çıkardı. Namık Kemal ve Şinasi’yle birlikte, Batılılaşma meselesinin ülkede tartışılması için çaba harcadı. I. Meşrutiyet’in ardından maarif müsteşarı olarak memuriyete döndü. Konya ve Adana valiliklerinde bulundu. Eserleriyle, edebî tartışmalarıyla ve politik tutumuyla birinci dönem Tanzimat edebiyatının en önemli isimlerinden biri olmuştur. Terkib-i bend ve terci-i bend türünde edebiyatımızın en parlak eserlerini veren Ziya Paşa, vali olarak bulunduğu Adana’da 1880’de öldü.

NAMIK KEMAL, 1840’ta Tekirdağ’da doğdu. Tanzimat döneminin en önemli fikir ve edebiyat insanlarındandır. Çocukken özel bir eğitim alan Namık Kemal, Kars ve Sofya yıllarından sonra 1857’de İstanbul’a geldi. Bu yıllarda Şinasi’yle tanıştı ve Tasvir-i Efkâr’da yazmaya başladı. 1867’de Ziya Paşa’yla birlikte Paris’e gitti. Londra’da Hürriyet gazetesini çıkardı. 1870’te İstanbul’a döndü ve İbret gazetesini çıkardı. Memuriyetle Gelibolu’ya gönderildiyse de kısa süre içinde azledilerek İstanbul’a çağrıldı. Vatan yahut Silistre’nin Gedikpaşa Tiyatrosu’nda temsil edilme­sinden sonra toplumda oluşan heyecandan çekinen Osmanlı yönetimi, Namık Kemal’i Magosa’ya sürdü. SultanAbdülaziz’in ölümünden sonra, 1876’da İstanbul’a döndü. Edebiyatın birçok türünde eser veren ve kendinden sonraki kuşaklarda önemli etkiler bırakan, “vatan şairi” Namık Kemal, 1888’de Sakız adasında öldü.

İçindekiler
Sunuş……………………………………………………………………… 11
Rüya – Ziya Paşa……………………………………………………….. 15
Rüya – Namık Kemal…………………………………………………. 45

Sunuş

Osmanlı siyaset yazınının tarih boyunca üç türde kendini gösterdiğini söyleyebiliriz: siyasetnameler, ıslahatnameler ve nizamnameler.

Kadim bir gelenekten beslenen siyasetnameler ve aşağı yukarı aynı işlevi gören nasihatnameler, sultanların veya onların vekili olan sadrazamların muhtelif idari ve ahlaki konularda karşılaşacakları sorunları çözmelerine yardımcı olmak maksadıyla kaleme alınmış metinlerdir.

Selçuklu veziri Nizamülmülk’ün siyasetnamesi bu türün en meşhur örneğidir ve Osmanlı yöneticileri tarafından da sıkça başvurulmuş bir kaynaktır. XVI. yüzyıl içinde özellikle Lütfi Paşa, Gelibolulu Mustafa Âlî ve Hasan Kâfî el-Akhisarî bu gelenek dahilinde eserler vermişlerdir.

Islahatnameler ise bilhassa XVI. yüzyılın sonlarından itibaren yazılmaya başlanmıştır. Koçi Bey, Kâtip Çelebi ve İbrahim Müteferrika gibi yazarlarla temsil edilen bu aşamada devletin ve yönetimin muhtelif kurumlarındaki bozulmalara ve bunların düzeltilmesi için alınması gereken önlemlere yoğunlaşılmıştır.

Modernist bir çizgiye girmiş olan İbrahim Müteferrika, geleneksel yapılara dönüşün sorunları çözmeye yetmeyeceğine dikkat çekerek “Nizam-ı Cedit”i (Yeni Düzen) önermiş, askeriye başta olmak üzere Batı’daki kurumların örnek alınması gerektiğini savlamıştır.

Tanzimat döneminin başlamasında esasen bu türden ıslahat yazınının büyük bir etkisi olmuştur. III. Selim ve II. Mahmut gibi yenilikçi sultanlar bu türden risale ve raporlarda kayıtlı düşüncelerden yararlanmak suretiyle Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasal bünyesini değiştirmişlerdir.

Mustafa Reşid Paşa ve çoğu onun yetiştirmesi olan Âli Paşa, Fuad Paşa gibi diğer paşalar ve memurlar bu dönemde idari, hukuki, iktisadi, askerî ve kültürel alanlarda büyük atılımlar gerçekleştirmişler ancak siyasetnamelerde de ıslahatnamelerde de nizam (rejim) meselesine hiç girmemiş ve monarşiye (saltanata) sonuna kadar sadık kalmışlardır.

Rejim değişikliğini ilk defa dile getirenler Yeni Osmanlılar olmuştur. Bunlardan Ziya Paşa’nın ve ardından Namık Kemal’in “rüya”ları, ütopik olsa da mutlak iktidarı tahdit edecek ve XIX. yüzyıl Avrupa yönetimlerine benzer bir siyasi ve idari yapılanmayı gerçekleştirecek önerilerde bulunmuştur.

Ziya Paşa’nın Rüya’sı ilk olarak 1869’da Londra’da yayımlanan Hürriyet gazetesinin 68 ve 69. sayılarında çıkmıştır. Namık Kemal’in Rüya’sı ise kaynakların belirttiğine göre 1875’te Magosa’da yazılmış ama muhtemelen içeriğinin devrimci niteliği yüzünden çok sonraki bir tarihte basılmıştır. Bu çalışmada kullandığımız üç nüshanın da, “Bin iki yüz seksen dokuz senesi Safer’inin on dördüncü gecesi görülmüş bir rüyadır” cümlesiyle başlaması, yani rüyanın 23 Nisan 1872’de görülmüş olduğunu belirtmesi açıklanmaya muhtaçtır.

Biz bu risaleleri günümüz Türkçesine aktarırken Ziya Paşa’nın Rüya’sı için şu nüshayı kullandık:

Edib-i Muhterem Merhum Ziya Paşa’nın Rüyası, Kasbar Matbaası, İstanbul 1326 (1910).

Namık Kemal’in Rüya’sı içinse şu üç nüshadan yararlandık:

Rüya ve Magosa Mektubu, İctihad Matbaası, Mısır 1908.

Edib-i Azam Merhum Namık Kemal Bey’in Rüyası, Şirket-i Mürettebiyye Matbaası, İstanbul 1326 (1910).

Rüya, tarihsiz.

Bu nüshalar arasında bazı farklar vardı; bu yüzden biz çalışmamızda en güvenilir görünen 1908 nüshasını esas aldık ama yer yer diğer nüshalardan da yararlandık.

Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin önde gelen üyelerinden Ziya Paşa ile Namık Kemal’in bu eserleri,

1. Monarşi yerine meşrutiyet rejiminin ikamesini

2. Bununla bağlantılı olarak Doğu medeniyetinden Batı medeniyetine geçişi hedefleyen siyasi bir programa sahiptir.

Malum olduğu üzere bu program, I. Meşrutiyet’in (1876) ve ardından gelen II. Meşrutiyet’in (1908) gerçekleşmesinde Osmanlı aydınlarına ve ideologlarına büyük ölçüde ilham kaynağı olmuştur.

Bununla birlikte bu eserler arasında bariz bir fark da mevcuttur çünkü Ziya Paşa, yukarıda belirtilen hedeflere ulaşmak için Sadrazam Âlî Paşa’nın yönetimden uzaklaştırılmasını talep ederken, Namık Kemal bireysel hürriyetlerin güvence altına alınmasının önemine vurgu yapmıştır. Nitekim onun Rüya’sının muhtelif yerlerinde 1876’da Vakit gazetesinde yayımlanan meşhur “Hürriyet Kasidesi”nden beyitlerin yer alması bu meseleye verdiği önemi gösterir.

Böyle iki büyük edibin ve şairin metinlerini günümüz Türkçesine aktarmak kolay değildir; bu işlem yapılırken mümkün olduğu kadar anlatımlara sadık kalınmaya çalışılmıştır; ancak daha geniş bir okur kitlesinin ilgisini çekebilmek ve yararlanmasını sağlayabilmek maksadıyla ruhuna dokunmadan bazı kelime ve cümlelerde tasarruflarda bulunulmuştur.

Remzi Demir

RÜYA

Ziya Paşa

Dünkü cuma günü, sabahleyin aldığım gazeteleri ve mektupları okudum. Bunlarda Doğu ahvaline dair birçok üzücü havadis gördüm. Canım pek sıkıldı. Efkâr da yürüdü, belki eğlenirim diyerek kahvaltıdan sonra kalktım. Kendi kendime düşünerek Harmsworth Bahçesi’ne girdim. Ve suyun kenarında duran kanepelerden birine oturdum. Elimi şakağıma dayayıp kâh suya ve kâh her dem yeşil çimenliğe ibret ve hayret nazarıyla bakarak zihnimde vatanın yakalandığı keder dolu ahvali tasavvur eden fikir ve endişeye daldım. Her şeyden önce kendi sergüzeştim olan olaylar gözümün önüne geldi.

Bir zamanlar Babıâli’de bulunurken görmüş olduğum acayiplikler ve yedi-sekiz sene Mabeyn-i Hümayun’da hizmet ederken şahidi olduğum gariplikler, takım takım hatırımdan geçmeye başladı. Daha sonra ne tuhaf sebeple saraydan çıkışım ve ne münasebetle kâh zaptiye müsteşarı ve kâh Atina sefiri olduktan sonra “mirmiran” rütbesi ve paşalık unvanıyla Kıbrıs’a gidişim ve orada altı-yedi ay, türlü türlü belalara uğrayıp ardından irade-i seniyeyle Meclis-i Vâlâ’ya ve daha sonra paşalık beyliğe çevrilince beylikçiliğe memur oluşum ve altı-yedi ay geçince ne ehemmiyetler, ne şaşaalar, ne talimatnameler, ne ümitlerle Bosna taraflarını teftişe gönderilip bir buçuk ay geçer geçmez ne tuhaf sebeple istifaya ve geri dönmeye mecbur ve onun üzerine tekrar Meclis-i Vâlâ’ya, biraz vakitten sonra Deâvî Nezareti’ne1 memur oluşum ve oradan da üç ay geçtikten sonra Amasya mutasarrıflığına tayinle hasta ve mecalsiz olduğum halde o kadar sıkıntı içinde görev yerime gitmek için nasıl mecbur kılınışım ve orada sekiz ay döşeğimde yattığım ve iki sene kadar vekâletime bırakılmış işleri yapmak için elimden geldiği kadar çalışıp çabaladığım halde, ne tuhaf isnatlarla azil ve Samsun’a mutasarrıf oluşum ve söz konusu isnatların tahkiki için Amasya’ya hususi memur gönderilerek tahkikat hülasasından garazkârların umdukları semere hasıl olmaması üzerine yine hususi bir irade-i seniyeyle Meclis-i Vâlâ’ya memur oluşum ve ardından Kıbrıs mutasarrıflığı yüksek makamına atanarak kalkıp oraya gidecekken Avrupa’ya gelişim ve o zamandan beri iki buçuk sene zarfında burada cereyan eden olaylar ile şimdi Londra’da Harmsworth bölgesinde tek ve yalnız bulunuşum, hatıra manzaramdan birer birer geçtiler. Bir zaman gezip dolaştığım memleketlerde ve memuriyetlerde gördüğüm haller ve o zamandan beri Devlet-i Aliye’nin uğradığı değişimler güruh güruh akla geliverdiği sırada nihayet İstanbul’un şimdiki hali gözümün önünde belirdi. Kendi kendime dedim ki; Yarab, bu ne haldir! Bu Devlet-i Aliye’nin ne günahı var ki bu afetlere, bu belalara uğrar; bu millet ne suçun sahibidir ki bu mihnetlere, bu felaketlere yakalanmıştır? Bu padişah ne sebebe dayanarak düşüncelerini ve davranışlarını değiştirdi? Sultan Abdülaziz Han, tahta geçtiği vakit devlet ve millete gayretli ve hamiyetli bir padişahtı. Bütün cihan kendine, Allah yanındaki dini seven ve yenileyen ve öğreten ve sağlamlaştıran nazarıyla bakıp taparlardı. Şimdi neden bu fikirler değişti? Yarab!

Bunların sır ve hikmeti nedir? Ah, zat-ı şahaneyi görsem ve kendine saklı tutulan birçok ahvali hakikatiyle söylesem ve bununla hem velinimetime ve hem de devlet ve milletime elimden gelen hizmeti yapmış olsam… İşte ben bu hayallerle uğraşırken gözümün önünde duran su yolu gitgide genişleyerek başka bir şekle dönüşmeye ve bürünmeye ve suyun iki tarafında muntazaman dikilmiş olan yüksek ağaçlar dahi heybetini değiştirmek suretiyle yalı ve bahçe şekline girmeye başladılar. Ben bu garip dönüşümü seyrederek acaba burası neresi olacak derken Boğaziçi meydana çıktı. Önce Beşiktaş Saray-ı Hümayunu’nu gördüm. Ve bilmem nasılsa içine girdim. Çünkü sarayın her tarafı zihnimde mahfuz olduğu için kimseye rast gelmeyerek büyük bir merdivenden yukarı çıktım. Yavaş yavaş sofada gezinip acaba zat-ı şahane buralarda mı diye hayran hayran etrafa bakarken, meğer zat-ı şahane bahçe üstündeki odadaymış. Çıktı ve beni gördüğünde işaret edip yanına çağırdı. Koşup gittim. Ve nice senelerden beri hasretini çektiğim ayaklarına ağlayarak kapandım. Yaradılışından getirdiği lütuf ve inayet kaynağı gereğince tebessümle iltifat buyurdu. Ve mübarek eliyle başımı yer­den kaldırıp söze başladı. Ben dahi etrafıma bakıp işitecek kimse olmadığını gördüğümde, vatanıma ve özellikle nimet ve icabetle büyütüldüğüm velinimetime hizmet için bundan uygun vakit ve fırsat olamaz dedim. Gözleri yaşla dolu olarak şöyle söyledi:

“Ziya! Senden esirgemediğim bunca lütuf ve inayeti unutup Avrupa’ya firar etmek sana düşer miydi?”

“Velinimetim efendim, benden esirgemediğiniz lütuf ve inayetlerin hiçbir vakitte şükür hakkını veremedim. Ve efendimin hürmetini bırakıp Avrupa’ya gidecek kadar kaba olmadığım efendimin malumudur. Lakin bu harekette bendeniz mecbur ve bu nedenle mazurum. Gerçi izniniz olmaksızın Avrupa’ya gittim ancak orada da…

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Deneme
  • Kitap AdıRüya
  • Sayfa Sayısı72
  • YazarNamık Kemal, Ziya Paşa
  • ISBN9789750754593
  • Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviCan Yayınları / 2022

Yazarın Diğer Kitapları

  1. İntibah ~ Namık Kemalİntibah

    İntibah

    Namık Kemal

    Biz daima Avrupa lisanlarının edebiyatça gerek intihap ettikleri kavaid-i külliyeye gerek ihtiyar eyledikleri tarz-ı taklide tâbi olmak mecburiyetindeyiz. Çünkü gerek o kavaid-i külliye gerek...

  2. Akif Bey ~ Namık KemalAkif Bey

    Akif Bey

    Namık Kemal

    “Namık Kemal’in gerek mevzuu, gerek karakter itibarıyla en dikkate değer piyesi şüphesiz Akif Bey’dir. Akif Bey, sadece herhangi bir fikrin muhtelif ağızlara taksim edilmiş...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Kağıt Kesikleri ~ İclal AydınKağıt Kesikleri

    Kağıt Kesikleri

    İclal Aydın

    Canım kardeşim, Mektubunu gün doğarken okudum. Central Park üzerine sis çökmüştü ve tatlı bir pembelik kaplamıştı gökyüzünü. Bir süre pencereden şehri seyrettim… New York…...

  2. Sekizinci Günâhın Sonrası ~ Enis BaturSekizinci Günâhın Sonrası

    Sekizinci Günâhın Sonrası

    Enis Batur

    Alberto Manguel, “Yedi Temel Günâh” antologyasının ithafında “bir sekizincinin varlığını bilen Enis’e” notunu düşmüştü; bu kitap oradan boyattı: Alberto, Enis, başkaları – hepimiz yedi...

  3. Fikir ve Sanat Âlemimize Bu Hürriyet Kâfi Değildir ~ Vâ-NûFikir ve Sanat Âlemimize Bu Hürriyet Kâfi Değildir

    Fikir ve Sanat Âlemimize Bu Hürriyet Kâfi Değildir

    Vâ-Nû

    Vâlâ Nureddin ‘Vâ-Nû’, günümüzde sadece Nâzım Hikmet’in yakın dostu ve biyograficisi olarak hatırlanıyor. Oysa çok , uzun yıllar “Türkiye’nin bir numaralı fıkracısı” kabul edilmiş,...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur